Modern dönemler insanları haz ve hız birlikteliğine dayalı bir mutluluk algısına kodladı. Haz ve hızın olmadığı yerde mutlu olunamazmış düşüncesine icbar etti. Sizce ibadetler ve huzur ilişkisinden hareketle, oruç ibadeti ile mutluluk / “psikolojik iyi oluş” arasında nasıl bir ilişki vardır?
Mutluluk ilk çağlardan itibaren insanlık tarihi boyunca insan için değişmeyen ve önemini yitirmeyen bir hedef olmuştur. Başka bir deyişle insan varolduğu günden beri hep mutlu olmak istemiş ve mutluluğun peşinde koşmuştur. Bu sebeple ilk çağ filozoflarından itibaren mutluluğun ne olduğu ve mutluluğun nasıl elde edilebileceği hususu başta filozoflar ve psikologlar olmak üzere başlıca inceleme konusu olmuştur. Araştırmalar sonucunda mutluluğun ne olduğu ve onun nasıl elde edileceği konusunda birbirinden farklı pek çok görüş ortaya koyulmuştur. İlk çağ filozoflarının bazıları mutluluğu haz temelinde açıklamaya çalışmışlardır. “Haz veren her şey iyidir ve acı veren her şey kötüdür, bu nedenle insan mutlu olmak için hazza yönelmeli ve acıdan kaçmalıdır.” anlayışını ileri sürmüşlerdir. Bazı ilk çağ filozofları ise mutluluğa hazza yönelmekle değil, erdemi elde etmekle ulaşılabileceğini söylemişlerdir. Hazza dayalı mutluluk anlayışı ortaçağda her ne kadar önemini yitirmiş olsa da modernite ile birlikte tekrar önem kazanmaya başlamıştır. Zira modern dönemlerde hayatın merkezine madde koyulmuş ve sürekli insanın bedenine ve haz merkezlerine hitap edilmesi ön planda tutulmuştur, insanın manevi ve ruhî tarafı ise ihmal edilmiştir. Günümüzde ise insanın ruh ve beden birlikteliğinin esas olduğu, insana yönelik bütüncül bakış açılarının önem kazanmaya başladığı görülmektedir. İslam dini dünya-ahiret ve ruh-beden birlikteliğini esas alan buna yönelik bir yaşam tarzı sunan bir dindir. Bu bağlamda İslam dininde inancın dış dünyadaki tezahürü olan ibadetlerin maddi ve manevi pek çok faydaları ve hikmetleri olmakla birlikte esasen ibadetlerin ruhun gıdası olduğu, hem maddi hem de manevi anlamda birer sağlık reçetesi olduğu söylenebilir. Dolayısıyla İslam dinindeki temel ibadetlerden birisi olan oruç ibadetinin de hem bedensel hem de ruhsal yönden sağladığı pek çok fayda ve hikmet göz önünde bulundurulduğunda oruç ibadetinin tam bir sağlık ve mutluluk reçetesi olduğu söylenebilir… Her şeyden önce oruç ibadeti kişilerin hem bedensel hem de ruhsal yönden sağlıklı olmalarına katkıda bulunmak suretiyle genel anlamda psikolojik iyi oluşlarına ve mutluluklarına da katkıda bulunmaktadır. Takdir edersiniz ki bedendeki bir organın rahatsızlığından dolayı sürekli olarak acı ve ağrı çeken bir insanın mutluluğundan söz etmek pek mümkün değildir. Vücut için bir nevi detoks işlevi gören oruç ibadetinin başta mide, kalp, karaciğer, sindirim sistemi organları vs. olmak üzere vücudun bütün organları üzerindeki olumlu tesirleri, ayrıca yaşlanmayı geciktirme, cildi güzelleştirme, ömrü uzatma, kanseri önleme yönündeki diğer pek çok faydasını da göz önünde bulundurduğumuzda oruç ibadetinin bedensel yönden harika bir sağlık reçetesi olduğu söylenebilir. Diğer taraftan oruç ibadetinin başta stresi ve depresyonu engelleme, iradeyi güçlendirme ve öfke kontrolü vs. yönündeki ruhsal sağlık açısından katkıları dikkate alındığında bu ibadetin insanın hem bedensel hem de ruhsal iyi oluşuna, dolayısıyla mutluluğuna katkıda bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Esasen yapmış olduğumuz ampirik araştırma bulgularından elde ettiğimiz sonuçlarda da oruç ile psikolojik iyi oluş arasında anlamlılık düzeyinde pozitif bir ilişkinin var olduğunu gözlemlemiş olduk.
Stresin psikiyatrik rahatsızlanmalarda çok etkin bir rolü olduğu biliniyor. Orucun bu anlamda daha dingin bir duruş sağladığına dair neler söylemek istersiniz?
Gerek Batılı gerekse İslam psikologları tarafından stres ve üzüntünün bütün ruhsal rahatsızlıkların temelini teşkil ettiği ileri sürülmektedir. Oruç ibadetinin hem stresi azaltma hem de önlemeye yönelik olumlu yönde tesirleri olan bir ibadet olduğu söylenebilir. İçinde bulunduğumuz çağı pek çok düşünür ‘kaygı çağı’ veya ‘belirsizlikler çağı’ olarak isimlendirmektedir. Modern insan kendisini emniyette hissetmediği için çağımızın insanı endişeli, gergin ve nevrotiktir. Prof. Dr. Kemal Sayar’ın deyimiyle modern bilim ve teknoloji insanın insana yabancılaşmasını tırmandırdığı için kontrol edilemeyen her şey modern insan için bir risk, bir tehdit oluşturmaktadır. En basit anlatımıyla stres, insanın dıştan gelen bir uyaran ya da yeni bir durum karşısında gösterdiği fizyolojik bir tepkidir. Bu anlamda her insan kendisi açısından belirsiz ve tehlikeli olan durumlar karşısında bir miktar stres hissedebilir. Dolayısıyla ister olumlu ister olumsuz yönde olsun insan hayatındaki evlenme, sınava girme, ameliyat olma vb. gibi önemli değişiklik durumları insanda bir miktar tedirginlik ve huzursuzluk yaratabilir. Bu tür kaygılar genelde kısa süreli ve geçici olduğu için bunlara süreksiz durumluk kaygı denilmektedir. Bununla birlikte insanın günlük yaşam içerisinde pek çok durumu genellikle stresli olarak algılaması ve yorumlaması durumu sürekli kaygı olarak ifade edilmektedir. Dolayısıyla sürekli kaygı (anxiety) durumu kişinin açık ve nesnel bir tehlike olmadığı durumlarda bile tedirginlik, huzursuzluk ve mutsuzluk yaşaması durumudur. İnsanın dinamik bir varlık olduğu, hayatın sürekli değiştiği, yeni ve alışılmamış pek çok sürpriz durumla karşılaştığımızı göz önünde bulundurduğumuzda insan için stressiz, kaygısız bir hayatın mümkün olmadığı âşikardır. Stres ya da kaygının, esasında hayatın bir gerçeği belki de bizim enerji kaynağımız olduğunu kabul etmek durumundayız. Diğer taraftan vücut, alışkanlıklarımızın arasına çomak sokan her şeyi stres olarak bir kaygı nedeni olarak algıladığından, stresin zararlı ve tahrip edici etkilerinden nasıl korunmamız gerektiği hususu da her zaman büyük önem arz etmiş ve bir problem konusu olmuştur. Bu bağlamda yeme-içme ve uyku düzenimizdeki değişikliklere baktığımızda Ramazan ayı ve oruç insan için görünüşte bir tür stres faktörü ya da stres durumu gibi görülmektedir. Bununla birlikte stres durumlarında vücudun verdiği fizyolojik tepkilere baktığımızda, böyle durumlarda kaslarda ve organlarda, kan kimyasında birtakım değişiklikler meydana gelmekte, kaslar dövüşe hazır bir vaziyette gerginleşmekte, kalp atım sayıları artmakta, akciğer kaslara daha fazla oksijen göndermek için uğraş içerisine girmekte, solunum derinleşmekte ve kan basıncı artmaktadır. Ayrıca vücuttaki serotonin, noradrenalin ve depomin gibi sevinç ve mutluluk hormonlarının salınım düzeyi değişmektedir. Dolayısıyla gerçek stres durumlarında kişiler karamsar, kızgın, aceleci, hareketli ve endişeli olmaktadır. Oysa görünüşte stres yaratıcı bir faktör gibi, bir stres durumu gibi görünen oruç ibadeti esnasında vücudun verdiği tepkiler tam tersi yönde olmaktadır. Çünkü oruç esnasında kalp atım hızında bir yavaşlama, tansiyonda düşme, oksijen kullanımında bir azalma ve genel vücut aktivitesinde bir azalma olduğu görülmektedir. Dolayısıyla oruçlu kimselerin daha yavaş hareket ettikleri ve daha huzurlu oldukları gözlenmektedir. Kısacası oruç hormonel yönden tam bir stres durumu olduğu halde organların verdiği tepkiler ve davranışlar açısından stresin tam tersi bir durumdur. Gerçekte günümüzde modern insanın en büyük problemlerinden birisi stres olduğu için çağımızın insanı stresten kurtulmak için alkol, uyuşturucu ve aşırı yemek yeme gibi geçici iyileşmeye neden olan ve sağlık açısından son derece zararlı birtakım eylemlere sığınmakta, böylece kendini unutmaya ve stresten kurtulmaya çalışmaktadır. Oysa stresten kurtulmanın yolu yeni şartlara uyum sağlamakla mümkün olduğu için stresten kurtulmanın en iyi yolunun yeme-içme ve uyku düzeninin değiştirilmesinden geçtiği ileri sürülmektedir. Bu anlamda çağımızda stresten kurtulmak isteyen insan için en önemli reçetenin bir nevi stresten kurtulma egzersizi olan oruç ibadeti olduğu söylenebilir.
Ramazan aylarında kavga, gürültü daha az. Hatta trafikte daha mütehammil ve sakin tablolar izleniyor. Oruç ibadeti ve öfke kontrolü ile ilgili bir araştırma yaptınız? Araştırmadan ne gibi sonuçlar elde ettiniz?
Evet, Ramazan ayında insanların daha sakin, kavga ve gürültünün daha az olduğunu gözlemleyebiliyoruz. Hatta bu ayda suç işleme oranlarının daha düşük olduğunu yapılan istatistiki analiz sonuçlardan anlayabiliyoruz. Daha önce de bahsettiğimiz üzere oruç ibadeti, pek çok yönden insanın bireysel mutluluğuna katkıda bulunabildiği gibi mü’minler arasındaki sosyal ilişkileri güçlendirmesi, sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı arttırması, sosyal adalet ve eşitlik duygusunu geliştirmesi, dürtü kontrolü sağlamak ve bağımlılık yapıcı maddelerden uzaklaştırmak suretiyle toplumdaki suç oranlarını, alkol ve sigara tüketimini azaltması, yâni sosyal ahlakı geliştirmesiyle de toplumsal huzura, mutluluğa ve barışa da katkıda bulunmaktadır.
Böylece oruç ibadeti sayesinde ruhen ve bedenen sağlıklı insanlardan oluşan toplum içerisinde, karşılıklı sevgi, saygı ve yardımlaşma esasına dayanan sosyal ilişkilerin kurulması toplumun mutluluk düzeyini arttırmakta, İslam toplumu Ramazan ayında oruç ibadeti sâyesinde, sulh ve sükûnun, huzur ve mutluluğun hâkim olduğu bir toplum hâline gelmektedir. Herkesin takva elbisesini giymede ve salih amel işlemede yarıştığı böyle bir toplumda inkârcılar, inatçılar, zalimler, günahkârlar bu ayda kötü alışkanlıklarından vazgeçmektedirler. Cennet kapılarının arkasına kadar açıldığı, cehennem kapılarına kilit vurulduğu böyle bir ayda, şeytanlar âdeta zincire vurulduklarından kötülüklerini icrâ edecekleri bir faaliyet alanı bulamamaktadırlar.
Öfke kontrolü bağlamında ele aldığımızda da oruç ibadetinin bir öfke kontrol yöntemi olduğunu söyleyebiliriz. Zira günümüzde haz ve hız yönelimli bir hayat yaşayan modern insanın en büyük sıkıntısı dürtülerini kontrol edememesi ve iradesine hâkim olamamasıdır. İnsanın dürtülerini kontrol edebilmesi bildiğiniz üzere aynı zamanda ruhen sağlıklı olmasının da bir kriteridir. İnsanın en önemli temel dürtülerinden birisi de saldırganlık dürtüsüdür. Günümüzde “id” yönelimli bir yaşam tarzı süren modern insanın saldırganlık dürtüsüne hâkim olamaması yani öfkesini kontrol edememesi onu kendisine, ailesine, çevresine ve içinde yaşadığı topluma zarar verici birtakım davranışlarda bulunmaya sevk etmektedir. Her gün basın ve yayında yaralama, öldürme vs. gibi şiddet içerikli haberleri üzüntüyle duyup izlemekteyiz. Toplumsal huzurumuzu tehdit eden, birlik ve beraberliğimizi derinden yaralayan, şiddet içerikli suç davranışları, esas itibariyle dürtüleri kontrol edememekten, öfkemize hâkim olamamaktan kaynaklanmaktadır. Onun için günümüzde her zamankinden daha çok dürtülerimizi kontrol etmeye ve öfke kontrolüne ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle değişik kurum ve kuruluşlar bünyesinde verilen öfke kontrol seminerlerinin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Oysa öfkeyi kontrol etmenin psikolojik yöntemlerinin yanı sıra öfkeyi kontrol etmenin dinî içerikli yöntemleri de bulunmaktadır. Bunlardan belki de en önemlisi oruç ibadetidir. Çünkü bizler oruç ibadeti sayesinde bir tür dürtü kontrol egzersizi yapmakta, iradeye hâkim olmayı öğrenmekteyiz. Şöyle ki temel fizyolojik ihtiyaçlarımızdan birisi olan açlık dürtüsü bizi yiyecek bulmaya ve yemek yeme yönünde harekete geçmeye sevk etmektedir. Açlık hissediyoruz ve önümüzde yiyecekler mevcut, normal şartlarda yemememiz için hiçbir neden yok. Fakat biz oruçlu olduğumuz, şiddetli bir şekilde açlık hissettiğimiz ve gözümüzün önünde de yiyecek içecekler durmasına rağmen yemiyor, içmiyor ve akşam iftar vaktine kadar beklemeyi tercih ediyoruz. Bu durum, tam da bir dürtü kontrolü egzersizidir. Bilinçli ve şuurlu bir şekilde kalitesi yüksek ve gerçek anlamda bir oruç tuttuğumuzda, bu dürtü kontrolü sadece fizyolojik dürtülerin (açlık, susuzluk ve cinsellik) sınırlandırılması ve kontrol edilmesi ile sınırlı kalmayıp, saldırganlık dürtümüzü de kontrol altına almış olur yani öfke kontrol egzersizi de yapmış oluruz. Çünkü Gazali’nin deyimiyle açlık, susuzluk ve cinsellik dürtülerinin kontrol edilmesi ve belli bir süreye kadar ertelenmesi şeklindeki oruç kalite bakımından en alt derecedeki (avâmın orucu) oruç olup kötü söz ve davranışlardan uzak kalmak suretiyle tüm organlarımızla tutulan oruç (havâsın/seçilmişlerin orucu) ise kalite bakımından bir derece daha üstündür. Dolayısıyla bilinçli ve şuurlu bir şekilde sırf Allah rızası niyetiyle gerçek manada yerine getirilen oruç (kaliteli oruç) öfke duygusunu kontrol etmede son derece etkili bir faktör olmaktadır. Ramazan boyunca oruç ibadeti sayesinde geliştirilmeye çalışılan öfke kontrolü, Ramazan’dan sonra da bir kişilik özelliği haline getirildiğinde böyle bir kimse elinden dilinden, kötü söz ve davranışlarından herkesin emin olduğu bir kimse haline gelir, böyle kimselerden oluşan toplumda da barış, huzur ve güven hâkim olur. Oruç ibadetinin öfke kontrolü üzerindeki etkisini tespit etmeye yönelik olarak gerçekleştirdiğimiz ampirik araştırmada da Ramazan ayında farz orucu yerine getirdiği gibi Ramazan ayı dışında da Allah’ın rızasını ve sevap kazanma amacıyla nafile olarak oruç tutan kişilerin öfke kontrol düzeyleri ile oruç tutma durumları arasında pozitif ve anlamlı bir korelasyon olduğu gözlenmiştir. Yani kişilerin oruç tutma sıklıkları ve süresi arttıkça öfke kontrol düzeylerinin de arttığı tespit edilmiştir.