Tabiatta ve İnsanda Dengenin Bozulması: Fesat / Doç. Dr. Duran Ali Yıldırım

Fesat nedir? Fesadın temel sebebi ve genel sebepleri nelerdir?

Öncelikle derginizde hem insanlığı hem tabiatı hem de evreni ilgilendiren önemli bir konuyu, daha doğrusu sorunu gündeme getirdiğiniz için teşekkür ederim. Zira burada hem günümüz hem geleceğimiz hem aile ve toplumumuz hem de neslimiz söz konusudur. Dolayısıyla hep gündemimizde olması gereken önemli bir çevresel ve toplumsal problemdir fesat.

Fesat, en temel anlamda “bozulmak, çürümek, doğru yoldan sapmak” gibi anlamlara gelmektedir. Ayrıca fesat; haksızlık etmek, çalkantı, düzensizlik, kaos, kuraklık, kıtlık, herhangi bir şeyin itidal çizgisinden çıkması, bir şeyin faydalı olmaktan çıkıp zararlı hale gelmesi, tabii ve sosyal dengesinin kaybolmasıdır. Fesat kavramında küfür, şirk, nifak ve isyan anlamları da vardır. Hikmetin gerekli kıldığı ölçünün tahrip edilmesi, değiştirilmesi de fesat olarak değerlendirilebilir. Netice olarak “fesat” kavramı Kur’an’da genel olarak, birey ve toplumun yeryüzü ve çevrenin, barış ve huzur ortamının, mal, can ve namus güvenliğinin bozulmasını ve yok olmasını, iman, ibadet, ahlâk, hak ve istikâmetten sapmayı, şirk, küfür, nifak ve isyan olan inanç, söz, fiil ve davranışları ifade eder.

“Fesat” Kur’an-ı Kerim’de hep insan davranışlarının sebep olduğu bireysel, toplumsal ve doğal çözülme ve bozulma süreçleri için kullanılır. Dolayısıyla fesadın olduğu her alanda insan unsuru birinci derecede rol oynamaktadır. Kur’an’a göre fesadın gerçekleşmesinde faal durumda olan her zaman insandır, yani insanın kendi elleriyle yapıp ettikleridir. Buna şu ayet ile işaret edilmiştir: “İnsanların kendi elleriyle işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.” (Rûm, 30/41)

İnsandaki inanç bozukluğu yani şirk, küfür ve nifak; birey ve toplum üzerinden yeryüzüne fesat olarak yayılmaktadır. İnancında problem olan insanın ahlâk ve davranışlarında da sorun bulunmaktadır. Yanı sıra insanın zaafları, kalbindeki kötülük duyguları diyebileceğimiz hırs, kibir, haset, bencillik, cimrilik, ayrıca nefis, heva, cehalet, şeytan, tağutlar, adalet ve merhamet duygularını kaybetmiş ve Kur’an’ın mütrafûn diye isimlendirdiği şımarıklar ile müstekbirler, bireysel ve toplumsal fesadın en önemli faktörleri olarak sayılabilir. Yani insandaki zaaflar onu korkulara, kaygılara, lüks ve konforlu yaşam arzusuna ve bitmek bilmeyen isteklere netice itibariyle de onu fesat işlemeye yöneltmektedir. “İçlerinden öylesi var ki ona (Kur’an’a) inanır; yine onlardan öylesi de var ki ona inanmaz. Rabbin bozguncuları daha iyi bilendir.” (Yûnus, 10/40) ayeti insanın inancının veya inançsızlığının onu ya kötülüğe ya da iyiliğe yönlendiren bir etken olduğunu hatırlatmaktadır.

İnsandaki inkârın sebebi istiğna (kendisini hiç kimseye muhtaç görmeme), istikbar (kendisinden başka büyük ve güçlü tanımama) ve taklit (gördüğünden ve bildiğinden başka bir şeye inanmama) tavır ve tutumu ile kalbin manevi fonksiyonunu kaybetmesidir. Çünkü küfür/inkâr, (iman-düşünce- eylem) çerçevesinde Allah’tan vahiy olarak gelen ilâhî mesajlara karşı gösterilen olumsuz tavırların en somut biçimidir. Yani insanı bozgunculuk yapmaya götüren basamakların nihai noktasıdır. Buna göre insanın zalim, müfsit, fâsık, müstekbir, bâğî ve tâğî (azgın ve taşkın) bir kişi haline gelmesi küfrünün yani inkâr etmesinin bir neticesidir.

İnsan ve Kur’an ilişkileri ve Peygamber tebliğini düşündüğümüzde, fesat nasıl bir süreçle bireyi ve toplumu etkilemektedir? Tabiatın doğal varlığında ve işleyişinde salah hâkimse, yolunda gitmeyen şeyler nelerdir?

Yüce Allah, insanı yaratmış ve onu başıboş bırakmamıştır. Doğruyu yanlışı ayırt edebilecek akıl gibi bir büyük nimet vermiş, aklına rehberlik etmesi için insana bir de vahyetmiş ve peygamberler vasıtasıyla rehberlik etmiştir. İlk insan olarak kabul edilen Hz. Âdem, aynı zamanda ilk peygamberdir.

Kur’an’ın muhatabı insandır ve Kur’an insanı inşa ve ıslah etmeyi amaçlamaktadır. Sürekli onu inanmaya, Allah’a karşı isyankâr olmaktan ve kötülük yapmaktan sakınmaya davet etmektedir. Peygamberlerin gönderiliş gayesi de insanı düştüğü inanç sapkınlığından kurtarmaktır. Hz. Nuh kavmine: “Gücüm yettiği kadar sizi ıslah etmekten başka bir arzum yoktur ve ben bunu ancak Allah’ın yardımıyla başarabilirim.” demiş ve bu sözüyle peygamberlerin işinin insanları inanç ve amellerinde düzeltmek olduğunu vurgulamıştır. Allahu Teâla Kur’an’da sık sık “Islahından sonra yeryüzünde fesat çıkarmayın.” uyarısını tekrarlamaktadır. Zira insan “ahsen-i takvîm” yani en güzel kıvamda ve en güzel surette yaratılmış, kâinat da eksiksiz, kusursuz bir güzellikte ve mükemmel işleyen bir düzen ve nizamda yaratılmıştır. Dolayısıyla insandaki bozulma ve kâinattaki denge ve nizamın altüst olması sonradan insan eliyle ve insanın müdahalesiyle gerçekleşmiştir. Kur’an bu duruma açık ve net bir şekilde işaret etmekte ve “İnsanın kendi yaptıkları sebebiyle karada ve denizde fesat/bozulma meydana geldi.” uyarısıyla bu düzensizliğin ve kaosun sebebini insana bağlamaktadır.

  • Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) fesada dair yaklaşımlarında en dikkat çekici unsurlar, çözümler nelerdir? Kur’an, fesada ne tür yaptırımlarla müdahale eder?

İslam’ın genel din anlayışının merkezi olan ve her türlü kötülükten ve isyankârlıktan sakınma ve korunma anlamına gelen “takva” insanın ahlâk ve erdeminin, değer ve kıymetinin ilâhî ölçütü olarak Kur’an’da yer almaktadır. (Bkz. Hucurât, 49/13) Kur’an, yeryüzünde meydana gelen bozulmaların sebebi olarak insanın kendi yapıp ettikleri konusunda uyarılar yapmakta ve meydana gelen bozulmalardan ilk önce zarar göreceklerin de insanın kendisi olacağına dikkatleri çekmektedir. (Rûm, 30/41). İnsanın istek ve arzularının sınırı yoktur. Her zaman da kendine hayrı ve faydası olan şeyleri istemez. Bunun için Yaratıcı Allah (c.c.) insanın amel ve eylemlerini, insanın menfaati adına sınırlar ve ölçülerle dengelemeyi murat etmektedir. “Şayet Hak, insanların hevalarına (istek ve arzularına) göre olsaydı göklerde ve yerde bozulma/fesat meydana gelirdi.” İşte bu ayet insanın kendi arzu ve istekleriyle baş başa bırakıldığı takdirde her türlü kötülüğü ve bozgunculuğu yapabileceğini anlatmaktadır. Kur’an’ın bildirdiğine göre insan başıboş, sorumsuz bırakılmamış; tam aksine sorumlu yani halife kılınmıştır. Yapıp ettiklerinin hesabını vereceğine ve Yaratıcı’nın her yaptığından haberinin olduğuna inanan insan kendisini kötülük yapmaktan uzak tutar. İnsan yaratıcıya ve yaratılanlara karşı sorumludur. Bu sorumluluk dünyada kendisine verilen her nimete karşı onda bir emanet bilinci oluşturur. Bu bilinç onun çevresine karşı istediği gibi davranmasına mani olur.

“Başınıza ne musibet geldiyse bu kendi yaptıklarınız sebebiyledir. Ve Allah bunların çoğunu affetmektedir.” (Şûra, 42/30) ayet-i kerimesi de çok önemli bir uyarıdır. İnsan yaptıklarıyla dünyasını güzelleştireceği gibi berbat da edebilmektedir. Peygamberlerin geliş sebepleri, onların insanlara iyi davranışlarda örnek olmaları ve yanlışa düştüklerinde onları uyarma ve ıslah etmeleridir. Islah, fesadın zıddı olan bir durumdur. Buna göre peygamberler insanların bozulmalarını ve bozgunculuk yapmalarını engellemek ve bu konuda onlara uyarmak suretiyle ıslaha çalışmışlardır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ümmeti hakkında “Siz ateşin etrafında uçuşan kelebekler gibisiniz, her an ateşe düşebilirsiniz. Ben de sizi tutup o ateşe düşmekten korumaya çalışıyorum.” (Buhârî, Rikak, 26; Müslim, Fedâil, 17-19) buyurarak insanın kendisini ateşe attığını, İlâhî mesajların da insanı ateşe düşmekten kurtarmaya yönelik olduğunu hatırlatmış oluyor.

Özellikle günümüzde fesadın itikadî ve ahlâkî bağlamlarına, cinsel sapmalara dair gözlemleriniz nelerdir?

Ayette şöyle buyrulmaktadır: “Şayet göklerde ve yerde Allah’tan başka ilahlar olsaydı orada fesat meydana gelirdi.” (Enbiyâ, 21/22). Ayet son derece açıktır. Kâinatta denge ve düzen dâhil her türlü istikrarın tevhid inancı ile gerçekleştiğine işaret etmektedir. Eğer varlık âleminde Allah’tan başka ilâh olsaydı ilâhlar arasında yaratma, yönetme ve üstünlük konularında anlaşmazlık meydana gelir, bu da varlığın yaratılma imkânının ortadan kalkmasına veya evrenin nizamının bozulmasına sebep olurdu.

Bireysel ve toplumsal yaşamda insanı fesada yönelten etkenlerin başında, kendisini her eylem ve hareketinde takip eden, yaptığı her şeyi bilen ve yaptıkları sebebiyle hesaba çeken Allah’ı ve her şeyin hesabının verileceği ahireti inkârı gelmektedir. İnsanın özellikle ahireti inkâr etmesi onu istediği gibi davranma, her istediğine sahip olma gücünü ve özgürlüğünü kendisinde görme küstahlığına, had bilmezliğine netice itibariyle her kötülüğü işleme gibi bir başıboşluğa düşürmektedir. Hâlbuki Kur’an insanın başıboş bırakılmadığını, sorumlu kılındığını, kendisine verilen her türlü nimetin ve yaşadığı evrenin emanet olduğuna ve hem kendisini hem çevresini koruma sorumluluğu olduğunu hatırlatmaktadır. Hesap vereceği inancı insan davranışlarını dizginlemektedir. “Utanmazsan dilediğini yap.” sözü ta öteden beri bütün elçilerin ortak mesajı olagelmiştir. Hayanın da imandan olduğu söylenmiştir. Bütün bunlar insanı frenlemenin, kontrol etmenin, sorumlu davranmasını sağlamanın din yani inanç ile olabileceğini gösterir. Allah (c.c.) insana fıtratına uygun olarak ve meşru yollardan arzu ve isteklerini yerine getirebileceği bütün imkânları sunmuş, yolları göstermiştir. Meselâ şehevî arzuları için insanı erkek ve dişi olarak çift yaratmış ve nikâhı meşru kılmıştır. Rızkını temin için çalışmayı ve ticaretle uğraşmayı; kendisine, başkasına ve çevresine zarar vermeden eğlenmeyi meşru kılmıştır. Kur’an arzu ve isteklerin meşru olmayan yollardan karşılanmasını hem haram kılmış hem de fesat saymıştır. Ayrıca fıtrata aykırı olan eşcinselliği, nesli ifsat eden evlilik dışı birlikteliği; insana haksızlık olan hırsızlık, kumar, gasp ve faizi; insanın aklına ve sağlığına zarar veren içki, uyuşturucu vb. şeyleri haram kılmıştır. Bu ilkelerle insanların canı, malı, namusu, nesli ve aklı koruma altına alınmış ve fesada uğratılmasının önüne geçilmesi hedeflenmiştir. İnsanlar şartları zorlayarak bu yasakları çiğnemeye kalkışırsa kendisine kötülük etmiş olur. Yaşadığı evrene, yediği, içtiği ve teneffüs ettiği yani her şeyini elde ettiği doğaya zarar verir. Kur’an da bunu fesat olarak isimlendirir ve insanı uyararak kendine getirmeyi amaç edinir.

Fesadın tabiattaki yansımalarına dair genel olarak neler söylenebilir? Sizin ifadelerinizle, ekolojik sistem, çevre, tüketim, tahakküm ve hırs; hepsinde insanın sorumsuzluğunun öne çıktığını görüyoruz. Düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Bugün dünyada, her toplumda insanların bozulduğundan, insanlığın yok olduğundan şikâyet ediliyor. Aslında tarihin her döneminde insanın bozulması en büyük tehlike olmuştur. Sorumsuzluk, sevgisizlik, ilgisizlik, vicdansızlık, merhametsizlik, vurdumduymazlık, bencillik hepsi insanın bozulmasıyla alakalı ortaya çıkan sorunlardır. Ama bütün bunların sebebi de yine insanın kendisidir. Kur’an’da fesat ile ilgili en dikkat çekici ayetin de ifade ettiği gibi, insanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıkmıştır. İnsanın fıtratının, ahlâkının bozulması, vicdanının yok olması adeta her şeyin ve her yerin bozulması neticesini doğurmuştur. İnsan bir ceza ve uyarı olması için Allah bu bozulmanın faturasını yine insana kesmiştir. İklim değişiklikleri, suların azalması, bitki örtüsünün yok olması, sıcaklık ve soğuk dengesinin alt-üst olması, yangınların, ani sel, çığ, dolu ve heyelân felaketlerinin meydana gelmesi hep insanın bozduğu doğal dengenin ortaya çıkardığı olumsuz tablolardır. Aslında bizim zarar verdiğimiz ve yok ettiğimiz doğa da bize ceza vermektedir. İnsanlık sağlık, ekonomik ve çevresel sorunlarla boğuşmaktadır.

Unutmamamız gereken bir diğer bozulma da insan ilişkileridir. İnsanlar arası güven ve itimat azalmış, hatta yok olmuştur. Kimse birbirine borç, ödünç ve emanet vermek istememektedir. Ziyaretleşmeler, aile, akraba, eş-dost-arkadaş ilişkileri ve dayanışmaları bitme noktasına gelmiştir. Sanal hayat, sosyal medya insanlar arası ilişki şeklini ve düzeyini altüst etmiştir. Akrabalar, komşular birbirleriyle neredeyse yüz yüze görüşmemekte, tanışma, kaynaşma ve paylaşım yok olmaya yüz tutmuş vaziyettedir. Büyük-küçük, hoca-talebe, öğretmen-öğrenci, karı-koca arası sevgi ve saygı fesada uğramış durumdadır. Bütün bu olumsuz tablolar insan eliyle ortaya çıkan ve yine insanın kendisini tehdit eden fesat sonuçlarıdır. İnsanların aşırı kazanma, her istediğine sahip olma hırsı ve tamahı helal haram kaygısını, fakir, yoksul ve akrabaları gözetme duygusunu bitirmektedir. Paylaşmanın yerini yarışma, barışmanın yerini kavga ve öfke almıştır. Selamlaşma ve hediyeleşme azalmış, menfaat eksenli ilişkiler çoğalmıştır. Daha lüks ve konforlu yaşam arzusu ve yarışı, lüks, israf ve bilinçsiz harcamalar infak ve yardımlaşma duygusunu köreltmiştir. Cimrilik ve bencillik âdeta bir salgın hastalığa dönüşmüş, insanların müstağni davranışları ülfet, uhuvvet ve muhabbeti hayattan çıkarmıştır.

Dünyadaki göçmen faciaları, hayvanlara merhametsizce işkenceler, yapılaşma ve çalışma alanı açmak için çevreye fütursuzca verilen zararlar bizi ve dünyamızı ciddi anlamda tehdit etmektedir. Eşler arası ilişkilerin bozulması, aile içi şiddetin her geçen gün azalmak yerine artması, aileler ve akrabalar arası cinayetlerin yayılması hep insanın fesada uğramasının ve bu bozulmanın insan eylemleriyle yeryüzüne yayılması fesadın tüm boyutlarıyla etrafımızı sardığının en açık göstergeleridir. Bütün bu olumsuz ve üzüntü verici tablolar insanın fesada uğramasının ve davranışlarına yansımasının sonuçlarıdır.

Ben tekrar çok önemli bir doğal ve sosyal sorunu gündeme getirmeniz ve derginizde buna yer vermenizden dolayı çok teşekkür ediyorum. Her birimizi Yaratıcımıza ve yaratılmışlara karşı daha dikkatli, sorumlu ve duyarlı olmaya davet ediyorum.