Hristiyan Siyonizmi ve Kudüs'ü Bağrında Taşıyan Filistin / Prof. Dr. Mehmet Akif Okur

Filistin, o bölgede yaşananlar itibarıyla dünya toplumlarının, ülkelerin stratejik duruşlarının ötesinde bir turnusol özelliği taşıyor. Ortadoğu’ya yakın ve uzak gelecekte biçilmiş roller var ve “dananın kuyruğu” burada kopacak ya da bir şeylerin fitili ateşlendi gibi görünüyor. Küresel aktörlerin amaçları üzerinden bir değerlendirmenizi alabilir miyiz?

Jeopolitik gerilimlerin kalıcı nitelik kazanması ve artan çatışma ihtimali, dünya düzenini karakterize eden başat özellik niteliği kazanmış durumda. Ortadoğu, büyük güçler arasındaki rekabetin çatışmaya dönüşebileceği ilk üç bölge arasında sayılabilir. Kudüs’ü bağrında taşıyan Filistin meselesi, bölgeyi sömürgeciliğe karşı koruyan Türk kalkanının 1917 yılı Aralık ayında parçalanmasının ardından kanayan bir yara halini aldı ve her dönemde yerel ve küresel siyasi dengeler üzerinde etkili oldu. Üç semavi dinin kutsal saydığı mekânlara sahip olan Kudüs, bu bölgedeki hadiselerin yeryüzünün her yerinde yakından takip edilmesine sebep oluyor. Müslümanlar, Mescid-i Aksa’ya ve işgal altında yaşayan Filistinli nüfusa reva görülen muamele karşısında derinden üzülüyor, kendilerini bu aşağılanmanın parçası sayıyor ve zayıflıklarının sebeplerini sorguluyorlar. Dünyanın kalan kısmının büyük bölümü de kendilerini mağdur Filistinlilere yakın hissediyor. Dolayısıyla, İsrail’in uluslararası hukuka, hak ve vicdan terazisine sığmayan tavırlarını eleştirmek, ahlaki bir tutum olarak sempati ve taraftar kazandırıyor. Bu sebeple, Ortadoğu’ya yeni(den) girmeye çalışan Çin, Rusya gibi güçler Filistin tarafına yakın durarak kendilerine pozisyon arıyorlar. Avrupalılar, Filistin’deki Hristiyan nüfusun ve Kudüs’teki kutsal yerlerin de etkisiyle İsrail’i eleştiriyorlar. İsrail’in en büyük destekçisi konumundaki ABD de kendi içinde farklı eğilimleri barındırıyor. Hristiyan siyonizmine destek veren çevreler, bazı dönemlerde Beyaz Saray üzerinde etkili olabiliyorlar. Ancak, Amerikan toplumunda başka bazı karşı eğilimler de mevcut ve Trump döneminde Hristiyan siyonizmi/beyaz üstünlükçülük gibi akımların yükselişine tepki olarak Filistinlilerin yanında yer alıyorlar. ABD’deki, ırkçılığa karşı yükselen “Siyah Hayatlar Önemlidir” hareketini benimseyenler arasında, İsrail’e karşı Filistinlileri destekleme eğilimi de gözleniyor. ABD’deki Yahudi diyasporasının genç kuşakları İsrail’den gittikçe uzaklaşıyor. Siyonizmi protesto eden Yahudilerin sayısı özellikle gençler arasında artıyor. Bunlar, ABD’nin İsrail’e şartsız desteğinin gelecekte içerden sorgulanacağını gösteren işaretler arasında yer alıyor.

Amerika açısından İsrail’in ne ifade ettiği ve anlamı belli diyebilir miyiz? Burada hangi faktörlerin rol oynadığını düşünüyorsunuz?

Meselenin ABD’ye bakan çehresi derin tarihi köklere sahip inançlar ve sosyolojik dinamiklerle Washington’daki sıcak güncel mücadelenin kesiştiği noktada karşımıza çıkıyor. Beyaz Amerika’nın geniş muhafazakâr Protestan kitlelerini tesiri altına alan “Hristiyan Siyonizmi” Kudüs ve işgal edilmiş topraklar konusunda siyasetçilere İsrail lehine baskı yapacak güçlü bir taban desteği sunuyor. Hristiyan siyonizmi Kitab-ı Mukaddes’teki kıyamete ilişkin kısımların özel bir yorumuna dayanıyor. Uzun asırlar boyunca Yahudilerin Kudüs’ten sürgününe “ilahi ceza” olarak bakıp Filistin’e geri dönüşlerine itiraz eden Hristiyan bakış açısını ters yüz ediyor. Hz. İsa’nın ikinci gelişinden önce Yahudilerin Filistin’de toplanmaları gerektiğine inanıyorlar. Hristiyan siyonistlere göre bu süreç tüm dünyanın parçası olacağı büyük bir savaşı tetikleyecek. Savaşın sonlarına doğru Hz. İsa tekrar zuhur edecek. Ardından bin yıllık “Tanrı’nın Krallığı” dönemi başlayacak. Sonra da kıyamet gelecek.

PEW tarafından 2016’da yapılan önemli bir anket bu inanışın değişik versiyonlarının siyaset üzerindeki tesirini ölçmemize yardımcı olabilecek ipuçları içeriyor. Buna göre “İsrail, Yahudilere Tanrı tarafından verilmiştir.” cümlesine Amerikan Yahudilerinin yüzde 40’ı, Beyaz Evanjelik Hristiyanların ise yüzde 82’si inanıyor. Aynı ankete göre Beyaz Evanjelikler Amerikan seçmenlerinin yüzde 26’sını oluşturuyor. Son seçimlerde de yüzde 81 nispetinde Trump için oy kullanmışlar. Trump’ın İsrail’deki ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararının ardından John Hagee’nin (Hristiyan siyonizminin örgütü Christians United for Israil’in kurucusu) yaptığı açıklama bu resmi tamamlıyor:

“Trump’a Tanrı’nın her şeyi 50 yıllık birimlerle ölçtüğünü söyledim. 1917, 1967, 2017. Bu yıl İncil’in zamanlaması bakımından büyükelçiliğin taşınması için tam zamanı. O da tam olarak bunu yaptı.”

Denklemin diğer önemli parçası meşhur İsrail lobisi. Siyaset bilimi çalışmalarının iki ünlü ismi tarafından yazılan İsrail Lobisi isimli kitapla komplo teorilerinin sislerinden uzak, berrak bir resmine kavuştuğumuz lobi seçim döneminden itibaren bu meselenin peşini bırakmamış.

Ancak, bir önceki soruda belirttiğimiz gibi, ABD içindeki toplumsal dönüşüm dinamikleri, bu güçlü kesimlerin karşısına İsrail’e verilen kayıtsız desteği sorgulayan yeni aktörler de çıkarıyor. Bu iki grup arasındaki mücadele hem ABD’nin kendisi hem de Ortadoğu açısından önemli sonuçlar doğuracak.

Sadece Amerika değil, Rusya ve Çin, AB ve İngiltere açısından Ortadoğu’nun önemi nedir sizce?

Petrol ve doğal gaz, önemi yavaş yavaş azalacak olsa da hala büyük güçlerin Ortadoğu’ya bakışlarını etkileyen ekonomik zenginlik kaynakları arasında yer alıyor. Ancak bölgenin jeopolitik anlamı ekonomik imkân ve potansiyellerinden ibaret değil. Geleceğin büyük güçler mücadelesinde Müslüman nüfuslu coğrafya ideolojik, askerî ve siyasi açılardan önemli bir mücadele zemini ve küresel dengeleri etkileyecek faktörlerden biri olacak.

Filistin meselesinin nihai çözümüne dair somut adımlar adına neler söylenebilir?

Bununla ilgili olarak hazırlanmış birçok plan ve yol haritası mevcuttur. Esas mesele, ABD’nin İsrail’e verdiği koşulsuz desteği aşacak derecede güçlü ve hakkaniyetli bir iradenin uluslararası ortamda oluşturulamamasıdır. Bu durum çatışmayı derinleştirmekte ve aktörlerinin sayısını arttırmaktadır. Tarih körüklenen yangınların etrafa sıçradığını, güvenli varsayılan bölgeleri de tesiri altına alabildiğini göstermektedir.