İnsanlık, Hz. Adem’den beri hep bir tanrıya inana gelmiştir. Buna “kabul-i âmme” denir ki anlamı, insanlarda bir yaratıcıya inancın doğuştan var olması ve yeryüzünde bütün insanlığın, ırkları, dinleri farklı da olsa bu inanıştan kaçamamalarıdır... Bu yaratılış hakikati, kelam ilminde Allah’ın varlığının en güçlü delillerinden olarak kabul edilir ve “kabul-i âmme delili” olarak ifade edilir.
Tanrının veya Allah’ın varlığından kaçmak mümkün olmayınca buna bağlı olarak dinden kaçmak da mümkün değildir. Zira birisi diğerinin kaçınılmaz sonucudur. Yani bir tanrının varlığı kabul edilince bu inancın arkasından din mutlaka gelecektir. Bu gerçekten kaçış, aklen ve mantıken mümkün değildir.
Din demek aslında hukuk, kural demektir. Yeryüzünde gelmiş geçmiş bütün kavimleri, toplulukları araştırıp incelediğinizde hukuksuz, kuralsız yaşamış ve hâlâ yaşayan bir topluluk göremeyeceksiniz.
Hayvanlar bile kendi içlerinde şaşılacak birtakım kurallarla yaşamlarını sürdürüyorken insanlar için kural olmaması düşünülemez. İnsanları ve hayvanları bir yaratıcının yarattığına inanıyorsak, hayvanlara kural koyan bir yaratıcının insanlar için kurallar koymaması düşünülemez.
Daha akıllı varlıklar elbette kuralsız olmaz, zaten yeryüzünde kuralsız, hukuksuz bir tane ilkel toplum dahi yok.
Elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin o zaman; dinler varsa ki var, bakın bakalım eğer dinler satılıyor olsaydı insanlar hangi dini satın alırlardı… Hiç şüpheniz olmasın İslam’ı tercih ederlerdi… Her yönüyle bir bakın, bütün dinler arasında İslam bütün ihtişam ve güzelliği ile parlamıyor mu? Biraz akıl ve vicdan sahibi herkes İslam’ı seçerdi, bundan hiç şüpheniz olmasın. Fakat burada bağnaz Müslümanların şirazesinden çıkardıkları İslam dinini kastetmiyorum; zira onların temsil ettikleri din asla gerçek İslam değildir…
Gerçek İslam’ı ortaya koymak da bugün Müslümanlar üzerinde önemli bir sorumluluktur. Yaşadığımız bu çağda insanların gerçek İslam konusunda ciddi olarak aydınlatılmaya ihtiyaçları olduğu gibi, iman konusunda, şüphe ve vesveselerin ne olduğu, güvenilir bilginin ne olduğu konusunda da aydınlatılmaya çok ihtiyaçları var…
Araştırmak İmanı Artırmaz İmanı Amel ve Zikir Güçlendirir
İletişim çağındayız. Bu çağ, bilgiyi önümüze getirme konusunda bize geniş imkânlar sunuyor ama kârımızı zararımızı hesap edecek donanımımız, filtremiz yoksa aynı zamanda bu çok tehlikeli bir durum teşkil ediyor.
Örneğin, 19. ve 20. yüzyılda etkileri çok güçlü olan pozitivist düşünce, Batı ile beraber İslam düşünce âleminde de ciddi tahribatlar yaptı. Hâlâ bu cahili düşünce, filtresi olmayan zavallı zihinlerde saltanatını sürdürüyor…
Bu felsefi düşünce çoktan çürüdü ama şeytan bunu vesveselerimizde çok kullanıyor… Mesela bunun zararlı bir uzantısı olarak imanda sanki matematiksel ispat arayışlarına girdik. Hâlbuki bu konu üzerinde her fırsatta bahsettiğimiz gibi iman delille olmaz kalple olur; kalbin çalışma şekli ise sezgiseldir. Ayrık beyin deneyi ile kalpte sezginin varlığı ispat edildi. Sezginin devreye girmesi ise senin iman sahibi olmana yeter, başka bir şeye gerek yok. Elbette abartmadan akla, yani aklî delile de yeterli önem verilmeli; ama olmazsa olmaz gibi değil de olursa daha iyi olur gibi.
Haşa, Allah’ın yerinde olsan kullarından yalnız akılla yapılacak bir imanı ister miydin? Bu, insanlar için ne zor ne çileli bir imtihan olurdu... İnsan önce iman eder, sonra delillendirir. İman için sezgi gücü bir anda parlar ve meseleyi kavrar… İşte her şey o anda olur biter. Yalnız akılla inanan ise daha çok uğraşır… O yüzden iman etmek öyle zor değildir; iman kalple, sezgi iledir. Salt akılla bu işe giren işin içinden çıkamaz.
Araştırmak imanı artırmaz, imanı amel ve zikir güçlendirir. İman sezgiyle olunca insan bir emare, bir işaret veya bir delille inanır, yani bir emare iman için yeterlidir. Küçük bir delil yeter, başka delil aramaya gerek yoktur…
Mesela ben bir emareyim, benim gibi bir insanı tanıyan bana inanır. Ben yürüyen bir imanım, haşa bunu gururlanmak için söylemiyorum... Rabbim iman konusunda beni kale gibi yaptı, bunun için çok uzun yıllarımı verdirdi, çilesini çektirerek beni yetiştirdi. İman vesvesesi çekenlere şefkatimden söylüyorum, herkesin bu çilelere girmesine gerek yok… Bu konudaki uzmanlığıma dayanarak söylüyorum ki kafası karışan kişiler hemen ispat etme yöntemine başvurmasınlar; zira ispat etmeye çalışmak imanı akla indirgemek olur. Hâlbuki çok kereler bu konuda bahsettiğimiz gibi akıl insana iman konusunda ucu açık bilgiler sunar… Ucu açık bilgide ise her zaman sorular vardır. Soruların cevapları basit olsa bile her zihni bu cevaplarla susturamaz ve sorularını bitiremezsin. Bu durumda iman ispat etmek için uğraşılmaz, imana inanılır o kadar…
İman Vesveseyle Gitmez
İmanından şüphelenince aklını ikna etmek için bu konuda düşünebilirsin ama bu düşünme iman etmek için olmamalıdır. İman vesveseyle gitmez, gitti sanmayla da iman gitmez… İmanım gitti mi diye korkan imanlıdır; imanının olduğuna delili bu korkusudur… İmanım gitti mi korkusunu yaşayan kişiler asla imanım gitti mi diye şüphelenmesinler. Bu kişilerin şüphe sandığı şey aslında vesvesedir, vesvese de imanın kemâlindendir, yani imanın ta kendisidir…
Bu konudaki şu hadis-i şerife bakın, bu tespit aynı zamanda bilimsel bir mucizedir.
Ebu Hureyre (ra) anlatıyor:
Hz. Peygamber’in (sav) ashabından bir kısmı ona sordular: “Bazılarımızın aklından bir kısım vesveseler geçiyor, normalde bunu söylemenin günah olacağı kanaatindeyiz.” Hz. Peygamber (sav): “Gerçekten böyle bir korku duyuyor musunuz?” diye sordu. Oradakiler “Evet!” deyince “İşte bu (korku) imandan gelir. (Bu tür vesveseler imana zarar vermez.)” dedi. (Müslim)
Allah’a ve dine inancın akılla, delille değil de hisle, sezgiyle kavranabileceği nazariyesine, yani imancılığa fideizm denir.
İman konusunda fideist olmak güzeldir. Benim gibi akılcı birisi bunu söylüyorsa bunu dinleyin. Ben biliyorum ki fideist biri imanım doğru der ve kuvvetlice inanır. Aklına gelen her vesvesede telaşa düşüp paniklemez.
Immanuel Kant fideistti. Kant’ın tanrının varlığını ispatta kullandığı ahlak delili de fideistliğine delildir.
David Hume da fideistti. Ünlü imam İmam-ı Rabbani de fideisttir… Tabi yine biz hem fideist bir psikoloji içinde olarak hem de akla yeterli önemi abartmadan vererek, aklı kullanan bir çeşit fideist gibi imanımızı koruyabiliriz.
İmanı Korumak Her Şeyden Önemlidir
İman her zamanda olduğu gibi bu zamanda da çok önemli. Dolayısıyla imanı korumak da önemlidir. İslam inancı hem kalbe hem akla ve mantığa uygun bir inançtır. Fideist olanlar aslında aklı atmıyorlar ama aklı doğru bir şekilde kullanmış oluyorlar... Mesela İmam-ı Rabbani diyor ki: “Hazreti Peygamber gibi üstün ahlaklı bir nebi, İslam Peygamberi iken ve Kur’ân gibi muhteşem bir kitap ortada iken daha araştırmaya ne gerek var…” Bu çok haklı bir tespit.
Neticede, imanı kuvvetli adam ne kadar günahkâr olursa olsun kıymetli bir adamdır, hatta ameli çok ama imanı zayıf adamdan bile kıymetlidir.
Büyüklerin keşfen görüp söyledikleri bir söz vardır: Fasığın iman nuru, yerle göğü dolduracak kadar çoktur. Sonuçta sonsuz olan bir âlemde ne kadar eza cefa görürse görsün imanlı bir adam ebedi cehennemden kurtulacaktır. Çektiği acılar bir gün sona erecek ve hiçbir şey olmamış gibi sonsuza kadar artık cennet ehli olacaktır. Bunu etraflıca bir düşündüğünüzde ne kadar müthiş bir şey olduğunu anlayacaksınız.
Bu sebeple bir adam imanlıysa ben bu adamı hep severim. Sizlere de bu adamı sevmenizi tavsiye ederim, zira doğru olan budur. Bir adamı severken o kişinin günahkârlığı ve fasıklığı ile imanı ayrı değerlendirilir. İkisini karıştırmak sapla samanı karıştırmak olur…
Müsamahanın kaynağı imandır, imanlı olanı her şartta sevmektir. Zira ahirette mizan var ve orada her şey yerli yerine konacak…
Birbirimizi seveceğiz, ne olursa olsun seveceğiz…
Majik Zihniyet, Olgusal Zihniyet
Sohbetlerimizde iki zihniyet türünden bahsetmiştik… Majik zihniyet, olgusal zihniyet…
Olgusallık, olgularla desteklenen ya da olgularla ilgili verilere dayanan bilginin tek sağlam bilgi türü olduğunu savunmak demektir. Yani metafizikle veya manevi olanla hiç işi olmamaktır… Olgusal zihniyet, böyle insanların zihniyetidir.
Majik zihniyetler ise olgulara değil, sezgi ve duygulara, hislere önem verirler. Müslümanlarda majik tarafın baskın olmasından yanayım… Majik özellik, imana yatkınlık demektir. Yani bir insan majik yönü olmazsa iman edemez… Bu sebeple olgusal kişiler iman edemezler…
Önceleri sadece bu iki zihniyet var kabul ediliyordu. Ama bunlar insan zihniyetlerini tasnifte yeterli olmadı, kritik zihniyet diye yeni bir zihniyet tarif ettiler. Kritik zihniyet: İki zihniyetin karışımı, majik ağırlıklı ama aynı zamanda yeterince akılcı da demektir. Bizlerde de majik ağırlıklı bir akılcılık olmalı, zira İslam âlimleri böyledir ve böyle olmak gerekir.
Aklı yerli yerinde kullanan imancı olmak iyidir… Bu nedenle majik olmak kötü değil güzel bir şeydir ama saçma sapan şeylere, hurafe ve fallara inanan menfi dogmatik olarak tarif ettiğimiz kişilerden olmamak kaydıyla…