Duyguları ve davranışları etkileyen en önemli unsurlardan biri düşünce sistemimizdir. Bu sistem içinde unutulan doğru bilgilerin yeniden hatırlanması gerekir. İşte o zaman şu soruyu sormak gerekir: Düşünce sistemimizin sağlıklı çalışması için ne yapıyoruz? Şöyle düşünelim: Evde bir cihaz sorun çıkarsa hemen onu tamire götürme ihtiyacı hissediyoruz. Acaba bizim de psikolojimizin bozulabileceğini hiç düşündük mü? Bunun göstergeleri var mı? Davranışlarımızı etkileyen bu durum için ne yapmalıyız?
Hayatın içinde en acımasız bir şekilde sıkıntılar, bunalımlar yaşayabiliyoruz. Zaman zaman bu olumsuz durumlar en yakınlarımızdan bile gelebiliyor. Bu durumlarda gözümün önüne "Benim güçlü bir iradem var, ben yıkılmam" diyenler, ulu bir çınarın yıkılışı gibi devriliveriyorlar. Zaten "imtihan sırrı" da burada, herkesin sorusu farklı farklı...
Dolayısı ile hayatın içinde acı tecrübeler yaşanarak atlatılan bu badireler acaba bizi nasıl etkiliyor? İnsanlara hatta yakınlarımıza karşı davranışlarımızda daha sinirli, daha agresif ve tahammülsüz hale mi geldik... Farkında mıyız yaklaşım tarzımızın insanları kırdığının... Farkındaysak, muhtemelen huzursuz ve mutsuz oluruz, sevdiklerimizi incittiğimiz için...Bu durumda kenara çekilmek ve düşüncelerimizdeki olumsuzlukları temizlemek gerekir ama gerçeklikten uzaklaşmadan. Bu ne demek peki? Bu "insanın bir sıkıntı ve meşakkat içinde yaratıldığı" gerçeğini göz ardı etmemek, her an bir sıkıntı, bunalım, hastalık, bela veya musibetle karşılaşacağının farkında olmak demektir. İnsan, hayatı boyunca imtihan halinde olduğuna göre, sağlam ve şaşmaz ölçüler içerisinde kendi düşünce yapısını kontrol etmelidir.
Neler yapılabilir düşünce sistemini kontrol etmek ve bir şekilde rahatlatmak için? Burada kalp huzurunun önemini vurgulamak gerekiyor. Kalp huzurunu yakalamak içinse yaradılıştan gelen fıtri değerlerimizin peşine düşmeliyiz, bir kâşif gibi yılmadan usanmadan... Doğru bilgi katışıksız, berrak ve temiz kaynaktan alınırsa ancak bu şekilde hakikat yolunda düşüncelerimiz sâfileşebilir. Burada rehberimiz hiç şüphesiz Hz. Muhammed (as) dır. O'nun güvenilirliği ve eminliği; bizim sarsılmaz ve muhkem ölçülerle donanmamızı sağlayacak ve böylelikle hayatımızın anlam haritalarını oluşturmuş olacağız.
Sürekli beraber olduğumuz insanlara karşı nasıl bir tutum içindeyiz. Bu durumlarda düşünün bir kere; zihnimizi en çok ne meşgul ediyor? İnsanlar hakkında olumlu-olumsuz duygulara kapılmamızın sebebi nedir?
İsterseniz bu duruma sebep olan davranışlarımızı inceleyelim: Böyle durumlarda en büyük silahın kişiler hakkında su-i zan yapmak yerine hüsn-ü zanda bulunmak olduğu görülebilir. Çünkü zan pek çok davranışımızın bozulmasına sebep olmaktadır. Zan ile başkasının kötü olduğunu kabul eden, onun gıybetini de rahatlıkla yapar. Hatta bu konuşmaları kimi zaman iftiraya bile ulaşabilir. Bu sayede ancak kendini kandırarak rahatlar ve karşısındakini kötü, kendini iyi bilir. Bu da, toplum da sevilmeyen bir insan olmamıza yol açar. Burada niyetimizi de sorgulamalıyız. Çünkü insan kendisini iyi analiz etmelidir. İnsan hırs, kin ve öfke sahibi olabilir. Önemli olan bu gibi durumlara düşünce Allah'ın koyduğu fıtri kurallara aykırı ise, tövbe etmek ve bu durumdan hemen vazgeçmek…
İnsanlara karşı ise özür dilemek, kırılan kalpleri onarmaya çalışmak inanın sizi dünyanın en mutlu insanı edecektir. Çünkü en büyük mutsuzluk, fıtrata ters yaşamaktır.
Hikmet sahibi bir kişi öğrencilerine: "Alametlere bakarak kesin karar verilmez. Mesela bir köpeğin burnunda yoğurt bulaşığı varken evden çıktığı görülse, eve girince yoğurt çanağında köpeğin burnu kadar iz görülse, kesin olarak bu yoğurdu bu köpek yedi denemez" der. Öğrencilerden birisi, içinden; "Bu kadarı olmaz" diyerek, bilgeye itiraz eder. Bilge bunu anlar; o gence, bir koyun kesip getirmesini söyler. O da koyunu keser. Kolları sıvalı ve kanlı bıçaklı halde bilgenin yanına giderken; zaptiyeler, yeni öldürülmüş bir adamın katilini aramaktadırlar ve gencin elinde kanlı bıçakla ormandan çıktığını görürler. Hemen bunu yakalayıp getirirler. Mahkemeye çıkınca, Hâkim; "Bu genç, eli kanlı bıçakla kaçarken görülmüşse de, alametlere bakarak kesin hüküm verilemez. İsnat edilen suçu işlemediğinin anlaşılmasından dolayı bu genci serbest bırakın" diye karar verir. Genç, hocasına yaptığı itirazdan dolayı cezalandırıldığını anlar. Bir insan zanna inanmamalıdır. Şayet inanırsa hayatını kendi eliyle yanlış yönlendirir.
Mutlu ve dengeli olmak için önemli bir erdem de, "affedebilmek" oluyor. Ancak her zaman bunun yapılamadığı da bir gerçek. Zaten bunu elde etmek de, öyle hemen olabilen bir düşünce ve davranış kalıbı değil. Fikrinin kabul edilmediğini görenler, karşısındakilere kin besler, bazen ömür boyu onu affetmez. İnat da, nefrete ve düşmanlığa yol açar. Birçok insan, olumsuz tecrübelerini zaman içinde büyüterek, sanki hayatın gerçeğiymiş gibi düşünmeğe başlamaları neticesinde, insanlara güvenmeme noktasına gelirler. Tabii ki güven konusu önemli, ama güven ancak güvenilecek insanları bulunca gerçekleşiyor. Ancak çevremde öyle insanlar gördüm ki, tüm insanların güvendiğine güvenmeyecek kadar güvensizliği hayatının felsefesi yapmış…
Güvenilecek kişileri belirledikten sonra onlara bile güvenmiyorsa bir insan, önemli bir sorundur. Bu sorunun aşılmasında kişinin bu bakış açısını değiştirmesi gerekir. İnsanların güvenilecek yanları da vardır, güvenilmeyecek yanları da vardır. Kusursuz dost arayan dostsuz kalır. Çünkü samimi dostların varlığı, bizim iyi taraflarımızın güçlenmesi ve kötü yönlerimizin zayıflamasına yarar. Çevremizde muhatap olduğumuz insanların, bilerek veya bilmeden nefs hastalıklarımızın temizlemesinde önemli rol oynadıkları kesin. Bazen haklı bazen haksız davranışlarıyla…
Kime güvenilecek o zaman derseniz? Bakın burada ilim irfan ve hikmet sahibi Şenel İlhan Beyefendi ne diyor: "İnsanlardan Peygamber tepkisi, evliya tepkisi beklemek yanlış olur. Nitekim insanlardan böyle bir beklenti içine girmezsek, o zaman güven sorunu yaşanmaz. Zaten bu anlayışa sahip olan biri her zaman etrafındaki insanlardan zarar görüp incinme riski olduğunu bildiği içindir ki, güven duygusunun içine tedbiri de ekler, kendisine zarar gelmemesi için... Akıllı insan, insanların hata yapabileceğini kabul edendir. O halde yapılması gereken, dengeyi sağlamaktır."
Karşımızdaki insanları anlamak ancak empati kurarak olur. Böylece etrafımızdakilerle sağlıklı iletişim yolları açılmış olur. Ayrıca kendi duygu ve düşüncelerimizin sorumluluğunu da üzerimize almalıyız. Gerçeklerle yüzleşmeliyiz ki, daima suçluyu başka mahfillerde arama kolaylığından da kurtulmuş oluruz böylece… Ancak böylelikle karşımızdakini ötekileştirmeden, farklı duygu, düşünce ve davranışlarını daha iyi anlayabiliriz.
Şayet insan kendini üstün görme hastalığından kurtulmamışsa, tartışma ve doğrularla çatışma kültürü, bilgisizliğinin göstergesidir. Her zaman kendisinin hâkim olmasını ister. Karşısındakinin bildirdiklerine önem vermez, onun delillerini küçük görür. Böyle kişilerin halini görenler, esasında onların bu duruma düşmelerinden dolayı onu küçük görürler de farkında bile değildir. Enes bin Malik hazretleri bildiriyor: Biz bir gün dini bir konuda tartışırken, Resulullah Efendimiz yanımıza geldi. Bize öyle öfkelenmişti ki, hiç böylesini görmemiştik. Buyurdu ki: "Bırakın tartışmayı! Sizden öncekiler sırf bunun yüzünden helak oldu. Tartışmanın faydası yoktur, tartışma zararlıdır. Mümin münakaşa etmez. Münakaşa edene şefaat etmem." (Taberani)
Haklı olduğu halde tartışmayı terk etmek, haksız olduğu halde, tartışmayı terk etmekten daha zordur. Aslında vurguladığımız birçok konun temelinde öfke kontrolü vardır. Duygularımızı yerli yerinde kullanabilmek içinse, yaşadığımız dünyanın hızlı akışına kapılmadan kenara çekilip seyredebiliriz. Bazen de başkasının bizim için yapacağı suçlamaları, ona fırsat vermeden kendimiz söylemeliyiz. Hatamızı kabul etmek, kendimizi düzeltmenin anahtarıdır. Hem böylelikle karmaşa ve kaosun içinde incittiğimiz kalpleri yeniden kazanmanın yollarını buluruz. Aynı zamanda başkalarının kalbimizi incitmesine de müsaade etmeyiz. Evet, hem kendimize bir zarar gelmemesi için kendimizi koruruz, hem de insani ilişkilerimizi devam ettiririz. Burada mihenk noktamız Allah için sabretmek, Allah için affetmek olmalıdır.
O halde bir mümin için, Allah'ü Teâlâ'nın sevgisine ve rızasına kavuşturacak işleri yapması asıl gayesi olmalıdır.
Hafız-ı Şirazi'nin şu sözünü de unutmamalı: "Dostlara doğru söylemeli, düşmanları güler yüzle ve tatlı dil ile idare etmelidir."