Takva

“Ey iman edenler! Allah’a nasıl korunmak gerekse öyle korunun, hakkıyla muttaki olun ve her halde Müslüman olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 3/102)

Takva Cenab-ı Allah’ın mümin kullarına bir emridir. Çünkü Cenab-ı Allah dünya ve ahiretin tüm hayırlarını takvada toplamış ve ondan sonra mümin kullarına takva olmalarını emretmiştir ki içinde bulunan tüm hayırlarıyla muzafferiyet, saadet ve kurtuluşa ersinler. Takva, Allah’ın mümin kullarına bir rahmetidir. Allah müminlere Rahim’dir.

“Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Sizden önce kendilerine kitap verilenlere de size de ‘Allah’a karşı gelmekten sakının’ diye tavsiye ettik. Eğer inkâr ederseniz (bilin ki) göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah zengindir, övülmeye lâyıktır.” (Nisâ, 4/131)

Dünyada ve ahirette ne kadar hayır varsa ve zahirde ve batında ne kadar hayırlar varsa illaki takva bu hayırlara ulaştırıcı bir yoldur. Dünyada ve ahirette, zahir ve batında ne kadar şer varsa illaki takva onlardan korunmak için selametli bir yol ve zaruri bir kurtuluştur. Cenab-ı Allah aziz kitabında büyük hayırları ve saadetleri takvaya bağlamıştır. Yani bunları daima takva ile beraber zikretmiştir.

Bu büyük hayırlardan biri Hâfiz, Latîf olan İlah’ın beraberliğidir. Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur:  “…Allah’tan korkun ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir.” (Bakara, 2/194)

Bu büyük hayırlardan biri de ledünni ilimdir. Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: “…Allah’tan korkun, Allah size ilim öğretiyor ve Allah her şeyi bilir.” (Bakara, 2/282) Büyük hayırlardan şüphe ve zorluklara karşı Furkan (iyi ve kötülüğü ayırma) ve kötülüklere karşı kefaret, günahlara karşı kefaret… Allah şöyle buyurmuştur:  “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız O, size bir furkan (hakkı batıldan ayırt edecek bir anlayış) verir ve günahlarınızı örtbas eder, sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Enfâl, 8/29)

“(Ey insanlar!) Sizden cehenneme varmayacak hiç kimse yoktur. Rabbin için bu, kesin olarak hükme bağlanmış bir iştir. Sonra takvaya erenleri kurtaracağız. Zalimleri ise orada diz üstü düşmüş bir halde bırakacağız.” (Meryem, 19/71-72)

Yine Cenab-ı Allah buyurmuştur: “Allah, takva sahiplerini kurtuluşa erdirir. Onlara hiçbir fenalık dokunmaz. Onlar mahzun da olmazlar.” (Zümer, 39/61) O büyük hayırlar da zorluklardan kurtulmak için ummadığınız yerden rızık, kolaylık ve büyük ecirdir.

Allah şöyle buyurmuştur: “…Kim Allah’tan korkarsa Allah ona bir çıkış yolu yaratır. Ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a güvenirse O, ona yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur.” “…Kim Allah’tan korkarsa Allah ona işinde bir kolaylık verir. İşte bu, Allah’ın size indirdiği buyruğudur. Kim Allah’tan korkarsa Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükâfatını arttırır.” (Talak, 65/2-3-4-5)

O büyük hayırlardan biri cennetle vaattir. Allah şöyle buyurmuştur: “Kullarımızdan, takva sahibi kimselere verdiğimiz cennet işte budur.” (Meryem, 19/63)

“Takva sahiplerine vadolunan cennetin özelliği (şudur): Onun zemininden ırmaklar akar. Yemişleri ve gölgesi süreklidir. İşte bu, (kötülüklerden) sakınanların (mutlu) sonudur. Kâfirlerin sonu ise ateştir.” (Ra’d, 13/35)

“(O gün) cennet, takva sahiplerine yaklaştırılır.” (Şuarâ, 26/90)

“Şu da muhakkak ki takva sahipleri için Rab’leri katında nimetleri bol cennetler vardır.” (Kalem, 68/34)

“Takva sahipleri cennetlerde ve ırmakların kenarlarındadır. Güçlü ve Yüce Allah’ın huzurunda hak meclisindedirler.” (Kamer, 54/54-55)

Büyük hayırlardan bir diğeri dünya ve ahiret iyiliğidir.

Allahu Teala şöyle buyurur: “…Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır...” (Hucurât, 49/13)

Cenab-ı Allah katında en çok iyiniz takva iledir. Nesep, mal veya herhangi bir şey ile değildir.

Cenab-ı Allah takva üzerine hayırları, saadetleri, dereceleri, iyilikleri, salah ve ferah ganimetleri ve kârları Rasulü’ne (sav) çok vadetmiştir.

TAKVA ÜZERİNE ÂLİMLERİN SÖZLERİ

Âlimler dediler ki (Allah onlardan razı olsun): Takva, Allah’ın emirlerini imtisal etmek, zahir ve batıni nehiylerinden kaçınmaktan ibarettir. Bazı müfessirler “Allah’tan nasıl korunmak gerekirse öyle korunun ve hakkıyla muttaki olun.” ayetinde geçen “hakkıyla muttaki olmak” hakkında şöyle görüş beyan etmişlerdir: Daimi surette Allah’a itaatkâr olmak, hiç isyan etmemek, Allah’ı daima hatırlamak, Allah’ı hiç unutmamak, şükretmek ve inkâr etmemektir.

Halbuki kula, nefsiyle beraber bin bir nefsi olsa ömrüyle beraber bin bir ömrü olsa hakkıyla takva sahibi olmaya gücü yetmez yani buna erişemez. Velev ki bütün dünya onun malı olsa ve tümünü Allah’ın emrinde ve sevgisinde harcasa bile… Çünkü Allah’ın kulları üzerindeki hakkı çok büyüktür, karşılığı olamaz. Allah’ın hakkını en üst ve en ekmel bir şekilde yerine getiren Muhammed Mustafa, (sav) dualarında Allah’ın senalarını saymaktan acizliğini itiraf ederken şöyle buyurmuştur:

“Allahım! Öfkenden rızana, cezalandırmandan affına ve senden yine sana sığınırım! Seni övüp sena edecek şeyleri ben sayamam; sen kendini sena ettiğin gibisin!”

Bize şöyle ulaşmış:  Allah’ın melekleri vardır ki onlar yaratıldıklarından beri rükûdadırlar, bazıları secdededirler, bazıları tesbih ve takdis etmektedirler. Bu hallerinden kıyamete kadar ayrılmıyorlar ve başka hiçbir şeyle meşgul olmuyorlar ve diyorlar ki: “Allahım! Seni bütün noksanlıklardan tenzih ediyoruz, sana hamdolsun. Seni hakkıyla tanıyamadık, sana hakkıyla ibadet edemedik.”

Bazı âlimler dediler ki: “Ey o bütün iman edenler! Allah’a nasıl korunmak gerekse öyle korunun, hakkıyla muttaki olun ve her halde Müslüman olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 3/102) ayeti “O halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun…” (Teğâbun, 64/16) ayetiyle mensuhtur yani hüküm kaldırılmıştır.

Bazı âlimler “Teğabun sûresinin 16. ayeti, Âl-i İmrân’da geçen 102. ayetin nasuhu değildir yani hükmünü ortadan kaldırmadı. Yalnız Teğabun’da geçen ayet, Âl-i İmrân’da geçen ayetin muradını beyan etmektedir.” diye görüş bildirmişlerdir ve sevap da budur. Çünkü Cenab-ı Allah’a hamdolsun ki “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar...” (Bakara, 2/286) buyurmuştur. Zira Cenab-ı Allah kuluna daima kolaylığı irade etmiştir.

Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: “Allah, sizden (yükümlülükleri) hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.” (Nisâ, 4/28)

“…Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez…” (Bakara, 2/185)

İmam-ı Gazali (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) İhya kitabında dedi ki: “De ki: İçinizdekini gizleseniz de açığa vursanız da Allah onu bilir. Göklerdeki her şeyi, yerdeki her şeyi de bilir. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”  (Âl-i İmrân, 3/29) bu ayet nazil olduğu zaman Rasulullah’ın (sav) ashabına zor geldi. Sonra hepsi Rasulullah’ın (sav) yanına geldiler ve dediler ki: “Ya Rasulallah biz gücümüzün yetmediği bir teklifle yüklendik.”  Onlar ayeti şöyle anlamışlardı: “Kalplerinden geçen gizlilikleri üzerine Cenab-ı Allah muhasebeye çekecek…” Bunun üzerine Rasulullah onlara dedi ki: “İsrailoğulları Hz. Musa’ya ‘Emirleri duyuyoruz ve yapmıyoruz.’ diyorlardı. Siz de onlar gibi mi söylemeyi istiyorsunuz? Lakin biz duyuyoruz, itaat ediyoruz, senin gufranını istiyoruz, dönüş de sanadır, böyle söyleyin.” Ashab-ı kiram da Rasulullah’ın (sav) söylediklerini tekrarladılar. Bunun üzerinde Cenab-ı Allah şu ayeti indirdi:

“Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz. Şöyle de dediler: İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.” (Bakara, 2/285) Cenab-ı Allah onların dualarını kabul etmiş, onlara kolaylık vermiş ve zor şeyleri de onlardan kaldırmıştır.

Rasulullah (sav) kendi kavlinde bunu beyan etmişti: “Hatadan, nisyandan, zorlanmalarından ve kalplerindeki gizli söylemlerinden açığa vurmayıp eyleme geçmediği müddetçe Cenab-ı Allah ümmetimden sorumlulukları benim için kaldırmıştır.”

Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: “…Ancak Müslüman olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 3/102)

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.”  (Âl-i İmrân, 3/85)

“…Bugün dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak İslam’ı beğendim…” (Mâide, 5/3)