İnsanoğlu, ömür olarak takdir edilmiş belirli bir süreyi yaşamak üzere dünya denen bu mihnet, sıkıntı ve çile yurduna imtihan için gönderilmiş, akıl şuur sahibi bir varlıktır. Dünyada sona eren yaşamı kabir âleminde devam edecek, Kur’an ve hadis-i şeriflerin neredeyse en ince teferruatına kadar tasvir ettiği sonsuz bir ahiret âlemi ile de noktalanacaktır.
Bu yolculuktaki yolların çıkmaz sokakları, labirentleri, tehlikeleri bir hayli çoktur. Kılavuzsuz asla bu yolun menziline varılmaz, maksada ulaşılmaz. Nasıl ki dünya yolcuları gidecekleri yeri bilir, ona göre de bir vasıta temin ederler; insan da bu dünyada gideceği yeri bilmeli, hangi vasıtaları kullanması gerektiğini, nasıl bir çaba içerisinde olması gerektiğini iyi hesaplamalıdır.
Dünya hayatında Rabbimiz biz kulları için kılavuzluk edecek peygamberler, refakat edecek dostlar, onu sırtında taşıyacak, canı gibi koruyup gözetecek ebeveynler, anne ve babalar yaratmıştır. İnsanın dünya yolculuğu anne rahminde başlar, sonra sevgi ve şefkat dolu ana kucağında devam eder. İlk zamanlar onun en çok beraber olduğu en çok zamanını paylaştığı varlık annesidir. Daha sonra arkadaşlar, eşler ve çocuklar bu sırada yerlerini alır.
Bir insan kimden ne kadar dostluk ve iyilik gördüyse hayatının uzunca bir kısmını kiminle paylaştıysa o kişilere karşı daha fazla bir sevgi ve sorumluluk hissi, şükran ve minnet duygusu taşır yüreğinde. Sonra da bir ömür, sevdiklerine ve kendisine emeği geçenlere karşı sorumluluklarını ne derece yerine getirebildiği konusunda eğer vicdanı ölmemişse devamlı kendini özeleştiriye tabi tutar. Bu durum insanın yaratılışında ona verilmiş güzel duyguların, özellikle vicdan ve adalet duygularının kaçınılmaz bir tezahürüdür.
İşte bu tür muhasebelerin ve vicdani hesaplaşmaların, minnet ve şükran duygularının, insanın gönül dünyasında, maddi ve manevi anlamda faydalandığı her varlığa karşı minnet hissiyle beraber sevgi, saygı, şefkat, fedakârlık, merhamet gibi duygulara dönüşen yansımaları olur. İnsanlar arası ilişkilerde akıl ve bilgiden ziyade bu tür duyguların devrede olması çok önemlidir.
Bu anlamda anne evlat ilişkisindeki yakınlık ve sıcaklığın diğer beşeri yakınlıkların hepsinden farklı bir tadı ve güzelliği vardır. Annelerle evlatları arasındaki duygulara benzer sıcak bir sevgi ve yakınlık hissinin, minnet ve şükran duygusunun, kul ile Rabbi arasında da oluşması gerekir… Hem de çok daha sıcak ve yoğun bir şekliyle. Ama maalesef bu duyguları anlayabilmek ve yakalayabilmek herkese nasip olmamaktadır. Bu konuda en önde giden insanlar şüphesiz peygamberlerdir. Sonra da Allah dostları, velîler diye tarif ettiğimiz yakîn ve marifet sahibi kişiler… Evet, içimizde velîler diye tanımladığımız kişiler bu duyguları iyi bilir ve hakkını verirler.
İşte yukarıda zikrettiğimiz büyüklere has bu güzel duygularımız olmayınca Allah-kul ilişkimiz son derece soğuk bir hale gelir ve hâşâ Rabbimiz’e, sanki çocuğunu doğurup sonra bir cami bahçesine bırakan vefasız ve sevgisiz bir anne muamelesi yaparız. Böyle olunca da farkında olmasak bile hayatta her yakınımızdan daha fazla bize yakın, tüm anlarımızı paylaştığımız, iyilikleri hesaba gelmeyecek kadar çok olan Rabbimiz’e karşı yaptığımız kulluğumuz ve hissettiğimiz duygularımız soğuk, mekanik bir görünüme bürünür. Peki, Rabbimiz’le ilişkilerimizi soğuk ve mekanik kılan bu tutumumuzdan kurtulabilmemiz için duygu, düşünce ve eylem dünyamızda neler yapabilirsek faydalı olur? Bizlere iyi bir örnek olması temennisiyle, asrımızın ilim, hikmet, irfan güneşi ve gönül insanı Şenel İlhan Beyefendi, kendi duygu dünyasında Allah-kul ilişkisine nasıl bir çözüm getirmiştir, ona bakalım...
Bu konudaki kendine has orijinal yaklaşımını siz değerli okurlarımızla bu makalede paylaşmak istiyorum:
“Kul, Allah ilişkisi çok zorlandığımız ve pek de becerikli olamadığımız bir konu. Allah’a (cc) inanıyor, iman ediyoruz ama o Yüce Yaratıcı karşısında duygusal anlamda nasıl bir duruş sergileyeceğimizi bilemiyoruz. Bunun ayarını yapmak şüphesiz, cidden herkesin başarabileceği bir iş de değil. Genellikle Rabbimiz’i ürkütücü ve korkutucu bir güç olarak telakki ediyor, bu soyut ve muazzam güçle bir kul olarak ilişkimiz nasıl olmalı konusunu ayarlayamıyoruz. Dolayısıyla Rabbimiz’le ilişkilerimiz sıcak olmuyor. O’na yalvarırken, dua ederken ve huzurunda namaz kılarken, o çok uzaklarda bir yerden sanki bize bakıyor gibi geliyor. Aramızda duygusal bir yakınlık bulamıyoruz. Gerek Allah-kul, gerekse kul-kul gibi ikili ilişkilerde en önemli ahlak “sencillik”tir. Allah’a karşı sencil olmanın adı da teslimiyettir. Allah’tan gelenlere rıza göstermek, emir ve yasaklarını, bencil isteklerimizle değişmemek teslimiyettir.
Ben, olayları değerlendirirken kendim merkezli değerlendirmem. Bencil tabiatlı değilim. Ben kendimi bildim bileli böyleyim. Her zaman karşımdaki kişinin istekleri benim isteklerimden önde gelmiştir. Bu benim tabiatımdır. Bu durumda ben, arkadaşlarımla olan ilişkilerimde bile, önce arkadaşımın isteğini gözetirken Allah’a (cc) gelince mi bencil olacağım! Asla nefsim için böyle bir şeye müsaade etmem! Bencil adamdan ne iyi bir kul, ne iyi bir baba, ne iyi bir eş ve ne de iyi bir arkadaş olur. Allah ile ilişkileri düzeltmek, O’nun isteklerini kendi isteklerimize tercih etmek istiyorsak bunun için önce insanlara karşı sencil davranmayla işe başlamamız gerekir. Zira insanlara karşı sencil olabilen biri, Allah ile olan ilişkilerinde de kendi isteklerini kolayca yok sayabilir.
Allah ile ilişkilerinde sencil olamazsan Allah’a olan teslimiyeti nasıl göstereceksin? Ben küçüklüğümde ilkokula giderken sıra arkadaşımdan silgi istemiştim. O da bana “Benim bir tane silgim var, vermem.” demişti. Onun üzerine arkadaşımdan soğudum ve onunla olan arkadaşlık ilişkimi bencil davranışından dolayı bitirdim. Ancak bu ilişkiyi bitirmek bende doğal olarak gerçekleşti. Düşünüp taşınarak yaptığım bir davranış değildi.
Bu ahlak çocukluğumdan beri bende hâlen devam etmektedir. Örneğin biri bana yumruk atsa onun yumruğunu bir elimle savuştururken diğer elimle o kişinin ağzına yemek koyacak bir ahlak var bende… Nitekim çevremdeki insanlardan ben böyle her gün bir sürü manevi yumruklar alırım; hasetlik, düşmanlık, fesatlık gibi… Ben ise bunun farkındayımdır ve onların bu hamlesinden kaçınırken karşımdaki kişinin ihtiyaç duyduğu her ne ise onu vermekten imtina etmem. Fedakârlık ve sencillik ahlakımdan dolayı bunu yapmak bana gayet tabii ve kolay gelir. İnsanlarla olan ilişiklerimdeki bu ahlakımı nasıl önemsediysem ve onlar adına fedakârlık ettiysem, nefsimin isteklerini de Rabbim’in istekleri karşısında o şekilde değerlendirerek hareket ettim. Yani Allah’ın razı olmayacağı hiçbir davranışı yapmayı tercih etmedim. Tercihim Allah’ın razı olduğu davranışlardan yana oldu.
Allah ile anne sevgisi birbirine benzer. Anneye karşı duyulan sıcak hisler Allah’a karşı da olmalı. Mesela, insan “Anne” dediğinde ne hisseder neler yaşar ona bir baksın... Sonra “Allah” dediğinde kendinde ne olduğuna bir baksın... Allah kuluna nasıl bakar, sen kendine öyle bir bakabilsen kendinin nerede olduğunu görürsün. Neler hissediyoruz, Allah ile paylaşımın neresindeyiz?
Mesela, Allah bize her günah işlediğimizde nasıl bakıyordur? Kerih bakmaz mı? Dolayısı ile bir günah işlerken Allah’ın bize bakışını da empati yaparak değerlendirelim. Ayrıca biz Allah’tan isterken hep kendi isteklerimiz doğrultusunda dua ederiz. “Ya Rabbi! Şunu da ver, bunu da ver.” diyerek hep kendimiz içiniz isteriz. Hatta evliyalığı ve cenneti dahi isterken bencil bir duygu ile isteriz. Bu sebeple Allah’ın zatını, kendisini isteme noktasında hep eksik ve bencil kalmışızdır. İşte burada empatimizi bir daha gözden geçirerek Allah’ın cephesinden bakalım. O zaman Allah’ı istemek değil de hep kendi menfaatlerimiz doğrultusunda bir iletişimde olduğumuzu görürüz. Halbuki Rabbimiz’in istekleri bizim isteklerimizin önüne geçmeli. Ben merkezli, kendi merkezli yaşayan insanlar, Allah ile olan ilişkilerinde de hep kendi isteklerini ortaya koyarlar. Ama insanın şartları ne olursa olsun aldırmadan, Allah’ın istekleri hep önde olmalıdır. Niye bu böyle, niye şu şöyle deme… Allah ile ilişkilerinizde iradeniz ikide bir neden devreye girsin ki? Yani Allah’a rağmen kendi varlığını ortaya koyuyorsun. Allah’ın isteklerinin yanında senin isteklerin nasıl var oluyor?
Allah (cc) Nisâ sûresi 31. ayette: “Eğer yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere sokarız.” buyuruyor. Aslında Allah senin küçük günahlardan da kaçmanı istiyor. Nûr sûresi 30 ve 31. ayette “Mü’min erkeklere ve kadınlara söyle gözlerini haramdan sakınsınlar.” buyurarak küçük günahlardan da kaçmamızı istiyor. Ben bu geçici, ahirete nispetle basit dünyada Rabbim’i küstüreceğim öyle mi? Bu sadece göz zinası meselesi değil, bunun psikolojik boyutu da önemlidir. Allah’a rağmen sen ha! Öyle mi? O zaman teslimiyet nerede, sencillik nerede? Allah’ın istekleri nerede? İşte bu durumda maddiyat, dünyalık boyut, manevi değerlerin önüne geçerse olmaz. Halbuki maneviyat, maddiyatın önüne geçerse güzel ahlak kendiliğinden ortaya çıkar.
Burada şu konuya da açıklık getirelim. Âlimler diyorlar ki: “Büyük günahlara düşmezseniz küçük günahlarınızı affederim” ayetinin tefsirinden çıkan sonuca göre, Allah (cc) “Tövbe etmeseniz bile küçük günahlarınızı affederim.” diye vaad ediyor. Bu ayette küçük günahlardan kaçmanın zorluğundan dolayı Rabbimiz’in bize merhametini görüyoruz. Yalnız, her ne kadar küçük günahlar af kapsamında olsalar bile bizler daha iyi olanı tercih ederek küçük günahlardan kaçmaya çalışırsak kötü mü olur? Elbetteki daha güzel olur. Bizler de daha güzel olana talip olmalıyız.
Şeytan kendine tapıyordu, kendini ululamak için ibadet yapıyordu. Böylelikle kendi egosunu ve nefsini büyüttü, çünkü bencildi. Bencilliğinin altında da sevgisizliği vardı. Sadece kendini seviyor, “narsist” mantıkla “ben” diyordu. Bu sebeple imtihan edildiğinde ise gerçekler açığa çıkmış, bencil olan yönüyle Allah’a teslim olamamış; “Sen ne dersen o, ya Rabbi” diyememiş, “ben” diyerek Âdem’e olan secde emrini yerine getirememişti. Mevzu Allah rızası ise kendi egonu dahi iptal et. Kendi iradeni Allah’a teslim et. Her şey imtihan formatında yaratıldığı için başına gelen sıkıntılara karşı “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” de… Yani Allah’tan geldik Allah’a döneceğiz de… Üç günlük dünyada kendi nefsî isteklerinin peşinde koşarak ahiretini perişan etme. Dua ederken dahi, “isteklerimiz Allah’ın istekleri ile paralellik arz etsin” diye dua etmek lazımdır. Bunların en kestirme yolu dürüst olmaktan geçiyor. Kısaca Allah ile olan ilişkilerimizde “Allah neyi istiyorsa ben de onu istiyorum” ahlakı ve psikolojisi içerisinde olmamız lazımdır. Okuduğumuz ilim, bilgi gibi tüm kazanımlarımız bizi, Allah’ın isteklerinin önüne geçiriyorsa dikkat etmek lazımdır.”