Evet… Türkiye’de Referandum, Avrupa’nın Derdi Ne? / Ak Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk

Temel soru şu: Referandum sürecinde Avrupa’nın sancıları, Ortadoğu’da ve dünyada Türkiye’nin yeniden söz sahibi olması ve 16 Nisan referandumunda Millet ve Ümmet adına geleceğe bir Milli Haykırışın ifadesi olarak niçin “EVET” demeliyiz? 

Bu soru, aslında pek çok soruyu da içinde barındıran bir soru. Çünkü “Evet”in pek çok haklı sebebi var. Biraz fikir jimnastiği yapalım: 

Halkın egemenliğini esas almasına rağmen, halkın egemenliğinin hep vesayet altında tutulduğu parlamenter sistem neye yetmedi de bir sistem değişikliğine ihtiyaç duyuyoruz? Parlamenter sistemde neleri başaramadık da bir sistem değişikliği istiyoruz ya da parlamenter sistem içerisinde neleri başardık da bu bize yetmedi, bir sistem değişikliğini istiyoruz? Merhum Demirel, merhum Erbakan, merhum Türkeş, vakti zamanında ta 1970’li yıllarda neden “başkanlık sistemi” demişler, niçin Türkiye’nin bir sistem değişikliğini konuşmuşlar, neden dillendirmişler, ne görmüşler de sistem değişikliğinde ısrarcı olmuşlar, yüksek sesle bunu ifade etmişler? Türkiye, kuvvetler ayrılığı ilkesi üzerinden çok başlılığa neden kilitlenmiş? Çok başlılığa kilitlenmiş bir Türkiye neleri başarmış, neleri başaramamış? Bu sistem değişikliğiyle bu topluma neyi vaat ediyoruz?

Ben 87’li, 89’lu yılları iyi bilirim. Rahmetli Turgut Bey başkanlık sistemi dediği zaman, Türkiye’de kıyamet kopuyordu. “Türkiye’yi bölecek misiniz?” diyordular, “Federasyon mu olacak?” diyordular. Karşısına her türlü muhalif grup çıkıyordu ve rahmetliyi konuştuğuna konuşacağına pişman ediyorlardı. Ama bakınız, bugün Türkiye, sistem değişikliğini en ileri seviyede tartışıyor, herkes düşüncesini ifade ediyor, edecek. Eleştiren var, kabul eden var, “Hayır” diyen var, “Evet” diyen var ama toplumun büyük bir kısmı bunu onaylayacak, göreceğiz. Bana göre, biz referandumdan yüzde 65’le çıkacağız. Ama şartım var; iyi çalışırsak... Bugün bu toplum, Türkiye’nin bir sistem değişikliğini artık içselleştirmiş durumda, ikna olmuş durumda. Sebep ne? Niye Özal başaramadı da, bu size nasip oldu? Birinci sebep şu: AK Parti Türkiye’yi ikna etti. Neyle? Başardıklarıyla… Avrasya Tüneli’ni açtı. Kısa bir zaman aralığında, bu kadar sıkıntıların içerisinde Osmangazi Köprüsü’nü açtı, Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü açtı, hemen ardından kısa bir zaman sonra Marmaray’ı açtı, kısa bir zaman aralığından sonra yolda Çanakkale Köprüsü… 

Çok açık söylüyorum. Özal’ın 29 yıl evvel arkasında böyle bir teşkilat olsaydı Türkiye o yıllarda bu meseleyi çözmüştü. Ama ikinci bir sebep daha var: O sebebin sırrı da Özal’da gizli. Türkiye’nin önünü açarak Anadolu’da bir milli sermaye üretti Özal. Eğer bugün Türkiye’de demokrasi güçlü ise demokrasi çok partili demokratik yaşamdan bu yana geldiğimiz noktada geçmişle kıyaslanmayacak bir noktadaysa ve Türkiye bütün meselelerini Cumhuriyet sonrası inşa edilmiş tüm fay hatlarını kırmadan tartışabiliyor, konuşabiliyor, eleştirel yaklaşımı merkeze koyabilen bir demokratik olgunluk noktasına geldiyse, bunun kilometre taşı, rahmetli Turgut Bey’in Kayseri’yi ayağa kaldırmasıdır, Bursa’yı ayağa kaldırmasıdır, Balıkesir’i ayağa kaldırmasıdır, Çorum’u, Malatya’yı, Sivas’ı, Maraş’ı, Antep’i ayağa kaldırmasıdır. Nasıl? Anadolu’yu dünyaya açarak, Anadolu’daki esnaf kültürünü iş adamı kültürüne dönüştürerek, sermayeyle özgürlük, sermayeyle demokrasi arasındaki; iş dünyasıyla, üretimle, demokrasi arasındaki ilişkiyi güçlendirmesiyle. Özal’ı biz hep hayırla anmak mecburiyetindeyiz. 30 yıl evvel rahmetli Turgut Bey üç şey söylemişti: Bir, yeni anayasa. İki, sistem değişikliği. Üç, Kürt meselesinin çözümünde demokratikleşme. Bu üç başlık eğer o gün çözülseydi, onun bir dördüncüsü, kuzeyden Irak’a girip, rahmetli Necip Torumtay Paşa Turgut Bey’e direnmeyip, 36. paralelin üzerinde var olsaydık, bugün Türkiye’nin terör problemi sıfır noktasındaydı, bugün Türkiye Suriye’yi konuşmuyordu; bugün Türkiye, Irak’ın kuzeyindeki gelişmeleri, Türkiye’nin sınır güvenliğini tehdit edecek Kandil’i konuşmuyordu.

Türkiye’nin dünyadaki yerini ekonomik güç dengeleri açısından nasıl değerlendiriyorsunuz, bunun referandumla ilgisi sizce nedir?

Türkiye, küresel güç sisteminin inşasında güçlerin mücadele alanıdır. Bunun en önemli yansımalarından birisi, Rus büyükelçisine yönelik suikasttır. Doğrudan dünyadaki güç ilişkilerinin çatışmasının bir tezahürüdür bu. Temenni ederim ki bundan sonra bu tip başka bir suikastla karşılaşmayalım. Ama bilin ki dünya yeniden şekilleniyor ve bu şekillenişte en güçlü çıkacak ülke biz olacağız. Sadece birkaç şifre vereyim size. 

Dünyanın ticaret dengesi Doğu’ya kayıyor. Dünyanın önümüzdeki süreçte ticari anlamda çekim merkezi Asya Pasifik olacak ve bu Asya Pasifik’te de bu çekim merkezi olma gücünün en yoğun olacağı adres Çin olacak. Bütün mesele şu: 2050’de Çin nasıl dengelenecek? Şu anda olup biten gelişmelerin hiçbirisi bugüne ait değil, olup biten bütün gelişmeler 50 yıl sonrasının hazırlığıdır. Nasıl Kürt kardeşlerimizi üçe bölerek 100 yıl sonraya hazırlandılarsa PKK’yı üretmek için, şimdi de olup biten bütün gelişmeler 50 yıl sonrasına, 100 yıl sonrasına hazırlıktır. Dolayısıyla Asya Pasifik bir kırılma noktası olacaktır ve bu kırılma noktasında Çin iktisadi anlamdaki yükselişini askeri anlamda bir yükselişle tahkim ettiğinde, dünyanın sahip olduğu stratejik üstünlüğü, nüfus yapısıyla dünyanın nasıl bir fotoğrafla karşılaşabileceğini bir tahayyül edin. O zaman ne yapmak lazım? Çin’in merkeze baskısının bir yerde durdurulması lazım. 

Talas Savaşı’nı hatırlar mısın? Talas Savaşı’nda Çinlileri durduran, Türkler, Araplar ve dâhil olan Kürtlerin Müslüman kimlikli duruşlarıdır. 

Dolayısıyla olup biten gelişmelerin hepsi 50 yıl sonrasının hazırlığıdır ve bu süreçte birtakım sıkıntılar çekeceğiz, çetin günler yaşayacağız; ama bunun arkasından, eğer olağanüstü kritik problemler çıkmazsa bu coğrafyanın merkez gücü Türkiye olacak, Rusya’yla beraber Türkiye bu coğrafyanın şekillenişindeki adres olacak. Avrupa da kendi haline yansın… Bu süreç Avrupa’yı da kendi içinde kıracak, Avrupa da kendi içinde ciddi kırılmalar yaşayacak. Şimdi kim, ne yapmak istiyor? Soru şu: Bu coğrafyayı nerede şekillendirdiler 100 yıl önce; Paris’te ve Lozan’da şekillendirdiler. Problem şu: “Siz, nasıl olur da bizsiz Moskova’da bir araya gelirsiniz. Siz nasıl olur da biz olmadan Suriye’de yeni denklem kurmaya kalkarsınız? Siz nasıl olur da Ortadoğu’daki denklemi kurmak için Avrupa’da değil de Astana’da toplanırsınız?” Bu süreçte İran komşumuzun çok aklı başında hareket etme mecburiyeti var. Halep’te, Suriye’de ortaya çıkan fotoğrafı taşıyabilmek çok güç bir iş; ancak, o fotoğraf üzerinden bir Şii-Sünni çatışmasına sebep olacak tüm yanlışlardan İran uzak durup, eğer aklını başına almazsa bu coğrafyadaki devletler, yarın Suriye’deki fotoğrafın kendisine de bulaşacağını unutmamalı. Yani Ortadoğu’da olup bitenleri kendisi için, Pers idealleri için bir fırsata dönüştürüp Türkiye’yi çevreleme stratejisini izlemekten vazgeçip, emperyalizme karşı bu coğrafya halklarının Müslüman kimlikli kardeşliğini esas alacak bir yaklaşımla, bu coğrafyayı rahatsız etmekten uzak durmalı. Çünkü 15 Temmuz’da başarılı olsalardı sadece Türkiye’yi parçalamayacaklardı, sırada İran da vardı. Sırada o da vardı; unutmasın... 

Bunları söyleme gerekçem şu: Çetin ve zor günler yaşayacağız çünkü dünyanın jeopolitik merkezi burasıdır. Bakınız, bütün toplantılarda anlatıyorum ki tarih bilinci noktasında önemli, Marmaray’ın açıldığı günleri hatırlıyor musunuz? Sürekli bir bilgi dolaştırıldı. Denildi ki “Marmaray’da hata var, çalışmıyor. Elektronik arıza var.” 

Birinci Köprü’nün açıldığı günleri iyi hatırlarım. O köprüye Cumhuriyet Halk Partisi çizgisinin direnç gösterdiği günleri iyi hatırlarım. Hiç düşündünüz mü neden? Sebebi şu: Birinci Dünya Savaşı’nın önemli hedeflerinden birisi, Türkleri Avrupa Kıtası’na sokmamak. Eğer İngilizlerin istediği gibi olsaydı Karaköy’e pasaportla geçecektiniz, Eminönü’ne pasaportla geçecektiniz, Beşiktaş’a pasaportla geçecektiniz. Fakat bu millet Gazi’nin liderliğinde ayağa kalktı ve oyunu bozdu. Bunların tarif ettiği şey de “Avrupa’da Müslüman Türk’e yer yoktur.” diyor belgelerinde ve bunlar Türkleri asla Avrupalı kabul etmezler. Yunanları da kabul etmezler, onu da bilin. Ermenileri hiç kabul etmezler. Siz bakmayın bunların Ermeni meselesindeki yaklaşımlarına. 

Türkiye’nin ilerlemesine karşı bu kadar büyük direnç niye? Avrupa’nın derdi ne?

Birinci Köprü, İkinci Köprü, Üçüncü Köprü, Marmaray, Avrasya Tüneli, bu 5 proje, Türkiye’nin Doğu’nun ve Batı’nın devleti olmasının kapısıdır. Onun için kıyameti koparıyorlar. Avrasya Tüneli’yle, dünyanın nefes borusunu tuttuk. Ne demek bu? Londra’dan, Manş’tan geçen bir araç, hiç gemiye binmeden, köprü geçmeden, buradan, Kazlıçeşme’den girecek, Pekin’den çıkacak. 21. Yüzyılın yeni İpek Yolu’nun nefes borusu bizde. Birinci Dünya Savaşı’nda bizi Anadolu’dan sürgün etmek isteyen, Türkleri Avrupa’dan kovmak isteyen, İslam’ı tasfiye etmek isteyen, Osmanlı’yı çökerten 15 Temmuz’un arkasındaki bu kirli akıl bunu kabullenebilir mi? Mümkün değil. O nedenle Türkiye’nin bu geldiği noktanın hazmedilme sürecindeyiz. Dünya şu anda bir hazım süreci yaşıyor. Çünkü Türkiye’nin 14 yılda geldiği nokta, Cumhuriyet tarihinin, yani 93 yıllık tarihin pik noktasıdır. Bunun Batı tarafından hazmedilmesi kolay değil. Onlar da hazmedecekler birazcık. Ama biz de 14 yılda, Cumhuriyet’in bütün kazanımlarıyla beraber, geldiğimiz bu pik noktada çok dikkatli olmak zorundayız. Çok kritik bir aşamadayız. Hedefleri Türkiye’yi Suriyelileştirmek, bunu biliniz. 

Arkadaşlar bugün bir İngiliz yayın organında çıkmış bir makaleyi çevirdiler. Türkiye’yi Suriyelileştirmek, Iraklılaştırmak istiyorlar, hedefleri bu. Bunlarla hedefleri çökertmek değil sadece; çökertip, devleti teslim alıp, kendi mutemetleri eliyle, sömürgeci bir anlayışla devletleri yeniden şekillendirmek istiyorlar. Bu şekillendirmede de bağımsızlık olgusunun olmadığı bir modeli, bir anlayışı dayatıyorlar. Onun için çok dikkatli olmamız gereken bir süreçteyiz. Bu devlet 79 milyon. Bu 79 milyonun içinde herkes var. Şu anda üç hatta kırma senaryoları var. Bu, aslında dünden bugüne gelen bir şey, bunu ilk defa görmüyoruz biz. Üç hat; laik-anti laik hattı, Türk-Kürt ve Alevi-Sünni hattı, bir diğeri de yakın zamanda yaşanan suikastlar zinciri. Bu üç hatta Türkiye’nin fay hatlarını kırıp Türkiye’yi Suriyelileştirmek istiyorlar. Sakın, “Bir şey yapamazlar. Kim bunlar?” lâflarının arkasına saklanmayın, böyle bir vurdumduymazlığın içine girmeyin. 

Niye kıyameti koparıyorlar? Soruyorum size: İngilizleri Türkiye’deki sistem değişikliği niye ilgilendiriyor, Almanları ne ilgilendiriyor? Avrupa Birliği, Türkiye’deki sistem değişikliğiyle alâkalı niye konuşma ihtiyacı hissediyor? Biz, Almanya’daki sistem değişikliğine karışıyor muyuz? İngilizler Brexit’le çıktı, “Siz niye Brexit’le Avrupa Birliği’nin dışına çıkıyorsunuz?” dedik mi? Fransa’ya bir şey diyor muyuz? Bak, olağanüstü hâli yine uzattılar. Endişe içerisinde değil Avrupalıların hiçbirisi ama Türkiye’de olunca endişeliler. Hiç ağzımızı açıp da “Niye sen olağanüstü hâli uzattın?” dedik mi? Niye bizim işimize karışıyorlar? 

Türkiye’yi onlar kendi sömürgeleri zannediyorlar, biliyor musunuz? Onlar I. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin Lozan’da kuruluşunu tanıdılar ama kuruluşun ardından Türkiye’nin üzerinde inşa ettikleri vesayetle Türkiye’yi kendilerinin sömürgesi zannediyorlar, Türkiye’yi neredeyse adı konulmamış eyalet valileriyle yönettiklerini zannediyorlar. Ne üzerinden? Türkiye’deki parlamenter sistem üzerinden…

Sonuç olarak referandum ne anlama geliyor? 

Sistem değişikliğinin asıl sırrı şudur: Türkiye, sistem değişikliğiyle milli bağımsızlığını ilan edecek. Onun için kıyamet kopuyor ve daha da koparacaklar. En nihayetinde bu iş millete gitmeyecek mi, kararı bu aziz millet vermeyecek mi, evet ya da hayır demeyecek mi? Bu sistem Türkiye’yi taşımıyor. Türkiye bir yeni anayasayı konuşmuyor, bir anayasa değişikliğini konuşuyordu. Türkiye’nin, 1924 şartlarının aklını ve ruhunu taşıyan, Soğuk Savaş döneminin kodlarını taşıyan bu anayasayla dijital çağa cevap verecek bir Türkiye inşa etmesi mümkün değildi. Anayasalar da yenilenmek zorundadır. Kim direniyor peki değişmemesi için? 

Geçen gün bir arkadaş, İngiltere’den Birinci Dünya Savaşı sürecindeki Osmanlı’yla ilgili belgeleri araştırmak üzere gitmiş. Bir İngiliz diplomatı, İngiliz yetkilinin yaptığı konuşmada, Anayasanın 166. maddesindeki bütün şartları İngiliz parlamentosunda konuşmuş. “Bu kalkacak, bu kalkacak, bu kalkacak.” Aynı maddeler 1924 Anayasasıyla anayasaya girdi, hâlen varlığını devam ettiriyor. Çünkü bu anayasa mevcut hâliyle varlığını sürdürdüğü müddetçe, ancak Erdoğan karakterindeki liderlerle Türkiye’nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesi güçlenir. Değilse, bu anayasayla Erdoğan karakterinin zıddı bir profil iktidar olduğunda, bir gecede her şeye takla attırılır. Niye? Çünkü hem 61 Anayasasının, hem de 82 Anayasasının esası 24 Anayasasıdır.

İnşallah, bu referandumda “Evet” denildiğinde, Sayın Cumhurbaşkanımız tek başlı sistemin liderliğine geçtiğinde, o gün, inanıyorum ki bir sonraki seçimde, 2019’da mutlaka bu milletin önüne bir yeni anayasayla çıkacaktır. Yani hem o seçimde cumhurbaşkanı seçmeliyiz hem de net bir anayasa koymalıyız milletin önüne. Ama bu bir geçiş dönemi. Nedir bu geçiş döneminin sırrı? Türkiye, siyasal anlamda milli bağımsızlığını ilan edecek. Neden? 1939’da İnönü, bu ülkeyi Üçlü İttifak Anlaşmasıyla Batı’ya teslim etti. Üçlü İttifakın merkezinde biz, sol tarafında İngilizler, sağ tarafında Fransızlar vardı. Hangi tarihte? 1939. Ne zaman? Atatürk’ün ölümünün kısa bir zaman sonrasında. Çünkü Atatürk’e bunu yaptıramadılar. Atatürk, Batı’ya zenginlik uğruna boyun bükmedi. “Önce bağımsızlığımız.” dedi. “Ne pahasına olursa olsun bağımsızlığımızdan ödün vermeyeceğiz.” dedi. Mustafa Kemal öte dünyaya göçtü, İnönü, Türkiye’yi Batı ittifakına teslim etti. Mustafa Kemal’in iki tane kilit adamını hemen değiştirdiler. Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu dedi ki: “Türkiye bütün kurumlarıyla Batı’nın hizmetindedir artık.”

Türkiye IMF’ye ne zaman teslim edildi? İnönü döneminde. Türkiye, NATO ittifakına ne zaman girdi? İnönü döneminde. Muasır medeniyet seviyesiyle Batı ittifakında kaybolmayı birbirine karıştırmayın. Niye size bunları anlatıyorum? Lozan’dan sonra Türkiye’yi şekillendiren irade, Türkiye’yi Batı ittifakının hizmetinde şekillendirmiştir. İki, Türkiye’yi kontrol eden idare, Türkiye’yi parlamenter sistem üzerinden kontrol etmiştir. 

Mustafa Kemal’in kafasındaki Türkiye’de Misak-ı Milli sınırları Lozan’da kabul etmek zorunda olduğumuz sınırlar değildi; ama Misak-ı Milli Ahdi Millidir. Türkiye’nin o dönemde milli menfaatleri burayı kabul etmeyi emrettiği için kabul etti. Türkiye’yi parlamenter sistem üzerinden kontrol ettiler. Elbette, parlamenter sistemin de bu ülkeye faydaları tartışılmaz. Demokrasiyle tanıştık. Sandığın iradesi üzerinden bugün bunları konuşuyoruz. Yaralı bereli bir demokrasi tarihimiz var, ama o demokrasi tarihimiz içerisinde biz hep milletin iradesiyle sıçrama noktaları yakaladık. Türkiye’deki bütün sıçrama noktalarının sırrı millettir.

16 Nisan referandumunun, vatanımızın, milletimizin önündeki engelleri kaldırmasını, yükselişimize ivme katmasını diliyoruz. Bizlere vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Güzel dilekleriniz ve röportaj için ben teşekkür ederim.