Hüsnü Geçer Efendi (İhlas Üzerine)

FEYZ: Efendim, ihlas nedir? İhlası biz nasıl anlamalıyız? İhlaslı insan nasıl olur?

Hüsnü Geçer Efendi : İhlas, ıstılahi manada yani tasavvufi manada, ameli sadece Allah'ın (Celle Celalühü) rızası için yapmaktır. Bununla beraber, Allah (Celle Celalühu) yasak ettiğinden dolayı yapmamaktır. Mademki Allah (Celle Celalühu), her sarhoş ediciyi; mesela her uyuşturucuyu yasak etmiştir. Bunları Allah (Celle Celalühu) için terk ederse, işte has kulluk budur. Allah'ın (Celle Celalühu) rızası içindir. "Zinaya yanaşmayın" deniyor. Niçin? Çünkü zina aşırılıktır. Zina, sınır tanımamaktır, -hayvanlar gibi- şehveti dindirmek için, ne yatağını bilir, ne avradını. Zina haramdır. Allah (Celle Celalühu) haram kıldığından dolayı ben sana yanaşmam demelidir. Bunun için yaparsa, ihlas olur. Allah (Celle Celalühu) buyurur: "Zinaya yanaşmayın, bu çirkin bir iştir. Yol itibariyle de çok kötüdür." Madem ki Allah (Celle Celalühu) böyle demiştir, ben de Allah'ın (Celle Celalühu) sözünü tutar, zinaya yanaşmam. Misalen bir insan, Allah'a (Celle Celalühu) ibadet eder veyahut cehennem ateşinden korunmak için Allah'a (Celle Celalühu) ibadet ederki ihlas bu değildir. Cenab-ı Allah'a (Celle Celalühu) karşı kulluk vazifesini yerine getirmek için, haramdan sakınır, ibadet eder, helal yollarına girer. İşte bu ihlas oluyor. Bu hususta iki misal verelim: Şeyh Ahmed-ül Haznevi (ks), Şeyh Yahya'ya, molla İbrahim'e ve birkaç âlime der ki; "Hazırlanın, bu sene biz birlikte Hacc'a gideceğiz." , Bundan elli sene önce, belki daha ziyade, onlar da derler; "Madem biz Şeyh Hz. ile Hacc'a gidiyoruz, bu bizim için büyük bir nimettir." Borç harç eder, Hacc paralarını toplarlar. Gün gelir, hacılar gider, Şeyh hazretlerinden hiç haber yok... Onlar da hep bekliyorlar, hele ne yapar bekleyelim derler. Bakıyorlarki zaman çok daraldı, Arafat'a yetişemeyecekler. Şeyh hazretlerine derler; " Kurban, aylar önce bize haber verdiniz. Hacc'a gidelim, hazırlığınızı yapın dediniz. Biz de yaptık. Şeyh hazretlerinden bir haber çıkmıyor." Şeyh Hz. cevaben; " Bu sene Hacc'a gitmek için, içimde büyük bir istek görüyorum. Benim niyetim sahih olmazsa, ben ne yaparım? Eğer ben gidersem, bu nefsimin isteğini yerine getirmiş olurum. Bu sene kalın."buyurur. Nefsin isteğini bir yana bırakmak için o sene kalırlar. Bir sonraki sene niyeti sadece Allah (Celle Celalühu) için olur ve giderler.

İkinci misal; Hz. Ali (ra) Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile birlikte bir savaşa gider. Müşriklerden bir pehlivan çıkar ve mübareze ister: "Kim gelir karşıma!" der. İlk savaşlar öyleydi, ilk önce pehlivanlar karşı karşıya gelirdi. Pehlivanlar ne yaparsa, ondan sonra savaşa başlarlardı. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ashab-ı kirama birkaç sefer " Kim kalkar?" diye sordu. Hz. Ali'den (kv) başka parmak kaldıran olmadı. Müşrik, meşhur bir pehlivandır ve müslümanların kanına susamış, meydana geliyor. Kimse kalkmayınca Hz. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Hz. Ali'nin (kv) beline kemer bağlar, kılıcını kınına koyar, dua eder; "Git, Allah (Celle Celalühü) seninle beraber olsun. " buyurur. Pehlivan, Hz. Ali'yi (kv) görünce: "Sen küçüksün, dengim değilsin. Ya dengim olan Ebubekir, Ömer, Osman gelsin, seni öldürmek istemiyorum. Senin baban Ebu Talib benim dostumdur." Der. Hz. Ali (kv) de; "Ben senin kanına susamış bir gencim" diyor. Böyle deyince birbirlerine tutuşurlar. Hz. Ali (kv) onu yere serer. İri cüsseli pehlivanın üzerine çıkar. Elbette yapar. Çünkü Resulullah'ın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) emrini yerine getirmiştir. Onu yere serince tekbir sesleri yükselir. Biraz sonra Hz.Ali (kv), müşrik pehlivanın kılıcını alır, müslümanların saflarına gelir, müşrik de müşrik saflarına gider. Sahabeler;" Ya Ali, Allah (Celle Celalühü) seni o azgın düşmana muzaffer eyledi. O müslüman çocuklarını yetim bırakmıştı, kadınları dul bırakmıştı, niçin öldürmedin?" derler. Hz. Ali (kv) de ;" Onu yere atınca, benim yüzüme tükürdü. O zaman çok öfkelendim. Eğer öldürseydim, o katl Allah (Celle Celalühü) rızası için olmayacaktı. Öfkem için olacaktı. Onun için öldürmedim." diyor. Nefsin için değil, sadece Allah(Celle Celalühü) rızası için yapmaktır. İşte ihlas budur.

İnsanın ibadeti az da olsa, ihlasla beraber olduğu zaman, insanı ulaştırır, oluşturur. Eğer hayat çeşmesinde olsa dahi, insan, bulanık suyu bir insana sunarsa, o su kabul edilmez. Herkes duruyu ister, sadeyi ister. İbadet, kulluk, islami davranış, bunların tümü Cenab-ı Allah'a yaklaşma yollarıdır. İnsan bunları yaptığı zaman, Allah (Celle Celalühü) için yapmalıdır. İhlasın sırrını, Rabiatü'l Adeviyye (ks) izah eder; Bir münacatında diyor ki:" Ya Rab, Sana yaptığım kulluk ve ibadet, cennete girmek için ise, beni cennetten uzaklaştır. Ya Rab, Sana yaptığım kulluk ve ibadet, cehennemden uzak olmak için ise, beni cehennem ateşine at!...Ya Rab, Sana yaptığım ibadet ve kulluk, Senin rızana kavuşmak için ise, derecesini ver."

Cenab-ı Allah (Celle Celalühü) hepimizi muhlislerden eyleye....Hatta Ataullah İskenderi (ks); " Ameller, dikilmiş şedah heykeller gibidir. Ruhları, onun içinde olan ihlas sırrıdır." buyuruyor. İnsanın ibadetini, amelini canlandıran, oluşturan, uçurtan, kabul makamına götüren, amelin içinde olan ihlastır. Sadece Allah (Celle Celalühü) için amel yapmaktır. Onun için kul, sadece kullukla mükellef değildir. Kullukla beraber ihlas da lazımdır.

Ayet-i kerime gösteriyor ki; Kul ibadetle mükelleftir, halis, sadece Allah için amel etmekle beraber, ihlasın hakikatini, Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) izah etmiştir. Cebrail (as) sorduğunda O da (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beyan eder; "İyilik, Allah'a ibadet ederken, sen Allah'ı görmesen de, Allah (Celle Celalühü) seni görür gibi ibadet etmendir." Bir insan ticaretinde, bakmasında, konuşmasında, geliş ve gidişinde, kendisini Allah'ın(Celle Celalühü) gözetiminde görürse, elbette onun ameli sadece Allah (Celle Celalühü) için oluyor.

Allah (Celle Celalühü) bu makamı cümlemize nasip etsin , inşaallah.

FEYZ: Efendim, ihlas duygu ya da ilim nev'inden midir? İhlas öğrenilebilir mi? Özellikle çocuk yetiştirilirken ihlaslı olması bakımından nasıl yetiştirilebilir?

Hüsnü Geçer Efendi :Şeyh Abdurrahman-i Tahi (ks); "Tarikat-ı Nakşibendiyye, ilim, amel ve ihlastan ibarettir. İlim, ehl-i sünnet ve'l cemaatin inancını taşımaktır. Amel, Allah'ın (Celle Celalühü) emirlerini yerine getirip, haram kıldığı şeylerden sakınmaktır. Yani Kitab ve Sünnete uymaktır. İcmaya, kıyasa uygun hareket etmektir. İhlas ise, olgun insanlarla sohbet etmektir." O ki olgun insanlarla beraber oluş, insana ihlası kazandırır. Bu inkâr edilmez bir iştir. Mesela, kuyumcuların çarşısında duran bir insanın sevgisi kuyumculuğadır. Balıkçıların pazarında duran bir insanın sevgisi balıkçılığa gider. Rençberlerin içinde duran bir insanın sevgisi rençberlik işine gider. Allah dostlarıyla beraber oluş, insanın sevgisini Allah'a (Celle Celalühü) götürür. İşte bu ihlastır. İhlasın önemli noktası vardır. İnsan küçük yaştadır. Daima aklı Allah'ı aramaktadır, iyiyi öğrenmekte, mutluluğa kavuşmaktadır. Fakat bu insan ki, Cenab-ı Allah (Celle Celalühü) onu fıtrat üzere yaratır, zamanla o, bu ihlası, fıtratı yitirir. Çünkü kirli bir topluma karışır, çevresindeki kötü arkadaşlarının ortamında o ruhunu yitirir. Eğer Cenab-ı Allah (Celle Celalühü), insanı muvaffak eder, insan doğru dürüst dünya ve ahiretini düşünür, imanlı, üstün ahlak sahibi, zikirle, fikirle, içi temiz ve diri olan insanlarla beraber olursa, işte o zaman da ihlas meydana gelir.

Demek ki insan, "ben tek başıma ihlasla amel ederim."derse, hele bu zamanda, bu çok zordur. İlla erbabıyla beraber olacaktır. İnsan ne zaman tam olarak asker olur, askerle beraber olursa... Ne zaman tam olarak talebe olur, okulda talebelerle beraber olursa... Ne zaman tam olarak tüccar olabilir, tüccarların durduğu noktada olursa... Ne zaman insan sadece ameli, ibadeti, davranışı Allah (Celle Celalühü) rızası için olur, bu sıfatlara, bu özelliklere sahip insanlarla beraber olursa...

Bu şarttır, benim kanaatim budur. Bu zamanda insan, temiz, iyi niyetli; insanın iyiliğini isteyen, dinini, ahiretini düşünen insanlarla beraber olmazsa ihlas onun için çok zordur. Bunun yanı sıra ihlasın çok tarifleri vardır. Alimler ihlası çok tarif etmiştir. Fakat hepsi de; "Allah (Celle Celalühü) için yapmak, Allah'ın (Celle Celalühü) kanununa göre davranmak, iş ve gidişte Allah'ın rızasını istemektir." demişler. Zaten bu olursa insan hem dünya için çalışır, hem ahiret için çalışır. İhlas bunu gerektirir. Bir gün zatın birisi Abdullah-ı Tüsteri'ye (ks) gider. Kapıyı açınca huzuruna gitmek ister, ama kendisiyle arasında büyük bir yılan görür. Abdullah-ı Tüsteri (ks) büyük veli... Gelenin nefsini, kendine göstermiştir. "Bu, nefstir. Korkma, gel!"der ve o şahıs da ancak öyle, yanına girer.

Resulullah'ın (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yüzlerine bakanlar, hemen iman ederlerdi. Bazen Evliya'ya da Cenab-ı Allah buna benzer özelliği verir. Adamın derhal kalbi Allah muhabbetiyle dolar, imanla dolar. İşte o zat da, Abdullah Tüsteri'yle beraberken, ona "Cuma'ya gidelim mi?" denilir. O zat anlatır; "Bizimle caminin arasında bir hayli mesafe vardı. Biz camiye giderken sanki o mesafeler kısaldı. Çünkü ben düşünüyordum ki, biz normal yürüyüşle o camiye yetişemezdik. Cuma namazını kıldık ve dışarı çıktık. Abdullah Tüsteri de(ks), dışarıda bize bakıyordu."

İbadet edenler çok. Fakat içinde ihlaslı olanlar azdır. Ne Acaiptir... Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki; "Bütün insanlar helak oldu, alimler kurtuldu." Buradaki alim, ilmihali bilen demektir. Helal-haram ilmini bilen demektir. İbadetin kuvvetini, fesadını bilen demektir. "Alimler de helak oldu, ancak muhlisler - yani sadece Allah için çalışanlar- kurtuldu." Muhlisler de büyük bir tehlikenin kenarındadırlar. İbadet, Cenab-ı Allah'a bir sunuştur, Allah'a bir kulluktur. İnsan bu sunuşu, ne kadar edep çerçevesinde yaparsa ve ibadetini ihlasla yerine getirirse, Cenab-ı Allah'ın yanında o kadar makbul olur.

Onun için alimler derler; "Donuk suyu bitkiye bırakma, ılık suyu bırak, bu, ağaçta gelişmeyi meydana getirir. Amellerimizde, niyetlerimizde, davranışlarımızda, amaçlarımızda Allah'ın (Celle Celalühü) rızasını gözetmeliyiz ki, bu amel gelişsin, meyve versin. Hem dünya hem ahirette insana fayda versin. Ama yapılan amel ve ibadet içerisinde nefsin nasibi olursa, gösteriş olursa, sadece insan için olursa, bu, mana aleminde insanın yükselmesine sebep olamaz.