Şeyh Seyyid Ali Ramazan DİNÇ Hocaefendi ile Yapılan Mülakat

SAFA VAKFI KURUCUSU, YAHYALILI ŞEYH SEYYİD H. HASAN DİNÇ (Kaddesellâhü Sirrahül Azîz)'nin oğlu ŞEYH SEYYİD ALİ RAMAZAN DİNÇ Hocaefendi ile Yapılan Mülakat


"Kalitesi Tereddütsüzlük Olan Bir iman"

FEYZ: Efendim, kamil mükemmil bir mürşidin, aynı zamanda kamil mükemmil bir irşadı olmalı değil mi? Böyle mürşidlerin, zamanımıza ait problemleri, çözümleriyle birlikte kuşatıcı bir şekilde bilmeleri gereğini izah eder misiniz?

Ş. Ali Ramazan Dinç Hocaefendi: Kamil mükemmil bir şeyh dediğimiz zaman; bir mürşid, yol gösteren manasındadır. Sadece tesbihatta, zikirde, namazda, oruçta, hacda, zekatta değil; bununla birlikte sosyal taatlerde de öncüdür. Mesela bir ekonomist olması da icabeder. İlla olması gerekir mi? En azından bilgi sahibi olacak veya ona dair bilgi sahibi evlat yetiştirecek. Velhasılı, sahasında uzman insan olması gerekir. Yerine göre ne yetiştirecek, bir mimar yetiştirecek. Diyelim ki ticari alanda en üstün insanı yetiştirecek. Çünkü bizim her yönden güçlü ve kuvvetli olmamız, Cenab-ı Hakk'ın bize emridir. "Düşmanlarınıza karşı güç ve kuvvet hazırlayın." buyuruyor. Maddi ve manevi anlamdadır. Ruhen ve manen geliştiğimiz gibi, nefis ve şeytanı kahdererek ruhen olgunlaştığımız gibi, bizim, siyasi yönde, devlet yönünde, ticari ve iktisadi yönde, en azından bir müzik dalında dahi, ressamlıkta da yetişmemiz, olgunlaşmamız gerekir. Bu yönde, uzman olmasak dahi, uzman insanları hazırlamalı, yetiştirmeliyiz.

FEYZ: Efendim, sadece İstanbul'da binlerle ifade edilen şeyh olduğu söyleniyor. Her Anadolu şehrinde de bir iki tane şeyh ve alim var, birçoğu da icazetli... Yine de çok fazla etkili değiller... Tüm dünya müslümanları da kan ağlıyor. Sizce nedeni nedir?

  Ş. Ali Ramazan Dinç Hocaefendi: Bunun iki sebebi var. Birincisi, müslümanların bağlı bulunduğu bir kurum yok. O da Abdülhamit Han Hz. den sonra, yok edilen hilafet müessesesidir. Lozan antlaşmasıyla, bir kararla bizim üç mühim kurumumuz yerle bir edilmiştir. Birincisi hilafet, ikincisi medrese, üçüncüsü dergahtır. Osmanlının temeline bakacak olursanız, Osmanlı güçlü görünüyor. Neden güçlü görünüyor? Bu üç sisteme dayandığı için... Ordu, medrese ve dergah üçlüsüne dayandığı için güçlü görünüyor. Ordu dediğimiz zaman, nedir? devlettir. Medrese dediğimiz zaman; halkı, ilimle kafası geliştirilmiş ve her yönden güçlü insandır. Dergah dediğimiz zaman, kalbini Allah (Celle Celalühu) aşkıyla, muhabbetiyle, Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sevgisiyle dolduran kimse demektir. İşte bu üç kuıumun ortadan kalkması bizi mahvetmiştir. Ne kadar şeyh olsa da, binlerle de ifade edilse, hepsinin takip edeceği bir liderin olması şarttır.

Bir misal vermek gerekirse mesela Abdülhamit Han Hz. nin devrinde, Hollandalılar Filipinlilere hücum etmişti. Bu hücumda, Abdülhamit Han Hz. leri, "Donanma hazırlansın" emrini vermişti. Donanma hazırlanır hazırlanmaz, haber duyulunca, -çünkü bütün müslümanlar ona bağlıydı- Hollandalılar geri çekilip kaçmaya başladılar. Asıl sebebi budur.

FEYZ: Efendim mürşid-i kamil kimdir, kime denir? Bugün bir kısım insanlar, güya Kıır'an ve sünneti göstererek "Rabıtayı" reddediyorlar. Rabıtayı izah eder misiniz?

Ş. Ali Ramazan Dinç Hocaefendi: Hakiki mürşid, mürşid-i kamil deyince üç şartı vardır:

1. İtikadı ehl-i sünnet ve'l cemaat itikadı olan,
2. Ameli, mezhep imamlarına uygun olan.
3. Hal ve tavır olarak, velilerin ahlakına uygun olan kişidir.

Rabıtaya gelince; rabıta; "YaRabbi, beni senin sevgine, sevgisi beni sana ulaşttracak kimselerin mubabbetiyle rızıklandır. "hadis-i şerifi var. Sen öyle bir kimseyi seveceksin ki, sevdiğin zat, seni Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin muhabbetine, oradan da Cenab-ı Hakk'a götürecek. Rabıta, bağ anlamındadır. Rabıta sadece kendisinde bağlı kılmaz ki insanı... Asıl bağlanış, peygamberimizin ve Cenab-ı Hakk'ın sevgisini temin etmek içindir. Rabıta, şunun gibidir. Mesela, Keban'dan İrfanlı'dan ceryan alırız, ama trafo vasıtasıyla alırız. Trafo, o memleketin ihtiyacına göre cereyanı verir. Rabıta aynen trafo hadisesi gibidir. Rabıta, bir çocuğun, annesinden süt emmesi gibidir. Ama diğer yiyecekleri yemeğe kabiliyet kazandığı zaman, annesi onu sütten keser. Rabıta aynen bir yuvada kuşun, yavrularını besle+mesi gibidir. Fakat diğer yerlerden rızkını temin edecek hale geldiği zaman, anası onu yuvadan bırakır. Ve kendisi, kendi yiyeceğini elde etmeye çalışır. O zamana kadar da, annesi vasıtasıyla beslenir.

FEYZ: Son zamanlarda medyada, sahte mehdiler zuhur ettiğini hep beraber gözlemledik. Bunlar, bir bakıma da, gelecek olan hakiki Mehdi'nin (a.s.) habercisi midirler?

Ş. Ali Ramazan Dinç Hocaefendi: Efendim bi kere, "Mehdiyim, Peygamberim v.s." deniyor. İtikadımıza göre Peygamberimiz (s.a.v), peygamberlerin sonuncusudur, hatem-i nebidir. Mehdi (a.s.) ise, Hz. Peygamberin şeriatını hakim kılmaya çalışan kimse demektir. Kitaba sünnete uymayan insanların hali ise şuna benzer. Zamanında Şam diyarlarında Mehdiyim, Peygamberim diyen birisi çıkıyor. Devrin padişahı da, şu peygamberi bir göreyim diyor. Sahtekar ise, padişahın geleceği haberini alır almaz, bu işin pahalıya mal olacağını anlar ve padişah geldiğinde, Mehdiyim diyen sahtekar, anırmaya başlar. Af buyurun, merkep gibi anırır, yanındakiler de anırır. Padişah, ne oluyor dediğinde ise, "İşte padişahım, ben bunların Mehdisiyim, bunların peygamberiyim" der. İş buna dönmesin...

FEYZ: Efendim ehl-i sünnete göre "dört hak mezhep" ifadesi inancımızdır. Günümüzdeki mezhepsizlik cereyanı da göz önünde bulundurulursa, İslam fıkhı açısından mezhepsizlik ya da sapık fırkaları değerlendirir misiniz?

Ş. Ali Ramazan Dinç Hocaefendi: Mezhep, yol tutmak demektir. Mezhepsizim diyen de bir yol tutmuş!.. Mezhepsizlik mezhebini kabul etmiş oluyorlar. Aslında mezhep dört tane değildi. Belki 200'e yakın mezhep vardı. Sonunda sadeceHanefi, Maliki, Hanbeli ve Şafii mezhebi kaldı. Ondan sonra da içtihad edebilecek güç ve kudrette insan olmayınca, iş tamamlanmış oldu. Mezhepte müctehid olabilir. Ama konular ve delillere göre hareket ederek, şeriatın kaynağına varmak suretiyle... Aksi oldukça manasız... Dörtte karar kılınmıştır. Hadis-i şerifte "ümmetim 73 fırkaya ayrılacak, 72'si dalalette, yalnız bir tanesi kurtulacak" buyurulmuştur. Kurtulan hangisidir? diye sorulduğunda, "benim ve sahabemin yolunda olandır" buyuruyor.

FEYZ: Efendim, ehl-i beyti sevmek ve saymak hususunda, müslümanların edebi ve saygısı nasıl olmalıdır?

Ş. Ali Ramazan Dinç Hocaefendi: Ehl-i beytim diyen insan, dürüst olmasa dahi, bizim ona hürmet etme nedenimiz, onun şahsına değil, şahsında taşımış olduğu manayadır. Bu, Peygamberimize olan sevgimizdir. O'na olan muhabbetimizdir. Ehli beyt olan insanlar çok hassastılar. Hasan ve Hüseyin Efendilerimiz diyorlardı ki, "Biz Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in torunlanyız. Torunu olduğumuz halde şeriat ve sünnete riayet etmezsek, Allah (Celle Celalühu) indinde mesul oluruz diye çok gayret gösteriyorlar, dikkat ediyorlardı. Şimdi bu ehli beyt hususunda; Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimizin bir maddi nesebinden gelenler, bir de manevi nesebinden gelenler vardır. Bir defasında (a.s.v.) Efendimiz, Hz. Muaz'ın elinden tuttu, "Ya Muaz, şu gördüğün eller ezvac-ı tahiratın evleridir. Ehl-i beytin evleridir. Fakat benim hakiki ehl-i beytim, benden 300, 500,1500 sene sonra da olsa yolumu takip edenlerdir." buyurdu. Mesela Hz. Selman'ın, Hz. Bi-lal-i Habeşi'nin neseben hiçbir alakası yok. Ama Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlar için, "Onlar benim ehl-i beytimdir" buyurmuştur. Cenab-ı Hakk, ruhi ve manevi yakınlığı bize nasip etsin.

Hacı Hasan Efendimiz, bizim babamız, mürşidimiz, hem anne hem de baba tarafından ehl-i beytti. Buna rağmen derdi ki, "Kabir taşlarıyla iftihar etmek doğru değildir. Layık değiliz." diye çok büyük tevazu gösterirdi. Halbuki şekil ve şemail olarak Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimize çok benzerdi. Hal ve tavır olarak da, hasta yatağından doğrulur, insanlara Allah (Celle Celalühu) mesajını sunabilmek için dertlerini unuturdu. Ehl-i ümmetin derdini sıkıntısını göğsünde duyardı.

FEYZ: Efendim, günümüzde hizmet ve cihadın öneminden bahseder misiniz?

Ş. Ali Ramazan Dinç Hocaefendi: Hayat cihaddır zaten. Hayat cihadla başlar, doğan bir çocuk ne yapıyor, rızkını temin için? Önce emekliyor, yürüyor, düşe kalka, okul devresi, okul sonrası, yeme-içme, giyinme, hayatını devam ettirme endişesi başlıyor. Barış karşılıklı güce dayanır, mesela Bosna'da barışı temin edebildik mi, Çeçenistan'da barışı temin edebildik mi? Zulüm gören bir çok devletler var, neden? Gücümüz kuvvetimiz olmadığı için... O bakımdan, deminden beri ifade ettiğimiz; müminelerin Allah derken, zikrinde dahi, zikir kelimesini yanlış kullanıyoruz. Ne demektir zikir? 6666 ayeti yaşamaktır. 6666 ayeti yaşarken, Kur'an'da, Cenab-ı Hakk "yaş ve kuru ne varsa hiçbir şeyi eksik bırakmadık" buyuruyor. O zaman cihad, müşriklere karşı malımızla, canımızla ve dilimizle cihad etmektir. Basınla mücadele etmek de öyledir. Cihad ederken bu hususa dikkat etmek gerekir. Birincisi Allah'ın (Celle Celalühu) yoluna hikmetle davet etmektir. Hikmet ne demektir, ilim ve ameldir. 29 manası vardır hikmetin. Ondan sonra nasihattir. Ne demek bu? Strateji ve taktiktir. Bir büyüğümüz söyledi, "süt emen çocuğa bal, bal yerine de süt verilmez." duruma göre değerlendirilir. Bir ateiste, kalkıp da, tarikatı mı öğreteceğiz. Önce itikadı anlatacağız. Amelde eksik olana ibadet ve taati, amelini yapana da diyeceğiz ki, ihlas ve ihsan ölçüleri içerisinde yap. Diyeceksin ki bu tarikattır. Üçüncüsü de, mücadeleyi, en güzel şekilde, kırmadan dökmeden yapmak...

FEYZ: Son olarak okuyucularımıza neler nasihat edersiniz?

  Ş. Ali Ramazan Dinç Hocaefendi: Tavsiyelerim, insanlara iyi muamele etmek... Üç hususa dikkat etmek gerekiyor.

1. Düzgün bir itikat, düzgün bir inanç, kalitesi tereddütsüzlük olan bir iman...
2. Nefsini ıslah etmek.
3. İnsanlarla güzel geçim ki, bu adab-ı muaşerettir.

Kırmadan, dökmeden, sevmesini bileceğiz, bir kere sevmesini bilmeden o insana hiç bir şeyi anlatamazsınız, seveceksiniz. Bizim dinimiz Allah (Celle Celalühu) için sevmek, Allah (Celle Celalühu) için buğzetmektir. Bir müminin, bir müridin iki kanadı vardır. Bir kafire dahi, onu ateşten kurtarmak için şefkat göstermelidir. Nasıl ki insan, çocuğunu sever ve eline koluna bir şey olunca ona acır. Ama sadece acımakla kalmamalı ve onu ateşten koruyacak tavsiyelerde bulunmalıdır. İşte kafire dahi, ateşten korumak için şefkat göstermeli, tebliğ ve irşad etmeliyiz.

Bütün kalbi sevgilerimle, muhabbetlerimle sizleri kucaklıyorum. Bir kez, 'Allah razı olsun" deseler, bize dünya ve ahiret sermayesi olarak gider kardeşlerim.

Esselamu aleyküm...