Allah'ın Resülünü Sevmek Nasıl Olur? / Muhammed Ali es-Sabuni

Hepimiz topluluk olarak Hazreti Peygamber Efendimizin ümmeti oluşumuzdan dolayı şerefliyiz… Türkiye'de seminerlerimi Arapça veriyorum. Çünkü ben Türkçe bilmiyorum ancak ümidimiz temennimiz o ki, Allah Azze ve Celle bizi cennete sokacak olursa orada hepimiz aynı dilde anlaşacağız. "Bizi doğru yola ileten Allah'a hamd olsun zaten bize hidayet vermiş olmasaydı, biz kendiliğimizden bu doğru yolu bulamayacaktık" (Araf 43)

Cenab-ı Allah'ın bize İslam dinini nasip ettiği için Cenab-ı Allah'a çokça hamd etmemiz ve şükretmemiz gerekir. Bu bizim kendi emeğimizle olmuş bir şey değildir, bu Allah'ın bize bir lûtfudur. Allah'ın bu büyük nimetinin kadrini kıymetini ancak iki topluluk anlayacaktır. Birincisi cenneti Allah'ın lütfuyla kazanmış olan kullar, orada cenneti gördükleri zaman Allah'ın bu lütfunun keyfiyetini, değerini anlayacaklar. İkincisi de cehenneme gidecek olan kimseler cennet nimetinin ne kadar büyük olduğunu, ondan mahrum kaldıktan sonra görüp anlamış olacaklar. Nitekim cennet ehli cennete girdikten sonra ağızlarından çıkacak ilk söz, ayet-i kerimeye de yansımış bir cümledir. "Rabbimize Hamd olsun ki, O bizi böyle büyük bir lütfa eriştirdi. Eğer O, bizi böyle büyük bir lütfa eriştirmiş olmasaydı bizler asla buna erişemez, kendi gücümüzle imkânlarımızla böyle bir şeyi bulamazdık." Ancak cehennem halkına gelince onların durumu çok acıklıdır. Allah bizi onlardan olmaktan muhafaza eylesin. Nitekim ayet-i kerimede de "Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir." (Âl-i İmrân 185) buyrulmaktadır.

Cehennem halkı içerisinde tabii ki tövbeye muvaffak olamamış bazı fâsık müminler de olacak, haram fiiller işlemiş olabilirler. Fakat sadece günahlarından arınmak için cehenneme sokulacaklar ama onların cehennemde bulunuşu ebedi bir bulunuş değildir. Sadece arınmak ve temizlenmek için bir bulunuştur. Zira cennete ancak arı, duru ve temiz olan kimseler girebilir.

Kafirler cehennemden çıkartılan bu âsî müminlerin halini görünce iç geçirecekler "Keşke biz de günahkâr bile olsak sonuçta mümin olsaydık da bugün cehennemden çıksaydık." diye içlenecekler, hayıflanacaklar. Cenab-ı Allah o âsî müminleri cehennemden çıkarttıktan sonra onları hayat nehri denen bir nehre sokacak, orada yepyeni bir suret, yepyeni bir beden, yepyeni bir kisve ile daha temiz, berrak bir ciltle, oradan çıkıp Allah'ın emriyle cennete girecekler.

Ebedi cehennemlik olan kimseler bu durumu görünce büyük bir pişmanlıkla orada sarsıntı yaşayacaklar. İşte bunun için bugünden ders almak lazım, ibret almak lazım. "La ilahe illallah Muhammedur Resulullah" kelimesinden uzak kalmamak lazım. Bugün Yahudiler, Hıristiyanlar ve gayri Müslimler bu kelimeyi inanarak söylemelidirler. Aksi halde bu kelimeyi söylemenin bir anlamı ve faydası olmayacaktır. Bizim vazifemiz dünyada iman şerefine erememiş bu kimselere imanı taşımaktır, onlara bu müjdeyi taşımaktır, bu kelimeye onları davet etmektir. Aksi taktirde ahiret onlar için büyük bir pişmanlık yurdu olacaktır. O çetin günde çok pişman olacaklar. "Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır." (Âl-i İmrân 85). İslam'dan başka şeyi din olarak seçenler orada hüsranda olacaklar, asla felah bulamayacaklar, kurtulamayacaklar ve pişmanlıkla "keşke, gerçek hayat için, ebedi hayat için dünyadan bir şeyler göndermiş olaydım, bir sermayem olaydı" diye yakınıp duracaklardır. Hayat, kâfirlerin ayet-i kerimede de ifade edilmiş olduğu üzere, yakınmış olduğu o hayat, ahiret hayatıdır. Nitekim "Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?" (En'âm Suresi 32) Ayet-i kerimede de dünya hayatının mecazî bir hayat olduğu aslında oyun ve eğlenceden, uğraştan oyuncaktan ibaret olduğu ifade edilmiş. Çoluk çocuğumuz işimiz gücümüz, başarımız, eğlencelerimiz ve oyunlarımız aslında bizi gerçek meşgalemizden, ufkumuzdan ve hedefimizden geri bırakmaktadır. Yoksa bütün bunlar ayak bağı olmaktadır manasında değildir. Allah'tan ve Allah yolundan zaman zaman bizi alıkoymaktadır ki, bunlara dikkat etmemiz gerekiyor. Bu dünya hayatı gerçek hayat değildir, gerçek hayat ahiret hayatıdır, o hayata hazırlıklı olmak gerekiyor.

Size şöyle bir seçenek sunulmuş olsa cennete mi girmek istersiniz cehenneme mi? Kim cennete girmek istemez ki? Allah Resulu de bir gün ashabına bu şekilde sormuştur. Cennete girmeyi isteyip istemediklerini sormuş, ashap da "Ya Resulullah kim cennete girmek istemez ki, kim bundan imtina eder ki?" diye hayretle yanıt vermiştir. Allah Resulu de "Kim bana itaat ederse cennete girecektir, kim bana itaat etmez, yolumdan gitmezse o da cennete girme seçeneğini elinin tersiyle itmiştir, imtina etmiş demektir." buyurmuşlardır.

"La ilahe illallah Muhammedür Resulullah"

Bu iki değerli cümle cennetin anahtarıdır. Ancak bununla da bitmiyor, anahtarın bir de dişleri vardır, anahtarın dişlerinin açılması gerekiyor. Anahtarın dişleri de salih ameldir, Allah Resulu'ne itaattir. Aksi takdirde dişleri açılmamış bir anahtar sadece bir metal parçasıdır, onunla kapıyı açamazsınız. Öyleyse Allah Resulu'ne itaat ederek, salih amel işleyerek anahtarınızın dişlerini açın ve cennete Allah'ın lütfuyla girin.

Peygamber Efendimizin ismi geçtiğinde salâvat-ı şerife getirmemiz gerekir. Nitekim Allah ve melekleri Peygamber Efendimize salât ederler. Allah Azze ve Celle salât etmişken bizim salât etmememizin hiçbir manası olamaz ve bizim salâtımız Allah Resulu'nun mertebesini yükseltmek gibi bir işe yaramıyor. Bizim salâtımız, aksine bizim mertebemizi yükseltiyor. Allah Resulu'nun bizim salâtımıza ihtiyacı yoktur. Kim Allah Resulu'ne bir salât ederse dua ederse Allah da ona o duanın on misliyle karşılık verir, on rahmet eder.

Birgün bir Arap bedevisi Allah Resulu'ne geldi ve "Kıyamet ne zaman?" diye sordu. Allah Resulu bu soruya "Sen kıyameti soruyorsun, ama kıyamete ne hazırlığın var?" diyerek cevap verdi. Arabî dedi ki "Ya Resulullah benim kıyamete çok bir hazırlığım yok. Farz namazlarım, farz oruçlarım, farz ibadetlerim dışında çokça yaptığım bir amel yok. Ancak ben Allah'ı ve Resulunu çok seviyorum, benim tek azığım ve sermayem budur." dedi. Allah Resulu buyurdu ki "Kişi kıyamette sevdiğiyle haşrolunacaktır." Hz.Enes, Resulullah'ın hizmetine bakan bir sahabedir, bu hadisin ravisidir, o da "Bunun üzerine biz hiç sevinmediğimiz kadar sevindik. Allah Resulunu sevmek ve sevdiğimiz için onunla haşrolunmak büyük bir müjdeydi." diyor.

Hz. Enes de kendi duygularını şu cümleyle ifade ediyor: "Allah'ı ve Resulunu, Ebu Bekir'i ve Ömer'i seviyorum ve onlarla haşrolunmak istiyorum." Ben de bu hadis-i şerifi günümüze canlandırarak diyorum ki: Bizler de Allah'ı, Resulullah'ı, Hz. Ebu Bekir'i, Hz. Ömer'i, Hz. Osman'ı, Hz. Ali'yi ve bütün ashabı seviyoruz. Allah'tan ümidimiz ve dileğimiz bizi onlarla haşretmesidir. Allah Resulu'nu sevmek bu şekilde bir esas ve ilke olarak ortaya konduktan sonra, bu defa "Allah Resulu'nu sevmek nasıl olur?" sorusu gündeme geliyor ki, ayet-i kerime bunun cevabını veriyor: "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir." (Âl-i İmrân 31. ) Şu halde Hz. Peygamber Efendimizi (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) seviyorsak onun sünnetine tabi olmalıyız, izinden gitmeliyiz; rehberliğini kendimize esas almalı, onun izini ve yönünü takip etmeliyiz.

Sözün başında da ifade ettiğim üzere "Lâ ilâhe illallah Muhammedur Resulullah" cennetin anahtarıdır ve bu anahtarın dişlerinin mutlaka açılması gerekiyor. Dişleri de Hazreti Peygamber Efendimizin sünnetidir, O'nun yolundan gitmektir. Nitekim ayet-i kerimede de buyruluyor ki "Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır." (Nisâ Sûresi 69). Onlar ne güzel arkadaştır, ne güzel dosttur onlar, insan kendisine bunlardan başka dost ve arkadaş arar mı?

Allah Azze ve Celle Hazretleri, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gibi büyük bir nimet, büyük bir müjde göndermiştir bize. Niçin göndermiştir? Bizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için göndermiştir. Küfrün, cahilliğin ve bağnazlığın karanlığından bizi imanın, hayrın ufkuna çıkarmak için göndermiştir.

Birgün bir Arap köylüsü Allah Resulune geldi ve dedi ki; "Ey Muhammed sen insanları neye çağırıyorsun, davet ettiğin dava nedir?" diye sordu. Allah Resulu (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona sordu "Sen kaç ilaha tapıyorsun?" Arap köylüsü " Ben yedi tane ilaha tapıyorum, altısı yeryüzünde, bir tanesi gökyüzünde" diyerek; lat, menat, uzza, hubel vs. isimlerini saydı. Allah Resulu sordu "Başına kötü bir hal geldiğinde, dara girdiğinde, sele sulara kapıldığında, boğulacak olduğunda, zor anlarında bunlardan hangisine yalvarıyor ve sığınıyorsun?" Arabî dedi ki "Göktekine sığınıyorum." Ve altı tanesinden o anda sarf u nazar ettiğini, geriye tek bir ilahın kaldığını, bu şekilde itiraf etmiş oldu. Dolayısıyla yeryüzündeki ilahların hiç birisinin gücü kuvveti yoktur. Gerçekte insanın özünde, fıtratında onlara beslemiş olduğu ilah inancı, Allah'a aittir, Allah'a mahsustur. Taştan yapmış oldukları putlara tapmaktadırlar, bir sığır kadar inek kadar değeri olmayan, insanın başını kaşını gözünü yaran böyle bir şeye insanlar kendi elleriyle yaptıktan sonra tapıyorlar. Bu denli bir cahillik var, bu denli bir kendini bilmezlik söz konusudur. Allah Resulu bu kimseye düşünmesini söyledi. Allah Resulu, gitmeden önce bu kimseye dedi ki; "Ben sana iki tane kelime öğreteceğim." O kimse daha sonra Allah Resulunun yanına geldi ve Allah Resulune dedi ki "Ben anlıyorum sen Peygambersin, o bana öğretmek istediğin iki kelime nedir?" Allah Resulu kendisine bu iki değerli duayı öğretti "Allâhumme elhimnî rüşdî ve eiznî min şerri nefsî" (Allah'ım! Beni senin doğru yoluna ilet! Nefsimin şerrinden beni koru!) Hakikaten insanın nefsi kötülüğü emreder, insanı baştan çıkartır, olmadık işlere insanı saptırır ki işte ancak vahiyle, Kur'ân'ın nuruyla aydınlanan bir akıl, bir kalp böyle bir fitneden, böyle bir kaostan kurtulmuştur. Nitekim şeytan da bu durumun farkındadır ve şeytan da Allah'a karşı gelerek Hz. Âdem'e secde etmedikten sonra cennetten kovuluşu vs., o kıssanın anlatılmış olduğu ayet-i kerimelerde de görüyoruz ki, insanları mutlaka saptıracağını söyledi. Ancak oraya bir istisna getirdi ve dedi ki; "Onlar içerisinden senin muhlis kullarını istisna ediyorum, onları saptıramam." Nebiler, sıddıklar, Kur'ân'ın nuruyla aklı ve kalbi aydınlanmış olan kimseleri saptıramayacağını şeytan itiraf etmiştir. Cenab-ı Allah bizleri de o kimselerin arasına katarak, bizleri de mahfuz eylesin.

Kuran-ı Kerim'in A'raf Suresi'nde şöyle buyuruyor: "De ki; Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır."

Bu ayette açıkça belirtilmiştir ki, Allah hakkında bilgisizce söz söylemek büyük haramlardandır. Allah hakkında bilgisizce söz söylemeyi şeytan insana süslü göstermektedir. Allah Teala ayette şöyle buyuruyor; "Ey İnsanlar… Şeytanın peşine düşmeyin, zira şeytan sizin apaçık düşmanınızdır. O size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemeyi emreder."

Allah bizi bu büyük nimete eriştirdi, hidayet etti, Elhamdulillah, ancak iş burada bitmiş değildir. Bu defa Allah'ın bu rahmetine ve lûtfuna biz diğer insanları çağırmalıyız. Allah'ın irade ettiği kendilerine imanı müyesser kılmış olduğu kimselere bu imanı, bu daveti bizim taşımamız gerekiyor. Ayet-i kerimede de "Allah'a çağıran kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?" denilerek Allah'a davet eden davetçiler övülmüştür. Nitekim du'at, hudet ve mürşidin olarak Allah Azze ve Celle'ye dua edilmiştir. Allah yoluna çağıran davetçiler, hidayeti bekleyen, hidayet içinde olan kimseler, insanları hidayete yönlendiren kimseler ve insanları irşad eden, aydınlatan Allah yoluna tevcih eden kimseler bizzat dualarda da öğretilmiştir. Bu yönde teşvik edilmişizdir. Allah Azze ve Celle senin elinle bir insanı hidayete erdirirse davetinle, sohbetinle, vaazınla bir insan hidayeti bulursa bu senin için dünya ve dünyadaki bütün nimetlerden daha değerlidir. Hazreti Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "Ey Habibim, de ki: Ben bu yol üzereyim, bu benim yolumdur, ben ve bana tabi olanlar basiret üzere bilinçli biçimde insanları bu yola çağırırız. Sizler Allah Resulunun tabileri misiniz? Öyleyse insanları bu yola davet edin." diyerek kendi yolunu ve tabileri olarak bizlerin yolunu da çizmiştir.

Evet, Allah'ın dinine Cenab-ı Allah lütfetti, girmiş olduk. Peki, insanlar içinden davete en layık olan kimdir? Yakınlarımızdır, çoluk çocuğumuzdur, eşlerimizdir, akraba ve ahbabımızdır. Ayet-i kerimede "Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır." (Tahrîm Sûresi 6)

Eşimizi, dostumuzu, ailemizi Allah yoluna davet edeceğiz. Peki birinci dereceden neye davet edeceğiz? Evet, bizler insan olmamız hasebiyle hata etme ihtimalimiz kaçınılmazdır. Ancak üstünlük, hatadan dönmek ve tevbe etmektir. Biz de önce tövbeye davet edeceğiz.

Enes (ra)'dan Rasulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle dedi ; "Bütün âdemoğulları hata eder, hatalıların (günahkârların) en hayırlıları tevbe edenlerdir" (Hasen hadis ; Tirmizi)

Yine başka bir hadiste Abdullah bin Mesud (r.a.)'dan Rasulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Günahtan tevbe eden günahı işlememiş gibidir." (İbni Mace)

Sonra namaza davet edeceğiz. Kelime-i tevhid'den sonra, imandan sonra en temel ibadet ve sorumluluk namazdır. Kelime-i tevhid temeldir, namaz da bu binayı ayakta tutan ana direktir. "Namazı olmayanın dini olmaz." hadis-i şerifi bunu çok açık şekilde ortaya koyuyor. Bir uzuv var ki o olmadığında insan olmaktan, hayat sahibi olmaktan çıkarız, o da başımızdır. Namaz da dinde tıpkı insanın bedenindeki baş kadar önemlidir. Baş olmadığında nasıl insan bedeni ve hayatiyeti olmazsa, namaz da olmadığında din olmaz. Kendimiz namaz kılıyorken çoluk çocuğumuz namaz kılmıyorsa bu duruma müdahale etmeliyiz, onları namaza alıştırmalıyız.

Âdemoğlu olması vesilesiyle insanlıkta kardeşimiz olan Yahudi ve Hıristiyanları da kesinlikle bu dine çağırmalıyız. Hz. Âdem'in oğulları olmaları hasebiyle onlardan da biz mesulüz. Bu konu maalesef ihmal ediliyor. Hiç kimse İslam'ın şartlarına iman etmeden cennete giremeyecektir.

Kim Hazreti Muhammed'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi peygamberi olarak iman etmediği halde cennete gireceğini söylüyorsa, Allah'a iftira etmiş olur. Çünkü Cenab-ı Allah onların cennete giremeyeceğini bizzat ifade ediyor. Beyyine Sûresi'nde kafirler ve müşriklerin ebedi olarak cehennemde bulunacağı ve onların mahlukatın en şerlileri olduğu ifade ediliyor. "Şüphesiz, inkâr eden kitap ehli ile Allah'a ortak koşanlar, içinde ebedî kalmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar yaratıkların en kötüsüdürler." (Beyyine 6)

Buna benzer daha birçok delil var Kuran'dan ve sünnetten. Yahudiler ve Hıristiyanlar Hazreti Muhammed'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Peygamber olarak iman etmeleri halinde ancak cennete girebilirler.

Hazreti Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sahih-i Müslim'de geçen bir hadisi: "Bir Yahudi, bir Hıristiyan benim davetim ona ulaştığı halde, işittiği halde eğer bizzat bana iman etmezse Allah onu cehenneme sokar." Hazreti Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) meseleyi açıkça ortaya koymuştur. Hazreti Peygamber Efendimizin bu beyanından sonra, ki O'nun yalan söylemesi, hata ile bir şey söylemesi söz konusu değildir. Bundan sonra birisi kalkıp da Yahudi ve Hıristiyanların cennete gireceğini söylerse, Hazreti Peygamberi değil Allah'ı yalanlamış olur. Çünkü Allah "Muhammedur Resulullah" buyurarak Hazreti Peygamber Efendimizi ve onun zımnında bu sözünü tevhid ve tasdik etmiştir. Bu söze karşı gelmek Allah'ı yalanlamaktır.

Üstelik biz Allah Resulune tabii oluyoruz, O'nun getirmiş olduğu hidayete uyuyoruz. Allah (Celle Celalühü) Kur'ân ayetlerinde birçok defasında Hz. Peygamberleri anlatıyor ve biz istisnasız bütün peygamberlere de iman ediyoruz. Oysa Yahudiler bütün peygamberlere iman etmiyorlar, iman etmemek şöyle dursun Allah'ın nebisi Hz. İsâ Aleyhisselam'a iftira ediyorlar. Böyle bir inanca sahip olan bir kimse, Allah'ın Peygamberini yalanlayan, ona hakaret eden bir kimse, bir millet, bir inanç cennete girebilir mi? Üstelik bu yetmezmiş gibi bir de cenneti kendi aralarında paylaşmaya çalışıyorlar, Müslümanları da kendilerince tardediyorlar. Diyorlar ki cennete sadece Yahudi olanlar girecek, beriki diyor ki cennete sadece Hıristiyan olanlar girecek. Bir taraftan da birbirlerini lanetliyorlar. Ne diyorlar; "hidayet sadece Yahudilerin üzerinde olduğu yoldur", diğeri diyor ki "hidayet sadece Hıristiyanların üzerinde olduğu yoldur." Oysa her ikisi de hidayetin uzağındadır. Çünkü Hz. Peygamberlerin getirmiş olduğu o salih inanca davete tabi olmamışlardır. Peygamberleri reddetmişler, Peygamberlere hakaret etmişler, Peygamberleri öldürmeye, çarmıha germeye kastetmişlerdir. Böyle olan insanların cennete girmesi nasıl mümkün olabilir!.. Ancak Allah'a ve Hz. Muhammed'e iman eden kişiler cennete girmeğe hak kazanabilir. Allah'a (Celle Celalühü) iman eden kulların da bazı mükellefiyetleri vardır. Fakat Allah (Celle Celalühü) kullarına karşı son derece merhametlidir. Allah (Celle Celalühü) inananlara bazı farzlar takdir etmiştir. Bizi kulluğuyla mesul tutmuştur. Hazreti Peygamber Efendimiz de bunları tamamlamak adına sünnetten bahsetmiştir. Namazın farzı vardır sünneti vardır, diğer ibadetlerin farzı vardır sünneti vardır. Ramazan orucu farzdır, şevvalden altı gün oruç tutmak ise bir sünnettir. Zilhicce ayının ilk on gününü oruçla geçirmek de bir sünnettir. Kişi bunları inkâr etmeden terk ettiğinde tabii ki dinden çıkmaz, kâfir olmaz. Ancak bir farzı inkâr eden kişi kâfir olur. Şu da var ki zaman zaman farzlardan eksikliklerimiz olduğunda sünnetler bu eksiklikleri tamamlar. Sünneti terk eden kişi bu manada hata etmiştir, yanlış yapmıştır. Lakin Sünneti terk eden kimse asla kâfir olmuş değidir, Allah'ın rahmetinden tardolunmuş değildir.

Cenab-ı Allah lohusalık halinde olsun, hayız halinde olsun kadınlara namaz yükümlülüğünü kaldırmıştır. Bu Allah'ın bir rahmetidir. Cenab-ı Allah farzları emretmiştir. İnanan bir kişi bu farzları yerine getirirse umuyoruz ki, o kimse kurtulur. İnkâr etmeden sünnetleri terk eden kimse cehenneme girmez. Bir sakalı kesti diye insanların cehenneme gireceğini söyleyemeyiz. Bu konuda aşırı olmamalıyız.

Talha b. Ubeydullah (r.a)'dan rivâyete göre, Rasûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e saçı başı dağınık bir bedevi geldi; "Ey Allah'ın Rasûlu! Allah'ın bana farz kıldığı namazlar nedir, söyler misin?" dedi. Rasûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): "Beş vakit namaz ama nafile de kılabilirsin" buyurdu. Bedevi: "Allah'ın bana farz kıldığı oruç ne kadardır" dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); "Ramazan ayında oruç tutmak, ama nafile oruç da tutabilirsin." "Allah'ın farz kıldığı zekattan da haber ver" dedi. Rasûlullah (s.a.v) İslâm'ın temel prensiplerini anlattı. O zaman o adam: "Seni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olarak gönderen ve böylece sana ikramda bulunan Allah'a yemin olsun ki, bunlardan daha fazlasını yapmam, farzlardan da eksiltmem" dedi. Bunun üzerine Rasûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem): "Eğer doğru söylüyorsa kurtulmuştur, doğru ise Cennete girmiştir" buyurdu. (Buhârî, Savm: 1; Müslim, İman: 2)

Allah Teala rahmet meleklerine de yemin etmiştir ki, onlar da müminin ruhunu gayet kibarca kabzetmektedirler. Müminin ruhunu adeta tereyağından kıl çeker gibi kolayca alıvermektedirler. Buna şu ayet-i kerime işaret etmektedir: "Söküp çıkaranlara andolsun; yavaşça çekenlere, yüzdükçe yüzenlere, yarıştıkça yarışanlara, derken iş düzenleyenlere ." (Nâziât;1,5)

Müfessirler diyorlar ki: "Bu, Cenab-ı Hakk'ın meleklere yaptığı bir kasemdir; hem azap meleklerine hem de rahmet meleklerine. Azap melekleri ki, kafirlerin ruhlarını çok sert ve kaba bir şekilde kabzederler; rahmet melekleri ki, müminlerin ruhlarını çok yumuşak ve kibar bir şekilde hafifçe alırlar."

Abdullah bin Ömer (ra)'in naklettiğine göre Rasulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Sizden birisi öldüğü (ve kabre konulduğu zaman) sabah akşam kendisine gideceği yer gösterilir. Cennet ehlinden ise cennet ehli olarak, yok eğer cehennem ehlinden ise cehennem ehli olarak... Yani cennet ehlinden olacaksa cenneti görür ve kabri cennet bahçelerinden bir bahçe haline gelir. Şayet cehennem ehlinden olacaksa ona da kabrinde iken cehennem gösterilir de bu şekilde kabri cehennem çukurlarından bir çukur haline gelir. Sonra kendisine denilir ki; "Kıyamet gününde Allah seni diriltip haşr edinceye kadar kalacağın yer işte burasıdır."

Bir Osmanlı valisi Mekke'de bir süre kaldıktan sonra tekrar memleketine dönüyor ve insanlar onu karşılıyorlar. Mekke'yi nasıl buldun, nasıl bir yerdir orası? diye soruyorlar. Diyor ki: Mekke Allah'ın şereflendirmiş olduğu bir beldedir, mükemmel bir yerdir ancak sıcağı çok fazladır, diyor. Yani senenin 13 ayı orada yüksek bir sıcaklık vardır, deyince insanlar şaşırıyorlar. Sene 12 aydır 13 nereden çıktı diye sordukları zaman, "Evet, sene 12 aydır ama ramazanı iki ay olarak saydım." diyor. Ramazanı da orada oruçla geçirdiği için ramazanı iki ay olarak kabul etmiş. Türkiye'deki Müslüman kardeşlerimle sohbet etmek benim için bir feyz sebebidir. Evet onun gibi bulunduğumuz ortamımızda elhamdulillah bereketli oldu. Türkiye'de olmaktan memnunum. İnşallah iki sene sonra bir daha geleceğim. O zamana kadar sizlerle tercümansız olarak konuşmayı arzu ediyorum. Zaten sizin Arapçaya olan bir aşinalığınız var. Ben bir çok ülkelerde seminerler veriyorum, bundan dolayı bütün dilleri öğrenmem mümkün değil. Ama siz kuran dili olan Arapçayı inşallah öğrenirsiniz. Şayet ömrüm buraya gelmeye kifayet etmezse, yine benim bu sözlerimi hatırlayın, bana dua edin. Böyle güzel dost meclislerinin zevki inanın ki bitmez.

Hepinizi selametle kucaklarım.

Allah'a emanet olun…