Emri Bil Maruf Nehyi Anil Münker ve Ahlak İlişkisi / Dr. Semiha Yılmaz

Kur’an tabiri olan “emri bil maruf ve nehyi anilmünker” i ahlaki problemlerin çözümünde başvurulması gereken bir ahlak yasası olarak ifade etmektesiniz. Bu konudaki yaklaşımınız hakkında bilgi verir misiniz?

Kur’an-ı Kerim, insanlığın dünyevi ve uhrevi kurtuluşunu konu edinen ilahi mesajların insana hatırlatıldığı son semavi kitaptır. Onun ilahi rehberlik vazifesini kıyamete kadar harfi harfine sürdüreceği va’dedilmişir. Bu nedenle dünya döndükçe, insanın gerek kutsal ile arasındaki bağı ve gerekse yaratılışındaki ruhanî üstünlüğü koruması, Kur’an-ı Kerim ile olan bağını koruyup sürdürmesine bağlıdır. Gitgide çeşitlenen sorunlar sarmalında var olmaya çalışan ahir zaman insanının hayatında Kur’an-ı Kerim’in ilkelerine duyulan ihtiyaç her zamankinden daha fazladır. Kur’an-ı Kerim, yaşadığımız dönem insanının da ihtiyaç duyacağı hayati rehberliği ve ilkesel donanımı her yönüyle ihtiva eden tek kaynaktır. Ne nüzul zamanı ve hitap ettiği çağ ne üslubu ve muhtevası bakımından rastlantısal olmayıp eşsiz bir ilahi projeyle gönderilen Kur’an-ı Kerim’de insanlığın ihtiyacı olup da dışarıda bırakılan hiçbir esas bulunmamaktadır.

Evrensel, kapsayıcı ilkelerin ilahi bir incelikle motif motif işlendiği Kur’an’da yalnız itikadî ve amelî hayatı değil ahlakî hayatı düzenleyen esaslara ve bu esasları yasalaştıran ifadelere de yer verilmiştir. Ancak burada, üzerinde durulup konuşulmasını gerekli kılan şöyle bir sorun bulunmaktadır. Günümüzde dinî bir hayat yaşama gayretinde olan her kime sorulsa iman etmenin temel ilkelerini ve İslam üzere yaşamanın temel şartlarını sıralar. Tam olarak yaşayamasa da sayar ve böylece hangi hususlarda eksiğinin veya ikmale ihtiyacının olduğunu bilir. Bununla birlikte mümin bireyden dinin ahlak alanına ilişkin öncelikli ve zorunlu esasları sıralaması istendiğinde izafi yorumların öne çıktığı güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Böyle olunca da dinin ahlak alanının bireylerin kapasite ve inisiyatiflerine bırakıldığı şeklindeki algısal farklılıklar bireysel ahlakı şekillendirmektedir. Örneğin namazın farzlarını Arapça ifadeleri ile sayan ve bunun önemine kayıtsız inanan bir bireyin namaz ibadetinin kötülüklerden alıkoyduğu farizasına aynı hassasiyetle yaklaşmadığına şahit oluruz. Dolayısıyla vakit namazın kaçırılması halinde razı olunmayan nefisten, adaletsiz davranıldığında razı olunabilmekte, ahlaki hatalara veya zaaflara ilişkin bireyci savunma mekanizmaları kolayca oluşturulabilmektedir. Kanaatimizce İslam dünyasını bugün yaşanan doğal afetler kadar belki de daha fazla yıkıma uğratan unsur da budur.

Eşrefu’l-mahlûkat diyerek yarattığı insanın sahip olduğu hangi temayüllerle aşağının da aşağısı bir konuma inebileceğini bilen Allah (c.c.), mümin kullarının sosyal davranışlarını objektif bir denetim altında tutmak istemiştir. Bu konuda onu kendi değerlendirmesiyle baş başa bırakmayarak sosyal bir denetleme mekanizmasını ahlaki hayatın merkezine ikame etmiştir. Zira ahlak, bireyin kendisi hakkındaki görüş ve değerlendirmeleriyle adından söz edilebilecek bir alan değildir. Ahlaki birtakım niteliklerden söz edebilmek için hem toplumsallaşmanın gerçekleşmesi hem de ilişkiler sürecinde başkalarında izlenimler oluşturulması gerekmektedir. İşte Kur’an’da, toplumsal bir varlık olarak insanın karşılıklı ilişkilerinde hem kendisini hem de diğer insanları koruyup kollamasını, denetlemesini mümkün kılan temel bir yasaya değinilmiştir. Bu yasa, Kur’an deyimiyle “emri bil maruf ve nehyi anilmünker”dir. Dilbilimsel yaklaşımlar, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) uygulamaları dikkate alındığında ve metodik açıdan okunduğunda bu Kur’an yasası “iyiliği özendir ve kötülükten sakındır!” terkibiyle ifade edilebilir. Bu terkip maruf, münker, emir ve nehiy (iyilik, kötülük, emretmek, yasaklamak) kavramlarının bileşkesidir. Kur’an’da müminden beklenen davranışlardan söz edilen sekiz ayette aynı söylem ve terkiple, “iyiliği özendir ve kötülükten sakındır!” yasasına dikkat çekilmektedir. Bu sekiz ayette iyilik ve kötülük kavramlarının emir ve nehiye göre konumu müminden beklenen davranışlarla örtüşmektedir. Münafıkların alametlerinden söz eden bir ayette ise iyilik ve kötülük kavramları ters yüz bir konumda, münafık karakterini lafzen de yansıtan bir terkiple zikredilmiştir: “Onlar (münafıklar), kötülüğü özendirir, iyilikten alıkoyar…” (Tevbe,9/67)

Terkibin bir ahlak yasası olarak ele alınması hususunda dilbilimsel tahliller ve kavramsal analizlere yer vermek zaruridir. Maruf ve münker kavramları izah edilmeden ilkenin temel gayesinin bütüncül bir şekilde açıklanması oldukça güçtür. Burada tüm bu ilmi çalışmalara yer vermek mümkün olmadığından dilimizde tek kelimeyle “iyilik” olarak ifade dilen “maruf” kavramı altında yaygınlaştırılmak istenen erdemlerin ve karşısındaki münker olan erdemsizliklerin neler olduğundan söz etmekle yetinebiliriz. Maruf, toplumsal kabulü ve beğeniyi ifade eden örf kavramıyla kökteş olan kadim bir sözcüktür. Özellikle adalet erdemi başta olmak üzere cömertlik, ikram, yardımlaşma, hüsnü muamele gibi toplum tarafından onaylanan ve yabancı olunmayan güzel davranışları ihtiva eder. Kur’an’da maruf olarak ifade edilen durumlara bakıldığında yukarıdaki açıklamaları destekleyici olarak, çoğunlukla, hukuki ve toplumsal ilişkilerde dinen uygun olan tutum ve davranışları tanımlamak için kullanıldığı görülmektedir. Ayetlerde dikkati çeken husus, maruf kavramının davranışı denetleyen bir hakkaniyet ölçüsü olarak yer almasıdır.

Emri bil maruf ve nehyi anilmünker ilkesinin genel bir ahlak yasası olduğunu, maruf ve münker kavramlarının temel Kur’an erdemlerini ihtiva ettiğini ifade ediyorsunuz. Mümin toplumda yaygınlaştırılmak istenen faziletler ve aynı şekilde toplumdan uzaklaştırılmak istenen reziletler birkaç başlıkla ifade edildiğinde sınırlandırmanın verdiği güçlüklerle karşılaşılır mı?

Kur’an-ı Kerim’de toplumsal sorunların detaylıca anlatıldığı çok sayıda ahlaki konu bulunmaktadır. Tecessüs konusunun iffet, miras paylaşımı konusunun adalet çatısı altında değerlendirilmesi gibi her bir ahlaki problemin ana konusu bir çatı erdemdir. Bu yaklaşımdan hareketle Kur’an’daki hiçbir ahlak konusunu dışarıda bırakmayacak kapsamlılığa sahip dört erdem ve zıtları üzerinde durulmuştur. Adalet, iffet, merhamet ve muavenet erdemleri bu başlıklardan ibaret olmayıp alt erdemlere ev sahipliği yapan birer çatı erdem hüviyetindedir. Örneğin “adalet” kapsamına giren alt erdemler dostluk (sadakat), ülfet, sıla-i rahim, iyiliğe aynı şekilde veya daha fazlasıyla karşılık vermek, sevgi, dindarlık (ibadet), kin gütmemek, kötülüğe iyilikle karşılık vermek, lütufkâr olmak, bütün durumlarda kişilik sahibi olmak, düşmanlıkları terk etmek, doğru sözlerin kaynağını araştırmak şeklinde sıralanmıştır. Adaletin inşası ve bekasının önünde engel oluşturacak erdemsiz tutum ve davranışlar da zulüm kapsamında birer rezilet olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla “emri bil maruf nehyi anilmünker” ilkesi doğrultusunda maruf olan adaletin emredilmesi denildiğinde bu alt erdemlerin inşası veya korunması, zulme götüren her türlü münker tutum ve davranışın önlenmesi anlaşılmaktadır. Adalet kümesindeki erdemlerin her biri sosyal münasebetlerde tecrübenin ortaya koyduğu gözlemlenebilen somut durumlara yani marufa işaret etmektedir. Bu bakımdan maruf olan adaletin emredilmesi ve münker olan zulmün önlenmesi konusunda toplum desteği alınarak emri bil maruf ve nehyi anilmünkerin uygulanması kolaylaşacaktır. Adalet erdeminin “emri bil maruf nehyi anilmünker” yasası ile ilişkisi iffet, merhamet ve muavenet erdemleri için de aynıdır.

“Emri bil maruf nehyi anilmünker” yasasına her çağda ve her toplumsal meselede çözüm mercii olarak başvurulabilir mi?

“İyiliği özendir kötülükten sakındır” yasası, her çağda her türlü ahlaki problem karşısında aktive edilebilecek geçerliliğe, güncelliğe ve hatta evrenselliğe sahiptir. Son dönemde hepimizin gündeminde olan, çok yönlü sosyal problemleri beraberinde getiren deprem hadisesi üzerinden konuyu değerlendirebiliriz. Depremden önceki beşerî tedbirler süreci belki de emri bil maruf açısından birincil aşamayı ifade etmektedir. Bu konuda yaşanan ağır tecrübelerden yola çıkarak depreme dayanıklı yapıların oluşturulması noktasında gerekli yasal düzenlemelerin yapıldığını biliyoruz. Çıkarılan kanunlar ancak insanın vazife ve sorumluluk bilinciyle canlı birer organizma gibi etkin olabilir. Bu konuda denetleme mekanizması içindeki hiçbir birey kendi rolünü azımsamamalı, vazifesini hakkıyla ifa etmelidir. Konuyla ilgili olan her insanın marufa uygun davranıp davranmadığı sorgulanmalıdır. Ödediğimiz ağır bedel göstermektedir ki, sorumluluk sahibi olan insan marufa uygun davranmamıştır. Evlere girerken selamla girmenin sünnet olduğunu sürekli vurgulamamıza ve bu uygulamanın oldukça yaygın olmasına rağmen adalet ilkesi ile bağlantılı hilesiz sağlam bina yapma farziyetini gözden kaçırdığımızın canlı şahidi olduk. İşte iman, ibadet ve ahlak ilişkisi arasındaki bağlantıda kurulan ihmal bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır. Ahlaki değerden yoksun olan itikat ve ibadetin insanoğluna çok fazla bir katkı sunmadığının sayısız örneklerini sıralamak mümkündür. Hâlbuki “Emri bil maruf nehyi anilmünker” yasasının her iki tarafında da mümin birey vardır. Yasanın işlerlik kazanmasıyla ortaya çıkan insani etkileşim, özendirme ve ikaz döngüsünün bireyler arasında kopukluk olmadan devam etmesini sağlar. İlkenin varlık sebebine atfettiği önemle Gazzâlî, peygamberlik vazifesinin üzerine inşa edildiği bu ilkenin önemi bilinmeyip bilinçli bir gayret gösterilmediği takdirde, dinin temelinden sarsılacağını, başıboşluk, dalalet ve cehaletin yayılacağını, fesadın insanların iliklerine kadar işleyeceğini, gitgide genişleyen tehlikeyle ülkelerin ve toplumların helak olacağını dile getirmiştir.

İslam’ın bütün ilkeleri ile birlikte topyekûn toplumsal şuurun bekası açısından emri bil maruf nehyi anilmünker yasasının merkezi bir role sahip olduğundan söz ettiniz. İslam toplumlarını ahlaki bakımdan bu yasa çerçevesinde bilinçlendirmek için neler yapılmalıdır?

Emri bil maruf nehyi anilmünker yasasını aktive edecek bir sistemin eğitim öğretim ortamına taşınması gerekmektedir. Bu bakımdan hem müfredat hem de metot açısından kapsamlı çalışmaların yapılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Süreklilik kazandırılmadığı takdirde nefsani isteklerin, eğilimlerin kolayca işgal edeceği bir alandan söz ediyoruz. O halde bu konu eğitim müfredatında bir defa ve sadece teoriğe yönelik değil, bireyde alışkanlık haline getirinceye kadar devam edegelen pratiğe yönelik bir plan dahilinde yer almalıdır. Ta ki, müminler bir araya gelip ayrılırlarken birbirlerine, “beni teşvik edeceğin bir maruf, sakındıracağın bir münker var mı?” sorusunu soracak kadar birbirlerine güvensinler, mümin kardeşi tarafından uyarılmaktan rahatsız olmayıp tam aksine hoşnut olacak derecede ahlaki olgunluğa sahip olsunlar. Bu, sahabe mirası bir davranıştır. Zira sahabeden iki kişi bir araya geldiğinde birbirlerine Asr suresini okumadan ayrılmazlarmış. Ersoy’un tefsirine göre buradaki maksat içindeki manaları, özellikle de hakkı, sabrı tavsiyede bulunmayı karşısındakine hatırlatmak ve arkadaşında hayırlı bir nasihat varsa onu almaktır. Bu örnek aynı zamanda bize, “iyiliği özendir kötülükten sakındır” yasasının narsizme, hedonizme, egoizme karşı güçlü bir panzehir olduğunu somutlaştırmaktadır.

Ahlak yasasının yediden yetmişe her mümin bireye kazandırılmasına yönelik eğitimler bir plan, program, yöntem üzere olmalıdır. Yukarıda da ifade edildiği gibi söz konusu ahlak yasasının her iki ucunda da Müslüman birey vardır. Bir konuda etken, emreden, özendiren konumunda olan kişi, başka bir konuda edilgen, özendirilen, emredilen konumda olabilir. O halde emri bil maruf nehyi anilmünker eğitiminde yasanın ruhuna uygun teknikleri içeren etkileşimli yöntemler belirlenmelidir.

Eğitim derken yalnız formal eğitim kastedilmemektedir. Ahlak eğitimi doğumdan itibaren başlar. Aile ahlak eğitiminin yeşertilip olgunlaştırıldığı ilk örgütlü kurumdur. Zamanla dahil olunan okul, cami, sivil toplum kuruluşları gibi tüm sosyal yapılarda birey diğer insanlarla etkileşim halinde olmaktadır. Dolayısıyla bunların her biri müminlerin birbirlerini koruyup kollayacağı, iyiliğe yöneltip kötülükten sakındırma vazifesinin aktif olarak yerine getirileceği ortamlardır. Özellikle günümüzde teknolojik gelişmelerin ürettiği sosyal medya denilen sanal ortam, bireyler arası etkileşim konusunda büyük bir role sahiptir. Hatta diğer eğitim ortamlarının her birinde olumlu veya olumsuz yönde varlık göstermektedir. Şu veya bu şekilde eğitime dahil olan medya ve sosyal medya araçlarından “emri bil maruf ve nehyi anilmünker” konusunda yararlanmak mümin bireyler için kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu güçlü alan mümin tarafından en etkin şekilde kullanılmalıdır. “İyiliği özendir, kötülükten sakındır!” yasasına ilişkin metodik eğitim medya ve sosyal medya vasıtasıyla kurumlardaki eğitimi desteklemelidir. Bu noktada din eğitimi alanında yetişmiş ihtisaslı kadroların ve sivil toplum kuruluşlarının bireysel çabayı desteklemesi önemlidir. Zira Kur’a-ı Kerim’de emri bil maruf vazifesine ilişkin yer alan “…sizden bir topluluk bulunsun” ifadesi, bu faaliyetin hem bireysel hem de kurumsal açıdan örgütlü bir şekilde yürütülmesinin gerekliliğini göstermektedir. İslam toplumunun bu sahadaki başarısı ona “en hayırlı topluluk” vasfı kazandıracaktır. İslam toplumu, ıslah faaliyetine öncelikle kendi içinden başlamalıdır. Emri bil maruf ve nehyi anilmünker” ilkesi son ilahî dini temsil eden İslam toplumunu, ahlaken daha nitelikli hale gelmeye veya en azından belli bir istikamette kalmaya zorlayan ilahî bir projedir. İslam toplumu ancak, ilkenin ön gördüğü şekilde karşılıklı etkileşime dayalı eğitim anlayışıyla kendini ıslah edebilir. Bu şekilde iyiliğin egemen olduğu “örnek toplum” un oluşturulmasıyla, “emri bil maruf ve nehyi anilmünker” ilkesi, “altın ilke” hüviyetiyle küresel ahlak sorunlarının çözümünde de etkin hale gelebilir.