Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi, elbette Mekke’de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâbe’dir. Onda apaçık deliller, Makam-ı İbrahim vardır. Oraya kim girerse güven içinde olur. Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse (bu hakkı tanınmazsa) şüphesiz Allah bütün âlemlerden müstağnidir. (Kimseye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır.) (Âl-i İmrân, 3/96-97)
İbni Abbas’tan (r.a.) rivayetle: Resulullah (sav) bize hitap ederek şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Hac size farz kılındı.” Bunun üzerine el-Akra b. Hâbis ayağa kalkarak: “Ey Allah’ın elçisi! Hac her yıl mı (bize) farzdır?” diye sordu. Bunun üzerine Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Hayır, bir defa farzdır. Kim daha fazla yapacak olursa, o nafiledir.” (Müslim, Tirmizî)
Yukarıdaki ayet ve hadisler ışığında olaya bakınca İslam’a göre belirli bir zenginliği olan her Müslüman’a ömründe bir defa hac etmesinin farz olduğu açıkça görülüyor. İşte bu hac farizasının zamanı yaklaşıyor, bu sebeple duygusal anlamda bizlere tesir edecek ve haccımıza daha fazla anlam katacak bir şeyler söylemek isterim.
“Makbul haccın karşılığı cennetten başka bir şey değildir. Umre de diğer bir umre ile arasındaki günahları siler.” (Müslim, İbni Mace)
“Hac ve umreyi art arda yapınız. Çünkü bu ikisi, körüğün demir, altın ve gümüşün pasını giderdiği gibi fakirliği ve günahları yok eder.” (Tirmizi, Nesai, İbni Mace)
Öncelikli olarak görüldüğü gibi İslam’ın en temel şartlarından biri olan hac görevi, eğer ihlasla yapılır ve Rabbimiz tarafından da kabule layık görülürse karşılığı günahların silinmesi ve cennetle mükafatlandırılma gibi çok önemli bir kazanımla neticelenebiliyor...
Bu sebeple imkânı olanların bir an önce gitmeleri ve sonuçları itibarıyla böyle önemli bir kazancı olan bu vazifeyi bir an önce yerine getirmeleri önemli bir nasip ve çok önemli bir bahtiyarlıktır. Rabbim bu vazife üzerine borç olanlara en kısa zamanda yapabilmeyi nasip etsin. Durumu olmayanlara da oraya gidebilecek imkân ve zenginlik versin inşallah.
Ebu Hureyre’den (r.a.) rivayetle: Peygamber Efendimiz’e (sav) “Amellerin hangisi daha faziletlidir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve Resulü’ne iman etmektir.” “Sonra hangisidir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda cihaddır.” “Sonra hangisidir?” diye sorulunca şöyle buyurmuştur: “Kabul olunmuş hacdır.” (Buhari, Müslim)
Ebu Hüreyre (r.a.) dedi ki: Ben Resulullah’ın (sav) şöyle buyurduğunu işittim: “Kötü söz söylemeden ve büyük günah işlemeden hacceden kimse, annesinden doğduğu gündeki gibi günahsız olarak (evine) döner.” (Buhari)
Evet, bu hadis-i şerifler de hac ibadetinin mükafatının büyüklüğünü ifade sadedinde çok dikkat çekici ve çok önemli…
“Hani, biz Kâbe’yi insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık. Siz de Makam-ı İbrahim’den kendinize bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail’e şöyle emretmiştik: Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.” (Bakara, 2/125)
“Hac ve Umre yapanlar Allah’ın misafirleridir. O’ndan bir şey isterlerse onlara cevap verir. Af isterlerse onları affeder.” (İbni Mâce)
Yukarıdaki ayet ve hadis-i şerifte ise Kâbe’den Rabbimiz’in evi olarak bahsediliyor. Bunun anlamı şu ki, tabiri caizse Rabbimiz’in bir yerde oturduğu ve insanların onu görmek için ziyarete gidebildikleri bir imkân dünya hayatında gerçek olsaydı, mutlaka kullarını kabul ettiği şehir Mekke, evi de Kâbe olurdu… Her bayram büyüklerini ziyarete giden insanlar gibi bizler de oraya giderek Rabbimiz’i dünya gözümüzle görürdük. Neticede en nurlu ve en kutlu ziyaretler orada gerçekleşir ve insanlar ikram sahibi olanların en kerimi, en zengini ve en cömerdi olan Rablerinin ikramlarıyla sevinç ve mutluluğun en güzelini yaşarlardı.Öyle ya şu dünya aleminde her büyüğün bir köşkü, her saltanat sahibinin bir makamı ve sarayı var… Rabbimiz de cennetten önce bir yer ve mekân olarak kullarının toplu ziyaretlerini hac mevsiminde Mekke’de Kâbe’de kabul etmekte. Bunu böyle düşünmekte bir beis olduğunu düşünmüyorum… İşte oraya gidebilen ve içlerinde güzel niyet taşıyabilen kullar böyle şerefyap olmaktalar. Ne büyük bir ikram ne büyük bahtiyarlık bizim gibi faniler için, elhamdülillah.
O zaman hac ziyaretlerinde Rabbimiz’i baş gözümüzle evim dediği Kâbe’de göremesek bile, gönül gözümüzle onu hissetmemiz ve bizimle birlikte olduğundan şüphemizin olmaması gerekir... Yine sevgi, şefkat, merhamet dolu gözlerle izlediğinden ve bizleri misafir etmekten çok memnun olduğundan da... İşte böyle düşünebilir ve hatta iç dünyamızda bunu hissedebilirsek bundan son derece neşelenip mutlu olacağımız ve bu ibadetten son derece haz alacağımız da ortada…
Evet, o kutlu beldeye gitmek nasip olanların böyle içten sıcak samimi duyguları taşıyarak orayı ziyarete gitmelerini ve bu duyguları yaşayarak bu kutsal görevi ifa etmelerini ve bunun için de kendilerini önceden bilgi ve şuur olarak böyle hazırlamalarını tavsiye ederim acizane…
Zira Rabbimiz’i asla soyut, soğuk bir güç olarak düşünmemeliyiz… Aksine insani duygularımızı bize verenin o olduğunu hatırlayarak kendi boyutumuzda Rabbimiz’le ortak duygularımız olduğunu unutmamalıyız… Mesela, sevgide, merhamette, şefkatte, gazapta öfkede, adalette… daha nice duygularda ortak…
Büyüklükleri, nitelik ve nicelikleri bizim gibi olmasa da bize benzeyen duyguları olduğundan emin olun Rabbimiz’in… Zira şu hadis-i şerif de “Allah, Adem’i kendi suretinde yarattı.” (Buhari, Müslim) buyurarak bu mesajı vermiyor mu bize?
Bir defa gelip sonra gittiğimiz ve ikincisini yaşama imkânımız olmayan şu misafir hanede bu bahtiyarlığa ermek her kula nasip olmaz, bu bir nasip işidir. Hani meşhurdur Müslümanlar arasında “çağırılmadan gidilmez” diye. Evet, çok zengine nasip olmaz da çok fakir gider gelir…
Hac ibadetinin bizlerde meydana getireceği olumlu duyguları da şöyle sıralamak mümkündür:
İslam’ın doğduğu neşv ü nümâ bulduğu topraklara gitmek Hazreti Peygamber (sav) ve arkadaşlarının yaşadığı ve mücadele ettiği yerleri ziyaret etmek suretiyle, tarihin derinliklerine ruhen ve bedenen seyahat ederek ciddi bir iman tazelemedir öncelikle…
Müminleri ırk, renk, soy ayrımı yapmadan kardeş ilan eden bu son dinin, bu kardeşliği nasıl gerçekleştirdiğini pratikte de görmektir...
Büyük bir mahşer provasıdır, Rabbin büyüklüğünü ve azametini hissettiren, kalpleri ürperten, acziyeti hatırlatan, normal hayata dönüşte günahlara karşı ruha direnç veren…
Kâbe’yle buluşma aslında ahirette gerçekleşecek olan Rabb ile buluşmanın dünya hayatında yine küçük ölçekteki bir tecrübe edilişidir ve neticesinde ruhen coşma, cezbe haline gelme, en yoğun feyzin olduğu bu kutlu atmosferde günahlardan temizlenerek melekler gibi topluca bir istiğrak, istiğfar ve zikir hali yaşamadır…
Fakirle, zenginin, efendiyle kölenin seçilemediği bir kıyamet sahnesidir…
İnsan ömrüne göre kısa olan hac ziyaretinde hacıların her anı en güzel şekilde değerlendirme gayretleri bilinen bir gerçektir. Boş konuşmaz, boş oturmaz, dedikodu gıybet yapmaz, kul hakkına çok dikkat ederler… Bu düşünceyle bakarsak ahiret hayatına göre hac günleri gibi kısa olan ömür saatlerini de aynı şuurda değerlendirmek adına ciddi bir kendine gelmedir…
Her namaz kılışımızda kıblemizde hayal etmeye çalıştığımız kutlu Kâbe’nin bizzat karşısında namaz kılmak ise ayrı bir heyecan, ayrı bir bahtiyarlık ayrı bir saadet ve güzelliktir. Ve eminim ki hac dönüşü namazların güzelliğine etki edecek önemli bir tecrübedir.
Hac’da günahlardan arınma müjdesi almak, hac dönüşü Müslümanların hayatında ciddi bir dönüşe neden olmaktadır. Kötü alışkanlıkları terk etmek, günahlardan kaçınmak ve ibadetlere daha çok dikkat etmek gibi…
Ve Kâbe bir ev değil aslında sonsuzluğa açılan bir kapıdır ve bu kapıdan ruhların Allah’a yükselişidir. Maddi lezzetlerin dil ile tadılması gibi manevi lezzetlerin de ruhlarla tadılması, tecrübe edilmesidir…
Rabbim gidemeyen ve gitmeyi çok arzulayıp bu sevda ile yanıp tutuşan tüm mü’min ve mü’minelere bu kutlu seferi nasip etsin…
Bu buluşmayı, bu kavuşmayı, dünyada aracısız direkt Allah’ın feyz ve nurunun kullarla buluştuğu Kâbe-i Şerif’i ziyaret edip nurlanmayı, temizlenmeyi, günahlardan arınmayı cümlemize nasip etsin inşallah. Anlatmaya çalıştığım duygularla hem de…
Allah’a (c.c.) emanet olun.