Olumlu kişilik özellikleri açısından değerlendirdiğimizde örnek/rol model kişilere dair İslam’ın bakış açısını değerlendirir misiniz?
Kişilik, tarih boyunca insanların dikkatini çeken ve üzerinde milattan önceden bu yana çalışmalar yapılan bir alandır. Çeşitli kişilik araştırmacıları, kişilik olgusuna farklı bakış açıları ile yaklaşmışlardır. Bunun sonucunda birçok kişilik teorisi ortaya çıkmıştır. Ancak, hiçbir teori tek başına kişilik olgusunu açıklamada yeterli olamamıştır. Her bir teori, kişiliğin bir yönünü açıklayarak bu olgunun anlaşılmasına ve kavranmasına katkı sağlamıştır. Kişilik, bir kültür içerisinde şekillenir. Bu bakımdan kişiliğin oluşumunu etkileyen birçok unsur bulunmaktadır. Bunlardan biri de dindir. Din, ilk insan ile var olmuş, her toplum ve kültürde varlığını günümüze kadar sürdürmüş bir olgudur. Din, insanın tüm yaşantısına nüfuz etmiştir. Dini inanç, düşünce ve kanaat, insan davranışlarının şekillenmesinde de önemli rol oynamıştır. Dolayısıyla din veya dinin birey hayatına etki düzeyi olarak dindarlık, kişilik oluşumu içerisinde önemi bir yere sahiptir.
İnsanlar bir yandan etnik, kültürel, dinî, mezhebî, hatta cinsiyet bakımından belli gruplara mensup iken; öte yandan kendilerinden farklı etnik, kültürel, dinî, mezhebî vb. grup üyeleriyle, farklı düzeylerde ve biçimlerde ilişki içerisinde yaşamlarını sürdürmektedir. Her grubu, öteki gruptan ayıran özellikler grup kimliği açısından önemlidir. Ancak aynı üst kimliği paylaşan bireyler, hatta çift yumurta ikizleri bile birbirlerinden farklı kişilik özelliklerine sahiptir; çünkü her birey genel anlamda kimliği ve kültürü tarafından biçimlenmiş olsa da kendine özgü ve biricik bir varlıktır.
Din Psikolojisinin önemli araştırma alanlarından birini kişilik/şahsiyet psikolojisinin dinî yönü oluşturmaktadır. Din psikolojisi bir taraftan Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) çizdiği insan tipleri ve modelleri üzerinde durması gerekirken, diğer taraftan İslam’ın başlangıcından itibaren yaşamış ve yaşamakta olan büyük şahsiyetlerin dinî hayatlarını incelemekle yükümlüdür. Bu şekilde Kur’an’ın, hadisin insan tipleri yanında, başta Hz. Peygamber’i (s.a.v.), İslam büyüklerini, velileri, mutasavvıfları, inananların vb. şahsiyetleri psikolojik analize tabi tutmuş olacaktır. İslam’a göre, mü’min kişilik aynı zamanda ideal kişi olarak vasıflandırılmaktadır. En iyi rol model olarak da Hz. Peygamber (s.a.v.) gösterilmektedir. İslam müminlerin dengeli ve uyumlu olmalarını ister, kişilik özellikleri bağlamında da, dürüst, güvenilir olması kısaca ahlakî özelliklerin tümümü bünyesinde barındırması beklenir. Hz. Peygamber (s.a.v.) kişilik ile ilgili olarak: “Kişilik (mürüvvet) iki kısımdır: Birincisi Allah’ın ve Müslümanların hoşlanmayacağı hareketlerden uzak durmaktır. İkincisi, Allah’ın ve Müslümanların seveceği özellikleri sergilemektir.” buyurmuştur. (İbnü’lMerzubân, Hadislerde Mürüvvet)
Kur’an Müslüman’ın/Mü’min’in başlıca kişilik özelliklerini sıralamış, olumlu kişilik özellikleri olarak şunlara işaret etmiştir; doğruluk, dürüstlük, güven, sadakat, dostluk, kardeşlik, adalet, çalışkanlık, sabır, şükür, sevgi, dua, tövbe, cömertlik, ölçülü olmak, edeb, takva, güzel sözlü olmak, hoşgörü, ihsan, iyilik, yardımlaşmak, iyi niyet, cesaret, şecaat, özgüven, kabiliyet, olumlu davranış, nezaket, azim, kararlılık, saygı, olgunluk, sorumluluk vb. gibi daha sayamadığımız olumlu kişilik örnekleri üzerinde durmuştur.
Hulefa-i Râşidînin (r.anhum) birbirinden farklı ve öne çıkan özellikleri tüm İslam dünyasınca bilinir ve takdir edilir. Hz. Peygamber’e (s.a.v.) olan yakınlıkları göz önünde bulundurulduğunda bu, İslam’ın onlara vurduğu bir mühür gibidir. İslam’a girmesinden önceki Hz. Ömer’le İslam’a giren Hz. Ömer arasındaki farklar göz önünde bulundurulduğunda Hz. Ömer’in değişim ve kişilik gelişiminde dinin rolüne dair neler söylenebilir?
Mümin kişiden, inançla ilgili kişilik noktasında; inanması emredilenlere inanması, inanmaması gerekenlere inanmaması, ibadetle ilişkili kişilik noktasında; Allah’ın emrettiği ibadetleri yerine getirmesi, nehiylerinden kaçınması, sosyal ilişkilerle ilintili kişilik noktasında; affedici olması, başkalarını kendinden daha ön planda tutması, kibirli olmaması, ailevi ilişkilerle ilintili kişilik bağlamında; anne-baya ve akrabalarına iyi davranması, eşiyle ve çocuklarıyla iyi ilişki içerinde olması, yaratılışla ilintili kişiliği noktasında; sabırlı, doğru, adaletli, verdiği sözü tutması, emanete sahip olması, tepkisellik ve duygusallıkla ilişkili kişiliği noktasında; Allah’ı, insanları ve yaratılanı sevmesi, öfkelenmemesi, hasetten ve kinden uzak durması, tevazu sahibi olması, akılsal ve bilgisel kişiliği noktasında; düşünmesi, kavraması, ferasetli olması, araştırması iş ve meslek hayatıyla ilişkili kişilik noktasında, işinde sebat etmesi, işini hakkıyla yerine getirmesi, rızkına haram lokma katmaması beklenir.
Kur’an’da insanları dünyada huzura, ahirette mutluluğa eriştirecek özellik olarak kişiliğe önem verilmiş, ahirette cenneti hak edebilmek için kişilik özelliklerine vurgu yapılmıştır. Burada vurgulanan hususun mensubiyet değil kişilik olduğu ayetler incelenirken çok net görülecektir. Ehl-i kitaba mensup kişilerin kendilerinin Allah’ın sevgili kulu ve cennetin sadece kendilerine has kılındığı reddedilerek şöyle buyrulmuştur; “Bir de “Yahudi ve Hıristiyanlardan başkası asla cennete giremeyecek” dediler. Bu onların kendi kuruntularıdır. Sen de onlara de ki; “Eğer doğru iseniz, haydi bakalım getirin delilinizi.” (Bakara, 2/111) “Hayır, hayır! Kim özü iyilik dolu olarak yüzünü Allah’a tertemiz döndürür ve teslim ederse, işte onun Rabbi katında ecri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olacak değiller.” (Bakara, 2/112) Aynı şekilde Müslümanların da bu bağlamdaki düşünceleri reddedilmiştir: “İman edip iyi işler yapanları da altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağız, orada ebedî olarak kalacaklardır. Bu, Allah’ın gerçek vaadidir. Allah’dan daha doğru sözlü kim olabilir? (İş), ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kötülük yapan, o yüzden cezalandırılır. O, kendisine Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir. Erkek veya kadın, kim mümin olur da güzel amellerden işlerse, işte onlar cennete girerler. Zerre kadar da haksızlığa uğratılmazlar. İyilik yaparak kendisini Allah’a teslim eden ve İbrahim’in dinine dosdoğru olarak tâbi olan kimseden, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah, İbrahim’i dost edinmişti.” (Nîsa, 4/122-125) Burada vurgulanan şey, hangi toplumdan hangi kimliğe mensup olursanız olun, kişiliğiniz problemli ise cennete gidemezsiniz. Kişiliğin gereklerini yerine getirmeden bir şeye nail olmayı beklemek beyhudedir. Güzel davranışlarda bulunmadan, iyilik yapmadan, doğru ve dürüst olmadan cenneti hak etmenin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Kur’an’daki ayetler güzel bir kimlik sahibi kişinin taşıması gereken kişilik özelliklerini ortaya koyar, yapması veya yapmaması gereken davranışları açıklar. “İslâm gelmeden önce “Cahiliyye Dönemi” şeklinde nitelenen Arap toplumu, diri diri kızlarını toprağa gömüyordu. Ticârî, siyâsî ve ahlâkî yönden bozulmuş olan bu toplum, faiz, fuhuş, hırsızlık, yağma, rüşvet ve insan haklarına tecavüz gibi olumsuzlukları hayat tarzı kabul etmişti. Böyle bir toplum, Kelime-i Tevhid’in etrafında birleştikten sonra, erdemli bir şahsiyete erişmiştir. Merhamet duygusunu yitirmiş bir ruha sahip olan Ömer, Kelime-i Tevhid’innûru ile tanıştıktan sonra, sırtında un çuvalı, elinde yağ testisiyle gece sokaklarda fakir arayacak kadar şefkat sahibi olmuş ve üstün karaktere/kişiliğe erişmiştir. Artık o, sıradan bir Ömer değil de, “Hz. Ömer, Mü’minler’inEmîrî Ömer, adalet sahibi Ömer” unvanını almıştır.”
Ahlakî kişilik bağlamında Hz. Ömer’i “Hz. Ömer” kılan özelliklerine dair neler söylenebilir?
Malum olduğu üzere Ebu Cehil, Mekke’de İslam’ın azılı düşmanlarının başında yer almaktaydı ancak bu onun samimi bir müşrik dindar olmasından değil de daha çok bulunduğu konumu korumak istemesinden kaynaklıydı. Ona nazaran Hz. Ömer babası tarafından yetiştirilen dininde samimi bir müşrikti ve bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.v) ve Müslümanlara karşı düşmanlığının sebebini onları ‘dinden dönen’, ‘ikilik çıkaran’, ‘ilahlara küfreden’ kimseler olarak görmesinden kaynaklanıyordu. Bu sebeple olsa gerek Dâru’n-Nedve’de Hz. Peygamber’in (s.a.v.) öldürülmesi teklifini Ebu Cehil gündeme getirdiğinde “ben yaparım!” diyerek o öne çıkmıştı.
Bu bağlamda şu denebilir ki; Hz. Ömer Cahiliye zamanında, ailesinden yetiştirme bir müşrik olduğu için dinine sıkı sıkıya bağlı bir müşrik idi. Onun ilk dönemlerde Müslümanlara olan tavrı ve sert tutumunun altında yatan sebepte bu dine bağlılığından kaynaklanmaktadır. Müslüman olduktan sonra da dine saygı anlayışı kaybolmamış yön değiştirmiştir. Eskiden putlara ve atalarının dinine saygı gösteren Ömer, Müslüman olunca İslam’a, Müslümanlara Kur’an’a, Kutsallara saygı göstermiştir. Hz.Aişe’ nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Resullulah (s.a.v.) ve babam Ebubekir’in bulunduğu odaya girerdim. Ömer de oraya defnedilince Allah’a yemin olsun ki o günden sonra oraya her girdiğimde sırf Ömer’den (r.a.) utandığımdan dolayı örtüme dikkat ederdim. Kasım b. Muhammed, Hz. Aişe’den şunu aktarmıştır: “Ömer (r.a.)’ i gören her kimse onun İslam’ı zengin ve güçlü kılmak için yaratıldığını anlardı.”
“Hz. Ömer din konusunda o kadar tavizsizdi ki, şeytanlar bile onunla karşılaşmaktan çekinirlerdi.” rivâyeti dine saygısının boyutlarını gösterme bağlamında önemlidir. Yine; oğlu Abdullah’ın babasının karakteri hakkında şu sözleri dinin kişilik gelişimine nasıl etki edebileceğinin en güzel delilidir: “Onun kadar sert mizaçlı birini bilmiyorum. Ancak kendisine Allah hatırlatılır veya cehennem azabıyla korkutulur veya yanında Kur’an okunursa yapmak istediği şeyi terk ederdi.
Sade ve Basit Yaşaması
Hz. Ömer bir halifeydi fakat aldığı maaşın ancak yoksul bir aileyi zorla geçindirecek kadar olduğu ifade edilmektedir. Buna rağmen aldığı maaştan verilmesi gereken yerlere vermeyi de ihmal etmemiştir. Maaşını artırmak isteyen sahabeden önde gelenlerin önerilerini reddetmiş, ahirette kendinden öncekilerin yanında yer alabilmek için onlar gibi yaşaması gerektiğini düşünmüştür. Onun tevazuu, Medîne’ye gelen İranlı komutan Hürmüzan’la karşılaştığında ve Kudus’ün teslimi anındaki giyim, kuşamında açıkça görülür. “Hz. Ömer’in (r.a.) hayatının en önemli vasıflarından biri; yemek, giyim, mahiyet gibi günlük yaşamın her yönünde göze çarpan, son derece sadelik ve basitliktir. İdarecilerini denetlerken malî ve dinî noktalardaki hassasiyeti çok meşhurdur. Bu bağlamda kendi şahsı için de hassastı. Hilafete geçince halkı topladı, maaş için görüş alışverişinde bulundu ve kendilerine şöyle söyledi: “Ben eskiden tüccar bir kişiydim. Sizler beni bu işle meşgul ettiniz. Bu maldan bana verilecek uygun miktar ne kadar olabilir? Hz. Osman (r.a.) şöyle cevap verdi: Ye, yiyecek ihtiyaçlarını karşıla. Aynı sözü birkaç kişiyle birlikte Said b. Zeyd’de (r.a.) söylemişti. Hz. Ömer Hz. Ali’ye hitap ederek: Sen bu konuda ne diyorsun? diye sordu. Hz. Ali (r.a.) şu cevabı verdi: Gıda ve yaşantı olarak sana ve ailene iyi bir şekilde yetecek kadar olanını al, daha fazla sana bir şey yoktur. Halk ise şöyle söylüyordu: Söz Ali’nin sözüdür!” O da öyle yapmıştır zaten. (İbn Sa’d ,c. 3, s. 286)
Dürüstlüğü
Hz. Ömer dürüstlüğü ile bilinen şahsiyetlerden birisidir. Yem yaşantısı hem davranışları hem de fiilleri bu düşünceyi perçinlemiştir. O “ve sonra sorulacaksınız o gün, Allah’ın verdiği nimetlerden.” ayetini iyi anlayıp kavrayan ve onun hükmüne göre yaşayan birisidir. O, sorguya çekilmeden önce kendimizi sorguya çekmemiz gerektiğini söyleyen kişidir. Onun için ölçü; Vahiy, örnek ise; Hz. Peygamber’dir. Kur’an’ın ve sünnetin ışığında hareket etmiş ve hataya düşmemek için istişareye önem vermiştir. Hz. Ömer, “istişârede şu usûlü takip ederdi: Önce meseleyi Müslümanlardan ulaşabildiği çoğunluk ile görüşür, peşinden Kureyşlilerin düşüncesini sorar, son olarak da sahabîlerin görüşlerini alırdı. Böylece en isabetli fikre ulaşırdı. Zor bir meseleyle karşılaştığında gençleri çağırıp onlarla istişârede bulunduğu, akıllarının keskinliğinden istifade ettiği de bilinmektedir. O, insanlara bir şeyi emrettiği veya yasakladığı zaman, evvelâ kendi ailesinden başlardı. Aile fertlerini bir araya toplayarak onlara şöyle derdi: Şunu ve şunu yasakladım. İnsanlar sizi yırtıcı kuşun eti gözetlediği gibi gözlerler. Siz bu yasağı çiğnerseniz onlar da çiğnerler, siz korkup geri durduğunuzda onlar da böyle yapar. Allah’a yemin ederim ki, her hangi biriniz bu yasaklara uymazsa, bana yakın olduğu için ona daha fazla ceza veririm. Şimdi isteyen ileri gitsin, isteyen de geri dursun!”
Bu yöntemden de anlaşılıyor ki, dürüstlük emredileni önce kendisinin ve ailesinin uygulamasından geçtiğini düşünmesi, yine dürüstlük nehyedileni önce kendi sonra ailesinden başlayarak uygulamaya koymaya çalışmasında yatmaktadır.
Güvenilirliği
Dürüstlük konusunda olduğu gibi güvenilirliği konusunda da ön plana çıkmış nadir şahsiyetlerden birisidir. Kendisine ve ailesine gönderilen hiçbir hediye olmamıştır ki onu devlet hazinesine göndermiş olmasın. Hastayken bal yeme gereği duyulduğunda çarşı pazarı aratıp bulamamış devlet hazinesinde var olan balı yiyebilmek için halkın rızasını almış ve hekimin tavsiye ettiği kadarını sadece yemiştir. “Bir sözünde Hz. Peygamber mü’mini tarif ederken; ‘Mü’min; insanların malları ve canları konusunda kendisine güvendiği kişidir.’ (Buhârî, İman 3) diyerek, mü’min olan bir kişinin, başkalarının mallarına, canlarına, namuslarına zarar veremeyeceğini belirtmiştir. Müslüman; dilinden ve elinden Müslümanların selâmette kaldığı kimsedir. Muhacir de Allah’ın nehyettiğini terk edendir.” (Buhârî, İman 3-4) şeklinde Hz. Peygamber’in (s.a.v.) dilinde yer edinen güven unsuru, sıradan bir Müslüman için bile bu derecede hassas bir unsur iken, elbette Müslümanların halifeliğini yapan onların her şeylerini emanet ettikleri halife için çok daha önemli bir kaide olacaktır.
Hz. Ömer liderliğinin başında yani halife seçilir seçilmez, Müslümanları mescitte toplamış ve emanet konusunda onlara Hz. Ömer şöyle demiştir: “Doğru yaparsam bana yardım edin, yanlış yaptığımda beni düzeltin.” Yaptığı icraatlardan sonra hata yaptığını, doğru davranmadığını kendince düşünenler olmuştur. Hz. Ömer, kendisi sorgulayan bir kişilikte olması nedeniyle başkalarını da kendisini sorgulamasına müsaade etmiş, eleştirilen hususu muhatabına gerekçeli olarak anlatmış onu ikna etmeye çalışmıştır. Akrabalık bağlarınız dolayısıyla hakkı söylemekten çekinmeyin, doğruluğu canınız alınacak olsa bile terk etmeyiniz, hakkı tutup kaldırınız düsturlarıyla yetişen, kişiliğini kemale erdiren Hz. Ömer, hatayı gördüğü zaman, insanların ona emanet ettiği şeylere kendisinin görevlendirdiği bir kişinin riayet etmemesini görünce hemen harekete geçmiş, gerekli işlemleri yapmış ve insanların güvenini sarsmamıştır.
Yardımseverliği
Hz. Ömer Tebük seferi gibi çok zorlu ve meşakkatli olan bir sefer için bütün mal varlığının yarısını bağışlayan kişidir. Halife olduğu zaman da, gecesini gündüzüne katmış, kimsesiz, yoksul, fakir, darda kalmış, muhtaç durumda olan kimseler için devamlı koşuşturmuştur. Bir rivâyette: “Karanlık ve soğuk bir gecede Hz. Abbas (r.a.), Halife Hz. Ömer’i (r.a.) görmek için evinden çıkmıştı. Sokaklar pek ıssızdı. Az ilerde birinin kendisine doğru gelmekte olduğunu fark etti. Az sonra karşılaşıp selâmlaştılar. O zaman bu gelenin Hz. Ömer (r.a.) olduğunu gördü. Ona ‘gecenin bu saatinde nereye gittiğini’ sordu. Hz. Ömer (r.a.), mahalleleri dolaşmaya çıkmıştı. Amacı, bir derdi olan, bir yardıma ihtiyacı olan çıkarsa, gerekeni yapmaktı. Kimsenin haberi olmadan şehrin sokaklarını dolaştılar. Derken, kenarda bir çadır gördüler. Yaklaşınca, ocak başında ihtiyar bir kadının pişmekte olan yemeği karıştırdığına tanık oldular. Çevresinde ise, küçük çocuklar “Açız!, Açız!” diye bağırıp ağlıyorlardı. Kadın, hem yemeği karıştırıyor hem de ‘Durun yavrularım, işte şimdi pişecek’ diye küçükleri susturmaya çalışıyordu. Yemek de bir türlü pişmek bilmiyordu. Hz. Ömer (r.a.) selâm vererek içeri girdi, ‘çocukların niçin ağladıklarını’ sordu. Kadın: -Yavrular iki gündür aç. Hz. Ömer (r.a.) : -Onlara neden yemek vermedin? Kadın: - Yok ki, ne vereyim? Şu gördüğün tencereye su ve çakıl taşları koydum. Onları avutmaya çalışıyorum. Çocuklar ihtiyar kadının torunları idi. Anne ve babaları ölmüş, küçükler yaşlı nineleri ile yalnız kalmışlardı. Hz. Ömer (r.a.) kadına, neden durumu halifeye haber verip yardım istemediğini sorunca, karşısındakinin halife Hz. Ömer (r.a.) olduğundan habersiz kadıncağız: -Ömer bizleri düşünse kendisi gelir bizleri bulurdu, dedi. Bu sözler Hz. Ömer’i çok şaşırttı. Önündeki acıklı manzaradan kendini sorumlu ve suçlu hisseden Hz. Ömer (r.a.), kadına biraz beklemesini söyledi. Hz. Abbas (r.a.) ile birlikte çadırdan ayrıldılar. Doğruca yiyecek ambarına gittiler. Bir miktar yiyecek alarak tekrar çadıra döndüler. Hz. Ömer (r.a.) bizzat kendisinin pişirdiği yemeği birer birer çocuklara yedirdi. Sabah vakti yaklaşmıştı. Kadına ertesi gün Halifeyi görmesini söyleyerek çadırdan ayrıldılar. İhtiyar kadın kendisine yardım edenin halife Hz. Ömer (r.a.) olduğundan hâlâ habersizdi. Ertesi gün Halifeyi görmek için gittiğinde, karşısında gece kendisine yardım eden kişiyi görünce çok şaşırdı. Hz. Ömer’in (r.a.) bundan böyle kendisi ve torunlarına geçiminin sağlanacağı müjdesi ise onu çok sevindirdi. Yaşlı kadın, Hz. Ömer’in (r.a.) sorumluluk duygusu ve yardımseverliği karşısında hayran kaldı.” Yukarıdaki örnek Hz. Ömer’in yardımseverliği bağlamında bizlere örnek teşkil etmekte ve onun bu karakterini ortaya koyma noktasında fikir vermektedir.
Hz. Ömer’in yardımseverliği bireysel anlamda kalmamış, herkesin istifade edebilmesi, toplum olarak bütün işlerin kolaylaşması için bir takım kurum ve kuruluşlar kurmuş, bu sayede insanlar refaha ve feraha kavuşmuşlardır.
Hz. Ömer’in davranışsal ve sosyal kişilik olarak öne çıkan özelliklerine dair neler söylenebilir?
Bunlara başlıklar bağlamında yer verilirse;
İnsan Hakları
Hz. Ömer hak, hukuk, adalet, eşitlik vb. konularda tarihte eşine az rastlanır bir yol izlemiş, bu konularla ilgili kural kaideler koymuş, atadığı valilere, komutanlara, kurum ve kuruluşların başındaki kişilere özellikle insan hakları noktasında birçok uyarıda bulunmuştur. Allah’ın hakkı, komşunun hakkı, insanın hakkı, komutanın hakkı, askerlerin hakkı, gayrimüslimlerin hakkı, hatta hayvanların hakkı konusunda bile gerekli hassasiyeti gözetmiş ve idarecilere de bu konuda emir ve talimatlar vermiştir.
Eşitlik
Hz. Ömer eşitlik konusunda İslam tarihinde büyük çabalar sarf eden bir kişiliğe sahiptir. O eşitlik kavramını hakimlerin fikrine ve kararlarına nakşetmeleri ve yerleştirmeleri için yoğun mesai harcamıştır. Bir rivâyette kendisinin bizzat yaşadığı olayı şöyle anlatmaktadır: “Ubeyb.Ka’b, onun aleyhine dava açmıştı. Zeyd b. Sabit’in hakimlik yaptığı ve kendisine halife olması nedeniyle saygı gösterip ayağa kalktığını görünce onu uyarmış, ‘Bu senin ilk adaletsizliğin’ diyerek, Ubey’in yanında oturmuştur. Ubey’in delili yoktu. Ömer de iddiayı reddettiği için adet üzere davacı, Ömer’in yemin etmesini istedi. Dava edilenin Emîrü’l-Mü’minîn makamında olması hasebiyle, Zeyd, Ubey’den bu hakkından feragat etmesini rica etti. Bu defa hakimin taraf tutmasına canı sıkılan Ömer, tarihe geçecek şu cümleleri kurmuştur; ‘Eğer senin nazarında Ömer ile herhangi bir adam eşit değillerse hakimlik makamına layık değilsin.’ demiş” ve eşitliğe, adam kayırmamaya, üstünlerin hukukuna karşı çıkmıştır. Cahiliye toplumunda adalet, eşitlik, hak, hukuk gibi kavramların pek de bir manasının olmadığını şu sözleriyle ispatlamaya çalışmıştır: “Cahiliye döneminin en belirgin özelliklerinden birisi insanların sahip oldukları mevki-makam, ekonomik durum ve mensubiyet gibi kriterlere göre değerlendirilmesiydi. Hz. Peygamber’in getirdiği ve uyguladığı İslam/Sünnet anlayışı, kendinden önceki tüm çarpık anlayışlara geçit vermediği gibi, insanların sırf sosyal konumlarına, mensubiyetlerine ya da inançlarına göre algılanmasını doğru bulmamış; temelde her insana insan olması nokta-i nazarından bakmayı ilke edinmiştir. Öyle ki, kimi köle ve cariyelerin İslâm’ı kabul edip herkes gibi insanca muamele görmesi, cahiliye zihniyetinin itirazına sebep olmuş; köle ve sıradan kimselerle aynı çizgide sayılmak, bu yeni anlayışı kabullenmede önemli bir engel addedilmiştir.”
Allah katındaki asıl kıymet ölçüsünün takva olması gerçeğiyle birlikte, her insan temel hak ve özgürlükler noktasında eşit addedilmiştir.
Adaleti
Kur’an’da “Allah size mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında adaletle hükmetmenizi emrediyor.” (Nisâ, 4/58) Yine başka bir âyette; “Aralarında adaletle hükmet, şüphesiz Allah, adil olanları sever” (Maide, 5/42) buyrulmakta ve adalet müessesesinin öneminden bahsedilmektedir. Elbette Ömer dendiğinde akla ilk gelen adalettir. Cahiliye toplumunun bu isimle anılıyor olmasının temel nedenlerinden biri toplumda siyasi sosyal ve ekonomik açıdan büyük adaletsizliklerin bulunuyor olmasıdır. Hz. Ömer’de o dönemde işleyen bu fasit dairenin bir parçasıdır. Ancak, ihtidası sonrası Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şu şekilde methine mazhar olmuştur: “Allah’a yemin olsun ki, şeytan sana bir caddede rastlamış olsa, seni görünce yolunu değiştirirdi.” (Müslim, Fedâil, 22) Yani Ömer’in olduğu yerde aldatma olamaz, adaletsizlik olamaz. O, Fırat kıyısında kaybolan kuzunun mesuliyetini üstlenecek kadar adalete vurgu yapar.
Adâlet meselesi Hz. Ömer’in üzerinde titizlikle durduğu ve asla müsamaha göstermediği en önemli konuların başında gelmektedir. Mısır valisi Amr b. el-As’ın oğlu bir gün bir müsabaka esnasında Mısır’ın yerlilerinden biri ile ilgili rivayet, Hz. Ömer’in adalet noktasındaki hassasiyetini ortaya koyma adına oldukça dikkat çekicidir: “Mısır valisi Amr b. el-As’ın oğlu bir gün bir müsabaka esnasında Mısır’ın yerlilerinden birine mağlup olur. Bunu bir türlü hazmedemez ve adama elindeki sopa ile vurur. Bu kişi halife Ömer’in adaletini duymuştur. Medine’ye gelir ve durumu Emîru’l-Müminine iletir. Hac mevsiminde Mekke’ye giden Hz. Ömer Amr b. el-As’ı ve oğlunu yargılar haksızlığına hükmeder. Kısas uygular davacı eline sopayı alarak valinin oğlunu halkın huzurunda döver. Daha sonra şu ifadeleri kullanır: “Ey Kureyş halkı! Sizin dışınızdakileri köleleriniz mi zannediyorsunuz.” Yine kendisine dayandırılan bir rivayette Hz. Ömer şöyle buyurmuştur: “Valilerimden birisinden zulüm görüp de haberini aldığım takdirde o zulmü ortadan kaldırmamışsam ben zulmetmiş olurum.”
Hz. Ömer’in adaleti ile ilgili tarihi kayıtlara geçmiş önemli bir vesika olarak yerini almış Ebu Musa el.Eşari’ye yazdığı bir mektup vardır. Bu mektup, âlimler ve hukukçular arasında pek ünlü olmuştur. Hz. Ömer’in İslam’daki kadılığın esaslarını belirttiği bu mektupta adaletle ilgili kısmı şöyledir: “Sana takdim edilen delilleri dikkatle incele... Üzerinde iyi düşün, şunu bil ki, geçerli hale getirilmeyen bir haktan söz etmek, boşunadır. Oturuşunda, gülüşünde, konuşmanda ve icraatında herkese aynı şekilde davran. Böyle yap ki, hiçbir nüfuzlu şahıs senin, taraf tutacağın vehmine kapılmasın ve hiçbir zayıf senin adaletinden ümidini kesmesin. Öfkeli olmaktan, sıkıntı ve ıstırap vermekten, halkı rahatsız etmekten, kızgınlığın olan insanlara değişik davranmaktan sakın.” Bu verdiği direktifler, hak, hukuk, evrensel ilkelerin oluşması, keyfiyetin ortadan kaldırılması, yargının tarafsız ve bağımsızlığı konularında sonraki dönemlerde özellikle İslam Hukukçuları nezdinde büyük bir öneme haiz olmuş, yargıyla ilgili esasların belirlenip düzenlenmesi konularında bu fikirlere oldukça ehemmiyet gösterilmiştir.
“Söz söylediğiniz zaman, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun, Allah’a verdiğiniz sözü tutun.” (En’am, 6/152) Hz. Ömer bu ayetten aldığı dersle akrabalarını, kayınbiraderi Kademe b. Mez’un’u ve hatta kendi oğlu olan EbûŞahme’yi bile cezalandırmıştır.
Hayvan Hakları
Adalet anlayışı sadece insanlara karşı değil hayvanların haklarına karşı da olmuştur. O, hayvanlara acıma duygusuyla yaklaşmış onlara merhamet etmiş ve merhamet edilmesini de istemiştir. “Hz. Ömer (r.a.), hayvanlara aşırı yük yüklenilmemesini emretmiş ve buna riayet etmeyenleri cezalandırmıştır. Devesine fazla yük yükleyen bir çobanı kırbaçlayıp: Devene gücünün kaldırmayacağı yükü mü yükledin? deyip ikaz etmiştir.” Yine Hz. Ömer hayvanların da insanlar üzerinde hakları olduğunu vurgulamış, hasta olmuş veya yaralanmış hayvanları tedavi ettirmiş, kendi arzu ve heveslerinden dolayı hayvanların eziyete maruz kalmasını tasvip etmemiş, eziyete maruz kalan, yara ve darbe izlerinin üzerinde olduğu bir devenin yanına yaklaşarak; “Senden dolayı hesaba çekilmekten korkuyorum.” demiştir. Görüleceği üzere Hz. Ömer’in kişilik ve karakterinin şekillenmesinde, davranışlarının oluşmasında, düşünce ve fiillerinin tutarlılığında hep bir İslamî endişe taşıdığı, yaptığı her şeyi bir şekilde inandığı dinin referanslarına dayandırdığını müşahede etmekteyiz.