Hristiyanlık nasıl doğmuştur ve mezheplere nasıl ayrılmıştır? Hristiyanlığın kendi içindeki çelişkilerden bahseder misiniz?
Müslümanların, Hristiyanlıkta olduğu gibi özel bir misyonerlik teşkilatı, müesseseleri, bütçeleri olmamasına rağmen, İslam bugünün dünyasında Hristiyanlığa göre çok daha fazla yayılıyor. Hristiyanlıkta bir duraklama ve gerileme söz konusu. Onu da bu yeni Evanjelik dediğimiz kiliseler biraz telafiye çalışıyorlar ama klasik Hristiyan mezheplerinde özellikle Katolik ve Ortodokslukta bu manada bir gelişme söz konusu değil. Dünya nüfusunda böyle ama dünyadaki Hristiyanlığa bakarsak Hristiyanlık bir tek kilise, bir tek mezhep değil. Hristiyanlık kendi içinde oldukça fazla bölünmelere maruz kalmış. Bu bölünmelere, ana inançlardaki kısmî yorum farklılıklarından tutun da kişiyi tümüyle din dışına çıkaracak bazı hareketlere kadar bir uçtan ötekine günümüz Hristiyanlığı aşırı bölünmüş vaziyette.
Hristiyanlık için, mezhepleri itibarıyla adeta kendi içinde farklı dinler gibi diyebilir miyiz?
Tabii tabii. Katoliklik ayrı bir din, Ortodoksluk ayrı bir din, Protestanlık ayrı bir din gibi, zaten Batı’da öyle telaffuz edilir. Kilise tabirini kullanırız biz. Katolik kilisesi, Ortodoks kilisesi…
Hristiyanlık Filistin’de doğdu ama Roma İmparatorluğunun topraklarında yayıldı. Zaten Filistin, Hristiyanlığın doğduğu dönemde Roma İmparatorluğu toprağıydı. Hz. İsa MÖ 5 yılında doğdu, 33 yıl yaşadı ve MS 28’lerde göğe kaldırıldı. İncillere göre Hz. İsa Bethlehem’de doğdu ama “Nasıralı İsa” olarak da meşhurdur. Hz. İsa Filistin bölgesinde yaşamıştır. Nasıra’da büyümüş ve o bölgede tebliğ faaliyetini sürdürmüştür. Kendisinden sonra havarileri Filistin başta olmak üzere dört bir tarafa dağılarak onun mesajını yaymaya başladılar. Hristiyan adı da ilk defa MS 44 yılında yani Hz. İsa’nın semaya yükseltilmesinden neredeyse yirmi yıl sonra ortaya çıktı. Hristiyan kelimesi, Hristos’a tabi olan (Hristos, Mesih demek) yani Hz. İsa’nın Mesihliğini kabul eden ve onun yolundan giden demek. İlk defa, Hz. İsa’ya inanmayan Antakya halkı, Hz. İsa’ya inanan Antakya halkı için “işte bunlar Hristiyanos” diyor. Yani Mesih yanlısı, Mesih taraftarı, Mesih inançlısıdır diye bu adı koydular. Hristiyanlık Filistin topraklarından çok Filistin dışında yayıldı. Çünkü Filistin topraklarında Yahudi nüfus vardı. Antakya, Anadolu, Roma İmparatorluğu topraklarında yayıldı. Ancak, 313 yılına kadar Hristiyanlık Roma İmparatorluğunda yasaklı bir dindi. Çünkü Hristiyanlık kültürel emperyale karşıydı. Roma’nın inanç sistemine, politizmine o manada karşıydı. 313 yılında imparator Konstantin, Milan Fermanı’yla imparatorluktaki diğer serbest dinler gibi Hristiyanlığa serbestlik verdi. 380 yılında da I. Teodos devrinde Hristiyanlık imparatorluğun resmi dini oldu. Ama bu arada Konstantin 320’lerde Roma İmparatorluğu’nun merkezini İtalya’nın Roma’sından İstanbul’a taşıdı. İstanbul “Bizantion” diye bir kasabaydı. Konstantin orayı yeni başkent, yeni Roma veya ikinci Roma olarak ilan etti. Şehrin imarı ve kurulması faaliyeti başladı. 330’da bu imar faaliyeti tamamlandı. Onun içindir ki 325’te toplanan ilk ekümenik (evrensel) konsil İstanbul’da değil İznik’te toplandı. Çünkü o tarihte İstanbul daha inşaat hâlindeydi. Ardından İstanbul, İmparatorluğun yeni merkezi oldu. “İmparatorluğun merkezi neresiyse Hristiyanlığın merkezi de orasıdır.” düşüncesinden hareketle bu defa İstanbul ön plana çıktı. Ama Roma kendisini Sen Piero kanalıyla öncelik ve birincilik olarak üstte görüyordu. İstanbul ile Roma arasında bu siyasi alternatifliğin ötesinde dini üstünlük ve merkeziyet rekabeti de başladı. Aradaki Katolik - Ortodoks ayrışması buradan kaynaklandı. Yani İstanbul kilisesi, İstanbul Hristiyanlığı, devlet ayakta olduğu için devlete bağlı bir kiliseydi. 395’te ikiye bölündü. Doğu Roma, Bizans adını aldı ve 1453’e kadar Bizans ayakta kaldı. Kilise kurulu olan devletin himayesindeydi. Batı Roma imparatorluğu ise 476’da yıkıldı ama kilise teşkilatlanmıştı. Böylece kilise ayakta kaldı. Dolayısıyla batıda, devlet kiliseye tâbi oldu; doğuda ise kilise devlete tâbi oldu. Batı ile Doğu arasında, dini anlamda Hristiyanlığı temsil, en üst makam ve yetki konusunda rekabet başladı ve bu rekabet asırlarca sürdü. Nihayet 1054 yılında Roma (Vatikan), İstanbul’u yani Doğu Roma’yı yani Bizans kilisesini yani patrik başta olmak üzere Ortodoks mezhebinin tümünü aforoz etti. Buna karşılık da İstanbul, Vatikan’ı aforoz etti. Hristiyanlık tarihinde en önemli bölünme 1054’teki Katolik - Ortodoks bölünmesidir. İşte bu bölünmede Vatikan yani Roma, “Ben Katolik’im, bütün dünya Hristiyanlarını ben temsil ediyorum.” dedi. Buna karşılık da İstanbul, “Ben Ortodoks’um, gerçek doğru inancı ben temsil ediyorum.” dedi. Aralarındaki rekabet bu isimleri almalarına sebep oldu ve 1054’te bu iki kilise birbirlerini aforoz ederek ayrıldılar. İki kilisenin (iki papayla patriğin birbirini değil) birbirini aforozu 1965 yılında papanın, patriği İstanbul ziyaretinde kalktı. O zamana kadar aforozlaşma devam etti. Aforoz Hristiyanlıkta en ağır dinî cezadır, cemaatten tard etme anlamındadır.
Protestanlık nereden çıktı?
Martin Luther bir Katolik papazdı ve Almanya’da Vatikan’a bağlıydı. Papalığın uygulamalarını, İsa Mesih’in mesajına, tebliğine uygun görmediği için, papalığın uygulamalarında gayri diniliği, gayri ahlakiliği gördüğü için bunları eleştirdi. Halbuki bütün Ortaçağ boyunca kilise devlete hâkimdi, papalar en üstün güçtü, krallara taç giydiriyorlardı. Mesela papa, Canossa Sarayı’nda Kral Henry’yi iki gün karlı bir havada dış kapıda bekletti, kabul bile etmedi; böylesine otoriteydi papalar. Papaların böylesine güçlü olduğu Batı toplumunda Hristiyanlığın uygulaması kilisenin tahakkümüne yol açmıştı. Bir tarafta engizisyon var, bir tarafta krallara taç giydiren papalık var, bir tarafta papalığın malikâneleri var, sarayları var ve toprağa bağlı köleleri var… Böylesine bir ortamda kilise papalığının yanlış uygulamaları Luther’i isyan ettirdi ve Luther papalığın uygulamalarını 1517’de eleştirdi. Batı toplumunda taa 11–12. asırlarda engizisyonun kuruluşundan itibaren mutlak otorite olarak görülen Katolik kilisesini eleştirmek cesaret işiydi. Ama Almanya’daki prensler de Luther’den yanaydılar ve hem krallık gücünü hem de dünyevi gücü kullanan papaya karşıydılar. Luther, arkasına prensleri aldı ve papaya itiraz etti. 95 maddelik eleştirisini Wittenberg Kilisesi’ne astı. Sonuçta papalık Luther’i aforoz etti ve Luther, papalığın aforoz belgesini yırtıp attı. Papalığın aforoz belgesini yırtıp atmak ölüme davetiye çıkarmaktı ama arkasında dünyevi güç olduğu için papalık Luther’i boğamadı. Dolayısıyla Almanya’daki görüşmelerde, Luther taraftarları uygulamayı protesto ettikleri için kendilerine “Protestan” adı verildi.
Tek bir Hristiyanlık anlayışı, görüşü kesinlikle yok, değil mi?
Şu var ki Hristiyanlıkta en ortak nokta teslis (baba, oğul, kutsal ruh) inancıdır. Üçlü birlik inancı “teslis”, batı dillerindeki karşılığıyla “teynite”, hem birleştirici hem de ayırt edici bir niteliktedir. Nasıl birleştiricidir? Bütün Hristiyan mezhepleri, kiliseleri, Katolik, Ortodoks, Protestan “teslis”te birleşirler. Teslisi kabul etmeyen zaten Hristiyan sayılmaz. Katolik de Ortodoks da Protestan da teslisi kabul eder. Teslis inancı bütün Hristiyan mezheplerinin, kiliselerinin, fırkalarının birleştiği ortak noktadır. Teslis aynı zamanda ayırt edici bir özelliktir. Ayırt edici özelliği nedir? Hristiyan’ı Hristiyan olmayandan ayırt eden en belirgin özellik teslistir. Nasıl teslistir? Şimdi Hristiyanlık monoteist bir din midir, politeist bir din midir? Hristiyanlara sorsanız monoteisttir. “Biz muvahhitiz, tevhid akidesine bağlıyız.” derler! Ama Hristiyanlığın monoteizmi Yahudiliğin veya İslam’ın monoteizmi gibi midir? Hayır değildir. Yahudilikte tek tanrı inancı vardır. Yahudilikte de tanrıya baba, oğul isnat etme, tanrıyı insan gibi düşünme yani teşbih, Antropomorf vs. var ama tek tanrıdır. 10 emirden baştaki “Seni Mısır diyarından, esirlik evinden çıkaran Rabbin benim. Başka ilahların olmayacak.” emridir.
Tevhid akidesini en veciz şekilde ortaya koyan İslam’dır. Kur’an “De ki: O, Allah bir tektir. Allah Samed’dir (Her şey O’na muhtaçtır; O, hiçbir şeye muhtaç değildir). O’ndan çocuk olmamıştır (Kimsenin babası değildir). Kendisi de doğmamıştır (Kimsenin çocuğu değildir). Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir.” (İhlas, 112/1-2-3-4) diyerek hem Yahudiliğin hem de Hristiyanlığın tanrı inancına cevap veriyor. Bakın Hristiyan “monoteistim, muvahhidim” diyor ama Yahudiliğin ve İslam’ın monoteizminden farklıdır. Peki, Hristiyan’ınki politeizm midir? Evet, ama Hinduizm’in politeizminden de farklıdır. Hinduizm’de binlerce tanrı var. Hristiyanlıkta baba ayrı tanrı, oğul ayrı tanrı, kutsal ruh ayrı tanrı, üç tane tanrı oluyor; hayır üç değil tek tanrıdır! Zaten teslisin anlaşılmazlığının bir sebebi de budur. Çünkü üç, birdir…
İslam’ın Hristiyanlığa dair temel eleştirileri nelerdir? İncil’in kendi içerisindeki çelişkilerden bahseder misiniz?
İslam’ın Hristiyanlığa yönelik eleştirileri veya Hristiyanlığa bakış açısında dört temel nokta vardır. Birincisi teslis inancı, ikincisi Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi inancı, üçüncüsü kutsal metinlerin tahrifi konusu, dördüncüsü Peygamberimiz’in kutsal metinlerde müjdelenmesi konusudur. Bu dört eleştiriden ilki teslistir. Kur’ân’a göre Hz. İsa babasız dünyaya gelmiştir ama o tanrı değildir, tanrının oğlu da değildir. Birinci ayrılık buradadır ki zaten burada Hristiyanlık biter. Hristiyanlık, Hz. İsa’nın ulûhiyetini reddetsin ortada Hristiyanlık kalmaz, biter. Çünkü Hristiyanlık onun üzerine kurulu. Hristiyanlıkta dinin merkezi kutsal kitap değil, dinin merkezi İsa Mesih’tir. Onunla ilgili telakkiler, inançlar, dogmalar kalktığı zaman ortada Hristiyanlık kalmaz. Müslümanların Hristiyanlığa yönelttikleri en birinci eleştiri teslistir. Hz. İsa asla tanrı olduğunu iddia etmemiştir, bir olan Allah’a davet etmiştir, o bir insandır, o bir peygamberdir. Hatta Hz. Meryem, Hz. İsa’yı dünyaya getirip de kavmine geldiğinde kavmi ona; “Ey Harun’un kız kardeşi! Senin ne annen ne baban kötü insanlar değildi. Bu yaptığın nedir? Evli değilsin, kocan yok ama kucağında çocukla geliyorsun.” dediklerinde Hz. Meryem kundaktaki Hz. İsa’yı gösterdi. “Çocukla nasıl konuşuruz?” dediler. O zaman Hz. İsa dile geldi: “Bebek şöyle konuştu: Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. Bana kitabı (İncil’i) verdi ve beni bir peygamber yaptı.” (Meryem 19/30) Hz. İsa İncil’in hiçbir yerinde “Ben ilahım, tanrıyım.” demedi. Mesela bir Yahudi Hz. İsa’ya: “Şeriatta en birinci emir nedir?” diye soruyor. Hz. İsa: “Allah’ı bir bileceksin ve sadece O’na kulluk edeceksin.” diyor. Müslümanların Hristiyanlığa yönelttikleri veya ayrı düştükleri en temel nokta Hz. İsa’nın ulûhiyeti veya insanlığı noktasıdır.
İkinci eleştiri çarmıha gerilme konusudur. Hristiyanlar Hz. İsa çarmıha gerildi diye inanırlar. Niye çarmıha gerildi? Aslî günaha kefaret olmak üzere derler. Bize göre çarmıha gerilmedi. Çünkü Kur’ân-ı Kerim “Bir de inkârlarından ve Meryem’e büyük bir iftira atmalarından ve ‘Biz, Allah’ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih’i öldürdük.’ demelerinden dolayı kalplerini mühürledik. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlara öyle gibi gösterildi. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, bu konuda kesin bir şüphe içindedirler. O hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu kesin olarak öldürmediler.” (Nisâ 4/156-157) buyuruyor. Dolayısıyla İsa Mesih çarmıha gerilmediyse şu halde bu, aslî günah doktrinini, dogmasını da reddetmek demektir. Bizde aslî günah var mı? “...Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez...” (Zümer, 39/7) Günah ferdîdir. Hz. Adem ile Hz. Havva’nın günahını biz çekmeyiz, bize göre her doğan tertemiz doğar; Hristiyanlığa göre her doğan günahkâr doğar. En önemli farklardan biri budur. Hristiyanlık pesimist (kötümser) bakar, Müslüman optimist (iyimser) bakar. Hristiyanlara göre her doğan günahkâr doğar ve ancak vaftizle aslî günah giderilir. Halbuki bize göre “Her doğan İslam fıtratı üzere doğar.” Tertemiz bir yaratılışta doğar yani Allah’a inanmaya müsait bir fıtratta doğar. Sonra anne babası, çevresi Yahudi’yse onu Yahudi, Hristiyan’sa Hristiyan, Mecusi’yse Mecusi yapar ama doğuştan günahkâr değildir. Zaten mükellefiyet çağına kadar da sorumluluk yoktur.
Çocuğu günahkâr görmek akıl ve mantık dışı zaten…
Elbette, elbette… İslam çarmıha gerilmeyi reddeder, dolayısıyla Hristiyanlığın bir başka dogması olan aslî günah (peşe orijinal) (orijinal sin) kavramını ve dogmasını da reddeder. Burada da ayrıyız.
Üçüncü eleştiri tahrif konusu. Kur’ân’a göre ehl-i kitap, Allah katından kendilerine verilen kutsal metinleri orijinal şekilleriyle muhafaza edememişlerdir. Ama Kur’ân’ın ehl-i kitapla yani Yahudiler ve Hristiyanlarla ilgili bu hükmü onlara bir iftira değildir, tarihi bir vakıanın, hakikatin ifadesidir. Niye? Kur’ân’ın söylediğini bir kenara bırakalım ve normal bilimsel araştırmalara bakalım.
16. yüzyılın ortasından itibaren batıda kutsal kitabın eleştirel tetkiki ilmi doğdu ve gelişti. ‘Biblical kritisizm’ denilen kutsal kitabın eleştirel tetkiki hareketi… 1670’te Hollandalı Yahudi asıllı Baruch Spinoza, Tractatus Theologico-Politicus (Teolojik-Politik İncelemeler) adlı eserinde “Tevrat’ta Musa’ya ait olmayan yerler var.” dedi ve Yahudi cemaati onu aforoz etti. 1678’de Rişart Sima “Tevrat’ın tekvin kitabı en az iki farklı yazarın eseridir.” dedi. 1753’te Fransız Jean Astruc “Tevrat’ta en az üç farklı kaynak var.” dedi. Şimdi köhnen, ilgen, graf vs. En son Alman Julius Hazen Tübingen ekolü; “Bugün Hz. İsa’ya kelime kelime vahyedilmiştir denilen Tevrat en az dört farklı tarihte, dört farklı kişi veya guruplarca kaleme alınmış metinlerin derlenip bir araya getirilmiş şeklidir.” dedi, yani dört kaynak teorisini öne sürdü… Bunu nasıl öne sürüyorlar? Örneğin bir metni okuyorlar. Bir bölümdeki bilgi bir başka bölümde tekrar ediliyor ama iki bilgi birbiriyle çelişiyor. Mesela Tevrat’ın daha ilk bölümünde evrenin yaratılışı anlatılır: “Her şey karanlıktı. Tanrı önce ışığı yarattı, ikinci gün gök kubbeyi, üçüncü gün yer küreyi, dördüncü gün bitkileri, beşinci gün hayvanları, altıncı gün insanı.” Anlıyoruz ki insan yaratıldığında ötekilerin hepsi yaratılmıştı. Sayfayı çeviriyoruz, daha ikinci sayfadayız dikkat edin! Orada diyor ki: “Tanrı yerin toprağından adamı (Âdem) yarattığında daha yeryüzünde bir kır fidanı bile yoktu.” Peki, hani bitkiler önce yaratılmıştı? “Tanrı yeryüzünün doğu tarafında bir bahçe dikti, bin bir ağaç yetiştirdi ve adamı aldı o bahçeye koydu. Adam yalnız sıkıldı. Göğün kuşlarını, yerin hayvanlarını yarattı. Bunlar da adamın yalnızlığına çare olmayınca üzerine bir uyku getirdi, kaburga kemiğinden eşi Havva’yı yarattı.” Bakın yaratılışla ilgili bu iki anlatım birbiriyle çelişiyor. Bitkiler ve hayvanlar insandan önce mi yaratıldı, sonra mı yaratıldı? Yine bir çelişki örneği; tufan olayında gemiye alınan hayvanların eti yenilebilen hayvanlardan yedişer çift, ötekilerden ikişer çift, kimi yerde de rakamlar ters dönüyor. Tufanın süresi bir bakıyorsun 150 gün, bir bakıyorsun 1,5 yıl, yani farklı süreler. Şimdi bu tür metin içi çelişkiler çok… Hatta “bu vahiy mahsulü olamaz.” dediler, “İnsan eli değmiş.” dediler. Bir de metin dışı eleştiri var. Metin dışı eleştiri ne? Kitab-ı Mukaddes (Tevrat) adeta bir tarih kitabıdır. Evrenin yaratılışı, insanlığın tarihi, Nuh tufanı, Hz. İbrahim, Hz. Musa, İsrailoğulları ve İsrailoğullarının tarihi… Üstelik seküler tarih dediğin normal tarih de insanlığın tarihini inceliyor. Tarih ilminin ortaya koyduğu verilerle Tevrat’ın söyledikleri her zaman örtüşmüyor, çelişiyor. İkincisi, arkeolojik bulgularla Tevrat’ın verileri çakışıyor. O zaman ne oldu? Bu metinler kutsal ruhun ilhamıyla, tanrının vahyi ile vahyedilmemiş ama zaman içerisinde farklı kişilerce kendi bilgileri ve araştırmaları doğrultusunda kaleme alınmış ve sonra da redaksiyona tâbi tutulmuş bir kitap olduğu fikri ilim dünyasına yerleşti. Şimdi bir de şu açıdan bakalım; Yahudilere Tevrat verildiğinde Yahudiler yerleşik hayata geçmiş, kendi bağımsız devletlerini kurmuş bir topluluk muydu? Hayır, değildi. Sina yarımadasındaydılar, Mısır’dan çıktılar, Sina’da ilahî vahiy alındı. “Arz-ı Mev’ud’a girin” emri var. Bir de Hz. Musa’ya “Girmeyeceğiz, sen ve Rabbin gidin savaşın.” dediler, bu densizliği de yaptılar. Kırk yıl oraya girmek onlara haram kılındı, Sina yarımadasında yani Sina çölünde Tih sahrasında kırk yıl Hz. Musa onlarla birlikte oldu. Çölde dolaştılar, göçebe bir hayat... Tevrat bu zamanda geldi. Sonra iki yüz sene Arz-ı Mev’ud’a, Filistin topraklarına girme savaşı oldu ve hâlâ göçebelik vardı. Ne zaman ki Hz. Davut Kudüs’ü aldı ve İsrailoğullarına Kudüs’ü başkent yaptı, işte o zaman yerleşik hayata geçildi. Sonra Hz. Davut ve Hz. Süleyman zamanında da savaşlar oldu. Hz. Süleyman’dan sonra devlet ikiye bölündü; kuzeyde İsrail Krallığı, güneyde Yahuda Krallığı. İsrail Krallığını Asurlular yıktı, Yahuda Krallığını Babilliler yıktı. Sonra bölgeye Babil, Pers, Grek Slevkitler, Romalılar hâkim oldu… Yani harpler, darplar, yangınlar, esaretler, sürgünler… Yahudiler kutsal kitabı orijinal ve otantik şekliyle koruyamadı. Bir de ne oldu? Kendi içlerinden çıkan krallar Tevrat’a savaş açtı, Tevrat’ı yasaklayan krallar çıktı, Tevrat’ta tanrı isimlerini kaldıran krallar çıktı, kendileri de zarar verdiler. Babil esareti dönüşünde Yahudilerin Tevrat’ı ellerinde yoktu. Ezra, onları yeniden Tevrat’la buluşturdu. Bir kavim düşünün ki kutsal kitapları yok. 622’lerde Kral Yuşiya, Başkohen Hilkiya’ya “Tevrat’ı getir.” diyor ama ortada Tevrat yok. Baş Kohen neden sonra “Mabedin bir köşesinde buldum.” diye getiriyor ama o getirdiği şey Tevrat’ın bir bölümü ve bilim adamlarına göre o, tarihte kaleme alındı.
İncil’e gelince şöyle: Bizim inancımıza göre Allahu Teala Hz. İsa’ya İncil diye bir kitap verdi. Hatta Müslüman âlimlere göre İncil bir defada Hz. İsa’nın kalbine indirildi, Hz. İsa da bunu tebliğ etti. Ama Hristiyanlara göre Hz. İsa’ya İncil diye bir kitap verilmedi, Hz. İsa böyle bir kitap yazmadı, böyle bir kitap yazdırmadı.
O zaman İncil ne?
Bugünkü İnciller Hz. İsa’nın hayatını ve mesajını anlatan hatırat kitabı. Zaten 2. yüzyılda İnciller hatıra kitabı diye nitelendirilir. Dolayısıyla çok hatırat kitabı olmasının sebebi de bu. Herkesin duyduklarını, hatıralarını, gördüklerini yazmış olmaları... Hz. İsa’yı görüp onunla beraber olan havariler gördüklerini yazdılar, havarilerden duyanlar duyduklarını yazdılar, ötekiler de görenlerden duyanlardan duyduklarını yazdılar.
Kanaatler de işin içine giriyor, sadece duyulanlar değil…
Bakın ben size bir şey okuyayım, bu İncillerin nasıl yazıldığıyla alakalı bir şeyi açıklar… Dört İncil’den biri Luka İncili. Luka İncilinin başında diyor ki: “Aramızda vaki olmuş şeylerin hikayesini başlangıcından gözleriyle görenlerin ve kelamın hizmetçisi olanların bize nakil ettiklerine göre, tertip etmeye birçok kimseler giriştiklerinde (pek çok insan Hz. İsa’dan gördüklerini, işittiklerini tertip etmeye giriştiğinden) ben de taa başından beri hepsini dikkatle araştırıp tahkik ederek “Ey faziletli Teofilos, (Toefilos’a hitaben yazıyor.) olduğu gibi sırasıyla sana yazmayı münasip gördüm!” Şimdi buradan ne anlıyoruz? “Ben oturdum elime kalemi aldım, kutsal ruh bana yaz dedi, ilham etti otomatik yazdım.” demiyor Luka… Ne diyor? Başlangıçtan beri pek çok insan bir şeyler yazdılar ben de bütün bu yazılanların hepsini taa başından beri dikkatle araştırıp tahkik ederek, yazılanları okuyarak kaleme aldım diyor, yani kendisi bir şeyler derliyor. Peki, bu nasıl ilham olur? Dolayısıyla İnciller, havarilerin ya da havarilerin talebelerinin Hz. İsa ile ilgili gördükleri, görenlerden duydukları ve kendi araştırmalarıyla elde ettikleri bilgileri derledikleri birer biyografi kitabıdır. Hristiyanların Hz. İsa ile alakası yoktur, Hz. İsa yazmamıştır. Aslında Hristiyanlara göre de Hz. İsa’ya bir kitap verilmesi söz konusu değil. Çünkü Hristiyanlar diyor ki: “Ey Müslümanlar! İlahi kelam (vahiy) nasıl harfe, kelimeye, satıra, lafza büründü de siz de Kur’ân olduysa bizde de ete kemiğe büründü İsa oldu, bizim İsa sizin Kur’ân’ınız karşılığıdır.”
İncillerle ilgili Hristiyan dünyanın söylediği, zaten tahrifi falan çoktan aşan bir şey, onu geçtik zaten. Tahrif nasıl olur? Tanrı tarafından kitap verilir, onu orijinal şekliyle muhafaza edemezsin, işin içine bir şey karışır. Zaten bunlar Hz. İsa’ya bir şey verildi diye kabul etmiyorlar. Onun yazdığını, yazdırdığını da kabul etmiyorlar. Bu İnciller havarilerin, havarilerden duyulanların kaleme alındığı hatıra kitaplarıdır. Herkes bir şey yazdı, sayısı çoğaldı, 4. yüzyıla gelince de kilise: “Bir dinin bu kadar çok sayıda kutsal kitabının olması doğru değil. Bunları bir seleksiyona, ayıklamaya tabi tutalım.” dedi. Peki, ne yapalım? Üç kriter belirlediler. İncil müjde demek, İncil’in iki anlamı var. Birincisi, bizzat Hz. İsa’nın kendisi müjdedir. Hristiyanlara göre insanlığın kurtuluşu için müjdedir. İkincisi, Hz. İsa’nın mesajı müjdedir. Hz. İsa’nın hayatını ve mesajını anlatan hatırat kabilinden yazılmış kitapların sayısı çoğalınca kilise dedi ki üç kriter uygulayalım. Birinci kriter: Bu getirilen kitap bir havari tarafından mı yazılmış yoksa bir havariye nispet edilebiliyor mu? Bu kritere göre Matta ve Yuhanna havari, Markos ve Luka havari değil. Ama Markos, Sen Pier’i gösteriyor, onun talebesi. Luka, Pavlus’u gösteriyor, onun talebesi yani onlar da onlara referansla… İkinci kriter: Taşıdığı, içerdiği inanç doğru mu? Bu kriterler MS 325 İznik Konsilinden sonra ve 4. yüzyılın sonuna doğru 393-397’lerde yapıldı. Taşıdığı inanç doğru mu derken, eldeki inanç İznik Konsili’ne uygun olacak. İznik Konsili’nde teslis kabul edildi, tevhid reddedildi. Öyleyse tevhidi savunan bir İncil geldiyse taşıdığı inanç doğru değil diye atılacak, reddedilecek. Üçüncü kriter: Hristiyan cemaatler arasında kullanımı yaygın mı? Bu üç kritere göre 100’ün üstünde İncil seleksiyona tâbi tutuldu ve bugünkü dört İncil kanonik (otoritelerce doğrulanmış), kutsal kabul edildi.
Hristiyanlık, insanın dünya hayatına dair hükümlerden, bir din olmak noktasında adeta hiç bahsetmiyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hükümlere gelince sorunuzun karşılığı, İncillerde ahkâma müteallik mesele pek yok. Hz. İsa Tevrat’ı tasdik etti mi, etti. Hz. İsa Tevrat’taki ahkâma göre yaşadı mı, yaşadı. Bazı konularda onu değiştirdi ama genelde esas olan Tevrat’tı. Tevrat’ın şeriatına göre amel etti ve tebliğ etti. Hz. İsa İsrailoğullarındandı bir, İsrailoğullarına gönderildi iki, Tevrat’ı tasdik etti üç, Peygamberimiz’i müjdeledi dört… Bu durum Kur’an’da şöyle ifade edilir:
“Hani, Meryem oğlu İsa: ‘Ey İsrailoğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici (olarak gönderdiği) peygamberiyim.’ demişti. Fakat (İsa) onlara apaçık mucizeleri getirince ‘Bu, apaçık bir sihirdir.’ dediler.” (Saff, 61/6)
Her peygamber bir kavme gönderildi. Bütün kavimlere gönderilen tek Peygamber, Peygamberimiz’dir. Âlemlerin Rabbi âlemlere gönderdi onu. Ondan öncekilerin hepsinin birkavmi vardı. Nuh’un kavmi, Salih’in kavmi, Lut kavmi… “(Ey Muhammed!) De ki: Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği peygamberiyim. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. O hâlde, Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Rasulü’ne, o ümmî peygambere iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.” (A’raf 7/158)
“O peygamberlerin izleri üzere Meryem oğlu İsa’yı, önündeki Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gönderdik...” (Mâide, 5/46)
Hz. İsa da her doğan Yahudi çocuğu gibi doğumunun sekizinci gününde sünnet edildi, annesinin temizlenme günleri tamam olunca mabede götürüldü. Hz. İsa zamanında bugünkü kiliseler yoktu, sinagoglarda ibadet etti. Tevrat’ı tasdik ediyordu. Bir başka özelliği, kendisinden sonra gelecek Ahmet adındaki Peygamberi de müjdeledi.
Diğer mezhepler de Pavlus’un dediğini mi kabul ediyorlar şu anda?
Günümüz Hristiyanlığı Pavlus Hristiyanlığıdır, Hz. İsa Mesih Hristiyanlığı değil.
On emirden biri “Öldürmeyeceksin.” Hz. İsa dedi ki: “Öldürmeyeceksin denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim ki sizden biri mabede Rabbe takdim arz etmeye gittiğinde, ibadet etmeye gittiğinde bir kardeşinin kalbini kırdığını hatırlarsa takdimesini bıraksın gelsin onun gönlünü alsın. Helallik alsın sonra gidip takdimesini sunsun.” Yani birinin kalbini kırmak onu öldürmekle eş değerdir, dedi. “Zina etmeyeceksin denildiğini işittiniz. Fakat ben size derim ki eğer bir göz şehvetle bir kadına bakarsa o göz zina etmiş sayılır, o gözü çıkar at.” dedi. Kur’an’da Nûr sûresi 30 ve 31. ayette “Mümin erkeklere söyle gözlerini haramdan sakınsınlar. Kadınlara söyle gözlerini haramdan sakınsınlar.” buyruluyor. Hz. İsa da bunu söyledi. Şimdi bugünün Avrupa’sını, Hristiyan dünyasını düşünün! Bırak öyle gözün harama bakmasını, Amerika’da Avrupa’da İtalya’da Papalığı bugün en çok sıkıntıya sokan şey papazların çocuklarla alakalı pedofili dediğimiz cinsel istismarıdır. Ortaçağ boyunca zaten rahip rahibeler aldı başını gitti. Son nokta da müjde noktasıdır ki Peygamber Efendimiz’i (sav) öteki peygamberlerden ayıran bazı hususlar var. Birincisi, her peygamber belli bir kavme gönderildi, bizim Peygamberimiz bütün kavimlere, bütün zamanlara gönderildi. İkincisi de her Peygamber, Peygamberimiz’i müjdeledi.
Meşhur Barnaba İncili diye gündeme gelen İncil, İznik Konsili’nde elenen İnciller arasında mıydı?
Barnaba, on iki havariden biri değildi. Kıbrıslıydı ama Kudüs’te okudu. Pavlus’un okul arkadaşıydı ve Hz. İsa’ya inanan biriydi. Ötekiler gibi Barnaba da bir İncil yazmıştır. Yani duyduklarını hatıra olarak yazmıştır. Dünya üzerinde Barnaba İncili diye bir tek yazma İncil var, o da Avusturya Milli Kütüphanesinde, İtalyanca yazılmış bir nüsha. Bir de İspanya’da çevirisi varmış ama şimdi kayıp. Şimdi Batı dünyası diyor ki: “Bugün Avusturya Milli Kütüphanesinde bulunan İtalyanca yazma nüsha Barnaba İncili, 14–15. yüzyıllarda Müslüman olmuş bir Hristiyan tarafından yazılmış uydurma bir İncil’dir.” Fakat Papa Gelasius MS 492 tarihinde bir tamim yayınlıyor. O tamimde Hristiyan dünyaya “Kutsal olduğuna inanılan ve okuyacağınız kitaplar, muharref kitaplar, apokrif kitaplar şunlardır...” diyor ve apokrif kitaplar arasında Barnaba İncili de var. Demek ki Barnaba İncili 400’lerde var olan bir İncil. Zaten Barnaba, İncilini İtalyanca yazmış olamaz, bu olsa olsa çeviridir. Barnaba Kıbrıs’taydı ve Grekçe konuşuyordu, İbranice konuşuyordu, Helenistik kültürdeydi. Bu incili Barnaba yazmış olabilir mi, olabilir. Barnaba da ötekiler gibi İncil yazmıştır. Bu İncil’de teslis reddediliyor ve Peygamberimiz’in geleceği müjdeleniyor. Zaten Hz. İsa’dan hemen sonra teslisi reddeden, Hz. İsa’nın ulûhiyetini reddeden Hristiyanlar vardı. Hz. İsa’dan sonra Hristiyanlık iki yönde gelişti. Birincisi Yahudi kökenli Hristiyanlar hareketi; ikincisi putperest kökenli Hristiyanlar hareketi. Yahudi kökenli Hristiyanlar yani Yahudi’yken Hristiyan olanlar Tevrat kurallarına uyuyordu. Bunlar sünnet oluyordu, Allah’ın birliğine inanıyordu, Hz. İsa’nın ilahlığını kabul etmiyordu.
Bunlar varlığını sürdürdü mü?
Batılılar: “Bu hareket 5. yüzyıla kadar varlığını sürdürdü. 5. yüzyılda kayboldu ve 7. yüzyılda İslam diye ortaya çıktı.” diyorlar.
Putperest kökenli Hristiyanlığa gelince, Yahudi olmayan insanlardan Hristiyanlığa girenlere de putperest kökenli Hristiyan deniliyor. Pavlus onlara dedi ki: “Siz Hristiyan oldunuz ama Yahudi değilsiniz. Niçin Yahudilerin Tevrat’ına uyacaksınız, bu Tevrat’a uymayın, Tevrat kurallarından muafsınız…” Zaten Antakya tarafında ilk defa Yahudi olmayanlardan Hristiyan olanlar ortaya çıkınca bir problem doğdu. Bunlar Hristiyan olacağız diyorlar ama Yahudi şeriatını uygulayacaklar mı yoksa ondan muaflar mı? Bir tartışma çıktı. Kudüs’te MS 49–50 yılında havariler toplandı. “Bunlardan sadece dört şey isteyelim onun dışında muaf olsunlar.” dediler. Bunlara kan yasak, boğulmuş hayvan yasak, Allah’tan başkası için kesilenler yasak, zina yasak. Aslında bu dört şey biraz farklı şekilde Kur’ân’da da vardır: “Ölmüş hayvan (leş), kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar… size haram kılındı…” (Mâide, 5/3) Aslında yiyecekler sıralanıyor. Onlara konulan yasağın dördüncüsü domuz olması lazım ama domuzu kaldırdılar yerine zinayı koydular. Zina aslında baştan beri yasak.
Pavlus, putperest iken Hristiyan olanlara “Siz Tevrat’ın şeriatından muafsınız.” dedi. Bunlar aldılar başını bu tarafa… Bugünün Hristiyanlığı Yahudi kökenli Hristiyanlık değil, o bitti. Yani putperestlikten Hristiyanlığa geçenler putperestliklerini bırakmadan bir şekilde devam ettiler.
Evet, mesela Roma 380’de Hristiyan oldu, Hristiyanlık Roma’yı fethetti. Aslında doğrusu şudur:
Hristiyanlık Roma’yı fethetmedi; Roma, Hristiyanlığı Romalılaştırdı yani paganlaştırdı. Müstakil bir kitap var “Hristiyanlıktaki Putperest Unsurlar” diye. Bugünün Hristiyanlarında paganist unsurlar, papalık unvanından giysilere ve merasimlere kadar Roma sarayının mirasıdır, ritüelleridir, uygulamalarıdır.
Mesela İzmir’deki bereket tanrıçası Artemis, Meryem’e dönüştü. Hristiyanlar Artemis’i attılar ve “tanrı doğuran” diye yerine Meryem’i koydular. 24–25 Aralık Noel, güneş ilahı Mitra’nın bayramıydı. Hz. İsa iyilik güneşi dediler ve Mitra’yı atıp İsa’yı koydular. Hz. İsa’nın doğduğu yıl bile belli değil, 24 Aralık tarihi kesin değil. Paganist geleneklere Hristiyanî kisve giydirdiler, o Paganist öz devam etti.