Dünya Ahiret Dengesini Güzel Kurmak / Abdulkadir Yılmaz

“Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.” (el Kassas,28/77)

Bu ayetinde işaret ettiği gibi İslam dini müntesiplerine dünya ahiret dengesini korumalarını emreder. Yani insanoğlu, ihmal etmeden iki âlemin de haklarını gözetmek zorundandır. Zaten dünya ve ahiret işleri iç içe geçmiş durumda, birbirinden bağımsız düşünülmüyor. O nedenle birisini diğerinden tamamen ayırmaya kalkan Müslümanlar aşırılığa kaçmış olarak yukarıdaki ayette olduğu gibi Rabbimiz tarafından ciddi olarak uyarılırlar. Evliyanın büyüklerinden olan Abdulhakim el- Hüseyni de (k.s.) bir sohbetlerinde bu ayetin tefsiri mahiyetinde güzel bir söz söylemiştir: “Yalnız dünyası için çalışan delidir. Tamamen Ahirete yönelip dünyayı ihmal eden de eblehtir.” Dolayısıyla, iki yerden birinde ifrata düşen kişiler hem ayetlerin ve hadislerin hem de akl-ı selimin dışına çıkmış olurlar.

Evet, iki tarafın da hakkını korumak ve gözetmek lazım. Ama bu meselede Müslümanlar orta yolu bulmada ciddi olarak zorlanıyorlar. İkisini bir arada gözetirken her birisine hakkını vererek yaşamak, ilim sahibi olmakla beraber, akl-ı selim ve basiret sahibi olmayı da gerekli kılıyor. Bu ayeti dünya ve ahirete eşit zaman ayırın, ikisinin hakkını eşitleyin şeklinde anlamak da hata. Bu hata halkımız tarafından çok yapılıyor. Büyüklerden rivayet edilen güzel söz var ki; bu konuya iyi bir açıklama getirip insanın ufkunu açıyor. “Dünyaya dünyada kalacağın kadar, ahirete de ahirette kalacağın kadar çalış.” Evet, dünya hayatı ne kadar uzun yaşarsan yaşa, gelip geçici, ahiret ise akla hayale gelmeyecek bir şekilde sonsuz. Milyarlar, trilyonlar sene yaşıyorsun bitmiyor, düşününce insan hayrette kalıyor.

Ama genel olarak Müslümanların ahvaline bakınca görünen manzara tam tersi görünüyor. Sanki dünya hayatı ebedi de ahiret geçici gibi. İnsanlar gerçekten dünya hayatını öyle abartılı bir şekilde öne almışlar ki anlaşılacak gibi değil. “Dünya sevgisi bütün hataların başıdır” (Beyhakî, Şuabu’l-İman 7/338) hadisi herhalde bu zümre için söylenmiş olsa gerek. Dünyayı sevmek günah değil, ama insanların çoğunluğu dünyayı sevmiyor adeta ona tapıyor ve sanki ahiret hiç yokmuş gibi yaşıyor.

İnsanoğlu sanıyor ki dünyalık olarak bu amacına en yüksek seviyede ulaşırsa mutlu olur, ama asla böyle bir şey yok. Dünya varlığı, zenginliği mutluluk parametrelerinden sadece birisi olabilir. İnsan öyle komplike yaratılmış ki, mutlu olabilmesi için manevi ihtiyaçlarının da tatmini gerekiyor. Sadece dünya malına kodlanmak, deniz suyu içerek kanmaya benziyor ki deniz suyu insanı kandırmaz ancak susuzluğu artırır. İnsanın dünya hırs ve tamahı da insanı daha tedirgin ve korkak hale getiriyor.

Zenginlik olarak değil kendine, kendinden sonra gelebilecek yedi kuşak nesline yetecek parası, malı, mülkü olan insanları görüyoruz. Onlarla konuşuyoruz, ama durumları gerçekten acınacak halde. İnsanlar zenginlerin dış dünyasına bakar ihtişamına aldanır, onları güçlü ve dertsiz sanır, acıyamaz bile. Ama feraset sahibi bir mümin onların iç hallerine bakıp ne kadar acınacak halde olduklarını görüyor ve belki bu durumdan içi yanıyor. Elinde çok fazla oyuncağı olduğu halde anne ve babası olmayan öksüz çocuklar gibi görüyor onları.

Evet, dışardan bakıp da imrendiğimiz birçok insanların iç dünyalarına girebilirsen bunların inlemelerini işitebilirsin. Zira bu insanlara biraz yakınlaş, sırlarını paylaş görürsün ki, paraları çoktur ama eşleri ve çocukları ile araları yoktur. Gerçek dostları da yoktur, herkes elindekine göz dikmiş herkesin gözü adamın servetinde kimsenin adamda gözü yoktur.

Evet, bu bir vakıa, kişi bu gerçeği fark ettiği an hayal kırıklığına uğrar yıkılır. Etrafındaki gülücüklerin, sevgilerin hepsi sahtedir, yalandır. Dünyanın bu vefasız yüzü onu mahveder. Sonra bu serveti kalıcı da değil. Kendisi de her gün aynalara baktıkça saçlarında beyazların hızla artışını, derisinin hızla kırışmasını görür. Boyalarla, estetik ameliyatlarla ne yaşlanmasının ne de bu dünyadan göçüşün önünü alamaz.

O halde ey insan, adeta taptığın servetin, evin, araban senle ebedi ayrılmak için her gün yeni bir veda şarkısı söylerken sen nasıl mutlu olursun. Her gece başını yastığa koyduğunda bu korkuları yaşarsın, ayrılık rüyaları ile uykuların kâbusa dönüşür. Niye çünkü sen aracı amaç edinmişsin.  Hadiste “Dünya ahiretin tarlasıdır” deniyor. Sen ekim mahallini dinlenme, eğlenme mahalli gibi görmüşsün. Hâlbuki dünya ahireti kazanmak için bir fırsat yeri. Ahiret nimetlerini sevmek ve istemek için de bir numune yeri. İşte bu şuuru kazanamazsan senin için her gün sıkıntıdır. Kısacık hazların peşinde ama mutluluktan uzak bir hayata mahkûm olursun. Ama dünyayı bir imtihan evi olarak kabullendiğin anda işin her zaman kolaylaşır. Zira senin mutluluğunun önünde engel kalmaz. Allah servet verirse şimdi zenginlikle sınanmaktayım, bunları yerli yerinde kullanayım, şükrü elden bırakmayayım dersin. Tedbirli yaşarsın, mutluluğuna engel olmaz. Allah servetini elinden alırsa, şimdi de böyle bir sınavdayım, aman sabrı, rızayı elden bırakmayayım, ahiretim bir zarar görmesin dersin, yine mutluluğuna bir engel olmaz. Hastalıklar, dertler bir müminin canını acıtabilir, bedenini dara, zora sokabilir ama kalbini, ruhunu ümitsizlik zindanlarına atamaz.

Evet, insanın Allah’a imanı tam olursa Eyyûb peygamber gibi olur, beden evine dertler çileler uğrasa da, gönül evine mutsuzluk uğramaz. Allah kendine güvenen kulunu nefsiyle şeytanıyla baş başa bırakmaz, azını çok eder; cılız kuvvetini kudrete çevirir. Allah’a güvenen kişinin bir artı biri sadece iki etmez, üç eder, beş eder, beş yüz eder. Bu böyledir, Bedir ashabını görmedin mi, üç yüz kişi üç bin kişi kesildi. Kur’an’da Talut ile Calut olayını duymadın mı? Talut’un sayıca az askerleri, Calut’un muhteşem ordusunu nasıl yendi. Görmedin mi serçe kuşu kadar ebabil kuşları, fillerle donatılmış Ebrehe’nin ordularını nasıl yenilmiş ekine çevirdi. Sen matematik hesabına takılma. Gücünü kendinden bilenin hesabıdır bu hesap, gücünü Allah’tan bilenin hesabına akıl ermez. Onların hesapları matematiği de fiziği de alt üst eder.

Hz. Sevban’ın (r.a.) rivayet ettiği hadis-i şerif ahir zaman ümmetinin halini nasıl güzel izah ediyor. Hazreti Peygamber (sav) şöyle buyuruyor: “Yakında milletler, yemek yiyenlerin (başkalarını) çanaklarına (sofralarına) davet ettikleri gibi, size karşı (savaşmak için) birbirlerini davet edecekler.”

Birisi: “Bu o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?” dedi.

Rasûlullah (s.a.v.), “Hayır, aksine siz o gün kalabalık, fakat selin önündeki çörçöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini soyup alacak, sizin gönlünüze de vehn atacak.” buyurdu.

Yine bir adam: “Vehn nedir ya Rasûlullah?” diye sorunca:

“Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir.” buyurdu. (bk. Ebu Davud, Melahim, 5)

AliyyülKâri bu hadisi izah ederken “dünya sevgisi ile ölümden tiksinme, korkma duygusunun birbirinden ayrılmayan, birbirini gerektiren iki kötü ahlak, iki kötü huy olduğunu, açık düşmana rağmen dinden rüşvetler, tavizler verdirdiğini belirttikten sonra, biz bu durumla imtihan olmaktayız. Burada zikredilen sebeplerle sanki ölüler gibi duyarsız durumdayız” der.(Kâri, Mirkat)

Rabbim bizleri, kendine güvenen, dünya ahiret dengesini akıllıca koruyan, bütün kötülük ve aşırılıklardan uzak duran kullarından eylesin.

Allah’a (c.c.) emanet olunuz.