İletişimin İncelikleri / Prof. Dr. Erdinç Yücel

İletişimde kelimelerin anlamı konusunda anlam, söz dizimi ve pragmatik boyuttan söz ediyorsunuz. Bu kavramların iletişim tekniği açısından değeri nedir?

İletişim kurarken göz ardı ettiğimiz en önemli unsurlardan bir tanesi de kelimelerin anlamlarıdır. Bizler, kullandığımız kelimelerin herkeste aynı anlamı çağrıştırdığını düşünürüz. Hâlbuki kelimelerin düz anlamlarından daha ziyade yan anlamları kişiden kişiye farklılık arz eder. Örneğin somut bir kelime olan “ev” kelimesi dört duvarı bulunan çatılı bir mekânı çağrıştırdığı halde yan anlam bakımından herkeste farklı ev türlerini çağrıştırmaktadır. Kiminin aklına mütevazı bir ev gelirken bir başkasının aklına villanın gelmesi gayet doğaldır. Somut kelimeler için bile bu durum böyle ise soyut kelimelerin anlam bakımından durumunu tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek. Örneğin “güzel”, “dürüst”, “yalan” vs. ne demek? Hülasa kelimeler anlam bakımından lisaniyatın problematik konuları arasında yer alır.

Söz dizimi ve pragmatik konularına gelince; söz dizimi malum kelimelerin ilgili dilin dil bilgisel kurallarına göre çekimlenip sıralanmasıdır ve elbette etkili bir iletişim için önemlidir. Dilin pragmatik boyutu ise hangi dil unsurlarının nerede, nasıl kullanılması gerektiğini düzenler zira cümleler iletişim durumuna göre anlam açısından farklılık gösterir. Kısacası pragmatik, dili bir davranış/eylem olarak tanımlar.

İletişimde “sorun yaratan” unsurlar nelerdir? İletişim kazalarını örnekleyebilir miyiz? Bunlar dil sürçmesi midir, bilinç dışı bir boyut taşır mı? Sonuçları açısından da değerlendirebilir miyiz?

İletişimde sorun yaratan unsurları bilmek etkili bir iletişim için elzemdir aslında. Burada bu unsurların bazılarını aktarmaya çalışayım. Bizler, genellikle iletişimde örtülü ifadeler kullanırız ve bu tür ifadeler muhatabımızın mesajı yorumlayarak anlamasına sebep olur. Örneğin “Burası çok sıcak oldu.” cümlesi muhatabımıza camı açması için söylenmiş bir cümle olarak algılanabilir. Aynı cümle sadece hissiyatımızın aktarımı için de kullanılmış olabilir. Bu tür örtülü ifadeler iletişimde bazen sorun yaratabilmektedir.

“Sen dili”ni kullanarak yaptığımız genellemeler de iletişimde problem çıkaran ifade şekillerindendir. Örneğin “Sen hep böyle yapıyorsun.” “Bir işi doğru yaptığını hiç görmedik.” “Siz gençler hep saygısız davranıyorsunuz.” Bu tür ifadeler muhatabımızı inciten ve onu provoke eden ifade türleridir. Bu tür ifadeleri lügatimizden çıkarmalıyız. Bunun yerine çatışmasız bir iletişimi sağlayacak olan tarafsız gözlemlerimizi aktarmaya çalışmalıyız. Örneğin “Ahmet hiç ders çalışmıyor.” demek yerine “Bu hafta Ahmet sadece yarım saat ders çalıştı.” demek daha objektif bir gözlemin aktarılmasıdır.

Kısacası, iletişim kazalarının temelinde yatan sebep dil sürçmesi ya da bilinç dışı davranışlar değildir. Bu nahoş durum ya da durumların ortaya çıkış sebebi genellikle doğru/uygun iletişim kalıplarının kullanılmamasıdır. Bu doğru/uygun kalıplar doğru kaynaklardan öğrenilip kullanılabilir.

İletişimde “öz saygı” konusu, belki de en çok kırılgan olduğumuz alan. Doğrudan ya da dolaylı saldırılar herkesi etkileyebilir. Düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Bu soruya son çıkan kitabım “Laf, Söz Olunca…”da yer verdiğim bir hikâye ile cevap vereyim müsaadenizle.

Aslan ormanda dolaşırken karşısına küçük bir yaban tavşanı çıkar. Bunun üzerine aslan şöyle kükrer: “Bu ormanın kralı kim?” Aslanın bu kükreyişi karşısında büyük bir korku yaşayan zavallı tavşan titrek bir sesle şöyle cevap verir: “Aman, haşmetli Hünkârım, siz tabii ki!” Bu söz karşısında keyiflenen aslan gururlu bir eda ile “Tamam, hadi git bakalım.” diyerek tavşana yol verir. Ormanın derinliklerine ilerleyen aslan bu sefer bir ceylan ile karşılaşır ve yine şiddetli bir kükremeyle aynı soruyu ona da sorar. Kaçamayacağını anlayan zavallı ceylan dehşet içerisinde tavşanla aynı cevabı vererek derhal oradan uzaklaşır ve hayatını kurtarır. Büyük bir kibre kapılan aslan benzer karşılaşmaları sırasıyla geyik, zebra ve bir zürafayla yaşar. Her defasında muhatapları ona “Aman efendim ormanın kralı elbette sizsiniz!” diyerek kendi canlarını kurtarırlar. Artık kendinden iyice emin olan kibirli aslan, ormanda nihayet güçlü bir hayvan olan gergedana rastlar ve ona büyük bir özgüvenle yine şöyle seslenir: “Gergedan, bu ormanın kralı kim?” Aslanın bu kendinden emin tavrıyla karşılaşan ve günün yorgunluğunu henüz üzerinden atamayan güçlü gergedan aslanla bir mücadeleye girişmeyi göze alamayarak onun sorusuna “Sizsiniz!” cevabını verir. Aslan artık büyük bir şımarıklık duygusuyla gergedana da “Hadi git bakalım!” diyerek onun oradan yavaş yavaş uzaklaşmasını keyifle izler. Artık rakip tanımayan ve krallığını neredeyse ormanın tüm sakinlerine teyit ettiren aslan, son olarak devasa büyüklükteki bir fili gözüne kestirir ve çok güçlü bir şekilde aşağıdan yukarıya doğru kükreyerek şöyle der: “Hey fil, bu ormanın kralı kim?” Fil önce sesin nereden geldiğini anlamak için aşağıya doğru bakar ve sonunda aslanı fark eder. Hiçbir şey söylemeden derhal aslana doğru ilerleyen fil iyi gününde olduğu için onu ezmek yerine, sadece ayağını kaldırır ve kontrollü bir şekilde aslanın kafasına basar. Bunun neticesinde boynuna kadar toprağa gömülen aslan bulunduğu durumdan kurtulmak için debelenirken yanından yavaş yavaş uzaklaşan filin ardından kısık bir ses tonuyla şöyle seslenir: “Bu ormanda soru sormak da mı yasak?”

Sanırım günümüzde özsaygı ile şımarıklığı karıştırıyoruz.

İnsanın fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarının iletişime etkisi var mıdır?

Her insanın hem fizyolojik hem de psikolojik ihtiyaçları vardır. Bunlar dikkate alınmadan sağlıklı bir iletişim kurmak elbette imkânsızıdır. İnsanın fizyolojik ihtiyaçları, temel ihtiyaçlar ve güvenlik ihtiyacı olarak iki başlıkta toplanabilir. Kişinin psikolojik ihtiyaçları da aidiyet/kabul edilme ve statü/saygınlık ihtiyacı olarak yine iki başlıkta ele alınabilir. Tüm bu ihtiyaçlarını giderebilen insan sonunda yüksek bir hedefe ulaşmak arzusuyla kendisini gerçekleştirmeye çalışır. İletişimde bu ihtiyaçları göz ardı etmek ilişki krizlerine yol açabilir. Örneğin temel ihtiyacını gidermemiş bir insanla ne kadar iletişim kurmaya çabalarsanız çabalayın başarılı olmanız imkânsızdır. Kişinin temel ihtiyacı ne ise öncelikle onu gidermek gerekir, daha sonra bu kişiyle etkili şekilde iletişim kurulabilir. Aynı durum kişinin diğer ihtiyaçları için de geçerlidir elbette. Ancak bizler çoğu zaman bu konuya gerekli hassasiyeti göstermeden iletişim kurma çabası içerisine gireriz.

“Algı” ve “gerçeklik” konusu, iletişime çok farklı boyutlarda felsefî bir alan da açıyor. Değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?

İletişimde mesaj alışverişinde bulunurken algımızın büyük bir öneme sahip olduğunu bilmeliyiz. Mesajı gönderen kişinin örneğin beden dilini, tonlamasını öncelikle algılar sonra değerlendirip anlamlandırırız. Fakat insan gördüğünü ya da duyduğunu her zaman doğru şekilde algılayamamaktadır. Bunun neticesinde iletişimde yanlış anlaşılmaların meydana gelmesi kaçınılmazdır. Algımızın yanılabileceğini hesaba katmamız gerekmektedir. Zaten algımızın işleyiş prensiplerine hâkim olanlar, algımızın yönetilebilir olduğunu da bildikleri için bizleri kendi emelleri doğrultusunda yönlendirebilmektedirler.

Algımızın neticesinde gerçekliğimiz de şekillenmiş olur. Aslında bu, çok detaylı felsefî bir izahatla açıklanabilecek bir konudur. Burada bu kadar derinlemesine bir açıklamaya yer vermenin imkânı olmadığı için konuyu Roz Townsend’in şu veciz sözünü aktararak izah etmeye çalışayım: “Gerçekliğinizi tanımlama biçiminiz gerçekliğiniz haline gelir.” Bu sözden hareketle gerçeğin ne kadar gerçek olduğunu da tartışmak gerekir. Örneğin yarısına kadar su doldurulmuş bir bardağı pesimist yarısı boş olarak değerlendirirken, optimist yarısı dolu olarak görebilir. Oysa realist bir kişi aynı bardak için yarısının hava ile diğer yarısının ise su ile dolu olduğunu söyleyebilir. Hülasa iletişimde algı ve gerçeklik konusunun çok büyük bir önemi vardır ancak birçok kişi bu durumu göz ardı etmektedir.

İletişimde “ikna faktörü” bir hitabet ve hâkimiyet unsuru mudur, bir dayatma mıdır? İletişimde ikna edici unsurlar nelerdir?

İletişim sürecinde sürekli bir ikna çabası içerisindeyizdir. Bir kişiyle sohbet edebilmek için bile öncelikle onu ikna etmeniz gerekir. Elbette ikna, kerim kitabımızda da ifadesini bulan “kavl-i leyyin” yani yumuşak söz ile gerçekleşir. Kur’an-ı Kerim’de Rabbimizin Hz. Musa Efendimizi, tanrılığını ilan etmiş azgın Firavun’a tebliğde bulunması için gönderirken bile ona yumuşak söz söylemesini emretmesi, yumuşak sözün tesirini kanıtlar niteliktedir.

Günümüzde de kişileri ikna etmek için hitabet sanatının inceliklerine vakıf olmanın önemli olduğu aşikârdır. Burada hemen şunu da eklemek isterim, insanlara güzel şekilde hitap ederken aynı zamanda onları korkularından ya da endişelerinden uzaklaştırmak çok önemlidir; çünkü insan bir şeyi tercih ederken aslında en iyi olanı değil en az korku duyduğu şeyi tercih eder. Örneğin bir lokantayı tercih eden kişi o lokantayı leziz yemekleri için seçtiğini düşünse de aslında hizmet aldığı o lokantanın temiz yemek yaptığından emin olduğu için onu tercih eder. Çoğu zaman bu kişiler bu tercihlerini gerekçelendirirken “En lezzetlisi olmayabilir ama burada en azından ne yediğimi biliyorum.” diyerek kendilerini rahatlatırlar. Kısacası kişileri ikna etmek için onları korkularından ya da endişe ettiklerinden emin eylemek gerekir. Bunun için de iletişimin inceliklerine vakıf olunmalıdır.