Kolektif bilinçaltımızda Ramazan ayının önemli bir yeri var. Ramazan’ı bilmek ve hissetmek, insanda duygusal anlamda ne tür farklılıklara yol açıyor?
Ramazan ayı Müslümanlar tarafından özlemle beklenir. Önemlidir Müslümanlık için. Müslümanlığın hem etimolojik hem de psikolojik özünde “insanın kendiyle barışması, çevresiyle barışması ve doğasıyla barışması” vardır. Ramazan ayı, bu çerçevede insanın nefsini dinlendirerek önce kendisiyle barıştırır. Ramazan ayı, yardım ayıdır. Kişi sonrasında çevresiyle barışır. Ramazan ayı selamlaşmanın, birlikteliğin, merhametin ve şefkatin ayıdır. Bu da doğasıyla barıştırır. Bu barışma da kişinin hayati öneme sahip olan öz şefkatini, öz saygısını ve öz disiplinini arttırmaktadır.
Sonuçta iradeye dayalı bir ibadet… Orucun duygu eğitimindeki rolüne dair neler söyleyebiliriz? İnsanın olgunlaşmasındaki rolü nedir?
İrade ile duygu yönetimi arasında sıkı bir bağ vardır. Duygu yönetiminin en etkili yolu, duyguların davranışlar arasındaki bağını dengeli kurmaktan geçer. Duygu ve davranışı dengeli kurabilen insan da olgun insandır. Bir insan, istediği duyguyu istediği kadar yaşayabilir. Fakat davranışlarını kontrol etmek zorundadır; çünkü insan davranışlarından sorumludur. Ramazan ayı, duyguları nasıl yaşamamız gerektiği konusunda bize ölçü çizmektedir. Öfkelendiniz mi? Öfkelenin fakat kavga etmeyin. Kinlendiniz mi? Dedikodu yapmayın. Korktunuz mu? Korkun fakat yalan söylemeyin. Böylelikle hem duygunuzu yaşarsınız hem de olgunca hareket etmiş olursunuz.
Oruç, sosyal ve toplumsal psikoloji açısından bireye ne tür katkılar sağlar? Empati konusunda farkındalığın temelinde ne tür bir psikolojik mekanizma var?
Oruç, insanın merhamet ve vicdan duygularını canlandırır. Bu da kişiyi sağlıklı ve objektif bir içsel muhasebe hesabına sokar, kendini sağlıklı değerlendirme sürecinde katkı sağlar. Merhamet ve vicdan duygusunun beslediği kişi de empati kurabilen kişidir. Eğer ibadet merhamet ve vicdan duygularını beslemiyorsa kişiden empati kurmasını bekleyemezsiniz. Günlerce aç kalsa “yine ben, yine ben” der. Orucun yardımlaşma ve hoşgörü tarafı da kişinin iyilik algısını besler. İyi olanı başkası için maddi beklenti olmadan yapmak da kişiyi empatik ve iyi bir insan modeline kavuşturur. Kişi değişirse toplum değişir.
Orucun, kendimizi tanımakla ilgili yapılandırıcı bir rolü var mıdır? Varoluşun anlamına dair etkilerini değerlendirebilir miyiz?
Oruçla birey, sınırlarını ne kadar koruyabildiğini öğrenebilir. Bireyin oruçla kötü davranışlarını engelleyebilmesi, isteklerine sabırlı olması, direnç kazanması ve bedenen, ruhen olgunlaşması için önemlidir. Birey kendini ifade edebilen, kendini kabullenen, kaygıdan uzak, sosyal ve sorumluluğunun farkında bir birey olur, sosyal itibar kazanır.
Oruç dinimizin ibadeti olduğu için çoğu birey oruç tutmayı sorgular. Özellikle ergenlik döneminde varoluşu sorgulamanın fazla olması nedeniyle birey neden oruç tuttuğunu sorgulayabilir. Bu bağlamda bireyin diniyle, kültürüyle beraber mantıklı şekilde anlatılması önemlidir. Bu dönemde oruç tutulması için zorlanmamalı orucun faydalarından, gerekliliğinden bahsedilerek eğitimi verilmelidir.
Genel anlamda, ibadetlerin insana faydalarının mantığında, insan-fıtrat ilişkisi ve yaratıcı-kul ilişkisi açısından değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?
Fıtrat nedir? Fıtrat; kelime olarak yaradılış, doğa manasına gelmektedir. Arapça kelimedir. Fatr kökünden gelir. Fatr, bir şeye başlamak, icab eylemek, oruç tutanın orucunu açması demektir. İnancımıza göre her çocuk, fıtrat üzerine doğar.
“Bir şeye başlamak, icab eylemek,” anlamlarını doğmakla bağdaştırabilsek de “oruç tutanın orucunu açması” tabirini doğumla, fıtratla bağdaştırmada zorluk çekebiliriz.
Bu durumda da ortaya çıkan şudur; Oruç tutan insan, orucunu açtığında nefsine kavuşmuş olur. Yani dünyaya gelen insanın dünyayla kavuşma anı özünde nefsiyle kavuşmasıdır. Çünkü oruç, basit anlamıyla insanın nefsine hoş gelen her şeyi kendine yasaklamasıdır. “Fıtrat”ın ilk adımı insanın Hakk’la olan hemhalinden nefse açılan penceresi, yaratılmışlarla olan buluşmasıdır. Fıtratın oruçla bağdaşılması, bize denge anlamında verilen ilk mesajdır. Çünkü oruç, bireyin hayvani ve insani olan istek ve duygularının temize çekilmesi, bir sınıra bağlanmasıdır. Yani fıtrat, “denge ve sınırdır.” Çünkü bir ruh halinde yaratılan insan doğduğunda artık bedeniyle yani nefsiyle kavuşmuştur ve gönderildiği cennetine kavuşabilmesi için nefsiyle ruhu arasında olan dengesini koruması gerekmektedir.
Bu tanımların daha güncel halini konuşacak olursak “ego” tanımı bizlere destek verecektir. Ego, insanın ihtiyaçlarının dengesi olarak tanımlanmaktadır. Halk dilinde kullanılan “egolu” tabiri, aslında birey için iltifattır. Egolu birey, hayatını denge üzerine oturtabilen kişilere kullanılması gereken bir tabirdir. Ego, insanın kişisel özelliklerini koruyarak bilinçaltı isteklerinden bazılarına izin verme halidir. Bu da asıl kastedilen bencillik kavramına ters düşer. Egoya eşlik eden iki olgu; süperego ve id kavramıdır.
İd, zevk temelli bir istekler ve aşırı ısrarcı temel enerjinin çıkış noktasıdır. Temel ve en ilkel benliktir. Yaşamsal ihtiyaçlar olan cinsellik ve açlık gibi ihtiyaçların en bencilce doyurulmasıdır. Süperego ise “İd”in ihtiyaç ve talepleriyle çatışma halindedir. “İd”e karşı saldırgandır. Kişinin id’inde bulunan bencilce isteklerinin yargıcı, denetleyici merkezidir.
Kişinin egosu, fıtratıdır. Kişinin id’i sonsuz ve tükenmek bilmeyen istekleri vardır. Nefsiyle aynıdır. Ortada bir yemek varsa gereğinden fazlasını yemek ister. Açgözlüdür ve doymak istemez. Süperegosu ise ruhudur. Aç kalmak ister. Yemek yeme ihtiyacı yoktur. İnsanı dengeleyen ise egosu ve fıtratıdır. İnsan egosuna yani fıtratına uygun hareket edebildiği her alanda psikolojik ve fizyolojik sağlığını dengede tutabilmektedir.
Fıtrat’ın ilk tanımı olan “denge ve sınır” kavramlarını, insan iyi bir şekilde hayatına oturtmalıdır. İnsan hayatının denge ve sınır kontrolünün elinde olması gerekir. Bunun için kendi sınır ve yetkinliklerini iyi belirlemeli, dengesini bu sınırlı yetkiler üzerine kurmalıdır. Gözünü kapatıp kendi içine baktığında yaşamı, hayatı ve kendinden olan beklentileri; isteklerinin ne kadar kendisiyle bağdaştığını anlaması gerekir. Bu da insanın kendini tanıma sürecinden geçer. İnsan; ben kimim, neyim, ne işe yarıyorum, yetkinliklerim neler, zayıflıklarım neler gibi soruları anlamlandırdığı an hayatına “denge ve sınır” olgusunu oturtabilir. Bu soruları anlamlandırırken de referansını İslam dini üzerine almalıdır.
Yaradanımızın bize özetle vermek istediği en önemli mesajın dengeli olup sınırımızı-haddimizi bilmemiz olduğunu düşünüyorum.
Ramazan’a kavuşturan Yaradana şükürler olsun. Dualarda kavuşmak ümidiyle.