Şeytan, çok çeşitli yönlerden insanı çekerek kendine benzetebilir. Bu nedenle, hilesi çok olan şeytanın şerrinden Allah’a sığınmalı, onun zararını küçümsemek ve düşmanlığını hafife almak yerine, hileleri ve insanoğlunu kandırma yolları hakkında çok iyi bilgi sahibi olmalıdır.
Şeytanın insanları kandırmak için türlü yollar denediği, onların zaaflarını iyi bilip bunları çok iyi kullandığı, hedefine giderken acele etmediği, hilelerini gizleyerek daha çok hayır yoluyla insanlara sokulup bu yoldan aldattığı, İslam adına çalışıyorum zannıyla fitne çıkarttırıp bölücülük yaptırdığı, kötü işleri süsleyerek güzel gösterdiği vb. ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler ışığında açıkça görülmektedir.
İblis, “Rabbim! Beni azdırmana karşılık, andolsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim, içlerinde ihlâsa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım.” dedi. (Hicr, 15/39-40)
Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.” “Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.” (Araf, 7/16-17)
“Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım.” Ayetin bu kısmını şerh eden âlimler değişik yönlerden gelmesini, değişik fikirlerin içine sızarak ve değişik taktikler deneyerek, ustaca ve kurnazca geleceği anlamına yormuşlar, bazen direkt şirk ve küfrü güzel göstererek, bazen aklı ve ilmi kutsayarak, bazen hayrı tavsiye ederek ama içine zehir katarak gelecek demişlerdir.
Yani bazen yaratılmışları ilahlaştırır, insanı eliyle yaptığı taştan topraktan ilahlara taptırır, bazen kendisi gibi beşer olan insanların fikirlerine ilahi bir anlam yükletip öyle saptırır, bazen senin iyiliğini istiyormuş gibi dost olarak gelir ki en büyük zararı böyle verir. Bazen Allah’a olan inanç ve güvenini sağlamlaştırma adına güya hayır yolundan gelerek, seni salt aklın oyuncağı yapıp vesvese, evham ve kuruntular içinde adeta boğar bırakır.
Bazen fakirlik korkusuyla cimrilik yaptırır. Bazen amel yaptırır, ibadetlerin içine gizlenir de gelir ve en tehlikeli gelişi bu geliştir ki âlim ve âbidlerin çoğunu bu tuzakta perişan etmiş, onları çok olan ilim ve ibadetlerine güvendirerek aldatıp önce kibrin ve gururun en zirve tepelerine çıkarmış, sonra da oradan gayyalara, uçurumlara atmıştır.
Ucub ve Kibir Afetinden Sakınmak
Maalesef yukarıda da belirttiğimiz gibi şeytanın en tehlikeli gelişleri hayırdan gelişleridir. Önce en masumane bir yaklaşımla kişiyi amel ve ibadet üzerine yoğunlaştırarak onu ucbun ve kibrin burçlarına çıkarır… Zirvede kalmasını sağlamak için ibadetlere dikkat ettirir. Zikir ve evradlarından taviz verdirmez, bir sabah namazını kaçırsa makamından düşmüş gibi kendini kötü hissettirir. İşrak, duha, evvabin, teheccüd gibi nafile namazlarına devam ettirir. Yine bunlardan birini kaçırsa kendini en büyük farzı terk etmiş gibi günahkâr hissettirir. Bu kişilerin nafile oruçları, hacları, umreleri her şeyleri yerli yerindendir ve bunları yaptıkça diğer insanlar gözlerinde küçülürler. Bunları yapamayan Müslümanları böcek gibi değersiz görmeye, kendilerini ise peygamberler gibi kurtulmuş görmeye başlarlar. Onların bu amel titizliği ve düşkünlüğü Allah rızası için değil -aslında kendileri bunu pek fark etmese de- kendi gözlerinde kendilerini ululamak içindir. Nitekim bir günah işlediklerinde bu kişiler çok perişan olurlar. Sebebini siz Allah korkusu sanırsınız ve gıpta edersiniz. Fakat öyle değil; aksine onu perişan eden günahı değil, hayalinde var sandığı yüksek makamından düşmesidir. Aslında hikmetle bakan bir göz böyle adamların günaha düşmesinin Allah’ın onlara bir merhameti olduğunu anlayabilir. Çünkü bu tür kişiler işledikleri günahtan daha büyük bir kibir günahına yuvarlanmış durumdadırlar. Uyanmaları için kendilerini aciz, zavallı ve günahkâr hissedecekleri bir tecrübeye ihtiyaçları vardır. Rabbimiz onları nefsiyle baş başa bırakınca kolayca aslında bu gerçekle yüzleşirler ama akılsız veya daha çok mürşidsiz olmaları nedeniyle böyle kişilerin birçoğu hâlâ bu durumdan ders çıkarmaz ve uyanmazlar… Bir ömür kendilerini kandırarak, deve kuşu gibi başlarını kuma sokarak bu gerçekle yaşamaya devam ederler.
Unutmamalıdır ki bizleri kurtaracak olan Allah’ın merhametidir. Dolayısıyla kimse yalnız başına ameline güvenmemelidir.
Bizler zorlu bir nefsi olan ve zorlu dünya şartlarında imtihan edilen insanlarız. Ne kadar istesek de günahsız olamayız, çünkü masum değiliz ve hiçbir zaman da olamayacağız… Zira bu Kur’anî bir hakikattir ve kimse bu gerçeğin aksini iddia edemez… O zaman günaha düşmek varsa tövbesi de var deyip fazla moral bozmadan tövbeyle kulluğa devam etmek, yalnız amele, ibadete güvenmek yerine Allah’ın af ve merhametine de sarılmak, sığınmak gerekir.
Tabii bunları yaparken şeytanın başka bir tuzağına düşmeyelim, oda ayrı bir mesele… Yani her türlü günaha fütursuzca dalıp, bu halden tövbe edip dönmeyi düşünmeden Allah’ın merhametine güvenip yatmak, başka bir şeytanî aldatmacadır.
Amel yapalım, günahlardan kaçalım, şüphesiz bu tür gayretler Allah katında övülmüş kıymetli işlerdendir ve mükafatı da büyük olacaktır. Nitekim bizim yaratılış ve bu aleme gönderiliş nedenimiz de bu işleri yapmak, güzel bir kulluk ortaya koymaktır. Ama imtihan, amel yapanlar için de vardır ve daha incedir… Nitekim, amellerde ihlası yakalamak, riyadan kaçınmak, gurura kapılmamak da görevimiz ve imtihanımızdır.
Neticede doğru olan kulluk için, ilim öğrenmeye, salih ameller işlemeye ve ibadetlere önem verilmeli ama bu işler bizi gurur ve kibre sevk etmemeli ve sanki bu ameller Allah katında kabul olmuş, böyle bir garanti verilmiş gibi bir şımarıklığa itmemelidir. Gerçekten de bu tür şımarıklıklar, sadece kulluğumuzun kalitesini etkilemiyor, sosyal hayatta o kişileri çekilmez, tahammül edilmez, hoşgörüsüz, itici, yobaz Müslümanlar haline getiriyor ki bunlardan çevremizde bugün istemediğiniz kadar görebilirsiniz.
O halde bizi asıl kurtaracak olanın Allah’ın af ve merhameti olduğunu asla unutmayalım.
Gizli Şirke veya Gurura Giden Yollara Dikkat…
İnsanlar yapı itibariyle toplum içinde saygın bir yerleri olsun isterler; bu anlamda fark edilmeyi, tanınmayı, el üstünde tutulmayı severler… Bu talep ve istekler meşru dairede olunca olumlu şeylerdir ve bu tür şeyler kişilerdeki aklın ve kabiliyetin de bir göstergesidir. Tevazu adına bunları yok etmek, kişilerin bu yöndeki gelişmelerini kibirle değerlendirip de büyümelerini önlemek İslam’ın istediği tevazu değildir. Neticede aklın da bir gereği olarak İslam büyümenin önüne değil, büyüklenmenin önüne geçmek ister. Zira tehlikeli olan büyüklenmektir; yani kişinin elde ettiği dinî veya dünyevî makam ile insanları aşağılaması, horlaması, küçük görmesidir.
Sosyal statü sahibi olmak herkesin kendi ortamında ve kendi şartlarında doğal bir ihtiyacıdır... Daha açığı, kimileri dünya ile bu statüyü elde etmek isterken, kimileri de şartlar gereği din işleriyle uğraşarak ve dini anlamda bir yerlere yükselerek bu ihtiyaçlarını giderirler… Bu masumane olan ihtiyaçlar nedeniyle dinî ilimlere merak saran çocuklarımız çoktur çevremizde… Zamanla bu mesele şeytanın sinsi oyunlarıyla masumane istek olmaktan çıkıp tehlikeli bir alana yönelebilir. Mesela dünyayı elde etmek için dini kullanmak gibi tehlikeli bir yöne çevrilebilir. Böyle durumlarda amellerin dinamik olarak ihlas kontrolünden geçmesi gerekir.
Veya din işlerinde hoca olma, âlim olma ve herkes tarafından takip edilen rol-model olma gibi iyi bir konuma da gelebilir ki yine böyle durumlarda da kişilerin dinamik olarak ihlasla beraber gurur, kibir, ucub vs. kontrolünden kendilerini geçirmeleri gerekir. Nitekim sahabelerin ve büyük İslam âlimlerinin çok dikkat ettiği bu detaylara her Müslüman elinden geldiğince dikkat etmeli, hele ki bir kişi âlim ise, hoca olup bir cemaatin önüne geçmişse bunlar onun olmazsa olmazları olmalıdır… Aksi takdirde Musa aleyhisselam zamanında yaşayan ve nefsine uyup Hz. Musa’ya beddua eden büyük âlim Belam-ı Baura gibi kötü bir akıbete sürükleniş kaçınılmaz olur.
İşte böyle bir korku ve endişe taşımayanların, yani nefsin ve şeytanın tehlikesinden emin olanların, Allah muhafaza buyursun büyürken, büyüklenmeye giden şeytanî bir kapı açılır önlerine…
Aslında her Müslüman’ın, işte buralarda, güzel ahlakın inceliklerini bilen rehberlerin, yol göstericilerin sohbetlerine ve ince müdahalelerine ihtiyacı olur…
Şeytan geleceği parlak kişilere el attı mı özellikle ince meseleler, detaylar üzerinde yoğunlaştırır ve halkın ilgisini çekecek, onları hayrette bırakacak şeyleri bulup çıkarttırır... Bu tür kişiler kendini bu meselelere öyle kaptırır ki dışardan görenler ve hatta kendisi de kendisinin ne kadar büyük bir âlim olduğuna inanır. Şeytan ustaca, tüm bu gayretinin halkın iyiliğini istemek ve Allah rızasını kazanmak olduğu konusunda onu ikna eder… Bunlar ilim ehline kurulan çok ustaca şeytanî tuzaklardır ve çok kişi bu tuzaklarda ava giderken avlanır da haberi olmaz…
Halbuki bütün bu çabaların, nefsin ve şeytanın seni hak ile yoldan çıkarması olabileceği fikrinden asla gafil olmaman gerekir. Niye dersen, şeytan örneği Kur’ân’da niye var? Bu sebepten değil mi?
Şeytan da kovulmadan önce tam da bu anlattığımız gibi değil miydi?
Allah ona merhametinden, gittiği yolun yanlışlığını Hz. Adem’le sınayarak göstermek istedi. Aynı zamanda yanlışından dönmesi için de bir fırsat verdi ama şeytan yıllarca egosunu öyle beslemişti ki bu gerçeği hazmedemedi, kabullenemedi ve isyankâr oldu.
Bugün bu gerçeği anlatsak hatta ispat etsek bile tıpkı şeytan gibi nefislerine hoş gelen bu yoldan dönmeyecek âlimlerin sayısının bir hayli fazla olduğunu görüyorum ve ne yazık ki Ümmet-i Muhammed çoğunlukla, bu nefisinin atına binmiş giden hocalara, âlimlere emanet… Tam bir ahir zaman tablosu yani… Keşke anlasalar da dönseler; hem kendilerine hem de peşlerinden gidenlere yazık etmemiş olurlar ama zor, çok zor biliyorum…
Ucuba Düşmenin Nedeni ve İlacı
Ucbun iki sebebi vardır: 1) Kişinin amellerini veya cümle iyiliklerini Allah’ın yardımını dahil etmeden kendi kendine yaptığını düşünmesi. 2) Allah katında bu amel ve ibadetlerine kabul edilmiş onayı vermesi ve dolayısıyla kurtulduğunu vehmetmesidir.
O zaman anlaşılıyor ki ucublu kişideki gururun, yani kendinde gördüğü bu büyüklüğün sebebi, ilme ve ibadetlere olan titizliği ve ayrıca bu ilim ve ibadetlerinin Allah katında mutlaka kabul edilmiş olduğu inanış ve düşüncesidir…
Halbuki böyle bir şeyin garantisi kime verilmiştir?
Peki “Ne diyorsun sen, ilme ibadete düşkün olmak kötü bir şey midir?” derseniz, haşa elbette öyle bir şey dememiz mümkün değil. Sadece bunları yaparken ısrarla şeytanlaşmadan yapmak gerektiğini vurgulamak ve hatırlatmak istiyorum, zira bu tehlikenin varlığı Kur’ân’da sıkça ifade edilir…
Ucub ve kibir sahibi ahmak kişiler, ibadetlerindeki titizliğin ve mükemmeliyetçiliğin sebebini Allah rızası sansalar da asıl sebebi kendi gözlerinde kendilerini yüceltmektir. Keşke bu gerçeği anlayabilseler veya görebilseler ama çok zor, zira ahmaklıkları ve kibirleri yüzünden basiretlerine adeta mil çekilmiştir.
Piyasada bunlardan bugün ne kadar da çok var aman Allahım…
Allah şerlerinden ümmeti muhafaza buyursun…
Bunlar insanlara nasihat ederken sert ve acımasız, kurallara uymada tavizsizdirler… Daha çok Allah’ın azabıyla insanları korkuturlar, af ve merhametini unuturlar. Zira içlerinde bulundukları kibirli ve öfkeli hal buna müsaade etmez…
İnsanlara, mahlukata sevgi ve şefkatleri olmadığından, günahkârlara hiç taviz ve tahammülleri yoktur. Yani günahkârlara karşı öfke dolu ve kincidirler, her günahkârı hemen ateşte yakmak ve cezalandırmak isterler.
Kendi çocuklarına, ev halkına karşı da baskıcıdırlar… İslam’ı anlatırken insanları İslam’dan soğutur ve kaçırırlar. Aslında yaptıkları tebliğ değil, adeta adam soğutma ve şeytana yardımcı olmadır.
Evet, âlim ve âbidlerin ayağının kaydığı en büyük nokta işte burasıdır, yani ilim ve amelleriyle kendilerini kurtulmuş görmeleri. Bu tür kişiler maalesef ki Efendimiz’in (sav) şu hadisini anlamaktan yoksun kişilerdir.
Efendimiz buyurmuştur:
“Hiç kimse kendi ameliyle felâha eremez, Cennet sahibi olamaz.”
-Sen de mi ya Rasulallah?
-Evet, ben de. Ama Rabbim beni rahmetine gark etmiştir. (Buhari)
Bu hadis-i şerifi Kur’ân ayetleriyle açıklarsak:
“Ancak nefsini tezkiye eden felâha ulaşır.” (Şems, 91/9)
İşte bu ayet ne diyor? İlim ve amel sahipleri değil, ancak nefsini tezkiye eden, Allah’a gerçek kul olur ve ancak bu tür kişilerin ibadet ve ilmi bir anlam taşır. Yoksa bu ilim ve ibadetler kişiyi kibre sevk ediyorsa ancak bir başka günah kapısı olurlar bir insan için…
Evet, bunun yadırganacak bir tarafı yok; şeytan tam da anlattığımız bu meseleden dolayı lanetlenip kovulmadı mı?
Nitekim şeytanın ilmi ve ameli hangi fanide vardı? Demek ki insan yalnız kendi ameliyle kurtuluşa eremez. O zaman amellerine güvenerek başkalarına üstünlük havası da atamaz, onları küçük de göremez. Aslında bir insanın ilmi artıkça Allah korkusu ve saygısı artmalı, kibir değil tevazu sahibi olmalıdır.
Bir makaleyi aşacak çok önemli bir mevzudur bu konu, neticede özet olarak şunu söylemek isterim ki:
Özellikle günümüzde İslam’ı Allah’ın kitabına uymayacak şekilde katılaştıran, İslam’ı kendi evham ve endişeleriyle Peygamberimiz’in söylemediği şekilde zorlaştıran, mesela tesettüre Kur’ân’ın anlattığı ölçüler ötesinde zorluk çıkaran, sevdirmek ve kolaylaştırmak yerine hep tehdit eden, korkutan ve herkesi cehenneme göndermeye pek hevesli olan âlim tiplerine bu zamanda dikkat edin…
Kalplerinde duygularına müspet manada yön verecek sevgi, şefkat, merhamet esintileri olmadığı için empatisiz ve acımasız olan, insanları döver gibi konuşan, kendilerini kurtulmuş görüp günahkârları durmadan aşağılayan, hep bağırarak konuşan adamlara da dikkat edin. Zira bu tiplerin, ucbun zirvesinde dolaşan şeytanın huyuyla huylanmış, onun askeri, komutanı olmuş tipler olma ihtimali kuvvetlidir… O zaman iyiliğiniz için asla böyle birilerinden kendinize rehberler edinmeyin derim...
Allah’a emanet olun.