Merhamet / Yasemin İlhan Tan

Bismillah, Elhamdülillah, vessalatu vesselamu alâ Resûlillah

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla diyerek söze başlamak Allah’ın emirlerindendir. Burada Allah’ın muradı her işe başlarken O’nun merhametlilerin en merhametlisi olduğunu her an bilmemizi ve hatırlamamızı istemesidir…

Rahman; dünya hayatında, mümin-kâfir gözetmeksizin mahlûkatın hepsine merhametle muamele eden, her canlının her türlü rızkını veren ve onları koruyup gözeten manasına gelir.

Bu yazımda Allah’ın yalnız kendisine ait olan Rahman sıfatının, aynı zamanda isminin, kullarına yansıyan tecellisi ve boyutu olan merhametten bahsedeceğim…

Merhametli olmak; sadece öksüzleri doyurmak, yetimleri giydirmek değildir elbette. İslam’ın belirlediği ölçülerle insanın kendini dengelemesi için verilmiş, duygularımızın harekete geçmesi ya da bastırılması gibi içsel manada vicdani bir itici güç, aynı zamanda kapsamı çok geniş bir ahlaktır… Yani, sevmekte ve acımakta, fedakâr olmakta ve sabretmekte, cömertlikte ve adaletli olmakta bu ahlakları harekete geçiren itici güç nasıl merhametse; nefse ait bencillik, cimrilik, öfke gibi ahlakların da törpülenmesinde ve aşırıya gitmemesi için baskılanmasında, merhamet ahlakının payı büyüktür… Dolayısıyla kendi içimizde ahlakımızı sorgularken merhametimizin hangi boyutta olduğu ve davranışlarımızda hangi ahlakın baskın geldiği sorusuna yanıt merhamet olmalıdır… Anlatmak istediğim şey, merhamet ahlakını hayatın belli bir saatine, belli bir anına sıkıştırmak değil de bütün alanına yaymak, yansıtmaktır. Acıma duygusu, Allah’ın insanlara yaratılışında verdiği, fıtratında olan ve güzel ahlakın en temelini oluşturan bir duygudur. Güçlenebilen ya da zayıflayan bu ahlak; sevgi, şefkat, empati gibi güzel duygularla beslenmezse insanın manevi anlamda çöküşüne sebep olur… Kalbî cihazatlarını geliştirebilmek; Rabbimizin özel kulları arasına girmeyi, sevgisine talip ve layık olmayı istemek, dünyada yapılabilecek en şerefli eylemdir…

Şu an içinde yaşadığımız dünya, maalesef yapılabilecek her türlü ahlaksızlığın, rezilliğin yapıldığı, vahşetin normal karşılandığı, insanlığın hızlıca tükendiği bir dünyaya dönüştü… Her zaman sağduyunun imdada yetişeceğine inanan biri olarak söylüyorum; iyi insanların çoğunlukta olduğuna inanmak istiyorum… Fakat ben ne kadar söylesem ve istesem de öyle bir azınlık var ki durum gerçekten vahim… İnsanım diye gezen, yakınımıza kadar gelmiş, yanımızdan yürüyüp gidenlerin, dışı insan içi canavar yaratıklara, yığınlara dönüştüğünün kabul edilmesi zor bir gerçek… Bir insan düşünün! Kendi bebeğini ateşe atıp yakan ve hayatına hiçbir şey olmamış gibi devam eden; ya da kucağına aldığı küçücük yavrusunu ve hemen kendi yanında usul usul yürüyen diğer yavrusunu gözünü bile kırpmadan derin sulara bırakıp sanki bir çöp atmış edasıyla oradan sakince arkasına bile bakmadan uzaklaşıp giden; ya da bir adam ki, eline aldığı ateş püskürtmek için kullanılan bir aletle, zavallı bir ineğin bedeninde, sırtında, bacağında derin oyuklar açılana kadar yakan ve bunu zevk için yapan… Bu kalbi ve vicdanı kurumuş insanlara, canavar demeyelim, peki ne diyelim? İnsanların, arkadaş, dost dediklerimizin bile bu kirlilikten nasibini aldığı, adeta yok olmayı sabırsızlıkla bekleyen bir dünyada yaşıyoruz maalesef… Keşke bu anlattıklarım bir delinin, bir meczubun zırvaları olsaydı, ne yazık ki değil… Her gün elimizdeki telefonlar dünyayı, içinde yaşanılan ne varsa bütün çıplaklığıyla gösteriyor; hem de öyle bir gösteriyor ki vicdanı can vermemiş bütün insanların içi parça parça oluyor… Maalesef yıllardır beklenen, olması kaçınılmaz bir sonuç bu. Çünkü; ahlakı yok sayan, materyalist düşünce yapısının, her türlü düşünce sisteminin önünde tutulduğu ve ilimin, bilimin, felsefenin ideolojik bütün değerlerin, amacını bilmediğimiz ne idüğü belirsiz ellere teslim edilmesi ve İslam’ın ışığını söndürmek isteyen sinsi güçlerin bu sisteme çanak tutması, işleri bu boyutlara taşıdı... Adına felsefe ekolü dedikleri boş beleş adamların, merhamet kavramını “dünyayı değersizleştiren istismara açık zafiyet” gibi gören soytarıların değersiz sözleri gözümüze sokuldu… Buna karşılık İslam’ı sadece şekilcilikle sınırlayıp kadınların giyimine kuşamına, oturmasına kalkmasına, erkeklerin sakalına bıyığına kafayı takan, bunlarla uğraşa uğraşa kafayı bozan hoca bozuntularının yaptığı tek şey, birbirleriyle uğraşmak oldu… İnsanlık nereye gidiyor türküleri de bizim gibi bir avuç biçare garibanların eline kaldı… Ben; “Rahmetim gazabımı aşmıştır.” buyuran bir Rabbin kulu ve âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamberin ümmeti, benim ve nice insanların ümit ışığı, merhametin somutlaşmış, beden bulmuş hali olarak inandığım bir babanın evladıyım… O öyle bir baba, öyle bir eş, öyle bir dost, öyle bir idareci ki ve öyle bir insan ki onu tanıyan her insan şuurunu kaybetmemişse eğer, onun tek başına kalsa bile, bütün insanlığın şerefini kurtarabilecek güce sahip olduğu gerçeğini kabul eder. Babam hayatımda gördüğüm en merhametli insan ama aynı zamanda merhametini adaletiyle dengeleyen, istismara izin vermeyen, izin verse bile, buna yalnız kendi istediği kadar izin veren bir ahlaka sahip… Çocukluğumdan bu yaşıma kadar, önceleri tam manasıyla idrak bile edemediğim babamın merhametini günlerce anlatabilirim… Küçücük bir köpeği, parçalanmak üzereyken sekiz on tane köpeğin arasına dalıp kurtaran, sonra o kurtardığı köpeğin adeta teşekkür eder gibi bakışlarını hiç unutmayan babam...

Merhamet ahlakı, öyle kahramanlık hikâyeleri anlatılır gibi anlatılmaz. Detaylar vardır, onu ancak algılayabilenler çözer… Yine bir gün, annem, babam ve ben arabadayız. Babam çok heybetli biridir ve karşıdan size doğru yürümesi bile, insanların kenara çekilmesini sağlar… Bisiklet süren yoksul bir gence para vermek üzere arabadan indiği sırada, gencin bir an gözlerinde korkuyu görmesi, cebindeki bütün parasını vermesinin mutluluğunu yaşatmadı babacığıma… Yine bir minibüs çoluk çocuk tarlada işçi olarak çalışmaya gelmiş insanlara bir tomar para verdi, ama yine ne yazık ki hüzünlüydü; çünkü parayı alırkenki şaşkınlıkları, babamı çok etkilemişti… Babamın merhameti bazılarına çok uzak gelebilir; tabii senede bir gün birine beş lira verip kendini merhametli sanan insan çok… Kışın soğuktan donmak üzere olan, can havliyle camdan içeri girip biraz sonra da can veren sineğe bile kendi boyutunda değer verip acıyan, gözleri yaşaran babam…

Evet anlattıklarım nasıl bir izlenim oluşturur, bilemem tabii ki… Ama ben İslam’ın emrettiği güzel ahlakı babamda gördüm ve ondan öğrendim… Babamla Rabbi arasındaki en güçlü bağ merhamettir…

Sözlerime son verirken babam ve babam gibi olmaya çalışan insanlar oldukça, insanlık adına yapılabilecek bir şeyler hâlâ vardır diye inanıyorum… Merhamet hakkında babam şöyle der: “İnsanın baskın ahlakı merhamet olmalı ama adaletle onu dengelemezse merhamet sorun çıkarabilir.”