“Ben cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyat, 51/56)
İnsanların ve cinlerin yaratılış amacını özetleyen bu meşhur ayette “yalnız bana ibadet veya kulluk etsinler” tabirinden çıkarılması gereken anlam, “üsve-i hasene” olan Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) güzel ahlakına benzeme adına, istenen gayret ve çalışmayı ifade eder. Yani bu ayetin anlamı, hem ilmen hem ahlaken bir tekâmül veya olgunlaşma süreci yaşayın, bunun için yaratıldınız uyarısıdır. Nitekim annesinden hiçbir şey bilmezken doğan insanoğlu, bu dünyaya gelişmek, tekâmül etmek, olgunlaşmak için gelmiş, bu nedenle de kendisine tekâmülüne uygun aklî ve zihnî yetenekler ile her türlü fiziksel beceriler ihsan edilmiştir…
İnsanlardaki gelişme, tekâmül etme ihtiyacını doğuran duygu ise yetersizlik duygusudur. Dolayısıyla bu duygu, cinler ve insanlar gibi tekâmüle kabiliyetli akıllı her varlığın kaçınılmaz bir yaratılış gerçeğidir... Özellikle zeki insanlar yetersizlik duygusunu çok fazla hissederler. Dolayısıyla bu duygu onların gelişiminde önemli bir motivasyon kaynağı olur.
Evet, her konuda yeterli olan, eksiği ve kusuru olmayan sadece sübhan olan Allah’tır (c.c.). Melekler, peygamberler veya veliler de dahil tüm akıllı varlıklar eksiktirler, kusurludurlar ve tekâmüle muhtaçtırlar. Bu nedenle insanlar az veya çok yetersizlik duygusundan kurtulamazlar.
Fıtrî olan bu yetersizlik duygusunun insanlar üzerinde pozitif ve negatif yönde iki farklı etkisinden bahsedilebilir. Bu duygunun pozitif olanı insanı geliştirirken negatif olanı kişilerde aşağılık duygusu olarak kendini gösterir. İnsanlar bu konudaki cahilliklerinden bu iki duyguyu birbirine benzetip, karıştırarak sosyal ve psikolojik yaşamlarını sıkıntıya sokabilecek büyük yanlışlara düşerler. Yani kendisinde yetersizlik hisseden zeki birisi bu konudaki bilgisizliğinden bunu aşağılık duygusu ile karıştırabilir. Hâlbuki bu duygu onun için olumlu bir duygudur. İki duygunun birbirinden en belirgin farkını şöyle anlayabiliriz. Aşağılık duygusu kişiyi pasifize ederken, yetersizlik duygusu ise motive eder ve yetersiz olduğunu bildiği konularda araştırmaya, çalışmaya bilgi ve becerilerini artırmaya teşvik eder.
Yetersizlik duygusunun insanlar üzerindeki negatif etkisinin aşağılık duygusu olarak ortaya çıktığından bahsetmiştik. Aşağılık duygusu istenmeyen bir duygudur, bu duyguya kapılan kişi sosyal çevresini iyice daraltarak kendine bir konfor alanı oluşturur ve bu alana kendini bir bakıma hapseder. Bu oluşturduğu alanda asosyal bir hayatı vardır, ama ona sorarsan sözde mutludur. Bu hali kabullenmesinin sebebi bilgisizlik olabileceği gibi kendini geliştirecek gücün ve cesaretin yokluğu da olabilir. Bu durumdaki kişiler kurtuluş için kesinlikle yetkin bir uzmandan psikolojik bir desteğe ve yardıma ihtiyaç hissederler.
Yetersizlik duygusunun doğru değerlendirilmemesi sonucunda kişilerde değersizlik duygusu diye bir duygu oluşur. Değersizlik duygusu bir insanın asla kabullenmemesi gereken bir duygudur ki bu duygu insanları ümitsizliğe, çaresizliğe ve başarısızlığa mahkûm eder. Bu negatif duygunun panzehiri müspet benliktir. Yani değersizlik duygusunun ilacı müspet benlik sahibi olmaktır. Müspet benlik izzet-i nefs, vakar gibi duyguların kazanımı ile elde edilir. Kibirden farklı “iyi kibir” diye tabir edeceğimiz şekilde kişilerin “müspet benlik” sahibi olması, değersizlik duygusunun en doğru ilacıdır.
İnsanoğlu değersiz değil aksine çok değerli bir varlıktır, eşref-i mahlûktur. Allah katında çok kıymetlidir. Nitekim bir ayet-i kerimede “Andolsun, biz Âdem’in oğullarını şerefli kıldık.” (İsra, 17/70) Diğer bir ayet-i kerimede ise “Elbette biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.” (Tin, 95/4) denilmektedir. Nitekim her insan Allah’ın ona bahşettiği sayısız nimetleri olumlu bir şekilde değerlendirebilirse buradan müspet benlik duygusunu yakalayabilir. Şu gerçeği de ifade etmek gerekir ki bir kişi kendi kıymetini bilemezse bunun çaresi pozitivizmin zehirlediği, ruhtan bihaber psikologlar değil, ruh üzerine hem ilmî hem tecrübî derin bilgi sahibi Allah dostlarıdır. Evet, bir insana kendini değersiz hissettiren manevi hastalıkların teşhis, tespit ve tedavilerinin en güvenilir adresi Allah dostlarıdır... Zira bu karmaşık konuların çözümünde, kuru bilgiden ziyade ruhi yetkinliği olan, ayrıca hem yüksek zekâsı, hem de keşif, keramet ve feraseti gibi manevi güçleri olan birisinin müdahalesi lazımdır. Açıkçası insanın ruh dünyası bir labirente benzer. Bu labirentten çıkabilmek için olaylara yukarıdan bakabilen bir görüşe ihtiyaç vardır. Bu durumdaki bir hasta için bu derece karmaşık sohbetleri anlamaya bağlı bir tedavi mümkün değildir. Bu konudaki uzman kişi veya terapist hem hastalığı teşhis etmeli hem de tedavi için gerekli davranışları hastaya telkin ve tavsiye edebilmelidir.
Değersizlik duygusu kişilerde aşağılık kompleksi olarak kendini gösterir. Aşağılık kompleksine kapılan birisi terakki edemez, gelişemez, kendinde o gücü bulamaz. Bu nedenle bir insan kendini yetersiz gördüğü konularda mücadele edip değişmeye çalışmalıdır. Zira bu konu ilim ise ilim sahibi olunabilir, ahlaksa kötü huylardan kurtulup güzel huy sahibi olunabilir ki bu tür değişimlerin İslam’da örneği çoktur.
Sonuç olarak diyebiliriz ki Rabbimizin bize bahşettiği elmas gibi kıymetli şeylerin değerini bilmek çok önemlidir. Bu nimetlerin kıymetini bilmek ise ancak değer takdir duygusu ile olur. Daha sonra kıymetini iyice idrak edip bildiğimiz değerleri içselleştirebilirsek, bu değerler bizde izzet ve vakar olarak yansır. İzzet ve vakarın rolü olmaz, bu duygular sende kendiliğinden olmalıdır. Rabbimiz ayetlerinde “müminler izzet sahibidirler” buyurarak müminlerin izzetini ve büyüklüğünü kabul eder ama büyüklenmelerini kabul etmez. Dürüst olmayan adamlar da izzetini korumayı bilmeyen vakarsız adamlar da işe yaramazlar. Neşeli olmak, şen olmak ise vakara engel değildir. Bunların da ayrımını iyi yapmak gerekir.
Açıkçası diyebiliriz ki iyi bir mümin, çatık kaşlı, asık suratlı, değerleriyle büyüklenen birisi değil, güler yüzlü, yumuşak huylu, şen ama izzet ve vakarına dikkat eden bir orta yolun insanı olmalıdır…
Allah’a emanet olun.