İslam Bilim Tarihinde “Hamilik” günümüze çok güzel göndermeler yapan, bilim üreticileri adına güçlü bir motivasyon alanıdır. Hamilik tarihte nasıldı, günümüzle nasıl telif edilebilir? Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Hamilik, bilimi sürdürülebilir kılan önemli bir varlık alanıdır. Neden? En aslî nedeni bilimin maddî imkânlara olan bağımlılığıdır. Bilim, maddî imkânlara neden bağımlıdır?
- Bilim insanının tüm zamanını araştırmalara ayırabilme imkânına sahip olması için geçim derdinin olmaması gerekir. Geçim derdine düşmüş insan bilim üretemez.
- Bilim alanında üretilen projeler maddî alt yapıya ihtiyaç duyar. Özgür bir ilmî çalışma ortamı oluşturabilmek pahalı bir uğraştır.
- Bilim alanında yapılacak çalışmalar masraflı olsa bile sonuç alma garantisi de yoktur, bu masrafı gözden çıkarmanız gerekir. Bu da rahat maddî imkânlar gerektirir.
Bilimin hamiliğini üstlenmek de kolay bir sorumluluk değildir. Hami olacak kişinin ilgi alanı bilim olacak, bu parayı neden ayırdığını bilecek ve karşılığını beklemeyecek, bilime yatırım yapmanın önemini anlamış bir bilince sahip olacak.
Bu ikili yani bilinçli hami ve kendisine yatırım yapıldığının bilincinde olan bilim insanı bir araya geldiğinde çok verimli sonuçlar alınıyor. Bilim tarihi alanı bunun örnekleriyle doludur.
İlk hamilerden Mezopotamya’nın verimli topraklarında Asur Kralı Asurbanipal’i örnek verebiliriz. Onun hamiliğinde oluşturulan Ninova Kütüphanesi günümüze kadar ulaşmış bilim birikimini taşıdı. Antik Yunan’dan ziyade İslam Medeniyeti hamiliğin en güzel örneklerini verdi. İslam Medeniyetinde; idareciler ve varlıklı insanlar, ilim adamlarına ve edebiyatçılara (şairler-yazarlar) önem vermişler ve onlarla hep iletişim halinde olmak için kendilerine yakın tutmuşlardır. İlim insanlarının haftada bir düzenlenen bu toplantılarda hami ve idarecilerin katılımı ve himayeleri olmasına karşın, onlara baskı kurmamışlar ve onları kendi ortamlarında olduğu gibi gözlemlemek ve çalışmalarına şahit olmak istemişlerdir. Âlimlerin de bu konuda gösterdikleri gayret takdire şayandır. Yani kendilerine değer veriliyor ve onlar da bu durumdan motive oluyor ve çok çalışıyorlar. İslam âlimleri için o dönemde öğretme karşılığında ücret almak pek uygun görülmez. Diğer taraftan hediyeler kabul edilir. Hamilik biraz da bu noktada devreye girer, eğer bir âlimin ilim ile uğraşacak maddî gücü yoksa hamiler karşılarlar. Bu bir anlamda şöyle de düşünülebilir: Hami mal varlığına sahip ama kendisi bilgi üretemiyor, bilgi üreten insanları destekleyerek malının zekâtını veriyor. Bunun karşılığında âlim eserlerinin ilk temiz nüshasını hamisine verir ve ona ithaf eder. Bu gelenek her iki kesimi de olumlu olarak beslemiştir.
Âlimler yaptıkları çalışmaları hamilere ve idarecilere ithaf ederler; aynı duruma en meşhur örneklerden biri olan Galileo’nun çalışmalarını onu koruyan ve destekleyen aile olan Medici’lere ithaf etmesi gibi. Medici’lerin her bir ferdi aile geleneği olarak bilimsel çalışmalara hamilik yapar. Doğudan getirttikleri kitaplarla, Avrupa’da dolaşıma soktukları sanat eserleri ve ilmî çalışmalarla her dönem isimlerini yaşattılar. Sadece maddî destek değil aynı zamanda Galileo, onların toplumsal saygınlığı sebebiyle ağır cezalar almaktan korunmuştur. Bir başka örnek: İngiltere’de Sir Hans Sloane bağışladığı özel koleksiyonu ile British Museum’un temellerini oluşturur.
Devletin ve halkın bilime olan desteğinin önemli bir ifadesi olan hamilik hem hamiye hem bilim insanına kendini ifade alanları oluşturur. Hami bilimin itibar ve saygınlığından yaralandığı gibi bilim insanı da haminin saygınlığından ve maddî imkânlarından faydalanır. Eserlerini hamilere ithaf ederek minnetlerini ifade ederler.
Tarihte örnekleri çoğaltılabilir bir alan hamilik ama üzerine özel bir inceleme yapılmış bir alan değildir. Tezimizde ayrı bir başlık olarak inceledik ancak üzerine yapılan araştırmaların artmasını umuyoruz.
Gökyüzü hala gizemini koruyan büyük bir merak ve araştırma alanı… Üzeri örtülmeye çalışılan önemli bir konu olsa da gerçekte İslam astronomisinin Avrupa’ya etkilerine dair neler söylenebilir?
İslam astronomisini bırakın genel olarak İslam biliminin Avrupa’ya etkisi ne üzeri örtülebilir ne de inkâr edilebilir bir alandır. Hatta İslam biliminin Avrupa’ya etkisi bile doğru bir ifade midir? Tartışılır. Etki kısıtlı bir şey. Oysa dönemin entelektüel liderlerinden bahsediyoruz, etki ne demek! Şekillendirenler onlar zaten. Bunu en iyi anlatabilmenin yolu günümüz üzerinden düşünmek sanırım: Bugün dünyanın entelektüel liderleri kimler? Hangi dili ana dilimiz gibi bilmemiz gerekiyor? Hangi dilde bilim üretiliyor? İşte bunlara verdiğiniz cevaplar size dönemin liderlerini verecektir. Peki, biz onlar için dönemi etkileyenler mi diyoruz yoksa şekillendirenler mi?
Arapçanın, döneminin bilim dili olduğu, ortaçağı şekillendirdiği bir dönemden bahsediyoruz. O dönemde yazılmış eserlerde İslam bilim insanlarına atıflar yapılıyor. Biz bunları bilmiyoruz diye böyle bir gerçeğin varlığı değişmiyor. Bunlar Batı bilim tarihi yazımında bile inkâr edilen katkılar değildir.
Astronomi yani bilim tarihinde gökyüzü hakkında değişen fikirler tarihi olarak okuduğumuz alanda İslam bilim insanlarının en büyük belirleyici etkisi Kopernik’te kendisini gösterecek olan dakik ve titiz gözlemleri artırmış olmaları ve en önemlisi Batlamyus sistemini yazılan şerhlerle tartışmaya açmalarıdır. Batlamyus dönemin otoritesidir ama İslam bilim insanları onun hatalarını göstermek üzerine ‘Batlamyus Üzerine Şüpheler’ adıyla pek çok şerh yazdılar. İbn Rüşd tarafından Batlamyusçu varsayımlara getirilen eleştirileri de Michael Scot çevirileri ile öğrendiler. İbn Rüşd’ün eleştirisi ile eş zamanlı olarak Bitruci’nin astronomiyi Aristoteles fiziğine göre yeniden şekillendirmeye çalıştığı eseri ‘De Motibus Celorum’ olarak çevrildi. Hem Bitruci’nin hem de İbn Rüşd’ün bu şerhlerinin çevirileri Orta Çağ’da da bu konular üzerine tartışma başlatmış oldu. Robert Grosseteste’nin çalışmalarında da Bitruci’nin yansımalarını görürüz. Regiomontanus ise İbnü’l-Heysem’in görüşlerini takip etti. Bu eleştiriler ile aslında Batı’da bu alanda ilk çatlakları oluşturmuş oldular ve bu sistemin ilk haklı eleştirilerini yaparak bu yolu Avrupa için açtılar. Tycho Brahe’ye kadar göklerin yapısının güçlü bir açıklaması olarak İbn Rüşd, Bitruci ve İbnü’l-Heysem açıklamaları kullanıldı. Yansımaları Kopernik astronomisi ile görülecektir.
Sadece astronomide değil, genel anlamda da İslam biliminin Avrupa’ya güçlü bir etkisi var. Kâğıdın Avrupa’ya aktarımı ve simya konuları çok dikkat çekici önemli süreçler. Genel olarak bu konuda neler söylenebilir?
Aslında kâğıt ve simya yanında ziraat konusundaki katkıları daha da dikkat çekicidir. Biz toprakla bağı oldukça kuvvetli bir medeniyetiz. Toprak her şeyin başladığı yerdir. Osmanlı Medeniyeti için de her şeyin bittiği yer oluyor, özellikle tarıma dayalı bir toplum olduğunu ve kapitalizmin yerleşmesiyle yıkıldığını düşünürsek. O halde tekrar başa mı dönmeliyiz? Yani başladığımız yere: Toprağa. Bence kesinlikle evet!
Endülüs özellikle ziraat alanında Avrupa için tam bir ilham kaynağı oluyor. Toprak içine birçok ilim dalını alır: Ziraat, Botanik, Mühendislik (sulama ve toprağı işleme aletleri, su bentleri ve sulama sistemleri yapımı), Farmakoloji (ilaç Bilim), Tıp (Bitkilerden yapılan ilaçların kullanıldığı alan) ve Kimya. 8. yüzyılda Kurtuba’da, Seville’de ve Toledo’da botanik bahçe geleneği ve deneyimi önemli bir alandır. İslam hekimleri kendi bitkilerini kendileri yetiştirmiş ilaçlarını yapmışlar. Bahçeleri var. Botanik, “Umdetu’t-Tabib fi Marifetin-nebat li-külli Lebib” 11. ve 12.yüzyıllar arasında yazılmış bu anonim eserde en yüksek noktadadır.
İslam ziraatçiliği toprağı kaderine bırakmamış. İlmî bir alan olarak üretime geçmiş. Toprak üzerine yapılan sınıflandırma ve iyileştirmeler yanında suyu iyileştirme, suyu dizginleyerek kullanma ve bu tekniklerin tanımlamaları yanında suyun niteliğinin farklı çeşitlerinin sınıflandırılmasına da rastlıyoruz. Ortaçağın en önemli ziraat-botanik âlimlerinden olan İbn Avvam’ın Kitabü’l-Filaha adlı eseri, ziraat alanında yazılmış en kapsamlı eserlerden biridir. Eserin ikinci bölümü zootekni konusunda ayrılmıştır. Endülüs yüksek ziraat seviyesini İbn Avvam, İbn Bessal ve Zehravi eserlerinin tercümeleri üzerinden Avrupa’ya aktardı. İlginç ki kimyanın bir bilim olarak kurulumuna kadar bu tercümeler daha çok pratik kitaplar olarak kullanıldı. Bu konunun İslam Bilim Tarihi araştırmalarında gereken ilgiyi gördüğünü düşünmüyorum; o yüzden sorunuza cevap verirken bu konuya da dikkat çekmek istedim.
Şimdi simya ve kâğıt konusuna gelirsek; kâğıt yani kagat kelime kökeni olarak da Türkçedir. Kâğıt yapımının 8. yüzyılda Semerkant’ta Uygurlu ustalar tarafından üretildiğini biliyoruz. Semerkant’tan sonra Harun Reşit’in veziri Bermeki’nin girişimi ile Bağdat’ta da kâğıt üretimine başlanır. Bu arada Bermeki, kodeksi yani sayfaları iki kapak arasına alarak tüm dünyaya kitap formunu armağan etmiştir. Kâğıt, üretiminin artması ile gündelik yaşamın bir parçası haline de gelir. İranlı gezgin Nasır-ı Hüsrev Kahire’yi ziyaret eder ve kâğıdın alışverişte paketlemede bile kullanıldığını aktarır. Bu bize ne kadar yaygın bir kullanımı olduğu hakkında fikir verir. Kâğıt üretimi İslam’ın Avrupa’ya açılan kapısı Endülüs Şatiba’ya da geçer. Ancak burada farklı bir gelişme yaşanır: Tokmaklar su çarkı ile çalıştırılır. Hamur hazırlamada yağ çıkarmak için dikey taşlı değirmenlerin kullanılması bu aslında sanayii devrimine kadar en gelişmiş uygulamasıdır. Muizz İbn Badis tarafından yazılan ve 12 kısımdan oluşan Umdat al-Küttab (Kâtiplere Yardım Kitabı) adlı eserde keten liflerinden kâğıt yapımı ayrıntılı şekilde anlatılmıştır. Bu kitap adeta bir el kitabına dönüşür. Avrupa’da kâğıt yapımında ilk başvuru kaynağı olarak kullanılır.
Batı dünyasında simyaya duyulan ilgi ise 12. yüzyılda Arapçadan yapılan tercümelerle başlar. Simya çalışmalarında ise özellikle Cabir bin Hayyan, (Latince kaynaklarda Geber olarak bilinir) ismi ile en çok başvuru yapılan isimlerden biridir. Cabir bin Hayyan mineraller üzerine bir şema hazırlar. Bu şema değersiz minerallerin altına dönüştürülmesini de içerir. Batı’da önemli simya kaynaklarından biri Sum of Perfection’dır. Bu eser Geber (Cabir bin Hayyan) Külliyatı olarak bilinir. Aslında bu metin daha çok Razi’nin anlayışı ile örtüşmektedir. Ancak yine de eser genel İslam simya bilimi özelliklerini yansıtır. Batı’da simya alanında otorite kabul edilen metinlerden bir diğeri de Turba Philosophorum’dur. Simya Tarihçisi Martin Plessner, Turba’nın 9. yüzyılda yaşamış Mısırlı Simyacı Osman İbn Süveyd’e ait olan ‘Filozofların Tartışma ve Konuşması’ kitabının bir tercümesi olduğunu ileri sürmüştür. Simya konusunda verilebilecek bir diğer örnek Nicolas Flamel’in eseridir. Bu eserde hayvan ve renk sembolizmi yine İslam simyası ile aynı dili kullanır. Böylece İslam simya terminolojisi İslam âlimlerinin çalışma ve eserleri üzerinden Batı Avrupa’ya aktarılır.
Teknofest vb. fuarların, genç kuşaklarda bilime dair oluşturduğu farkındalığı nasıl değerlendirmeliyiz? Teknofest neyi başarmıştır? Bu konuda daha neler yapılabilir? Bu konunun en büyük duayeni ve hepimizin kendisine vefa borcu olduğu Prof. Dr. Fuat Sezgin Hocamızın ardından neler söylemek istersiniz?
Teknofest Türkiye’de bilimin popülerleşmesinin en önemli örneği oldu. Henüz bilimin popülerleşmesinin önemini anladığımızı düşünmüyorum. Ne demek bilimin popülerleşmesi ya da popüler bilim? Bilimin öneminin kitlelerce anlaşılması ve bu amaçla yapılan çabaların tümüdür. Teknofest’in misyonuna bakın, şöyle yazıyor: Bilim adına toplumun tüm katmanlarının motivasyon kazanması. İşte bu bilimin popülerleşmesinin yani herkesçe tanınır, bilinir ve üretilir olmasının öneminin bilincinde bir cümledir. Peki, neden herkes bilimi tanısın ve önemini anlasın? Biraz önce hamilerden bahsettik, kendi bilim tarihimizi bilmediğimizi söyledik, millî aşağılık komplekslerimizden de sıyrılmış değiliz. Bilimin öneminin herkes tarafından anlaşılması tüm bu zayıflıklarımızı güçlendirecek olgudur. Bilimin önemini bilen insan ona yatırım yapar, geleceğin bilim insanını çekirdekten yetiştirir, bilim insanlarının çalışmalarına destek olur, böylece kendisi de bu sürece dâhil olarak katkı sağlar. Avrupa ve ABD bunun önemini çoktan keşfetti. Bu konuda hem lisans hem de yüksek lisans eğitimi veriyor, popüler bilim etkinlikleri ve yayınları düzenliyor.
Bilim kolektif bir süreçtir ve bilgi de kolektif bir üründür. Ortak akılların ürünüdür. Bu sürece katacağınız her insan size güç olarak geri döner. TÜBİTAK, Türkiye’de bu amaçla çalışmalar yapıyor ama yeterli değil tabi ki; tek bir kurum talepleri sınırlı karşılayabilir. Teknofeste katılımda yaşanan izdihamı hatırlayınız. Aslında o izdiham şunu gösterdi: Türkiye 7’den 70’e bu sürece dâhil olmaya hazır ve isteklidir. Bu ülkemiz adına çok güzel ve anlamlı bir potansiyeldir. Teknofesti düzenleyenler millî ve ileri teknoloji üretimlerinden birinin adını Cezeri koydu. Herhalde bu adlandırmadan daha anlamlı bir mesaj ve motivasyon olamazdı: Geçmişte yaptık, yine yaparız.
Peki, Fuat Sezgin Hoca’mız bu üretimin neresinde? İşte o Cezeri ismini koyma fırsatını da o bize gösterdi. Bizlere bilmediğimiz, önemsemediğimiz bilim tarihi kapılarını açtı. İlgimiz olmadığı için bilgimiz de olmayan bir dünyaya davet etti. Üstelik çalışacağımız geniş ve derin bir literatür bıraktı. Yani sevgili Fuat Hoca bu işin teorik alt yapısını kurdu, Teknofest ise hayata geçirdi.
Meşhur deyişimizi hatırlayalım: ‘Muhtaç olduğunuz kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur.’ Bilim tarihi bize muhtaç olduğumuz kudretin kaynağı olarak işaret edilen asil kanı açıklıyor. Bizim damarlarımızdaki asil kan atalarımızın yani İslam bilim insanlarının tecrübelerinden geliyor. O halde onları keşfederek, öğrenerek, öğreterek ve bizim de yapabileceğimize inanarak geleceğimizi bu motivasyonla inşa edebiliriz. Bu, hepimiz için bir vatandaşlık görevidir.