Bir Bilgi Kaynağı Olarak Hads / Prof. Dr. Ali Bakkal

Hads nedir?

Hads Arapça bir kelimedir. “Bir işin veya olayın sonucunu tahmin etme, ölçüp biçme; doğruluğundan emin olmadığı beyanlarda bulunma; hızlı ilerleyiş, çabuk kavrayış” gibi anlamlara gelir. Türkçe’de daha çok “sezgi” kelimesiyle ifade edilir. Tabiî olarak bu anlamda kullanıldığı zaman hads, bir bilgi kaynağı olmaktadır. İngilizce ve Fransızcada “intuition” kelimesiyle karşılanır.

Hadsin/sezginin bir bilgi kaynağı olarak kullanıldığını söylediniz. Hads nasıl bir şeydir? Nasıl tanımlanmaktadır? Mahiyeti nedir?

Gelenbevi ve Ahmet Cevdet Paşa hadsi, “zihnin sür’at-i intikalidir” şeklinde tanımlamışlardır. Yani hads, bir şeyin aniden hatıra gelmesidir. Ancak öyle her hatıra gelen şey hadsî bilgi olmaz. Bu kısa tanıma göre bile, zihnin bir şeyden hareket ederek başka bir sonuca ulaşması gerekmektedir. Seyyid Şerîf el-Cürcânî (ö. 816/1413) bir nevi İslâmî Terimler Sözlüğü diyebileceğimiz et-Taʻrîfât adlı eserinde biraz daha anlaşılır biçimde hadsi “zihnin, birlikte meydana gelmeleri sebebiyle ilkelerden (mebâdî) sonuçlara (metâlib) vasıtasız olarak hızla intikal etmesidir” şeklinde tanımlamıştır. Bu tanımdan hareketle hadsin şu özelliklere sahip olduğunu çıkarabiliriz:

  1. Hads zihnin bir şeye süratle intikal etmesidir. Yani bir şeyin aniden zihne gelmesidir. Ancak zihne aniden gelen her bilgi hadsî bilgi sayılmaz.
  2. Hads, vasıtasız olarak zihne gelen bilgidir. Yani bu bilgi, akıl yürütme, deney, tecrübe, kendisine güvenilen birisinin haber vermesi gibi bazı bilgi vasıtalarını kullanarak meydana gelen bir bilgi türü değildir. Bir nevi dalgın bir vaziyette iken insanın hatırına gelen bir bilgidir, hads. Bununla birlikte yine tekrar ediyoruz: Zihne vasıtasız olarak aniden gelen her bilgi hadsî bilgi sayılmaz.
  3. Öncelikle hads bir şeyden hareketle elde edilen bir sonuçtur. Kendisinden hareket edilen şey ise mantıkçılara göre mebâdî dediğimiz bazı ilke ve prensiplerdir. Dolayasıyla hads, ilkelerden hareketle sonuçlara ulaşmaktır.

İlkelerden hareketle birtakım sonuçlara ulaşırken bu ilkelerle sonuçlar arasında “birlikte meydana gelmek” gibi zorunlu bir ilişki vardır.

Hads mahza sezgiden ibaret bir bilgi kaynağı olmayıp onun arkasında onu tetikleyen ve ona kaynaklık eden bazı ilke ve prensipler vardır.

Nedir bu ilkeler?

Aslında bu ilkelerin diğer bilgi kaynakları olduğunu söyleyebiliriz. Yani akıl, deney, tecrübe, gözlem, kesin haber, ilham gibi şeyler. Aralarındaki fark, hadsin aniden akla gelen bir bilgi türü olmasıdır. Ama aslı yine bunlara dayanır. Meselâ deniz sahilinde oturup ufka doğru bakarken uzaklardan bir geminin geldiğini görürsünüz. Gemiye adeta bilinçsizce bakarken ilk önce direklerinin göründüğünü fark edersiniz. Dünyanın yuvarlak olup olmadığını hiç düşünmediğiniz halde, zihninize, “Galiba dünya yuvarlak. Eğer yuvarlak olmasaydı önce geminin gövdesi görünürdü.” şeklinde bir düşünce geliyorsa, işte bu hads yoluyla elde edilen bir bilgidir. Dayandığı prensip gözlemdir. Ama burada yapılan gözlem, gözlem yapmak maksadıyla yapılmamaktadır. Gözlemle hadse dayanan bilgi birlikte meydana gelmektedir.

Meselâ siz gündüz zincirleme bir kıyas üzerinde çok düşünmüş, ama bir sonuca ulaşamamış olabilirsiniz. Artık zihnen yorgun düşüp gece yatağınıza yattığınızda bu düşünceyi zihninizden atıp bir an önce uykuya dalmak istersiniz. Tam uyumaya hazırlanırken birden hatırınıza sonuç gelir. İşte bu bir hadstir.

Mesela siz bir savcısınız. Bir kadın öldürülmüş ve siz katili bulmaya çalışıyorsunuz. Yaptığınız araştırmalara göre bu kadını uzaktan birinin öldürmemiş olduğunu anlıyorsunuz. Kocasının da o sırada uzakta olduğunu, dolayısıyla bu olayın karı-koca uyumsuzluğu sebebiyle meydana gelen bir olay da olmadığını düşünmüyorsunuz. Zihniniz iyice yorulmuşken birden hatırınıza kayınpederinin “Bazen söz dinlemiyordu.” sözü geliyor ve kadını öldüren kişinin kayınpederi olabileceği üzerine yoğunlaşıyorsunuz. Adamı sıkıştırınca gerçekten de durumun böyle olduğunu tespit ediyorsunuz. Sizi bu sonuca ulaştıran şey, adamın “Bazen söz dinlemiyordu.” ifadesidir.

Meselâ Kur’an’ı anlayarak okumaya çalışıyorsunuz. Karşınıza anlamı örtülü bir ayet çıkıyor. Tefsirlere, lügatlere bakıyorsunuz, yine de sizi tatmin eden bir anlama erişemiyorsunuz. Artık konuyu araştırmaktan vazgeçiyorsunuz. Ama bu konu kafanıza takılmış. Birden hatırınıza bu ayetin siyak-sibak ilişkisi geliyor ve bu ilişki çerçevesinde ayetin anlamını farkediyorsunuz. Bu da hadse dayalı bir bilgidir.

Bütün bu örneklerden yola çıkarak, aslında hadsin, diğer bilgi kaynaklarıyla yakından ilgili olduğunu, hatta bu yolla bilgi elde edilirken onlardan birinin kullanıldığını söyleyebiliriz. Ancak bu bilinçli olarak yapılmamakta, sonuç aniden zihne gelmektedir.

Burada hadse dayanan bilginin öyle herkesin zihnine gelmeyeceğini de söylememiz lazım. Genellikle hadsî bilgi, o konu üzerinde bir şekilde çalışan, akıl yürüten, deney yapan, düşünen kişilerde meydana gelir. Cenâb-ı Allah insanlara çalışmalarının karşılığını bazen umulmadık bir zamanda verir.

Hads bir bilgi kaynağı olduğuna göre aynı zamanda bunun felsefî bir kavram olması gerekmez mi? İslâm felsefesinde hadsi bilgi kaynağı olarak kullanan filozoflarımız var mı?

Tahmin ettiğiniz gibi hads felsefî bir kavram olarak kullanılmaktadır. İslâm felsefesinde de bunu yoğun şekilde kullanan filozoflarımız vardır. Bunların başında İbn Sina gelir. Ona göre bilgi iki şekilde Faal Akıl’dan (Etkin Akıl) sudûr eder: Birincisi tefekkür, ikincisi hadstir. Tefekkür nefsin, çoğunlukla hayal gücüne müracaat ederek mânalar arasında yapmış olduğu bir harekettir. Hads ise zihnin ani bir hareketidir. Her ikisinde de gaye, bilinenden, bilinmeyen orta terimi bulmak olmasına rağmen, birincisinde bu faaliyet ikincisine oranla daha zayıf olup, hatta¸ bazen istenileni verirken, bazen de vermemektedir. Bu yüzden İbn Sina çalışmasını hads üzerine yoğunlaştırmış, onu, âdeta teorisinin bel kemiği yapmıştır. Her şeyden önce İbn Sina’ya göre bilginin zemini akıl, kaynağı ise Faal Akıl’dır. “Bilmek”, “hadsetmek” demektir. Hadsetmekten maksat, kıyasın orta terimini aniden elde etmektir. Orta terim ise, bizi gerçek bilgi olan kavramsal ve soyut bilgiye ulaştıran terimdir. Bilgi işleminde bütün amaç orta terimi yakalamaktır. İbn Sina daha çok kaynağı akıl olan bir hads üzerinde durmuştur. Öyle anlaşılıyor ki İbn Sina akıl yürütme yoluyla çözemediği birçok konuyu hads yoluyla çözmüştür. Başka şekilde ifade edersek, İbn Sina bir konuyu çözmek için mantık çerçevesinde düşünüp dururken sonuçlar aklına gelmemiş, fakat ne zaman artık zihnini o düşüncelerden uzaklaştırmaya çalışmış, işte sonuçlar daha çok o zaman aklına gelmiştir.

Felsefede kullanılan hads aklî sezgidir. İstidlâl, yani akıl yürütme yoluyla yapılan bilgi edinme, iki şekilde gerçekleşir. Birincisinde temel önermelerden hareket edilerek bir sonuca ulaşılır. Yani mantıktaki kıyas işlemi kullanılmak suretiyle birbirini takip eden hükümler zincirinden bir neticeye varılır. İkincisinde yine bazı önermelere dayanılarak bir sonucu varılır. Ancak bu sonuca varırken birbirini takip eden önermeler bilinçli olarak düşünülmez, akla nereden ve nasıl geldiği bilinmeyen bir önermeye dayanılarak bir anda sonuca ulaşılır. Gerek kıyas işleminde gerekse hadste, konunun kavranmasını sağlayan şey orta terimdir. Bu da ya öğrenme yoluyla veya hads yoluyla elde edilir. Bu bakımdan felsefede hads daha çok, “orta terimin ve onun gidiş yolundaki fikirlerin zihinde âniden kavranması” şeklinde tarif edilmiştir. Buna göre hads, özne ile nesne arasında güçlü bir ilişki kurma ameliyesidir, öznenin nesneyi kendisinde hissetme kabiliyetinin bir sonucudur. Zekânın yetkinliği burada büyük önem arzeder. Yetkin bir zekâ süratli bir şekilde sonuca ulaşır.

Sezgi kabiliyeti bakımından insanlar arasında önemli farklar vardır. Ayrıca her kabiliyet gibi sezgi kabiliyetinin de geliştirilmesi mümkündür. Nasıl öğrenme ile akıl geliştirilebiliyorsa, aynı şekilde öğrenme yoluyla sezgi kabiliyeti de geliştirilebilir. Öğrenme sezginin güçlenmesini sağlar, güçlü bir sezgi de hads yoluyla birtakım bilgilerin elde edilmesini kolaylaştırır. Kimin sezgi gücü fazlaysa o kişinin hads yoluyla bazı bilgileri elde etmesi daha çok mümkün olur. Belli alanlardaki uzmanlaşmalar da o alandaki sezgileri arttırır.

Hads kelâmda, tasavvufta, fıkıhta da bir bilgi kaynağı olarak kullanılıyor mu?

Dayandığı prensiplerin farklılığına göre farklı hads türlerinden söz edilebilir. Nitekim filozofların kullandığı hads daha çok aklî sezgidir. Felsefeciler nezdinde olduğu gibi kelâmcılar nezdinde de daha çok aklî sezgi önem taşır. Esasen her iki istidlâl şeklinde sonuç aynıdır. Her ikisinde de sonuç birtakım öncüllere dayanır. Her ikisinde de bizi sonuca ulaştıran şey orta terimdir. İkisinin arasındaki fark, birincisinde öncülleri şuurlu olarak kullanıp bir sonuca varılması, ikincisinde ise öncüllerle sonuçlar arasındaki ilişkinin aniden zihne gelmesidir. Esasen biz, filozof veya kelâmcının bu sonuca hangi yollarla ulaştıklarını bilmiyoruz. Onlar bu sonuca tefekkür yoluyla da, hads yoluyla da ulaşmış olabilirler. Ama hadsin hem felsefede hem kelâmda kullanıldığını söyleyebiliriz. Fakat hadsin de aslı diğer bilgi kaynakları olduğu için kelâmcılar bize sundukları bilginin hads yoluyla elde edildiğini söylemezler, bu bilginin elde edildiği prensipten ve sonuçtan söz ederler.

Ayrıca kelâmcılar keşf, ilham, rüya ve vahiy gibi bilgi kaynaklarını da hadsin türleri arasında görme eğilimindedirler. Meselâ Gazzâlî bu düşüncededir. Gazzâlî’ye göre bilginin yeri, sebebi ve kendisi açısından öğrenme ve düşünme ile hads ve ilham arasında bir fark yoktur. Bilginin sebebi ya faal akıl veya mukarreb melektir; yeri ise nefistir. Aralarındaki fark, perdenin ortadan kalkması yönüyledir. Tefekkür ile hads arasında, bilginin elde edilmesindeki hız ve sürat bakımından bir fark mevcuttur. 

Gazzâlî, “Ulaşamayan, idrak edemez.” der. Aslında o bu sözle, keşf ve ilham yoluyla elde edilen bilgiler ile aklî sezgi yoluyla elde edilen bilgiler arasında şahıslara göre bir fark olduğunu ifade etmek ister. Delil olan şeyin açık, net ve herkes tarafından anlaşılabilir olması gerekir. Bilgiye ilk ulaşanlar kadar, bu bilginin üzerlerinde uygulanacağı kişilerin de onu kavraması gerekir. Dolayısıyla hadsî bilginin muhatabı onu anlamadıkça bu bilgi delil olarak kullanılamaz. Bu sebeple keşf ve ilhama dayanarak elde edilen sezgisel bilgileri aynı tecrübeyi yaşamayan başka kimselere kanıtlama imkânı olmadığından kelâmcılar bu tür bilgilerin kanıt değeri taşımadığını belirtmişlerdir.

Hadsî bilgiyi en çok kullananlar tasavvufçulardır. Ancak onlar hads yerine daha çok ilham kavramını kullanırlar. Bazı İşrâk filozoflarına göre insan nefsi hakikati yansıtan parlak bir ayna durumuna gelince mistik sezgi (hads) ortaya çıkar. Bu durumda iken nefis, kendinden geçecek derecede ilâhî bir nurla dolar. Onlar bu hali “ruhî keşf” veya “ilham” olarak değerlendirirler. Netice itibarıyla hads ve ilham irade dışı bilgi kaynağıdır. Buna göre hads ve ilham, vasıtasız, irade dışı ve birdenbire içe doğma şeklinde ortaya çıkan bilgi şeklidir.

Fıkhın ana kaynakları kitap, sünnet, icma ve kıyastır. Mantıktaki kıyasla, fıkıhtaki kıyas arasında da bazı farklar vardır. Fıkıhta muhakeme usulünde ispat edici delillerin ortaya çıkarılması bakımından hadsten yararlanılabileceğini söyleyebiliriz.

İlhamın da bir çeşit hads olduğunu söylediniz. Bu konuda biraz daha bilgi verir misiniz?

Genel olarak ilham, “Allah veya melek tarafından kalbe ulaştırılan bilgidir.” şeklinde tanımlanır. Ancak ilhamı hadse yakın şekilde geniş anlamda ele alanlar da vardır. Meselâ Gazzâlî eserlerinin çoğunda, aralarında bir ayırım yapmaksızın hads ve ilham kelimelerini birlikte kullanır; ancak İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn’de yalnız ilham kavramına yer verir. Biraz önce ifade ettiğimiz gibi vasıtasız, irade dışı ve birdenbire içe doğma şeklinde ortaya çıkmaları bakımından ikisi arasında ayniyet söz konusudur. Bütün sezgi çeşitlerini hads olarak değerlendirdiğimiz zaman, hadsin daha genel, ilhamın ise daha özel olduğunu söyleyebiliriz. Yani her ilham aynı zamanda hadstir, fakat her hads ilham değildir. Bazı hadsler, yani ruhî keşf yoluyla elde edilen bilgiler ilham sayılır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) sezgi yoluyla bilgi edinmenin mümkün olduğunu şu hadisiyle ortaya koymaktadır: “Önceki ümmetlerde muhaddesler (sezgi sahibi olanlar) vardı. Sizdeki de Ömer b. Hattâb’tır.” (Buhârî, Fedâilus-sahâbe, 6; Enbiya, 54) Sezgiyle ilgili başka rivayetler de vardır. Bu rivayetlerde Hz. Ebû Bekir ve Ömer’in sezgi sahibi oldukları belirtilmektedir.

Gazzâlî’ye göre de ilhamın gerçek sebebi ve ilkesi faal akıldır. Faal akıl, “Rûhulkudüs, er-rûhu’l-emîn, küllî nefs” gibi isimlerle anılan vahiy meleği Cebrâil’dir. Zihinlerde tasarlanan bir konunun kalıcı bilgi haline gelmesi için, kişinin faal akılla ittisal (ilişki) halinde olması gerekir. Bu ilişkiden sonra kişi, faal akıldan bilgileri akledilir suretlere çevirip nefse aktarır. Bu ilişki sonucunda akledilir suretler, ya -bir başkasından bilgi edinerek öğrenmede olduğu gibi- vasıtalı veya vasıtasız olarak kavranır. Bu özellikleri itibarıyla hads ile ilham arasında önemli bir fark olmamakla birlikte, hadsi, keşf ve ilham mertebelerinin en aşağısı olarak niteleyenler olmuştur.

Son olarak sormak istiyorum: Hads kesin bir bilgi kaynağı mıdır?

Hads konusunda belki en problemli nokta burasıdır. Esasen bu durum, hadsî bilginin kaynağıyla ilgili bir meseledir. Eğer hadsî bilgi, tümdengelim metodunda olduğu gibi kesin önermelere bağlanabiliyorsa, o zaman hadsî bilgi de kesin bilgi ifade eder. Hads yoluyla elde edilen bilgilere hadsiyyât denilir. Bu tür bilgilerin genellikle kesinlik değeri taşıdığı kabul edilir. Mantıkta zihnin doğrudan bilgilerine zarûriyyât ismi verildiği için, mantıkçılar bu tür hadsî bilgileri zarûriyyât çerçevesinde değerlendirmişlerdir. Fakat bütün hadsî bilgileri bu seviyede kesin kabul etmek mümkün değildir. Özellikle keşf ve ilham yoluyla elde edilen bilgiler, başkalarına karşı kanıtlama imkânı bulunmadığından, kelâm âlimleri tarafından delil olarak kabul edilmezler. Bu görüşün önderliğini İmam Mâtürîdî yapmıştır. İmâm-ı Rabbânî ile Abdülvehhâb eş-Şa‘rânî ilhamın hiçbir şekilde helâl, haram, farz, vâcip gibi dinî bir hükme mesnet teşkil edemeyeceğini belirtmişlerdir. Mükâşefe ehli aldıkları ilhamı kavradıkları için kendileri hakkında bunu bağlayıcı olarak kabul edebilirler. Ama yine de bunun doğru yorumunun yapılması gerekir. Zira çoğu kez ilham perdeli olarak gelir. Kişinin kendisi bu perdeleri açıp hakikati kolay kolay anlayamaz. Bir başkasının yorumunun da ne kadar isabetli olduğu her zaman tartışmalıdır. Burada İbn Arabî’nin “Bizim seviyemizde olmayan bizim kitaplarımızı okumasın.” sözünü hatırlatmak isteriz. Manevî âlemde ilhamdan istifade edilir. Ancak onu itikadî, fıkhî ve ahlakî alanlarda delil olarak kullanmaya kalkışmak büyük tehlikedir.

Hadsî bilginin kesin olandan vehmî olanına kadar çeşitli mertebeleri vardır. Bu sebeple Sühreverdî, Hikmetü’l-işrâk adlı eserinde hadsî bilgilerle vehimlerin karıştırılmaması gerektiği uyarısında bulunmuştur.