Abdurrahman İslam (İki Yüzlü Hristiyan Avrupalının İslam'a Bakışı)

FEYZ; Müslüman olma sürecinizden bahseder misiniz?

Abdurrahman İslâm: Anlatacak pek bir şey yok Allahü Teâlâ kullarına çeşitli yollar gösteriyor. Önemli olan buluşma noktası, başlangıç yapmak… Önemli olan Allah'ın yolunu bulduktan sonra o yolda yürümek, devam etmek, çalışmak, çabalamak. Tabi bu ilk önce Allah'ın bereketiyle, yardımıyla, izniyle oldu. Evet, nasıl Müslüman oldum. Bu uzun bir araştırma sonucu oldu. Bu konuda araştırma yapmaya, kitaplar okumaya onaltı yaşımda başladım. Benim eski dinim bana yeterli gelmedi. Acaba benim bilmediğim daha derin bir gerçek var mıydı? Kafamı kemiren sorular ve sorular. İlk önce Katolikliği araştırdım, maalesef aradığım sorulara tatmin edici ve akılcı cevaplar bulamadım. Yetersiz buldum. Ondan sonra özellikle Allahü Teâlâ gerçeğini araştırdım. Yani Allah kim, Allah ne demek? Çünkü biliyorsunuz Hristiyan dininde teslis var. Burada hem Allahü Teâlâ bir demek hem de bu üçlemeye inanmak benim beynimi zorluyordu. O'nun bir olması tam olarak ne demekti? Kiliselerde dolaşırken böyle şeyler okuyordum ki, meselâ "Hz. Meryem tanrının annesi" ifadesi, bu bana göre çok ayıp bir ifade… Hristiyanlıktan sonra Yahudiliği, uzak doğu dinlerini, özellikle Hindistan'da yogayı, Budizmi, Taoizmi, Konfüçyu-nizmi, Şamanizmi hepsini araştırdım. Bütün araştırmalarım nafile, sonuç vermediği gibi, birbirinden çarpık, akla ve mantığa aykırı bir çok öğretilerdi bunlar. Bu dinler Tanrının dinleri olamazdı....

FEYZ;Peki İslâm'la tanışmanız nasıl oldu? Müslümanların tebliği sonucu mu tanıştınız yoksa araştırmalarınızla mı bir yere geldiniz?

Abdurrahman İslâm: Müslüman olmadan önce Müslümanları tanımıyordum. İslâmiyet'le kitaplar sayesinde tanıştım. Avrupa'daki önyargı yüzünden, işin açığı İslâm ilk önceleri çok da hoşuma gitmiyordu. Daha sonra birkaç kitapta bir şeyler okudum, merak ettim ve araştırmaya başladım.

FEYZ;Hangi dilde yayınlanmış eserlerdi, daha çok İngilizce mi okudunuz?

Abdurrahman İslâm: O zaman İtalyancada az tercümeler vardı. Daha çok Fransızca ve İngilizce kitaplar okudum. Aslında Fransızca fazla bilmiyorum ama okuduğumu anlayabiliyorum. Çünkü İtalyanca ve Fransızca birbirine çok yakın. Özellikle tasavvuf kitap-ları okumaya başladım ve içimde İslâm'a karşı bir aşk ve muhabbet oluştu. Bu muhabbeti Hz. Mevlânâ, İbn-i Arabî, Hz. Beyazıt-ı Bistami ve Abdülkadir Geylanî hazretleri gibi zatların eserleri ateşledi.

FEYZ;Genellikle tasavvufî eserleri mi okudunuz?

Abdurrahman İslâm: Önce bu büyük insanların kitaplarını okudum, daha sonra Kur'ân-ı Kerîm okudum. Bu büyüklerin eserlerini okuduktan sonra başka şeylere karşı ilgim kalmadı. Tamam dedim, ben istediğimi buldum. Meselâ öyle bir şey gördüm ki; gerçekten Allah Teâlâ herkese her zaman doğru haberler verdi. Allah herkese bir peygamber, bir elçi gönderdi ve araştırdığım bütün dinlerde bir gerçeklik payı vardı ama bütün gerçekler İslâmiyet'e çıkıyordu. Yani sadece İslâmiyet'in tamamına "evet" diyebiliyordum. Diğer dinlerdeki tahrifatı görebiliyordum ve sadece İslâmiyet'in Allah'ın gönderdiği gibi kalabildiğini gördüm. Topkapı Sarayı'nda üzerinde hâlâ Hz. Osman'ın kanının bulunduğu Kur'ân-ı Kerîm var. Bu dahi Kur'ân'da bir tahrifat yapılamadığının delilidir. İslâmiyet hem kitap olarak hem belge olarak hem de maneviyatta çok açık ve net. Ama diğer dinler zaman içinde inanılırlıklarını kaybettiler. Şu anda da görüyoruz ki, İslâmiyet'ten başka din kalmadı. Biz vuslat niyetiyle Allah Teâlâ'yı arıyoruz ve derinleşiyoruz. İslam'da öyle bir imkân var, yani tasavvuf gibi çeşitli yollar var... Tabiî eskiden olduğu gibi değil, şimdi bizde de yollar zorlanıyor çünkü bu zaman en kötü zaman, artık sona doğru yaklaşıyoruz. Kolay değil ama yollar kapalı da değil. Meselâ ben İtalya'dan Türkiye'-ye geldim ve İslam'ı yaşamak ve terakki etmek istiyorum, bunu Rabbim nasip etti Elhamdülillah. Kapılar kapalı değil ama eski zamanlardaki gibi kolay değil. Bu zamanda biraz daha çabalamak lazım.

FEYZ; Efendim İtalya'da, özellikle Avrupa'da İslâm'a karşı soğuk bir bakış açısı var ve orda sürekli bir karalama çalışması mevcut. Adeta objektif bir şekilde İslâm'ı anlamanın önü kesilmiş. Bu durum Avrupalının müslüman olmasını doğal olarak engelliyor, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Abdurrahman İslâm: Burada karışık bir durum var. Avrupa'da Müslü-manlara kaşı kötü niyetli bir basın var ve özellikle Masonlar ve Yahudiler bunları tetikliyorlar. Öbür yanda halk endişeli. Neden, çünkü medyadan etki-leniyor. Her gün Müslümanların barbar, terörist olduğu söyleni-yor onlara. Müslümanlar buraya geliyor ve senin ekmeğini elinden almak istiyor deniyor. Buraya çalışmak için geliyorlar, demekki onlar çalışırsa zamanla sen çalışacak iş bulamazsın deniyor. Medya sürekli bu şekil-de kötü bir propaganda yapıyor. Öbür yanda Müslümanların yaptığı yanlışlıklar da var. Orda en çok çalışan gruplar arasında maalesef Vehhabiler var. Çünkü onlarda bir güç var. Türkiye'ye fazla girmediler Elhamdülillah. Avrupa'da onlardan başka faaliyet gösteren kimse yok değil ama onlar da camiler yaparak çalışıyorlar.

FEYZ; Siz Avrupalısınız. Müslüman olduktan sonra yakınlarınızın size karşı bakış açısı nasıl oldu. Anneniz, babanız, komşularınız, arkadaşlarınız, nasıl tepki verdi-ler. Size karşı nasıl bir davranış sergilediler?

Abdurrahman İslâm: Özellikle annem ve babam çok sert tepki verdiler. Yaşlı insanlar, onlar için artık bunu anlayabilmek çok zor. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sahabelerinin yaşadığı olaylara benzer şeyler biz de yaşadık. "Babanın dini, dedenin dini, neden değiştirdin vs."… onlar anlamak istemediler. Ve ilk zamanlar gerçekten çok zor oldu. Fakat biz bu noktada İslâmiyet'i örnek aldık. Yani kötülükleri kötülükle karşılamamak lazım, kötü davranışı iyi davranışla karşılamak lazım. Özellikle anne-babaya karşı "Of bile deme" buyruğu… O pren-sipleri uygulamaya çalıştık. Ve sonucunda sanıyorum Allah'ın izniyle gösterdik ki, bu çocuk Müslüman olduktan sonra daha kötü değil daha iyi oldu. Yine zamanla tekrar onların kalplerini aldık. Onlara daha çok hizmet ve yardım ettik. Tabiî biz istediğimizi alamadık ama benim ümidim var, yaşamın son anına kadar kimin ne olacağı belli değil. Fakat onların dualarını kazandık. Annem vefat etme-den önce hep bana dua ediyordu. Seni mutlu görmek istiyorum derdi. İstersen bir Türk kızıyla evlen, yeter ki sen mutlu ol derdi. Gerçekten de bir Türk kızıyla evlendim. Demek ki onun duası kabul oldu. İki tane de çocuğum var.Bir kısım yakınlarımdan da çok iyi tepkiler aldım. Çünkü onların arasında da iyi insanlar var. Benim bir ağabeyim ve bir ablam var, onlar bu araştırmalarımdan çok etkilendiler ama iman etmediler. Bu Allahü Teâla'nın takdiri... Biz kimseye iman veremeyiz, insanların fikirlerini değiştirebiliriz ama kalpleri değiştirmek Allah'tan geliyor. Ağabeyim ve ablam Türkiye'ye gelebilmem için çok yardım ettiler. Demek ki Allah böyle istedi. Şunu demek istiyorum, onlar neden bir sempati bir sıcaklık gördüler; çünkü ben İslâmiyet'e doğru yönelmeye çalıştım, bir de ben hayatta bu prensipler doğrultusunda yaşı-yorum. Bu, iyi niyetli Avrupalılar-da çok etkili oluyor, çünkü onların da arasında iyi niyetli olanlar bir ideal peşinde. Hatırlıyorum ben İtalya'yı bıraktığım zaman bir arkadaşım dedi ki: Sen bu yolda başarmak zorundasın. Çünkü senin başarman demek bizim de bunu başarabileceğimiz anlamına gelir. Yani bizim de hayatımızı değiştirmek için bir ümidimiz var demektir, demişti. Yani geri dönüş olmadığı gibi, bizi örnek alan bir çok İtalyan arkadaşım oldu.

FEYZ; Avrupalı rasyonaliteye çok önem veriyor. Ama sanki kendi dinleriyle olan bağları daha duygusal. Avrupalı kendi dinleri konusunda neden bu kadar akılcı ve rasyonel olamıyor? Tabiî hiç şüphesiz hidayet Allah'tan…

Abdurrahman İslâm: Çok doğru. Ben İslâm'ı öğrendiğimde hemen ikna oldum. Gerçekten çok tatlı, açık ve hoş bir din. Ben bu dünyada cenneti kazanmayı ümit edeceksem bu ancak İslâm'la olur. Ama ondan sonra bunu kalben kabul etmek başka bir konu. Çünkü sizin dediğiniz gibi duygusallık var. Ve Hristiyanlığın bir özelliği var ki, tamamen duygusallık üzerine kurulmuş. Yani Hristiyanlık da şu var, "sen fazla araştırma, kurcalama, sadece sev." Zaten, meselâ bir konuda biraz araştırıp bu neden böyle dediğiniz zaman deniyor ki; "Biz bilmiyoruz, biz sadece buna inanıyor, bunu kabul ediyoruz."

FEYZ;İslamî bilgi ile Avrupalı yeterince buluşabildi mi? Çünkü Avrupalı okuyor, düşünüyor…

Abdurrahman İslâm: Sadece bilgi sahibi olmak yeterli değil. Yani burada iki olayın birleşmesi gerekiyor. Birisi beynin rahatlaması yani bütün soruların cevap bulması. Bu Avrupalı için çok önemli bir şey. İkincisi bir manevî tecrübe kazanmak lâzım. Yani bu ne demek. Avrupalı bilgi konusunda bizden de daha ileri. Neden, çünkü bir doğu insanının merkezi, kalp. Batı insanın merkezi ise beyin. Burada beyinden kastımız nefs. Yani salt akıl, ilk önce aklın razı olması lazım. Ama aklın razılığı da tek başına yeterli değil. Meselâ Avrupa'da çok ilâhiyatçı var, ama bir İslâm İlâhiyatı fakültesi var. Bu fakültenin profesörleri belki İslâm hakkında bizden daha çok şey biliyorlar ama onların arasında ne kadar Müslüman olan var. Ben İtalya'da en fazla iki üç kişi biliyorum başka hiç duymadım. Neden, çünkü bilgi başka, iman, inanmak başka şeyler. O iman tabiî Allah'tan geliyor.

FEYZ; Sizin Avrupalıya İslâm'ı anlatmanızla bizim anlatmamız arasında çok fark vardır. Muhakkak bunun nedeni aynı dili konuşmuyor olmamızdan değil, aynı kültürden olmamamızdır. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Abdurrahman İslâm: Evet, çünkü ben Avrupalıyım. Muhakkak bir Avrupalının bana bakış açısıyla bir Türk'e bakış açısı çok farklı. Bir Türk için gerçek gerçektir, Hak Hak'tır ama Avrupalı için öyle değildir. Meselâ, Allah'ın varlığını ve buyruklarını kabul ediyor, İslâmiyet'in güzelliğini doğruluğunu kabul ediyor ama iman etmiyor bazıları. Yahu, mâdem kabul ediyorsun neden iman etmiyorsun? E kardeşim bu o kadar kolay değil. Neden kolay değil, çünkü ben kendimden biliyorum, ben tam on sene araştırdım. Yani siz adım atmak istiyorsunuz ama bazı faktörler sizi engelliyor. Sonunda orada da öyle bir tefekkür, öyle bir düşüncede bulundum ve doğru-yu bulmama yaradı bu. Tamam ben gerçekte Hristiyan'dım, babam Hristiyan'dı ama Allahü Teâla bir dini neden gönderiyordu; doğru yolu göstermek için... Şimdi o yol kayıpsa, karışıksa o zaman bir çözüm üretmek lazım. Yani Allahü Teâla sadece bir din göndermiş olmak için değil, insanoğlunu kendine ulaştıracak mahiyette bir yol olması için din gönderiyor. Yani ben ibadetlerimi kime yapıyorum dine mi yoksa Allahü Teâlâ'ya mı? Anlayabiliyor musunuz? Düşünün meselâ ilk Hristiyanların da Yahudilerin de anne-babaları vardı ve muhak-kak ki onlar da aynı sorulara muhatap oldular. Neden yeni bir din?

FEYZ; Artık bir Müslüman olarak size de sormak gerekli. İnsanlar aşk, muhabbet olmayınca bu yolda ciddiyetle devam edemiyor, tıkanıyor kalıyorlar. Siz bu muhabbeti nasıl yaşadınız?

Abdurrahman İslâm: Evet o da bir nasip. İslâmiyet'te herkesin durabileceği bir yeri var. Yani kimsenin sırtında fazla yük yok. Herkese ihtiyacı kadar, açlığı kadar veri-liyor. Meselâ bana az yemek yeter. Şeriat kimseyi bu konuda zorlamaz, beş vakit namaz kıl, iyi bir insan ol, yeter. Ha... bana bu yetmiyor, o zaman daha iyi, sen gece gündüz ibadet et, zikir çek... Yani zikir sadece tespih çekmek değil, sürekli tefekkür ve o hâl içinde bulunmak... Tabiî, maneviyatta kendini geliştirmek için şeriatta bir zorlama yok. Batıda şeriat yok, onlar için din ne demek, sadece Allah sevgisi ve insan sevgisi. Bunun için kendilerini dünyada en üstün sanıyorlar çünkü sadece Hristiyanlıkta şeriat yok, diğer bütün dinlerde şeriat var. Batılılar insan yapısı olarak anarşisttir. Onlar için dinde ne gerek var tebliğe, onlara göre aşk ve sevgi için tebliğe gerek yok. Kardeşim sen bu kadar pis durumdayken cennete gidebileceğine emin misin? Tabiî ki te-mizleneceksin, kirli elbiseleri bırakıp temiz elbiseler giyeceksin. Tabiî onlar için kabul etmek zor. Meselâ onlar için Budizm'i seçmek kolay, çünkü onlara bu oyun gibi geliyor. Yani Budizm'i sanıyorlar ki hiçbir şey istemez. İslâmiyet'te Kelime-i Şehadet getirdin, Müslüman oldun, ama sadece bununla cennete gidemezsin. İbadet edeceksin, kötülüklerden uzak duracaksın, pisliklerden arınacaksın. Yani hayatın boyunca bunun mücadelesini vereceksin. Batılılar çok tembel, bunlarla uğraşmak istemiyorlar. Onlar düşünüyorlar hangisi benim daha çok hoşuma gidiyor, tamam farklı şeyler senin hoşuna gidebilir ve seçim hakkı da senin. Ama bu seçimin doğru mu yanlış mı?

FEYZ; Hristiyan dinindeki sapkınlıklar konusu. Meselâ papazların evlenmemesi ya da evlendikten sonra insanların bir daha boşanmaması, fıtri ve insani olan şeyler tatbik edilmiyor. Bu garip değil mi? İnsanlar bu durumu yadırgamıyor mu?

Abdurrahman İslâm: Tabiî biz sadece seyrediyoruz. Bizi ilgilendirmez, onların problemi. Onlar diyorlar ki Allah bize böyle bir yol verdi, biz bunu bu şekilde kabul ediyo-ruz. Bunu da kabul etmek mümkün değil.

FEYZ; Ama İslâm'a gelince çok ciddi mânâda bir irdeleme ve sorgulama var. Yani İslâm'ın bazı uygulamaları akla ve mantığa uygun değil diye söylemleri var. Ama kendi dinine karşı böyle bir sorgulaması yok…

Abdurrahman İslâm: Meselâ onlar, özellikle papazlar çok ciddi bir şekilde çalışırlar, onlar İslâmiyet ve başka doğu dinlerini araştırmak için üniversiteler kurdular. Ama ne yazık ki bu araştırmalar hep ön yargı ile sürdürülüyor. Onlar neden İslâmiyet'i ve Kur'an'ı inceliyorlar, çünkü düşünceleri şu, acaba biz İslâm'ı ve Müslümanları nasıl kötüleyebiliriz?!. İslâm'daki sözde yanlışlıkları göstermek için. Bütün çalışma ve gayretlerinin sebebi Peygamber Efendimizi karalamak için. E tabi bu şekilde art niyetli olunca kalp yumuşamıyor daha da sertleşiyor. Yazık oluyor…

FEYZ; Sizi tasavvuf cezbetti ve bu yola sürükledi. Sizin için de, bir tasavvuf büyüğü, bir mürşit oldu mu?

Abdurrahman İslâm: Evet, Allahü Teâlâ bana öyle bir lütuf verdi. Sonsuz minnettarım. Ben İslâmiyet''in doğru din olduğunu anlayınca eğer ben Müslüman olmazsam hâlim ne olacak dedim ve İslâm'a koştum. Ve benim niyetim nefsimi terbiye etmekti ve bu terbiye de ancak bir mürşitle olur. Çünkü zaten beni İslâm'a sürükleyen bu yolun büyüklerine duyduğum aşktı ve ben onlara benzemek istiyorum.

FEYZ; Efendim Müslüman oldunuz ve Türkiye'ye geldiniz. Müslümanlar arasında sizi üzen ya da rencide eden bir olay yaşadınız mı?

Abdurrahman İslâm: Ben Türkiye'ye bir Mürşid-i Kâmil aramak için geldim ve Elhamdülillah O'na kavuştum. Ben tabiî bu çeşit problemler yaşadım, çünkü Müslümanları hiç tanımıyordum. Her şeyi sadece kitaplardan öğrenmiştim. Ama buraya geldikten sonra farkı yavaş yavaş anladım. Ama bu da güzel çünkü ben de melek değilim diğer Müslümanlar da melek değil... Şunları da eklemek istiyorum: Türkiye mükemmel bir ülke. Yani en kötü insanlarla da karşılaşabiliyorsunuz ama mükemmel insanlarla da karşılaşabiliyorsunuz, özellikle de İstanbul'da…

FEYZ; Böyle güzel bir söyleşi için teşekkür ederiz

Abdurrahman İslâm: Bende teşekkür ederim ayrıca Ramazan ayının tüm İslam âlemine hayırlar getirmesini dilerim.