Kur’an’da Su ve Hayat / Dr. Mehmet Şafi Bilik

İslam’da su ve hayat kavramlarına Kur’an üzerinden atfedilen anlam ve okumalarda neler var? Kur’an’da su kavramı niçin önemlidir?

Allah, su ile toprağın karışımı olan çamurdan ilk insanı yaratmıştır. Dolayısıyla su insandan önce yaratılmıştır. İnsan neslinin ve hayatının devamı için gerekli olan maddelerin başında su gelir. Su olmadan hayatın olması düşünülemez.

Suyla insan arasında su sızmayacak kadar kadim bir dostluk var. Doğumundan ölümüne kadar su insanoğlunun hep yanı başındadır. Bundan dolayıdır insanoğlu elsiz, kolsuz, dilsiz yaşar da asla susuz yaşayamaz. Su, serinliği ve nemliliği ile ateşe zıt olan akıcı cevher veya her gelişenin hayatı ona bağlı olan, susuzluğu gideren basit, latif/şeffaf cisimdir. Bununla birlikte su, kimyasal olarak hidrojen ve oksijen elementlerinden oluşan; sıvı, katı ve gaz halinde bulunabilen bir maddedir. Tüm hücrelerin büyük kısmını oluşturan su, yaşamın kaynağı olarak; bitkilerde, hayvanlarda, insanlarda ve tüm canlılarda en temel girdidir. Canlıların varlıklarını ve yaşamlarını devam ettirebilmeleri için en temel unsurlardan biri sudur. Dolayısıyla canlı organizmaların hayatiyeti suya bağlıdır. Tüm canlılar gibi insan da suya muhtaçtır. Bu nedenledir ki, tarihi seyir içerisinde insanoğlu suyun hayat verici gücünden hareketle ona kutsiyet atfetmiştir. Su, bilindiği gibi, iki hidrojen ve bir oksijenin bileşiminden meydana gelen akıcı bir sıvıdır. Yeryüzünde su; insan, hayvan, bitki ve tüm canlıların ana yapı oluşum unsuru ve varlıklarının devamı için kullanmak zorunda oldukları ilahi rahmet ve kaçınılmaz maddedir.

Kur’ân, birçok âyette suyun önemi üzerinde durmuş, insanlık için vazgeçilmez olduğunu haber vermekle beraber, bütün canlıların sudan yaratıldığını (Nûr, 24/45; Enbiyâ, 21/30) da haber vermektedir. Bu haber suyun önemini ortaya koyduğu gibi bütün canlıların ham maddesi olduğunu da ortaya koymaktadır. Konu ile ilgili olarak şu âyeti kerimeler dikkate değerdir: “İnkâr edenler, gökler ve yer bitişik halde iken bizim, onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?” (Enbiyâ, 21/30) “İnsanı sudan yaratarak, ona soy sop veren O’dur. Rabbin her şeye Kadir’dir.” (Furkân, 25/54)

İnsanoğlu hayatını devam ettirebilmek için suya ihtiyaç duyar. İnsanlığın var oluşu için hayati öneme sahip olan suyu insanlar temin etmek için birçok yola başvurmuştur. Bu temin bazen yeraltından karşılandığı gibi çoğu zaman yer üstü kaynaklarından sağlanmıştır. Dolayısıyla su ile hayat birbirini tamamlayan önemli iki unsurdur.

Suyu önemli kılan temel unsur hayatın kendisidir. Hayat kelimesi Arap dilinde yaşamak, canlı ve diri olmak, hayat sahibi olmak gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Bu kök ve ondan türemiş olan kelimeler Kur’ân-ı Kerim’de 190 yerde geçer. Canlı olmak, yaşamak, selamlamak,  yaşam ve sağlık dilemek, yaşatmak, can vermek, diriltmek gibi manalarda kullanılmıştır. Ayrıca Yüce Allah’ın bir sıfatı olarak “Hayy”  canlı diri manalarında Kur’ân-ı Kerim’de sık sık geçmektedir.

Hayat sözlükte; menfaat, hayır ve dirlik anlamlarına gelen bir kelimedir. Hayat kökünden sıfat olan hayy ise diri, canlı ve zinde gibi manalara sahiptir. Hayat lafzı bitki ve hayvanlarda var olan gelişme, büyüme ve hissetme gücü ki bu his gücünden dolayı canlılar hayvan olarak adlandırılmıştır. Bu kelime, bilme ve düşünme gücü, kederin artışı, ebedi hayat olan ahiret hayatı ve Yüce Allah’ın vasıflandırdığı hayat gibi çeşitli anlamlara gelmektedir. Hayat, tüm canlıların sahip olduğu ortak bir özelliktir. Hayat; canlıların yaşamasını, gelişip değişmesini sağlayan organların etkinlik süreci; doğumdan ölüme kadar geçen yaşama sürecinde ard arda gelen olaylar bütünü; canlı varlıkları belirleyen özümleme, büyüme ve ölüm gibi olayların tümü anlamlarına gelen bir lafızdır.

Su, Kur’ân’da bizzat geçmekle birlikte, yağmur ve yağmur anlamına gelen kelimeler, dolu, deniz, nehir gibi kelimeler ile ifade edilmektedir. Bununla birlikte dolaylı olarak ve mecazi olarak da su anlamına gelen kelimeler de geçmektedir. Su anlamına gelen                    kelimesi Kur’an-ı Kerim’de herhangi bir kelimeye izafe edilmeden elli dokuz, izafe edilmiş olarak dört yerde olmak üzere toplam altmış üç kere geçmektedir. İlgili âyetler incelendiğinde bu kelimenin iki anlama geldiği görülecektir. Birincisi bilinen su anlamına gelir. Su kelimesini ihtiva eden âyetler, suyun Allah’ın sonsuz kudretini gösteren bir kanıttır. Bu bağlamda “Yerden suyunu ve bitkisini çıkardı.” (Nâziât, 79/31) buyurur. Hayatın temel unsuru olan suyun çekilmesi halinde Allah’tan başka suyu yaratacak bir gücün bulunmadığına işaret eder. “De ki: Suyunuz çekiliverse size akarsuyu kim getirebilir?” (Mülk, 67/30) Hz. Nuh (a.s.) kıssasına atıfla sular coştuğu vakit, iman edenleri gemiyle taşıyanın Allah olduğu hatırlatılarak bundan ibretli bir ders çıkarılmasını ister. “Bir zamanlar sular coştuğu vakit sizi gemide kuşkusuz biz taşıdık; Bunu sizin için ibretli bir ders olsun ve kulaklardan hiç çıkmasın diye yaptık.” (Hakka, 69/11-12) Suyu yaratan, bulutlardan indiren, insanlar için içilebilir hale getiren Allah’tır. Yaratılan varlıklar suyu yaratamaz ve bulutlardan indiremez. Bu sebeple insanların yanı başında olan ve hayatları ona bağlı olan suyu düşünüp şükretmeye davet eder. “İçtiğiniz suyu düşündünüz mü? Onu buluttan siz mi indirdiniz yoksa biz miyiz indiren? Dileseydik onu tuzlu yapardık. O halde şükretmeli değil misiniz?” (Vâkıa, 56/68-70) Allah’ın gökten ölçülü olarak su indirdiği ve bununla ölü beldeye hayat verdiği belirtilir. Ölü beldenin su ile hayat bulduğu gibi tekrar diriltmenin gerçekleşeceğini söyler. “Gökten ölçülü olarak su indiren de O’dur. Bununla ölü bir beldeye yeniden hayat veririz. İşte siz de böyle diriltilip çıkarılacaksınız.” (Zuhruf, 43/11)

Kelimenin ikinci anlamı ise nutfedir. Bu anlamda âyetlerde ahiret hayatını inkâr eden insanın kendi yaratılışına bakıp ibret almasını ve buna göre tekrar diriltme ilgili olarak düşünmesini ister. “İnsan neden yaratıldığına bir baksın. O, atılan bir sudan yaratıldı.” (Târık, 86/5-6) Allah’ın nutfe ile insanlar arasında soy ve sıhriyet bağını oluşturduğunu hatırlatır. “İnsan türünü sudan yaratıp onların arasında soy ve sıhriyet bağı kuran da O’dur. Rabbin üstün kudret sahibidir.” (Furkân, 25/54) Görüldüğü gibi her iki manada da su; Allah’ın kudretini göstermeye ve ahirette tekrar diriltmeye kanıt olarak anlatılmıştır.

Kur’an’da, kıssalarla birlikte suya yüklenen çok çarpıcı anlamlar da söz konusu. Özellikle Hz. Musa, Hızır ve Ab-ı Hayat, Tâlut Kıssası, Yunus, Salih ve Eyyüb peygamberlere ait kıssalar hikmetlerle dolu… Biraz bahseder misiniz?

Su kavramı, Kur’ân kıssalarında da farklı bağlamlarda zikredilmiştir. Geçmiş ümmetlerden bahseden kıssaların anlaşılmasında ve verilen mesajın ifade edilmesinde su önemli bir fonksiyona sahiptir. Suyun yaşamsal değerde olmasına rağmen kıssa anlatımlarında bazı kavimlerin su ile helâk edildiği, bazılarının su ile kurtulduğu bazıları içinse tamamen bir imtihan/sınav vesilesi olduğu vurgulanır.

Su ile helâk edilen kavimlerin başında Nûh’un (a.s.) kavmi gelmekte olup Nûh kıssası, değişik tasvirlerle birçok sûrede zikredilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde geniş bir şekilde tanıtılan Hz. Nûh “ülü’l-azm” olarak isimlendirilen beş büyük peygamberden biridir. Kavmine peygamber olarak gönderilen Hz. Nûh, putları terkedip Allah’a itaat etmeleri konusunda kavmini ısrarla davet etmiş ve onları Allah’a karşı gelmekten sakındırmıştır. Allah’a karşı gelmeleri durumunda büyük bir cezaya çarptırılacakları konusundaki ilahi mesajı onlara iletmişti. (Nûh, 71/1-4) Hz. Nûh, Allah’a itaat etmeleri ve bağışlama dilemeleri durumunda gökten bol yağmurun yağacağını bildirmiştir. Lâkin Nûh kavmi inkâr etmede ısrar edince onlar için artık işin sonuna gelinmişti. Söz bitmiş, yerini Allah’ın onlar için davranışlarının karşılığı olarak takdir ettiği uygulama almıştı. Nûh, çaresizliğini, kâfirler karşısındaki zayıflığını dile getirerek Allah’a şöyle yalvarmıştı: “O da Rabbine, ‘Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım, yardım et.’ diye dua etti.” (Kamer, 54/10) Sonunda tufan ile helâk oldular.

Hz. Nûhun kavmini davet etmesi neticesinde, sonucu su ile bitecek iki tercih arasında seçim yapmaları gerektiği, ilgili ayetlerden anlaşılmaktadır. Bunlardan birinci seçenek; suyun rahmet olmasıydı. Şayet kavmi iman eder, Rablerine istiğfarda bulunurlarsa Allah’ın onlara su yağdıracağını ve bu suyun onlara hayırlı rızıklar bitireceği ifade edilmektedir. (Nûh, 71/10-12) İkinci seçenek yine sonucu su olacak bir seçenektir. Ancak bu sefer rahmet getirecek bir su değil bilakis azap getirecek bir su. Şayet kavmi iman etmez küfürlerinde devam ederlerse semadan boşalırcasına ve yeryüzünü çatlatırcasına gelecek olan su elbette azap yüklü olacaktı. (Nûh, 71/25)

Hz. Nuh, davetine kulak vermeyen kavminden umudunu tamamen kesip geminin yapımını da tamamlayınca, “Nihayet emrimiz geldi ve sular coşup yükseldi.” (Hûd, 11/40) şeklindeki ilahî emir geldi. Allah göğün kapılarını açtı. “Biz de göğün kapılarını dökülürcesine yağan bir yağmur ile açtık. Yeryüzünü pınar pınar fışkırttık. Derken sular takdir edilmiş bir iş için birleşti.” (Kamer, 54/11-12) Kamer sûresinde geçen iki âyeti yorumlayan müfessirler tufanın şiddetini gözler önüne sermektedirler. Buna göre kırk gün boyunca gökten nehirler gibi oluk oluk sular inmeye başladı. Allah yeryüzüne sularını dışarı fışkırtmasını emretmiş ve yerden de sular fışkırıyordu. Gökten inen sular ile yerden fışkıran sular birleşerek her yeri kapladı. Kur’ân’a göre sular yükselip gemi dağlar gibi dalgalar arasında yüzmeye başlayınca Hz. Nûh ile kendisine iman etmeyen çocuğu arasında şu diyalog geçer: “Derken gemi onları, dağlar gibi dalgalar arasında götürmeye başladı. Nûh, uzak duran oğluna, ‘Haydi yavrum gel, sen de bizimle birlikte gemiye bin, kâfirlerle beraber olma!’ diye seslendi. Oğlu, ‘Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.’ diye cevap verdi. Nûh dedi ki: ‘Bugün Allah’ın hükmünden ancak O’nun esirgedikleri kurtulacaktır.’ derken aralarına dalga giriverdi, böylece o da boğulanlardan oldu.” (Hûd, 11/42-43) Bu âyetlerde adeta Hz. Nûh; bu olayın sığınmakla belalardan kurtulmanın mümkün olabileceği normal olaylara benzemediğini, dolayısıyla sıradan bir su olmadığını, Allah’ın emriyle büyük bir azap olduğunu dağ değil hiçbir şeyin kurtulamayacağını çocuğuna hatırlatmak istedi. Âyette geçtiği şekliyle Hz. Nûh ile oğlu konuşurken aralarına dalgaların girmesinin, suyun ne süratle arttığına işaret ettiği belirtiliyor. Razi (ö. 606/1210); Allah’ın, Nûh kavmini Yâsîn sûresinde ifade edildiği gibi ordular göndererek değil, su ile cezalandırdığını ifade eder. Bununla birlikte işin ilginç tarafının da Nûh kavminin yıllarca yağmur talep ettiklerini, Allah’ın da onları talepleriyle helâk ettiğini belirtir.

Kur’ân kıssalarına bakıldığında su ile helâk olan diğer bir topluluk da Hz. Salih’in kavmi olan Semud’dur. Hz. Salih, kendi kavmini Allah’a kulluk etmeye, (A’raf, 7/73) O’na karşı gelmekten sakınmaya davet etmiş ve kendisine de itaat etmelerini istemişti. Buna karşılık kendisinin herhangi bir karşılık beklemediğini, karşılığının ancak Allah tarafından verileceğini ifade etmişti. Hz. Salih kavmine içinde bulundukları nimetleri hatırlatarak Allah’a karşı gelmekten sakınmalarını ve kendisine itaat etmelerini ve yeryüzünde fesat çıkaran, haddi aşmışların emirlerine itaat etmemelerini istemişti. (Şuara, 26/144-152) Kavmi ise bu davet karşısında Hz. Salih’i büyülenmiş ve kendileri gibi bir beşer olarak nitelendirerek mucize göstermeye davet etmişlerdi. Bunun üzerine Hz. Salih şöyle demişti: “İşte bir dişi deve! Onun (belli bir gün) su içme hakkı var, sizin de belli bir gün su içme hakkınız vardır.” (Şuara, 26/155) Hz. Salih, kavmini devenin su hakkına riayet etmeleri konusunda uyardı. (Şems, 91/13) Şayet deveye bir zarar verecek olurlarsa sonucun çok acıklı olacağını belirtmişti. (Şuara, 26/156)

Müfessirler Hz. Salih’in isteğinin kavmi tarafından kabul edildiğini, bir gün kendilerinin suyu aldıklarını diğer günde ise devenin su içtiğini ifade etmektedirler. Devenin sırası geldiğinde suyun tamamını içtiğini vurgulamaktadırlar. Kur’ân’da birçok sûrede anlatılan bu kıssa incelendiğinde bir mucize olarak gösterilen devenin, kavmi tarafından kesildiğini, bunun üzerine Allah tarafından helâk edildikleri (Hud, 11/65-68) anlaşılmaktadır. Yüce Allah Semud kavmini bir ses şiddetiyle (şiddetli bir gümbürtü ile) yerle bir etti. Böylece imtihanın sebebi olan deve ve su bir kavmin helâkinde etkin bir yer tutmuş oldu. Semud kavmi her ne kadar şiddetli bir ses ile helâk olmuşlarsa da onları bu noktaya getiren hususun deveye ayrılan su günü hakkını ihlal etmeleri olduğu açıktır.

Hz. Musa, Allah’ın doğrudan kendisiyle konuştuğu, kendisine Kitap (Tevrat) ve Furkan’ın verildiği, apaçık mucizelerle desteklendiği bir peygamberdir. Firavun ve etrafındakiler davetine icabet etmeyince ayrı ayrı birer mucize olmak üzere başlarına tufan, çekirge, ürün güvesi (haşarat), kurbağalar ve kan gönderilir. (A’raf, 7/133) Her seferinde Musa’dan bu felaketlerin kaldırılması istenir. Firavun’a bütün bu mucizeler gösterildiği halde Firavun onu yalanladı ve davetini reddetti. Firavun’un imana yanaşmaması üzerine İsrailoğullarını geceleyin Mısır’dan yürüterek (Tâ-hâ, 20/77) deniz kenarına getirir. Hz. Musa’ya asası ile denize vurması emredilir; denizin her parçası koca bir dağ gibi yükselir. (Şuara, 26/63) Denizde kuru bir yol açılır. Hz. Musa ve beraberindekiler hepsi kurtulur. Ancak Hz. Musa ve İsrailoğullarının peşine düşen Firavun ve askerleri, denizin açılması mucizesi neticesinde meydana gelen yola girdiklerinde, deniz onları görülmedik bir şekilde kuşatıp yutar. (Tâ-hâ, 20/78) Böylece ayetleri yalanlamaları ve onları umursamamaları sebebiyle denizde boğulurlar. (A’raf, 7/136)

Hz. Musa kıssasında suyun önemini göz önüne seren olaylardan biri de Kızıldeniz’de mucizevi bir şekilde kurtulan İsrailoğullarının çölde su arayışlarıdır. Hz. Musa’dan su talep ederler: “Mûsâ kavmi için su istemiş, biz de ona, ‘Asânı taşa vur!’ demiştik. Bunun üzerine taştan on iki göze fışkırdı. Her topluluk kendi içeceği yeri bildi. ‘Allah’ın rızkından yiyin için; yeryüzünde fitne fesat çıkarmayın.’ (dedik).” (Bakara, 2/60) Çölün kavurucu sıcaklığında İsrailoğullarına su için Allah’a duada bulunmuş veya bazı âlimlerin ifadesiyle yağmur duası yapmıştı. Allah’ın vahyi gereği Kızıldeniz’i ikiye bölen asasıyla bir kayaya vurunca on iki kaynak fışkırmaya başladı. İsrailoğulları on iki sıpta (oymak) ayrılmış olduklarından aralarında herhangi bir çatışma çıkmasın diye Allah her bir sıpta bir su kaynağı yaratmış, âyetten anlaşıldığına göre aralarında çatışma ve ihtilafa mahal kalmayacak şekilde her sıpt kendi su pınarının başına geçmiştir.

Su kavramı, Hz. Musa ve Hızır olarak da bilinen bilge kul arasında meydana gelen hadisede de gelmiştir. Bu hâdisede Hz. Musa’nın beraberindeki gence ‘İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar durmayacağım, ya da uzun zaman gideceğim.’ dediği, iki denizin birleştiği yere varınca da balıklarını unuttukları, balığın da denizde yolunu tutup kaybolduğu ve Hz. Musa’nın ‘İşte aradığımız bu idi.’ dediği anlatılır. Tekrar izlerini takip ederek gerisingeri döndüklerinde, Yüce Allah’ın katından bir rahmet ve ilim bahşettiği bilge kul olarak bilinen bir kul ile yola koyuldukları anlatılır. Bir gemiye bindiklerinde (adamın) gemiyi deldiği ve Hz. Musa’nın, “Sen onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu, şaşılacak bir iş yaptın.” dediği, adamın da “Sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin, demedim mi?” şeklinde cevap verdiği ifade edilir. Hz. Musa da “Unuttuğum için bana çıkışma ve bu işimde bana güçlük çıkarma!” dedi. Uzun bir yolculuktan sonra bilge kul, Hz. Musa’ya yolda karşılaştıkları ve Hz. Musa’nın tepki gösterdiği hadiselerin hikmetini açıklayarak şöyle demişti: “O gemi, denizde çalışan birtakım yoksul kimselere ait idi. Ben gemiyi hasarlı göstermek istedim, çünkü onların ilerisinde, her geçen gemiyi zorla ele geçiren bir kral vardı. Bunları ben kendi görüşüme göre yapmadım. İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur.” (Kehf, 18/60-82)

“Ölümsüzlük pınarı” yahut “âb-ı hayat” olarak adlandırılan “hayat suyu”ndan içtiği, böylece ölümsüzlük kazandığı düşünülen Hızır’ın kıyamete kadar yaşayacağına inananlar bulunmaktadır. Aynı şekilde müfessirler Kehf sûresi 63. ayetinde mealen geçen “(…)Balık şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti.” cümlesinden yola çıkarak balığın nasıl canlandığı konusunda değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu görüşlerden biri de balığın canlanmasına âb-ı hayat sebep olmuştur. Buhari’de geçen rivayet bu görüşün temelini oluşturmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’de ve Buhari dışındaki hadis kaynaklarında Musa ve arkadaşının yanlarına azık olarak aldıkları tuzlu balığın nasıl dirildiğine dair herhangi bir açıklama yoktur. Sadece Buhari’de geçen bir rivayette bu sebebin açıklandığı görülmektedir. Bu hadise göre: “Hızır’la buluşacakları kayanın dibinde bir kaynak (ayn) vardı ki buna ‘hayat kaynağı’ (aynü’l-hayat, âb-ı hayat) deniyordu. O suyun temas edip de diriltmediği hiçbir şey yoktu. İşte balığa bu sudan sıçramıştı.” (Buhari, İlim, 44; Tefsir, 18)

Su ile imtihan edilen kıssalardan biri de Talut kıssasıdır. Kur’ân’da aktarılan bilgiye göre; Hz. Musa’dan sonraki bir dönemde İsrailoğulları’nın ileri gelenleri peygamberlerinden birine, “Bize bir hükümdar gönder (tayin et) de Allah yolunda savaşalım.” demişlerdi. Peygamberleri onlara, “Allah, size Talut’u hükümdar olarak gönderdi.” dedi. Fakat kendilerinin hükümdar olmaya Talut’tan daha layık olduklarını ifade ederek Talut’un hükümdarlığını kabul etmeyeceklerini söylediler. Peygamberleri, Allah’ın Talut’u hükümdar olarak seçtiğini ve ona bilgi ve beden gücü verdiğini, hükümdarlığının alameti olarak da; içinde sekinetin ve Musa ile Harun’un ailelerinin geriye bıraktıklarının olduğu ve meleklerin taşıyacağı tabutun (sandığın) geri gelmesi olduğunu bildirir. Talut, ordu ile hareket edince, “Şüphesiz Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim onu tatmazsa işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka.” dedi. İçlerinden pek azı hariç, hepsi ırmaktan içtiler. Bir yoruma göre; yolları üzerinde Ürdün nehri vardı, ona yaklaşınca kumandan su içmeyi yasaklayarak ordunun kendisine bağlılığını ve onların irade gücünü denemek istedi. Askerlerin çoğu bu denemede başarılı olamadılar. Diğer yoruma göre ise; Talut toplulukta disiplin eksikliği olduğunu bildiği için, korkağı cesurdan, yetenekliyi yeteneksizden ayırt etmek için bu şekilde onları sınamıştı. Bir müddet susuzluklarını kontrol edemeyen kişilere, bir süre önce yenildikleri düşmanla karşılaştıklarında disiplini korumaları konusunda güvenilemeyeceği açıktır. Kur’ân-ı Kerim, Talut’un emrine uymayıp nehirden bol bol su içenlerin sonucu hakkında bir bilgi vermemektedir. Anlatımdan anlaşılan, su içenlerin nehri geçmedikleridir. Böylece Talut’un askerlerinin sayısı azalmıştır. Disipline uymayanların olması, belki de diğer askerleri de etkileyecekti. Bunların tasfiye edilmeleri, savaşın sonucu açısından daha hayırlı olacaktı. (Bakara, 2/246-249)

Rahmet ve şifa boyutuyla suyun zikredildiği kıssaların başında Hz. Eyyûb kıssası gelir. Enbiya sûresinde bu kıssa şu şekilde aktarılmaktadır: “Eyyûb’u hatırla. Hani o Rabbine, ‘Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen merhametlilerin en merhametlisisin.’ diye niyaz etmişti. Biz de onun duasını kabul edip kendisinde dert namına ne varsa gidermiştik. Tarafımızdan bir rahmet ve kullukta bulunanlar için de bir ibret olmak üzere ona ailesini ve onlarla beraber bir mislini daha vermiştik.” Sâd sûresinde ise Eyyûb Peygamber’in kıssası ile ilgili olarak değişik bir detaydan söz edilerek mealen şu şekilde anlatılmaktadır: “(Ey Muhammed!) Kulumuz Eyyûb’u da an. Hani, Rabbine, ‘Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu.’ diye seslenmişti.” “Biz de ona, ‘Ayağını yere vur! İşte yıkanılacak ve içecek bir su.’ dedik. Biz ona tarafımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir öğüt olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir o kadarını bahşettik.”

Eyyûb Peygamber’in ne zaman yaşadığı ve hangi kavme ne zaman gönderildiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüşse de o, Allah’a ibadet konusundaki sabrı ile meşhur bir peygamberdir. Eyyûb, pek çok malı, evladı, eşleri olan, refah içinde yaşayan bir peygamberdi. Allah’ın nimetlerine şükreder, kulluk görevlerinde kusur etmezdi. Tefsirlerin pek çoğu ve bazı rivayetlerde, onun, yakalandığı hastalık sebebiyle insanları kendisinden tiksindirip kaçırtacak bir duruma düştüğü anlatılmaktadır. Ancak kelam bilginlerinin de dikkat çektikleri gibi peygamberler, insanları kendilerinden tiksindirecek ve kaçırtacak türden hastalıklara yakalanmazlar. Eyyûb Peygamber bu hastalığından kurtulmak için Allah’ın merhametine sığınarak O’ndan şifa dilemiştir. Yüce Allah duasını kabul etmiş ve ayağını yere vurmasını istemiştir. Hz. Eyyûb’un hastalığının nasıl iyileştirildiği Sâd suresinde mealen şu şekilde anlatılmaktadır: “Ayağını yere vur! İşte yıkanılacak ve içecek bir su.” Bu âyetten, onun ayağını yere vurur vurmaz oradan bir suyun fışkırdığı anlaşılmaktadır.

İlahî yardım boyutuyla suyun zikredildiği hâdise Bedir savaşıdır. Hicretin 2. yılında Hz. Peygamber ile müşrikler arasında meydana gelen ve hak ile batılın birbirinden ayrıldığı gün olarak nitelenen bu ilk savaş, Bedir’de meydana gelmiştir. Müslümanların mevzilendikleri yer kumlu olduğundan hareket etmeye elverişli değildi. Bu sırada yağan yağmur, düşmanın kuru iken harekete daha elverişli olan yerlerini çamur deryasına döndürdü, kumlu bölgeyi de harekete uygun hale getirdi. Bu sayede endişe ortadan kalktı, sakin ve huzurlu bir gece geçirildi. Kur’ân’da bu durum şöyle aktarılmaktadır: “Hani (Allah) kendi tarafından bir güvenlik olarak sizi hafif bir uykuya daldırıyor; sizi temizlemek, sizden şeytanın vesvesesini gidermek, kalplerinizi pekiştirmek ve ayaklarınızı sağlam bastırmak için üzerinize gökten yağmur yağdırıyordu.” (Enfal, 8/11)

Sahabeden Hubab b. Münzir’in teklifi ile düşmana en yakın kuyunun yanına yerleşildi ve diğer kuyular kapatıldı. Ancak, daha sonra, açık bırakılan kuyudan müşriklerin su almalarına izin verildi. Yapılan savaşta Müslümanlar kazandı. Bu onların ilk büyük zaferiydi. Düşman, başta kumandanları Ebu Cehil olmak üzere yetmiş kayıp verdiler, bir o kadar da asker esir alınmıştı. Kur’ân’da Müslümanların Bedir Savaşı’nda meleklerin yardımıyla desteklendiği ve kendilerine yardım ettiği açıkça belirtilmektedir: “Hani Rabbinizden yardım istiyor, yalvarıyordunuz. O da ‘Ben size ard arda bin melekle yardım ediyorum.’ diye cevap vermişti. Allah bunu, sadece bir müjde olsun ve onunla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Yoksa yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Enfal, 8/9-10)

Buna göre Bedir savaşının başlangıcında bir müddet yağmur yağdı ve bu yağmur Müslümanlara üç açıdan yarar sağladı. Birincisi, Müslümanlar kaplarına su depolama imkânı buldular. İkincisi, Müslümanların mevzilendiği vadinin üst taraflarındaki toprak sertleşti ve Müslümanlar sağlam zemine emin adımlarla basar oldular. Üçüncüsü, yağmur kâfir ordusu için zorluklar yarattı. Çünkü yağmur suları, kâfirlerin mevzilendiği vadinin alt taraflarına birikti, zemini kayganlaştırdı ve ayaklarının çamura batmasına neden oldu. Ayrıca başlayacak savaş nedeniyle şeytan, Müslümanların zihinlerinde endişe ve kaygı oluşturmaya çalışmış ancak bu kritik anda Allah tarafından indirilen yağmur ve uyuklama, bu korku ve karışık duyguların giderilmesine yardımcı olmuştur.

“Ahirette Su” konusu başlı başına özel bir konu olarak ele alınmakta. Ahiret hayatı üzerinde de ısrarla ve büyük bir ayrıntı zenginliği ile durulmaktadır. Hiç olmazsa bazı başlıkları kısaca almak mümkün mü?

Dünya hayatında suyun önemini az önceki açıklamalarımızda dile getirmiştik. Kısacası su hem hayattır hem de hayatın devamı için gereklidir. Dolayısıyla su en önemli nimetlerden biridir. Su, ahiret hayatıyla ilgili olarak Kur’ân’da nimet veya azap olarak anlatılmaktadır. Ahiretin önemli bir menzili sayılan cennette; iyi olan kullara katkısı kâfur olan içecek dolu bir kadehten ikram edileceği (İnsân, 76/5), zencebîl karışımlı içecekler sunulacağı (İnsân, 76/17), Selsebîl denilen pınardan içecekleri (İnsân, 76/18) belirtilir. Selsebîl; içimi yumuşak ve leziz, akıcı özelliği olan su veya ard arda gelerek kesintisiz ve hızlı akma şeklinde suyun sıfatı olarak, tadı güzel, içimi rahat, boğazdan kolayca geçen su anlamlarına gelmektedir. Ayrıca cennet ehline; Mutaffifin sûresinde Mukarrabûn’un (Yüce Allah’a yakın olanların) mühürlü (el değmemiş) saf içecekten içecekleri, içimin sonunun misk ve katkısının tesnîm olduğu bildirilmektedir. (Mutaffifin, 83/25-28) Ğâşiye sûresinde, birtakım yüzlerin nimet içinde mutlu, yaptıklarından dolayı hoşnut ve bunların yüksek cennette olacakları ifade edilmektedir. Bulundukları yerde gereksiz söz işitmeyecekleri, orada akan bir kaynağın olduğu, yüksek tahtlar, konulmuş kadehler, sıra sıra yastıklar ve serilmiş yaygılar bulunduğu anlatılmaktadır. (Ğaşiye, 88/8-16)

Cehennem ehli için ise; Ğassâk, yaradan akan sarı su, irin, cerahat akıntısı, içilmez derecede gayet soğuk ve çirkin kokulu cehennem içeceği veya cehennem ehlinin cildinden akan irin (Sâd, 38/57), Hamîm, kızgın kaynar su (Yûnus, 10/4), Mühl, maden eriği gibi, yüzleri yakıp kavuran bir su (Kehf, 18/29), Ğislîn, elbise vb. yıkandıktan sonra arta kalan su birikintisi, yara vb. şeylerden akan cerahat akıntısı/suyu (Hakka, 69/35-37), Sadîd, yaradan taşan kanla karışık irin veya cehennem ehlinin ciltlerinden akan kan ve irin (İbrahim, 14/15-17).