Ülkeler arasında kalemle çizilen, tel örgülerle veya duvarlarla korunan sınırların adeta buharlaştığı ve anlamını yitirdiği bir zaman dilimindeyiz. Farkında olalım veya olmayalım, insanlık olarak ortak bir kültüre, ortak bir kadere doğru gidiyoruz. Birbirine akraba insanların yaşadığı ve herkesin acı-tatlı her olaydan haberinin olduğu küçük bir köye dönen dünya, en sonunda büyük bir kültürü oluşturmak üzere hızla yol alıyor. Bilişim ve ulaşım teknolojilerinde gelinen nokta, insanlığı buna mecbur ediyor.
O halde şimdi ne olacak derseniz, bu çağda baskın olan kültür diğer bütün kültürleri etkileyecek, bu kültür ise insanlığın ortak kültürü olacak derim…
Bu nedenle artık her konuda bölgesel düşünmek yerine küresel düşünmek ve bütün planlarımızı küresel ölçekte yapmak zorundayız... Yoksa küresel çapta yapılanacak yeni kültür, bizi kendi içerisinde öğütüp eritecektir. Yani ya bizim kültürün renkleri, ortak kültüre rengini verecek ya da deccâlî bir kültür anlayışı bütün dünyayı kararttığı gibi İslam âleminin de beyaz rengini karartacak...
Evet, bugün dil sorunumuz yoksa tüm dünya halkları ile kolaylıkla görüşme imkânına sahibiz, kültür ve bilgi alışverişi yapabilecek konumdayız. Bu nedenle kılık kıyafetimizden eğlencemize kadar, sanat ve müzik anlayışımızdan beslenmemize kadar, hatta inanç ve ibadetlerimize ve dünya görüşlerimize kadar her konuda birbirimize benzemeye başladık.
Yani açıkçası, küreselleşmenin avantaj ve dezavantajlarının iyice hissedildiği bir zaman dilimindeyiz. O halde bu gerçeği görmezden gelerek ne ticaret yapabiliriz ne sanat ne de millî ve manevi değerlerimizi koruyabiliriz.
İşte böyle bir dünyada içe kapanarak inancını ve kültürünü muhafaza etmek de yaşamak da artık mümkün değil. Zira küreselleşme rüzgârı, zayıf olanları önüne katıp çer çöp gibi süpürecektir… Bu durumda ya zayıf kalıp kendin olmaktan vazgeçeceksin ya da güçlü olacaksın ve dünya gemisinin dümeni senin elinde olacak.
Şimdi böyle bir ortamda bir Müslüman olarak nasıl bir strateji izlemeliyiz?
Millî ve manevi değerlerimizi korumak veya küresel ölçekte oluşan yeni kültüre kendi rengimizi verebilmek için neler yapmalıyız?
Nasıl bir savunma ve yayılma stratejisi izlemeliyiz? gibi soru ve sorunların hesabını iyi yapmalıyız.
Zira bizim dinimiz, tüm insanlığa evrensel ölçekte kurtuluş reçeteleri sunan bir din olunca en çok buna bizim hakkımız var elbette…
O halde bu çağın Müslümanlarına çok iş düşmektedir. Önce kendi içlerindeki tefrikaya son vermeli, birlik ve beraberlik içerisinde olmalılar. Sonra da bu çağa uygun bir yenilenme ile kendilerine çeki düzen vermeliler…
Peki, o zaman bu çağı anlayan Müslüman nasıl olmalı?
Öncelikle tembelliğimiz için çok güzel bir gerekçe olan: “Dünya kâfirlerin olsun, ahiret bizim…” mantığından vazgeçmeliler. Zira dünya da ahiret de müminlerindir. Allah ikisini de müminler için yaratmıştır. Dünyadan kâfirlerin de çalışmaları kadar nasipleri vardır, ahiret nimetleri ise yalnız müminlerindir.
Ekonomide ve silah sanayinde güçlü olmalılar. Teknolojiye ciddi yatırım yapmalı, bilimde dünya sıralamasında en öne geçmeliler. İlim ve irfan sahibi, güzel ahlak sahibi kadrolar yetiştirmeliler. Bir ülkenin istikrar ve huzur içinde yaşaması için, idarecilerin de âlimlerin de hâkimlerin de adil olması şarttır; o halde adil olmalı, adaleti her şartta ayakta tutmalılar. Müslüman ülkelerin kendine yeterli ziraatı olmalı, enerji ihtiyaçlarını kendileri karşılamalılar. İşte bunların hepsi güçtür, Müslüman da güçlü olmalıdır…
Derviş mantığı ile bir lokma bir hırka anlayışı, bireylerin şahsi tercihi olabilir ama bu mantık İslam ümmetinin veya İslam devletinin yaşam felsefesi olamaz. Bu türden yanlışların acılarını kaç yüzyıldır İslam âlemi çok derinden yaşamaktadır. Yeryüzü Müslümanlara ehl-i küfür tarafından adeta dar bir hale getirilmiştir. Bu durumda suçu kâfirlere atarak onları suçlamak, onlara kızmak çözüm değil; aklı başa almak çözümdür.
Şu gerçeği de hatırlatalım ki bu çağda akla ve bilime aykırı inanç sistemleri zafiyete uğrayacak, kendi toplumları üzerindeki etki alanlarını kaybedecek, sayıları azalacaktır. Hristiyanlar da Yahudiler de dahil olmak üzere hepsi daha akıllı, daha mantıklı inanç ve ibadet sisteminde buluşacaktır. İşte bütün bu gelişmeler ilahî planın bir parçası olarak insanlığın İslamiyet’le yeniden buluşmasının ayak sesleridir. Çünkü Rabbimizin bu konudaki vaadi haktır. Bizler bu bilinç ve gayret içinde olsak da bu vaat gerçekleşecektir, olmasak da… Zira Rabbimiz vaadini bizler olmadan da gerçekleştirebilir. “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saff, 61/8) ayeti buna en güzel cevaptır. Bütün aklı başında İslam âlimlerinin ve maneviyat ehli kişilerin ortak görüşü odur ki bizler gelecek o kutlu günlerin arifesindeyiz.
Sözün özü; bu zamanda insanlığın sorunları, kaçınılması mümkün olmayacak şekilde birikmiş durumdadır. Küreselci çetelerin fitneleri, yeniçağ dinleri ve akımları, bilimden gelen fitneler, dünyadaki virüs salgını, ekonomik zorluklar, siyasi kargaşalar, düzensiz göçmenler, İslam içine sokulmuş çeşitli fırkalar ve fitneler, ülkeler arası enerji savaşları, iklimsel değişiklikler, açlık, kuraklık, zulüm, adaletsizlik; bu çağın yaygınlaşmış, herkesi ilgilendiren, yani küreselleşen dünyanın sorunlarıdır. Öyle ki bunlar sınırları kapatmakla kaçamayacağınız sorunlardır.
O halde sonuç olarak; bütün insanlık için tek kurtuluş yolu olan bu son hak dini, herkese, her kesime hitap edecek şekilde anlamalı ve anlatmalıdır. Bunun için de bu çağın Müslümanı, bu çağın en şiddetli fitneleri ile mücadele ederek İslam’ı müdafaa edebilecek, İslam’ın boyasını küresel ölçekte yeniden şekillenecek olan ortak kültürün hâkim rengi haline getirebilecek bir azim, gayret ve donanıma sahip olmalıdır. İşte ancak böyle bir Müslüman, bu zamanda “Küresel Müslüman” olmayı hak eden Müslüman’dır…
Allah’a (c.c.) emanet olunuz.