İman deyince Ehl-i Sünnet inancına uygun bir iman anlaşılmalıdır. Zira ancak Ehl-i Sünnet inancı Allah’ın (c.c.) kendisine inanmamızı istediği şekilde inanmak anlamını taşır. Tek başına Allah’a (c.c.) inanmak yeterli bir iman sayılmaz… Nitekim ehl-i kitap sayılan Hıristiyan ve Yahudiler de bizimle aynı Allah’a (c.c.) inanırlar ama Hazreti Peygamber’i (sav) ve Kur’ân’ı kabul etmeyince imanları geçerli olmaz.
Hazreti Peygamber’i (sav) ve Kur’ân’ı kabul etmekle de iş bitmez. İslam inancını, Kur’ân’a ve Peygamberin yorumlarına uymayacak şekilde değiştirenlerin, kendinden menkul katkılar yaparak dini bozan bidatçilerin de imanları sahih değildir. İşte bu nedenle Ehl-i Sünnet inancına uygun iman etmeliyiz ve bundan mümkün mertebe kıl kadar olsa bile taviz vermemeliyiz.
İmanımız Ehl-i Sünnet’in inancına uygun olunca arkasından bu inancı salih amellerle korumak ve süslemek gelir. Salih amelin kapsamı içerisine İslam’ın tüm emir ve yasakları, Allah (c.c.) için yapılan hayır ve hasenatlar velhasıl tüm iyilikler girer.
İman duygusu, dünya hayatında korunması gereken en önemli sermayemizdir ve onun korunması her nimetten öndedir… İman ise salih amel ve ibadetle desteklenmeyince, çıplak gezen bir adamın güneşe, soğuğa, yağmura vs. karşı korumasızlığı gibi korumasızdır… O halde korumasız gezmek nasıl hayatımız için tehlikeli ise namazsız, niyazsız, oruçsuz bir İslam yaşantısı da içinde böyle tehlikeler barındırır, bunu unutmamak gerekir…
Yine İslam’ın emir ve yasaklarına uymak, bir meyvenin içini koruyan dışındaki kabuğa da benzer. Kabuksuz bir meyve nasıl çabuk bozulursa korunaksız iman da hemen çalınmaya, bozulmaya namzettir. Zira iman hırsızı şeytan ortalıkta dolaşmakta ve korumasız imanları çalmaktadır…
Şeytanın tehlikesine aldırmamak ve bundan şüphe duymamak ise Kur’ân’a ve Hazreti Peygamber’in uyarılarına kulak tıkamaktır ki böyle bir gaflet içine düşenlerin akıbetinden gerçekten çok korkulur… Bu sebeple şeytanın şerrinden Allah’a sığınmak ve bu büyük düşmanı hafife almamak lazımdır.
“Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o hayâsızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediği kimseyi tertemiz kılar. Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Nûr, 24/21)
Evet, inandık demekle kurtulmak yoktur…
“İnsanlar, “İnandık” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler. Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah, doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.” (Ankebût, 29/2-3)
Allah korusun, İslami anlamdaki görev ve sorumluluklarımızı hafife alma ve savsaklama, neticesi imanı kaybetmeye kadar giden kötü bir süreci bizim adımıza başlatabilir. O zaman hem Rabbimiz’i razı etmek hem de çok önemli olan imanımızı korumak için görevlerimizi ciddiye almalı, bu konuda ihmalkârlıktan ve tembellikten kaçınmalıdır.
Amellerin yapılması da aslında tek başına yeterli değildir. Bundan sonra üçüncü bir aşamaya gelinir ki bu da ibadetleri yaparken, güzel ameller işlerken niyetin halis olmasına dikkat etmektir. Zira bizlerden sadece amel değil, Allah (c.c.) için olan amel istenir… Öyle olmasa idi işlerimizin münafıkların işlerinden ne farkı kalırdı ki zaten… Onlar da Müslümanların gözlerini boyamak için ibadet yapar, görünmezler mi nitekim?
İbadetlerde riya, iman zayıflığı, Allah’a muhabbet azlığı gibi tehlikeli sonuçları olan bir nefs hastalığıdır. Efendimiz’in (sav) bu konuda uyarıları çok fazladır.
Resulullah (sav) buyurdular ki: “Allahu Teâlâ Hazretleri diyor ki: Ben ortakların şirkten en müstağni olanıyım. Kim bir amel yapar, buna benden başkasını da ortak kılarsa onu ortağıyla baş başa bırakırım.” (Müslim, Zühd 46)
İbadetlerde niyetin halis olması, ibadetlerin karşılığının yalnız Allah’tan (c.c.) beklenmesi anlamı taşır. Kim ki bir ibadet yapar ve karşılığını Allah’tan değil de kullardan beklerse Allah (c.c.) katındaki mükâfattan mahrum kalır. Ahirette, yaptığı nice iyilikleri hayır ve hasenatları amel defterinde bulamaz. Orada şaşırmak, ah vah etmek yerine burada bunun hesabını yapmak, ihlası elde etmek için çalışmak her akıllı Müslüman’ın öncelikli işidir.
Hz. Ebu Hüreyre’den naklediyor:
“Resulullah (sav) buyurdular ki: Kıyamet günü ilk çağrılacaklar, Kur’ân-ı ezberleyen biri, Allah (c.c.) yolunda öldürülen biri ve bir de çok malı olan biridir. Allah Teâlâ Hazretleri Kur’ân okuyana: “Ben Resulüme inzal buyurduğum şeyi sana öğretmedim mi?” diye soracak. Adam: “Evet ya Rabbi! diyecek. “Bildiklerinle ne amelde bulundun?” diye Allah Teâlâ tekrar soracak. Adam: “Ben onu gündüz ve gece boyunca okurdum.” diyecek. Allahu Teâlâ Hazretleri: “Yalan söylüyorsun!” diyecek. Melekler de ona: “Yalan söylüyorsun!” diye çıkışacaklar, Allahu Teâlâ Hazretleri ona: “Bilakis sen, falanca Kur’ân okuyor, densin diye okudun ve bu da söylendi.” der.
Sonra mal sahibi getirilir. Allah Teâlâ Hazretleri: “Ben sana bolca mal vermedim mi? Hatta o kadar bol verdim ki kimseye muhtaç olmadın?” der. Zengin adam, “Evet ya Rabbi” der. “Sana verdiğimle ne amelde bulundun?” diye Allah Teâlâ sorar. Adam: “Sıla-i rahimde bulunur ve tasadduk ederdim.” der. Allahu Teâlâ Hazretleri: “Bilakis sen, cömerttir, desinler diye bunu yaptın ve bu da denildi.” der.
Sonra Allah yolunda öldürülen getirilir. Allah Teâlâ Hazretleri: “Niçin öldürüldün?” diye sorar. Adam: “Senin yolunda cihadla emrolundum. Ben de öldürülünceye kadar savaştım.” der. Hakk Teâlâ ona: “Yalan söylüyorsun!” der. Ona melekler de: “Yalan söylüyorsun!” diye çıkışırlar. Allah Teâlâ Hazretleri ona tekrar: “Bilakis sen, cesurdur, desinler diye düşündün ve bu da söylendi.” buyurur.
Sonra Resulullah (s.a.v.) (Ebu Hüreyre’nin dizine vurup): “Ey Ebu Hüreyre! Bu üç kimse kıyamet günü, cehennemin aleyhlerinde kabaracağı Allah’ın ilk üç mahlûkudur!” dedi.
Şüfey der ki: “Ben Ebu Hüreyre’den aldığım bu hadisi, Hz. Muaviye’ye haber verdim. Bunun üzerine: “Böylelerine bu muamele yapılırsa insanların geri kalanlarına neler yapılır?” dedi ve Hz. Muaviye şiddetli bir ağlayışla ağlamaya başladı, öyle ki helak olacağını zannettim. Derken bir müddet sonra kendine geldi, yüzündeki (gözyaşlarını) sildi ve şunları söyledi:
“Allah ve O’nun Resulü doğru söylediler: Kim yalnız dünya hayatını ve onun zinetini isterse biz onlara yaptıklarının karşılığını orada tastamam öderiz. Orada onlar bir eksikliğe uğratılmazlar. İşte onlar, kendileri için ahirette ateşten başka bir şey olmayan kimselerdir. (Dünyada) yaptıkları şeyler orada boşa gitmiştir. Zaten bütün yapmakta oldukları da boş şeylerdir.” (Hud, 11/15-16) (Kütübü Sitte, Hadis No: 2002)
Bütün kötü huy ve sıfatlar ve manevi hastalıklar, kimisi sonradan olma ve öğrenilme olsun veya kimisi yaratılıştan verilmiş olsun hepsi de dünyadaki imtihanımızın önemli bir bölümünü teşkil ederler. Dolaysıyla güzel ahlakın önemli bir şubesi olan ihlas duygusu da bunlardan birisi olarak önemli bir sınavımızdır ve imanın kuvveti ve Allah (c.c.) sevgisi ile direkt alakalıdır. İhlastan mahrum amel, içine su karışmış süt gibidir. Sütün içindeki su ne kadar fazla olursa o süt o kadar süte değil suya benzer.
İman, rüyalarda süt ile sembol olunur. Bu örnek bu anlamda önemli bir benzetmedir. Süte su karıştıran bir süt satıcısı bizim gözümüzde ne kadar kıymetsiz ve sahtekâr ise, amellerini riya ile doldurmuş kişiler de meleklerin ve Rabbimiz’in katında yalancı ve sahtekâr bir görüntü içindedirler… Dolayısıyla bundan kurulmak için mücadele etmek gerekir. Riya duygusu, Rabbimiz’in bizleri sınamak için verdiği güçlü bir duygudur. Bunun varlığından insan mesul değildir ama bu duyguyla mücadele etmezse mesul olur…
Dünya, ahiret nimetlerinin satın alındığı ve kazanıldığı bir ticaret yeridir… Bu mantıkta bakınca olaya nasıl ki bir tüccar sattığı malların hepsini kârdan saymaz, bilir ki asıl kâr, maliyet çıktıktan sonra geride kalandır; amellerin kazancı da aynen öyledir… İşlediğimiz günahlar, hatalar, kusurlar çıktıktan sonra geriye kalan bizim amelimizdir.
Ameller birçok testlerden ve incelemelerden geçtikten sonra kabule şayan olurlar…
Bu konuyla ilgili Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Âlimler hariç, insanlar helak olmuştur. İlmiyle amel edenler hariç, âlimler de helak olmuştur. İhlas sahipleri hariç, ilmiyle amel eden âlimler de aldanmıştır.” (Sağânî, Mevzûât, 39; Aclûnû, Keşfü’l-Hafâ, II, 433 Hadis No: 2796 ; 2/280 no: 2795)
Görüldüğü gibi işin sonu ihlasa varıyor… İhlaslı amel kıymetli taşlar gibidir, azı da çok para eder. İhlassız amel ise kıymetsiz taşlar gibidir, tonlarcası beş para etmez…
“İhlas ile amel etmek, az da olsa yetişir.” (Hakim)
“Amelin halis ise azı da sana yeter.” (Deylemi)
Rabbim bu güzel duygunun sırrına ve ecrine ulaşmayı cümle kardeşlerimize nasip etsin inşallah...
Allah’a (c.c.) emanet olun.