Haklının güçlü değil, güçlünün haklı sayıldığı, adaletin göz ardı edilip ayaklar altına alındığı, aklın, sağduyunun, vicdanın susturulup, menfaat ve bencilliğin, daha açığı nefsâniyet ve şeytâniyetin, insanlığın zihnini ve yönetimini ele geçirdiği korkunç bir zaman diliminde yaşıyoruz.
Nitekim Filistin’de, Gazze’de yaşanan tarihte eşi benzeri görülmemiş bu vahşetin alkışçıları, destekçileri ve şakşakçıları, daha çok nefsâniyet ve şeytâniyetin kontrolüne girmiş, güçlüden yana pozisyon almış, aşağılık menfaatperestler veya güçlünün şerrinden korkmuş, sinmiş şahsiyetlerdir.
Aslında tüm insanlığı saran bir büyük gafletten uyanmak gerekir, zira sadece Filistinliler değil, Müslümanı, Musevisi, Hristiyanı ile bütün halklar, küresel çapta zenginliğe ve güce ulaşmış, dünyaya ve insanlığa kendilerine göre ayar vermek isteyen küresel bir deccaliyet fitnesinin mağdurları ve mazlumları olma yolunda hızla ilerlemektedirler...
Bugün en büyük acımız ve yaramız olan Gazze için, Kudüs ve Mescid-i Aksa için acilen yapılması gereken ise, Arapların ihaneti, Filistinlilerin toprak satması gibi aslı, astarı olmayan yalanlar üzerinden geçmişi sorgulama veya gayet azınlık bir zümrenin geçmişteki hata veya yanlışlarını gündem ederek, siyonist veya emperyalistlerin sinsi oyunlarına gelme zamanı değil, öncelikle tarihte eşine az rastlanır bu soykırımın, vahşetin, zulmün durdurulması yönünde hiçbir işe yaramayan kınamaların ötesinde, somut caydırıcı adımlar atılması, bir şeyler yapılmasıdır.
Evet, bugün, Müslümanlık hatta insanlık adına sadece bu konudaki çabalar konuşulmalı, ateşkes sağlanmalı, çocukların, yaşlıların ve sivillerin acımasızca bombalanmalarının önü alınmalı, abluka altına alınmış, sudan, yiyecekten, ilaçtan, elektrikten ve her türlü ihtiyaçlarını teminden mahrum bırakılmış bu insanların neticede bir insan oldukları, vicdan sahibi insanlara hatırlatılmalıdır.
Dili, dini, ırkı, milleti ile bütün insanlık, sadece insan olmanın ayrıcalığı ile tek ses ve tek yürek olarak, bu konuda mitinglerle, gösterilerle ve özellikle sosyal medya ile tepkilerini yükseltmeli, makam için veya şahsi çıkarları için emperyalist veya işgalci siyonist güçlüden yana tavır alanları, hakkı, adaleti, insaf ve merhameti gözetmeye zorlamalı, mecbur bırakmalıdır.
Filistin, 1516’dan 1917’ye kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçasıdır. Filistin halkı bu topraklarda 400 sene huzur içinde yaşar. 1917’de, 1. Dünya Savaşı sırasında, İngilizler Kudüs’ü ele geçirince bu kutsal topraklar, Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparak, İngiliz mandası altına girer. Bu manda yönetimi 30 yıl devam eder. 1947’de İngilizlerin bu topraklardan çekilmesi ile Yahudiler, Mısır, Suriye, Ürdün, Lübnan gibi Arap devletlerinin her türlü karşı koymaları ve direnmelerine rağmen Filistin topraklarında siyonist bir İsrail devleti kurmayı başarırlar. İşte o gün bugündür, ne Filistin’de ne de İslam âleminde huzur diye bir şey kalmaz. Zira İsrail’in Arz-ı Mev’ud hayalleri ile ona en büyük destekçi ABD’nin emperyalist emelleri birleşince, Ortadoğu haritası kan ve gözyaşının hiç eksik olmadığı, huzur denen şeyin kalmadığı, bugünkü haline döner.
Paranın ve lobi faaliyetlerinin gücü ile ABD ve Avrupa devletlerini arkasına alan İsrail’deki işgalci siyonist yapı, yaklaşık bir asırdır sürdürdüğü eşkıyalık, haksızlık ve zulmü, bugünlerde zirveye çıkarmıştır. Öyle ki, Gazze’de, çoğu çocuklardan, kadınlardan ve yaşlılardan oluşan on binlerce sivili, bütün dünyanın gözü önünde en acımasız uygulamalarla, sayısız savaş suçu işleyerek, BM kararlarıyla bile dalga geçerek katledip, soykırıma tabi tutmaktadırlar.
Müslümanlar olarak, içimiz kinle, öfke ile dolu olsa da, asgari olarak duadan başka bir şey yapamadığımız kahpe bir konjonktüre mahkûm ve mecburuz. Lakin zulüm Allah’ın hiç sevmediği bir kötülüktür, mazlumların en büyük yardımcısı ise her zaman yüce mevladır. Bu nedenle Gazzeli masumların, mazlumların ahının işgalci, zalim siyonistleri yakması çok yakındır. Zira Rabbimizin Kur’ani bir vaadidir ki, siyonizme hizmet ederek zulmedenler kendi ateşlerinde yanacaklar, kendi kanlarında boğulacaklardır.
En küçük çocuğundan, en yaşlısına, tüyü bitmemiş gencine, yavrularını şehit veren anne ve babalara ve korkusuz mücahitler ordusuna selam olsun. Bu mücahitler ordusu “İman nedir, Allah için fedakârlık nedir, sabır nedir, şehitlik nedir, dava için adanmışlık nedir?” gibi ulvi konularda bütün İslam âlemine, Gazze aynasında kendini görme ve sorgulama imkânı vermişlerdir. Umarız ki bu elim olaylar dünya genelinde Müslümanların şuurlanmalarına, bu zulümlerin bir daha tekrarlanmaması için birleşerek, acıma ve merhamet nedir bilmeyen emperyalist ve siyonistleri korkutup sindirecek güçlü bir birlik ve ordu kurmalarına vesile olur. Zira, 1,5 milyarlık nüfusa sahip İslam âleminin 15 milyonluk Yahudi ile baş edememesinin asıl sebebi, İsrail’in zenginliği, askeri dehası veya askeri gücü değil, Müslüman ülkelerin Osmanlı’dan sonraki dağınıklığı ve şuursuzluğudur.
Biz Türkiye Müslümanları, elhamdülillah büyük bir çoğunluk olarak Filistin davasının her zaman olduğu gibi yılmaz savunucularıyız. Bu konuda şehadet dahil üzerimize düşenleri yapmak bizim için şan ve şereftir. Lakin bugün bizim bağımsız bir devletimiz ve seçimle gelmiş bir hükümetimiz var. Gazze ile ilgili meselenin en etkili savunucusu ve İslam davasının en güçlü kalesi ülkemizin, asayiş ve güvenliğini de hesap ederek, duygusal değil akılcı, konjonktüre uygun çok derinlikli ve düşünceli adımlar atmak ve çözümler üretmek öncelikle seçilmişlerin görevleridir. Halk olarak bizlere düşen ise bu konuda, ferdi olarak duygusal reflekslerle ateşe körükle gitmek ve fitneye meydan vermek değil, aksine hükümetin doğru adım atması noktasında ülkesini seven, âlimler, münevverler, yazar ve çizerler olarak medya, basın veya bu gün çok yaygın olarak kullanılan sosyal medya aracılığı ile uyarılar yapıp, onlara, bu karanlık fitne ortamında ışık tutmak, doğru olan siyasetlerini de destekleyerek ellerini güçlendirmek olmalıdır. Zira “fitne çıkarmak, adam öldürmekten beterdir” (Bakara,2/191) ayetini unutmamak gerekir. Bu durumda, devletin beka ve güvenliğini tehlikeye sokacak, ferdi ayaklanmalar, emperyalist ve siyonistlerin tuzağına düşmek ve ekmeklerine yağ sürmek gibi çok büyük yanlışlara yol açabilir. Duygusal değil, her zaman akl-ı selim sahibi olmak, geri dönüşü mümkün olmayan acılar ve pişmanlıkları yaşamamak için en iyi yoldur. Nitekim Irak, Suriye, Libya, Mısır gibi en yakın komşularımızda yaşanmış, acı olaylardan ders çıkarmamız gerekir. Onların yanlışlarını tekrar ederek, onların durumuna düşersek bu suçu yazgıya, kadere değil aklımızı doğru kullanmayışımıza bağlamak daha adilce bir tespit olur.
Son sözlerim olarak, bu büyük davada, Gazze’ye ve tüm Filistin halkına Rabbimizden en büyük nusret ve yardım, İslam âlemine de birlik beraberlik ruhu ve dava şuuru vermesini niyaz ediyor ve değerli büyüğümüz Şenel İlhan Beyefendi’nin işgalci siyonist İsrail’in zulmünü tel’in eden ve Müslümanlara da şuur ve uyanıklık tavsiye eden bir sosyal medya paylaşımı ile yazımı noktalıyorum.
Allah’a (c.c.) emanet olunuz
“Bazı şeyler apaçıktır, apaçık olanı tartışmak ise, aptallıktan değilse bile, kesinlikle alçaklıktandır!
Ben eminim ki şu koca ve kocamış dünyada, bir tane bile normal zekâya sahip ve en asgari düzeyde ahlakı ve vicdanı olan ve hangi din, siyasi görüş veya ideolojik duruşa sahip olursa olsun; hiçbir insan; şu Zalim, Katil, Terörist İsrail’in Filistinlilere on yıllardır yaptıkları insanlık dışı zulümleri inkâr edemez, normal göremez ve kesinlikle fıtraten reddeder…
Yani bu apaçık bir gerçek ve tartışılması bile akla ziyan, ahlaka ve insanlığa ters, utanç verici bir adaletsizlik ve bir o kadar da saçmalıktır!!!
Şimdi mesele bu kadar apaçık ortada iken, Gazze tüm dünyanın gözü önünde yok edilirken, ahlak ve akıl özürlü Joe Biden, İsrail’e “Vur! Yok et Gazze’yi. Her türlü zulüm ve her tür pislik ve barbarlık serbest…” dercesine destek açıklamaları yapması, hiç bir erdemi ve ahlakı olmayan zavallı ilkesiz, ilkel Avrupa’nın da aynı ağızla zulmü desteklerine rağmen; sözün bittiği ve fiili olarak bu zulme karşı ne yapabilirizin hesabını yapma zamanı artık gelmedi mi?
Artık sözün bittiği yerde değil miyiz?
Yani tüm dünyanın ahmaklığı ve alçaklığı seçtiği bu zulüm karşısında, artık Allah için bir şeyler yapmanın en çok bu millete yakıştığı ortada değil mi?
Rahmetli cennet mekân büyük mücahit Necmettin Erbakan Hocanın da dediği gibi “Bu İsrail laftan sözden anlamaz, o güçten anlar” sözü işte sözün bittiği yer değil midir? Sözün özü: Artık sıkıcı ve işe yaramaz gevezeliği bırakıp, bizzat devletin yetkilileri bir şeyler yapmalı ve aç, susuz, yaralı biçare bırakılmış gece gündüz tepelerine bomba yağdırılan Gazze halkının âhı Allah’ın Gazabı olmadan acil, hemen bir şeyler, gerçekten bir şeyler yapılmalıdır…
Biz her zaman her durumda hazırız ve şehadet her zaman en güzel hayalimiz.
Ancak, özellikle bu kaos zamanında, bireysel anlamda hiç kimse devlete rağmen Filistin’e savaşa, cihada gitmeye kalkmamalı ve bu salaklığı da, asla cihat falan da sanmamalıdır…
Yarın ne gösterir bilinmez ama gerekirse ve Allah nasip ederse, şehadet aşkı ile yanan her Müslüman için makul zaman ve uygun zemin ve devletimizin önderliğinde bir iş düşerse, her Müslüman evladı da buna hazır ve gönüllü olmalıdır!!!
İnşaAllah, devletimiz, başta İsrail ve diğer teopolitik hesaplarla dünyayı karıştırmak ve yine onların saçma deyimiyle “Tanrıyı kıyamete zorlamak” amaçlı her siyasi faaliyeti yürüten aklı kıt muhataplarını hakkıyla tanıyor ve ona göre de tedbir ve hazırlıklarını yapıyorlardır…
Şu bir gerçek, Netanyahu bizim Türkiye’deki kendini mehdi sanan delilerden hiç bir farkı olmayan üşütük bir adamdır!
Tek farkları Netanyahu elinde devlet gücü olan tehlikeli bir deli, diğerleri ise, sadece deli!
İnanç farkları ise konumuzun harici…
O halde bu, şu demektir:
Bu aklı kıt fakat elinde nükleer güç, arkasında Amerika ve diğerleri gibi, yığınla güç olan bir hasta, neler yapabilir? Bu Gazze cinayetlerinden sonra ne planlıyor? İyi analiz etmek ve zerre tereddüt etmeden her önlem ve gayretin içine çok geç olmadan girmek gerekir!
Kanaatimce bir an önce ateşkes sağlanmaya zorlayıcı dünya çapında bir baskı uzak bir ihtimal de olsa işe yarayabilir fakat buna da çok güvenmeden hazırlıklar yapılmalı ve millet bu anlamda tam anlamıyla şuurlandırılmalı ve en azından psikolojik anlamda diri tutulmalıdır…
Evet, bu adam duracak gibi görünmüyor! Ayrıca nasıl olsa şeytanın sesi Amerika, kırmızı çizgi yok dedi bir defa!..
Destek, iblis Amerika ve yalakalarından, motivasyon ise tahrif olmuş Tevrat’tan olunca şeytani bir cezbe ile şahlanan Netanyahu, bir sabah kalkarız ki, Kudüs’ten Filistinlileri kovuyor, Mescid-i Aksa’yı iş makinaları ile yerle bir ediyor ve daha neler neler…
Gerekçesi ne? Dini. Yani tahrif edilmiş bir dine dogmatikçe inanmak! Allah’a şükür ki tahrifçi Yahudiler, kutsal kitaplarına ayet diye “Yahudi olmayanların etlerini ister çiğ ister pişirerek yiyebilirsiniz” yazmamışlar... Ya yazsalardı? Nasıl olsa, sorgulayacak beyni olmayan bu ahmak fanatikler buna da inanacak ve Allah’ın böyle diyebileceğinden zerre şüphe etmeden bizi rahatça kahvaltı malzemesi görebileceklerdi…
Dediğim gibi bu adam deli ve insan olduğu da şüpheli…
Sözün özü: Bu yaratıktan her şey, her şey beklenir ve gaflete düşecek zerre zaman yok!
Dedikodu ve gevezelikle oyalanmak ise, hem kendini aldatmak, hem de Kudüs davasını ve memleketin bekasını tehlikeye atmak ve ayrıca affedilmez çapta ahmaklık ve ferasetsizlik olur vesselam!”