Temelde okul öncesi çocuğun gelişim ögeleri nelerdir? Bilişsel gelişim her zaman çok önemli bulunur ama başka kriterler ya da gelişim unsurları da var mıdır?
Çocuğun gelişimini farklı perspektiflerden ele almanın, bilimsel bilgi üretmek açısından elbette çok faydası var. Bununla birlikte bedensel, bilişsel, psiko-sosyal, dinî gelişim; dil ve ahlâk gelişimi açısından bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşmadığımızda doğru tutumu bulmakta zorlanabiliriz. Bunu daha somut örneklerle açıklamak mümkün. Örneğin kızım dört yaşındayken birlikte yürüyoruz. Bir kuş tüyü düştü önümüze. Bir kumrunun kanadından olsa gerek. Yerden aldı, baktı, inceledi. “Çantamıza koyalım.” dedi. “Olur.” dedim. “Ne yapacağız?” diye sordum. “Biriktirelim.” dedi. “Belki bunlardan bir kuş yaparız.” “Peki.” dedim. “Yapalım ama onu canlandırabilir miyiz?” Dedi ki: “Hayır.” “Neden, canlı kuşlar nasıl oluyor o halde?” diye sordum. “Onları Allah yaratır.” dedi. Durmadım yine sordum: “Peki biz yaratamaz mıyız?” Dedi ki: “Hayır, Allah yaratır.” “Evet.” dedim ve konuyu en güzel yerde noktalamak istedim: “Çünkü en güçlü olan Allah’tır.” Dört yaşında bir çocuk olduğunu şu sözüyle hatırlattı: “Hayır tabii ki, en güçlü babamdır.” Şimdi çocuğun verdiği bu tepkinin, çocuğun yaşının tepkisi olduğunu bilmezsek, ille de “En güçlü Allah’tır.” dersek onun zihninde neyi, ne kadar değiştirebiliriz? Israr etsek ne faydası olur? Faydası mı olur, zararı mı olur? Onun en güçlü, en güven veren sığınağı olan babası yine onun Allah tasavvurunu şekillendirecek olan bir bağlanma figürüdür. Öyle ya, somuttan soyuta doğru gidiyoruz. O halde çocuk, Rabbini bulma sürecinde kendi yaşının ve gelişiminin özelliklerini ortaya koyduğunda, onu ısrarla düzeltmeye çalışmak, onunla zıtlaşmak, yargılamak, onun bu arayış sürecini sekteye uğratmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Çocuğun gelişimine farklı perspektiflerden bakmak onu anlamamızı kolaylaştırır. Çocuğun anlam dünyasında yer eden sembolleri küçümseyemeyiz. Goldman der ki: “Temel mesele, çocuğun dinî açıdan neleri öğrenmek zorunda olduğu değil, neleri öğrenebileceği meselesidir.” Çocuğun hazır olması çok önemli… Öte yandan her şey birbiriyle o kadar bağlantılı ki “en güçlü baba” örneğinden devam edecek olursak; çocuğun babasıyla olan ilişkisinin Rabbi ile olan ilişkisi arasındaki bağlantıyı görmezden gelemeyiz. Babalar bunu bilirse daha özenli davranmaz mı? Ortaya koydukları şahsiyet örneğinin hangi noktalara vardığını düşünürlerse kendilerini düzeltme noktasında bir çaba gösterebilirler elbette. Dünyaya gelmesine vesile oldukları çocuklarının hayatının tam olarak neresinde durduklarını görürlerse sorumluluk bilinçleri artabilir. Bunu söylerken karşısında baba figürü olmayan çocuklar geliyor aklıma. Eşlerinin iyi bir örneklik sergileyememesinden endişeli anneler geliyor. Vesvese ve üzüntüye kapılmanın da bir faydası yok. Herkes gücünün yettiğince çabalamakla sorumlu tutuldu. Hepimizin olduğu gibi bize emanet edilmiş olan çocuğumuzun da Rabbi olan Allah, her şeyden haberdar. Örneğin babası şahadet şerbetini içmiş bir çocuğun hayatında bir baba figürü yok, Rabbini nasıl tasavvur edecek? Elbette bu sorunun cevabı Peygamberimizin hayatında. Yetim doğdu, öksüz kaldı ama O’nu Rabbi terbiye etti. Ve ne güzel terbiye etti. Kaygı yok. Gam yok. Her şartta Rabbimiz var bizim. Yine kızım Gülce’nin bir duası geliyor aklıma: “Allah’ım Sen anne ver, baba ver, Allah’ım Sen Allah ver bize. Âmin.”
Çocukluk, insan hayatında, kendine has özellik ve güzellikleriyle, alabildiğine tertemiz bir dönem. Çocuk duygu dolu, seven ve çok sevilen; her yönüyle özel bir varlık. Çocuğun manevi eğitimi deyince ne anlamalıyız? Bu eğitimin inceliklerinde neler var?
Kâinatta her zerrenin bir yaradılış hikâyesi vardır. Herkes kendi hikâyesinin kahramanı olmak için ciddi bir oluş sürecinden geçer. Bir yusufçuk, suyun içinde kimselerin bilmediği bir larvayken yine sadece yusufçuğun bildiği bir sır makamında oluş mücadelesi vermektedir. Derken suyun yüzüne çıkıp kabuğunun içinden çıktığında o şahane kaftanını giyer ve uçmaya başlar. Yusufçuk kendi hikâyesinin kahramanı olurken bir yandan toprağın altındaki her biri farklı türde binlerce tohum, başını yeryüzüne çıkarmaya hazırlanmaktadır. Kimi zeytin ağacı olmaktadır kimi bir gülistanın nadide goncası… Kimi şifa kaynağı kantaron kimi ise çınar ağacı… Kâinatın her zerresi mucizevi bir var oluş hikâyesi yazarken yeryüzünün halifesi olan insanın boş bir levha olarak dünyaya gelmesi ve öylesine büyüyor olması beklenemez. Dünyaya gelen her çocuk, onu yaratan sanatkârın ellerinden çıkıp gelmekte ve her zerresinde yaratıcısının imzasını taşımaktadır. Doğduğu andan itibaren aynı sanatkârın dünyaya yerleştirdiği eserleriyle bir bir karşılaşmaya başlar. Annesi, babası, ailesi, duyduğu sesler, gördüğü renkler, dokunduğu yüzeyler ve her şey bu sebeple ona tanıdık gelir. Bilgisi verilen her şeyin suretiyle tanışmaktadır tek tek. O bir bütünü görmüş, bilmiş ve inanmış olarak yola çıkmıştır. Bütünü zerreleriyle tanıyıp o zerreleri yeniden tümlemek için çıktığı seyahatin adı hayattır. Hayat ona bildiklerini hatırlatmak içindir. Çocuğun kolay inanmasının sebebi bu ezeli tanışıklıktır. Bu sebeple anne-baba, yaratılıştan gelen doğal akışa gönüllerini kaptıran hakikat talebelerindense, çocukları ile bu seyahate aynı içtenlikle devam etmeleri yeterli olacaktır. Çocuğun bu seyahatte en temel ihtiyacı anne-baba şefkatidir, zira onu en çok seven ve koruyan Rabbinin yanından henüz gelmiştir. Fakat bazen çocuğun en ihtiyaç duyduğu sevgi, ilgi ve şefkat, anne-babasının ona daha nitelikli bir eğitim verebilme telaşı arasında kaynayıp gitmektedir. Elbette anne- babaların bu telaşı da sebepsiz değildir. Bilişim çağı hepimizi aşırı ve gereksiz bir sergiye maruz bırakmaktadır. 24 saatte bir silinen ve yenileri gelen gösteriler, günümüz anne-babalarını hiçbir zaman yetişemeyecekleri bir yarışın içinde bırakmaktadır. Değer tüketimi çılgınlığı karşısında yapılacak olan ise sakinleşmek, yaradılışa yaklaşmak, içsel hazinelerimizi hissetmek ve kendi seyahatimizde seyretmektir. Yaradılışa yaklaşmak, çok soyut bir ifade. Peki, insan nasıl yaklaşır yaradılışına? İnsan yaradılışına/ hilkatine ahlâk yoluyla ulaşır. Manevi eğitimin en güzeli yaşayarak sağlanır. Çocuk ailesiyle birlikte tüm değerleri yaşayarak harmanlar ve böylece değerler çocuğun bünyesinde şahsiyete bürünür. Zorlaştırmayalım, kolay olanı seçelim. Çocuğa nasihat etmeyi bırakalım. Onunla birlikte her nefesimizi şükre dönüştürelim. Her an yaratılmakta olan o mucizeye odaklanalım. Göreceğiz, kâinat iman ve ahlâk için her an bizi uyandırma çabasında. Diyelim ki bir yağmur başladı. Bizler için sıradan olabilir ama çocuklar için bu hâlâ bir mucize. Hayatınızda ilk kez yağmur gördüğünüzü düşünün. Bu sizi ne kadar heyecanlandırıyorsa bir çocuğun kalbine sığmaya çalışın, hiç değilse yağmur dininceye dek. Herkes yağmurdan kaçadursun, siz yağmura koşun çocuğunuzla. İliklerinize kadar ıslanırken ruhunuzda bir yerler ıslanacak, belki bir tohum başını çıkaracak topraktan. Bir arayış başlayacak. Bu arayış değil midir insanı Sanatkâr’ın yollarına sevk eden? Hiçbir eseri görmezden gelmemeli anne-babalar. Koşmalı yağmura, dinmeden koşmalı.
Duanın, çocukların hassas ruhlarındaki olumlu etkisine dair neler söylenebilir? Pratikte çocuk nasıl dua etmeli ki çocuk ruhunda “yaratıcı” kavramı hak ettiği yeri alabilsin?
Çocukların da tıpkı biz yetişkinler gibi ruhları vardır ve ruhlarımızın yaşı yoktur. Anne karnındayken bile hissedip anlamlandırışımızın sebebi ve o zamanlardan başlayan oluş hikâyemizin başkahramanıdır ruh. Olup bitenleri derinden hissedecek kadar hassas ve henüz yaratıldığı gibi en yalın haliyle çocuk, dünyayı ve kendini tanıma serüveninde, biz yetişkinlerden çok daha avantajlı. Çocuklarımız, yaradılışının vermiş olduğu tanışıklığı geliştirerek Rabbi ile birlikte yaşamayı öğrenirse neler olur? Dünyayla, insanlarla ve kendiyle daha sağlıklı ilişkiler kurması anlamına gelmez mi bu? Peki, çocukta Yaradan düşüncesinin sağlıklı bir şekilde gelişimi için uygulanabilecek en uygun ve en kolay yöntem ne olabilir? Mesela onlarla birlikte el açsak, dua etsek, çocuğa kendini, kendi dilinde ifade etmesi için fırsat versek, duanın Yaradan’la bir konuşma biçimi olduğunu öğretsek, en yakın dostuna giden yolu göstersek, o dualar içinde ona doğru bir değerler sistemi sunabilir miyiz? Böylece çocuğa hem kendini ifade edebileceği hem de bu süreçte kendini ve Rabbini tanıyabileceği bir yol göstermiş olmaz mıyız? Ne dersiniz?
5 yaş çocuklarıyla dua çalışmalarımızın sonucu bu düşüncelerimizi destekliyor. Dua ederken kendini nasıl hissettiğini sorduğumuzda çocukların verdiği cevap ve sergilediği güven duygusu ilginçtir ki bir katılımcı çocuğumuz “Annemi hissediyorum ben.” diyerek bir çocuğun dua etmeyi öğrendiğinde, annesinin kucağı kadar samimi ve güven dolu bir sığınağa sahip olduğunu bilmesinin ne kadar önemli olduğunu gözler önüne seriyor. Bir diğer çocuğumuz ise “Nasıl dua edersin?” sorusu karşısında uygulamalardan önce ilk mülakatta kullandığı ifadede, duayı “sübhaneke” olarak sınırlandırırken uygulamalardan sonra aynı soruya “Allah’ım seni çok seviyorum. Artık sen çok güzel Allah’sın.” ifadesini kullanarak cevap veriyor. Duanın Allah ile arasında bire bir, özel ve çok kuvvetli bir bağ olduğunu yansıtıyor aslında. Uygulamalar neticesinde çocuklar duayı duygu, düşünce ve isteklerini dolayısıyla kendini ifade edebileceği çok özel bir alan olarak nitelendiriyorlar.
Yine nasıl dua ettiğine ilişkin sorulan soruya uygulamalardan sonra son mülakatta çocuklardan aldığımız şu cevap da ilginç: “İçimden.” Çocukların da bir düşünce dünyaları var. Onlar da kendileriyle konuşabiliyor, kendilerini hesaba çekebiliyor, gün içinde yaşadıklarını değerlendirebiliyor ve bazı sonuçlara varabiliyorlar. Çocukların duayı anlamlandırırken bu ifadeyi kullanmış olması, duanın onlar için bir kendini ifade etme, değerlendirme, yardım isteme ve yol bulma yöntemi olarak hayatlarına girdiğini gösteriyor. Araştırmamız bize gösteriyor ki çocukların da derununda bir dünya gizli ve içlerindeki bu âlemi keşif için dua en güzel araçlardan biri.
Dua deneyimiyle birlikte Allah’ı tanımaya başlayan çocuk O’nu tanıdıkça kendini tanıma yolunda derinleşme sürecine giriyor. Allah tasavvuru ile birlikte vicdanını fark ediyor ve dengeli bir şahsiyet ortaya koymaya çalışıyor. Allah ile her an iletişim hâlinde olduğunu dua ile idrak ediyor, içten denetimli ve ahlâklı bir birey olma yolunda bir adım önde başlıyor. Roger Garaudy bunu şöyle ifade ediyor: “Dua bir ‘istek’ değil bir ‘oluş’tur.”
Nasıl Bir Dua, Nasıl Bir Yaradan?
Elbette çocuğa bu konuda doğru rehberlik etmek gerekiyor. Çocuğa dua etmeyi öğretirken dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan biri, dua ile birlikte zihnindeki Allah tasavvurunu geliştiren çocuğa, Allah kavramının doğru olarak sunulmasıdır. Örneğin dualarında yalnızca isteklerini dile getirmeyi öğrenen bir çocuk, Allah’ı bir sihirli değnek gibi algılamaya başlayacak ve dolayısıyla kendi sınırlarını tanımak için bir çabadan uzaklaşacak ve dışarıdan bir yardım ya da mucize beklentisiyle yanlış bir algı geliştirecektir. Çocuk, dualarını sadece istek aracı olarak kullanmamalı, Allah ile konuşabilmeli, O’na olan sevgisini, minnetini rahatça ifade edebilmeli, ona teşekkür edebilmeli, kendini ifade edip bir yandan kendini bir yandan da Rabbini keşfedebilmelidir.
Dua, çocuğun ruhsal derinliklerine bir seyahat niteliğinde olmalıdır. Allah, “her şeye gücü yeten, kullarını çok seven ve onlara yardım eden, ihtiyaçlarını veren” bir varlık olarak anlatılırken, bu beklentiyle birlikte O’nun sevgisine layık olmak için nasıl bir kul olmak gerektiği de çocuklara verilmeli ve çocuk daima iyiye, güzele, çalışmaya ve üretmeye sevk edilmelidir.
Allah’ın sevgisi, çocuğun dualarının kabulü koşuluna bağlanmamalı, Allah’ın her koşulda kullarını sevdiği ve terk etmediği çocuğa anlatılmalıdır. Böylece çocuk, davranışlarıyla bütün oluşturacak aktif bir dua süreci yaşayacaktır.
“Dua nedir, kime dua ederiz, dualarımızda kiminle konuşuruz, ne zaman, nerede, kimler için dua edebiliriz?” gibi temel dua algısı oluşturularak günlük yaşamın doğal seyrinde çocuklara severek, sevdirerek dua eğitimi verilebilir. Bizzat yaşayarak ve dua ederek çocuğa model olunabilir ve birlikte dua edilebilir. Birlikte dua ederken iyi ve kötü davranışlara vurgu yapılarak çocukta sağlıklı bir değerler psikolojisi gelişmesi için yönlendirme yapılabilir.
Anne-babalar ve çocuğun model aldığı yakın çevresi, her konuda olduğu gibi dua deneyiminde de çocuklar tarafından taklit edilirler. Önce taklit yoluyla dua etmeyi öğrenen çocuk zamanla duayı içselleştirecektir. Çocuğa, oyunla ve çeşitli etkinliklerle dualar ezberletilebileceği gibi kendi dualarını etmesine de fırsat verilmelidir. Anne-babalar birlikte dua etmek için fırsatlar oluşturmalı, nitelikli vakit geçirmek için duanın verdiği imkânları iyi değerlendirmelidirler.
Değerler eğitimi için dua, iyi bir zemindir. Çocuğun istenmeyen davranışları, birlikte dua ederken dile getirilebilir, bu davranışa alternatif olarak iyi bir davranışa işaret edilebilir, hep birlikte kötü huylardan arınmak için Allah’tan yardım istenebilir ve yapılan hatalar için O’ndan özür dilenebilir. Böylece çocuk için hataları düzeltme ve arınma bilinci başlar. Duada itiraflar vardır, vicdanın sesi vardır. Çocuğun kişilik gelişimi için dua deneyimi iyi bir fırsattır.
Yaradan’ın sevdiği birçok değerin, kendi dilinde dua ederken çocuğa öğretilebileceğini ve davranış olarak çocuğa kazandırılabileceğini biz bu çalışmamızda gördük. Selam vermek, gülümsemek, doğru sözlü olmak, sorumluluk sahibi olmak, üretmek, faydalı olmak, çalışmak, paylaşmak, cömert olmak, yardım etmek, sabretmek, iyilik etmek, emaneti korumak, hediyeleşmek, yumuşak huylu olmak, affetmek, teşekkür etmek gibi birçok davranış ki bunların tamamı aynı zamanda evrensel insanî değerlerdir. Bunun yanı sıra çocuk dua deneyimiyle, Yaradan’ın sevmediği birçok davranıştan da uzaklaştırılabilir. Öfke ile zarar vermek, saldırmak, kötülük etmek, yalan söylemek, tembel olmak, cimri olmak, kıskanmak, başkasının malına zarar vermek, izinsiz kullanmak gibi davranışlardan uzaklaştırmak için dua, yine etkili bir deneyimdir.
Çocuğun ezberden ifadelerle ettiği duaların bile ileride anlamlandırılıp hayatına etki ettiğini düşünecek olursak, küçük yaşlardan itibaren kendi anadilinde ve kendi duygu, düşünce ve ifadeleriyle ettiği duaların onun hayatına şimdiden nasıl yansıyacağını tahmin edebiliriz. Çocuk kendi ifadeleriyle dua ettiğinde aktif bir dua sürecine girer. Dil ile ifade ettiğini hâl ve davranışları ile de destekler. Anladığı kadar ifadeye döktüğü dualarını gerçek manada yaşamaya başlar. Allah ile konuşarak hem kendini hem O’nu tanıyabilir ve aradaki bağı geliştirip canlı tutabilir. Bu bağlamda çocuğun kendi dilinde, kendi ifadeleriyle ettiği duaların onun hayatı için çok büyük önem taşıdığını söyleyebiliriz.
Okul öncesi çocukların manevi eğitiminde duanın rolü açısından değerlendirildiğinde hangi duygusal ve davranışsal problemlerin çözümünde faydalı olduğu gözlemlenmektedir? Denetim, uyum ve yeterlilik açısından düşünüldüğünde bu problemlerin altında ne tür manevi ihtiyaçlar söz konusudur?
Sorunların altında mutlaka karşılanmamış, eksik bırakılmış, hatalı tutumlarla baskılanmış ihtiyaçlar var ve sizin de altını çizdiğiniz gibi manevi ihtiyaçlarımız bunların belki de en önemli kısmını oluşturuyor; güven, aidiyet, bağ kurma, kabul görme gibi… Kaygı, korku, öfke gibi duygular ise bu ihtiyaçların nasıl karşılık bulduğuna bağlı olarak şekilleniyor. Bu ihtiyaçların karşılanmasında maneviyattan beslenirsek duygularımız daha dengeli bir zeminde şekillenebilir. Çocuk ve Allah arasında yaradılıştan var olan bağ ve O’nu tanıma, O’na inanma, güvenme eğilimi, dua deneyimi ile birlikte gelişebilir ve bu bilinç ve Allah tasavvurunun, çocuklara verdiği güven duygusu ile korkularında ve kaygılarında azalma sağlanabilir. Egosu şişirilmiş ve hayatın gerçeklerine karşı savunmasız bırakılmış çocukların yaşadığı zayıf özgüven duygusuna karşılık, gerçek manada hayata hazırlayan bir öz güven duygusu ancak maneviyatla sağlanabilir.
İşte biz de tam bu düşünceden yola çıkıp dua deneyiminin, okul öncesi çocukların sosyal davranışlarına yansımalarını araştırmaya koyulduk. Dua etmeyi öğrenen ve hayatına geçiren çocukların sorunlu davranışlarında bir azalma olabilir mi, bunu merak ettik. Bu araştırma için özgün olarak planladığımız etkinliklerle çalışmaya katılan çocukların üç ay boyunca dua etme davranışını deneyimlemeleri ve bununla birlikte sağlıklı bir değerler psikolojisi geliştirmeleri için uygulamalar yaptık. Araştırma sonucumuz bizi şaşırtmadı. Dua etmeyi öğrenen ve duaya hayatında yer veren çocuğun sorunlu davranışlarında azalma olduğunu ve buna karşın olumlu sosyal davranışlarında artış olduğunu bulguladık.
İçine Kapanan Çocuk Rabbi ile Konuşursa…
Dua etmeyi öğrenen çocuk, her zaman ve her şartta kendini ifade edebileceği bir “Yaratıcı”sının olduğunu fark eder. Kendini daima duyan ve dinleyen sahibine el açar. O’nunla konuşur. İhtiyaç duyduğu an, anne-babası veya çevresindeki yakınları, onu dinleyebilecek ya da ihtiyacını anlayabilecek durumda olmasa da onun bir Yaratıcısı vardır. O’nu bilir, O’na sığınır. Yalnız değildir. Dua eder ve rahatlar. Dualarında “ifade” gücü kazanır. Kendini ifade edebilmenin ve anlaşılmanın mutluğunu hisseder. Kendini yalnız ve güçsüz hissettiği anda, kendisini duyan ve dinleyen ve tüm kâinata sözü geçen bir Yaratıcısı olduğunu bilir.
Yalan Söyleyen Çocuk Dua ile Tanışırsa…
Yalan, Allah’ın onaylamadığı bir davranıştır. Dua eğitimi verilen çocuk, ellerini açıp dua ettiği Yaradanı’nın kendisini çok sevmesini ister. Dolayısıyla dua, çocuğu daima Allah ile irtibat hâlinde kılan ve onu kötü davranışlardan koruyan bir zırh olabilir. Anne-babanın ve öğretmenin olmadığı yerde bile çocuk, onu her zaman gören ve duyan bir Yaratıcısının olduğunu hatırlar. Yalan söylemenin kötü bir davranış olduğunu bilen bir çocuk, bile bile yalan söylemekten kaçınır. Yanlışlıkla ve istemeyerek kötü bir davranış sergileyen ya da yalan söyleyen çocuk, yine onu daima seven ve affeden Yaratıcısına sığınacaktır. “Ben yalan söyledim, kötü bir davranışta bulundum, beni affet Allah’ım.” diyebilen bir çocuk hem Rabbinin sonsuz merhametini hissedecek ve güvenle büyüyecek hem de O’nun rızasından mahrum kalma korkusuyla kötülükten daima kaçınacaktır. Dua, bu bilinç için önemli bir araç olabilir.
Öfkelenen Çocuk Yaratıcısını Bilirse…
Dua deneyimi, çocuktan önce anne-baba ve çevredeki yetişkinler için önem arz eder. İç kontrolü sağlayabilen, duygu ve düşüncelerinin gerildiği anlarda kendine hâkim olup iç dünyasını ölçülü ve dengeli bir şekilde dışa yansıtabilen yetişkinlerin rehberliğinde çocuklar, duygu ve düşüncelerini nasıl ifade edebileceklerini görerek öğrenmiş olurlar. Ayrıca dua etmeyi öğrenen çocuk, Allah’ın öfkeyi ve şiddeti sevmeyeceğini de öğrenebilir. Dua ettiği Yaratıcısının hangi davranışları sevip hangi davranışları sevmeyeceği konusunda fikir yürütebilir. Kötü söz söylemek istediğinde beddua yerine dua ile insanlara tepkisini belli edebileceğini düşünebilir. Çevresinde böyle modeller görüyorsa zaten çocuğun sevip kabullenebileceği davranış modeli öfkeden ziyade budur. Çocuk öfkeyi dışarı nasıl yansıtacağını, babasının öfkelendiğinde sergilediği davranışlardan çıkarır. Eğitim ve nasihatten öte çocuğa yaşayarak göstermek, en etkili öğretim metotlarından biridir.
“Taşa yazı yazmak” kabilinden kalıcı etkileriyle değerlendirilen bu dönemdeki manevi eğitim çabalarının ileri yaşlardaki etkilerine dair neler söylemek istersiniz? Bu anlamda sistematik bilgiyi mi duygu eğitimini mi öncelemeliyiz?
Çocuklar Piaget’nin dediği gibi bilişsel bir yabancıdır. Yetişkinlerden çok farklı düşünür. Dili çok farklı kullanır. Fakat aynı zamanda duygusal bir bireydir. Bir yetişkin olarak çocuklarla ancak duyguda bir olabiliriz. Çocuk bir soruyla geldiğinde zihnimizi bir kenara bırakıp önce kalbimize ve ruhumuza odaklanalım. Örneğin kurban konusunu ele alalım. Okul öncesi dönemde bir çocuk, hayvanı neden kestiğimizi sorarken ne hisseder? Ona olan sevgisi, kurduğu bağ kalbimizde canlanmalı. “Onu kesmemizi Allah emretti.” dersek çocuğun çok sevdiği o sevimli hayvanın kesilmesini isteyen bir Allah, çocuğun zihninde nasıl bir tasavvurla yer eder? Bu çocuktan, bizim resmettiğimiz Allah’a yaklaşmasını nasıl bekleyebiliriz? Sonra araya giren bu mesafeleri nasıl telafi edebiliriz? Özellikle okul öncesi çocukların kurbanın bilgisine de görüntüsüne de ihtiyacı yok. Bayramın sevincini, birlik ve beraberlik duygusunu yaşamaya ihtiyacı var. Fakat bir bilgiye ya da görüntüye maruz kaldıysa vereceği tepkide bizim tutumumuzun rolü büyüktür. Çocukların tepkileri bizim tepkilerimizden etkilenir. Çocuk bir görüntüye maruz kalırsa öncelikle soğukkanlı olmak durumu kolaylaştırabilir. Kurbanın toplumsal yönüne vurgu yapmak, ihtiyacı olan insanlardan bahsetmek yeterli olacaktır. Ayrıca çocuklar akranlarıyla bir arada olduklarında bazen meseleleri kendi aralarında çok daha kolay çözümler, anlamlandırır, kabul eder ve kanıksarlar. Aynı şekilde yaşlı büyüklerin de onlara güven veren tutumları çocukları sakinleştirebilir. Dedeler ve nineler ömürlerinin en olgun, en bilge zamanlarını yaşıyor olabilirler. Çocukların ise bu bilgeliğe ve koşulsuz kabule ihtiyacı var. Bu ne demek? Yani çocuklar bizim istediğimiz gibi davranana kadar onları en temel ihtiyaçları olan sevgimizden ve ilgimizden mahrum bırakırsak büyüdüklerinde itaat edecek putlar bulmalarına şaşırmayalım. Çocuklarımızı sevgimizden mahrum bırakarak cezalandırmayalım, davranışlarını ödül ve ceza ekseninde değil vicdan ekseninde şekillendirelim. Allah ile olan bağlarını güçlendirelim ve bunu koşulsuz sevgimizle yapalım. Eleştirilerimiz onların kişiliğini değil, davranışını hedef alsın. Ve onları, insanları olduğu gibi kabul edebilme erdemine erişen büyüklerimizden/dede ve ninelerden mahrum bırakmayalım. Kadim kültürler kuşaklararası öğrenmeyi gerçekleştirebilmeyi, milli manevi değerlerini nesilden nesile aktarabilmeyi başardıkları için var oldular. Bizler de özümüzde var olan güzellikleri yaşatmayı ve aktarmayı seçelim.
İnsanın özü çocukluğudur. İyi insan olmamız için pamuklara sarmalanmış bir çocukluk geçirmiş olmamız gerekmiyor. Yaşadığımız her deneyimi doğru anlamlandıracak bir bakış açısı ve düşünce biçimine ihtiyacımız var. Başımıza gelenleri her ne olursa olsun bir ikram olarak değerlendirebilmemiz için büyük plandan haberdar olan Rabbimizden alacağımız güvene her birimizin ihtiyacı var. Yetişkin ya da çocuk fark etmeksizin… Bu sebeple her an O’nunla birlikte olmak, o canlı iletişimi her an hissetmek hepimizi güçlü kılacaktır ve elbette çocuklukta bu bakış açısıyla bakmaya başlamak, yetişkinliğimizde elimizde olan en büyük servetimiz olacaktır. Hiçbirimiz çocuklarımızın sahibi değiliz. Bizlerin sahibi de anne-babalarımız değildi. Bizler ancak emaneti korumakla mükellefiz. Ve çocuklarımızı asıl sahipleriyle tanıştırmak en asli vazifemiz.
Nereden başlayabiliriz? En kolayından… Dil, düşüncemizi yönlendiren bir araçtır. Dil çocukların kendi davranışlarını düzenleyip yönetmelerine ve yeni fikirler geliştirmelerine olanak sağlar. Örneğin çocuk kendi kendine konuşurken aslında kendi davranışlarını yönetiyor ve kendi kendini yönlendiriyordur. Bu bilgi aslında çocuğun dua etme süreci için bize ipuçları verir. Çocuğun içsel konuşmaları onu yaratan Rabbi ile muhabbete dönüşürse neler olur? Dua içsel bir konuşma değil midir? Kendi kendimize konuşmak yerine bizi seven koruyan sonsuz güç sahibi Yaratıcımızla konuşmak bizi güçlendirmez mi? Çocuk, Yaratıcısıyla konuşurken davranışlarını da O’nu merkeze alarak düzenleyip yönetmez mi? Ya bizler? Manevi ihtiyaçlar deyince belki de çocuk ve yetişkinler olarak eşitleniyoruz, çünkü ruhumuz aynı kaynağa muhtaç. Bugün başlayalım öyleyse, iç sesimizi Rabbimizle muhabbete dönüştürelim ve çocuklarımıza en önce bunu öğretelim.