Nefs Mücadelesinde Psikolojimiz Nasıl Olmalı? / Şenel İlhan Beyefendi’nin Sohbetinden

Sadece bir imtihan yeri olan bu dünyada, bir insanın nefsiyle mücadelesini, ben daha çok iki boksörün bir ringdeki mücadelesine benzetir ve bu örnekten çok büyük ibretlik ve hikmetlik dersler çıkarırım... Malumdur ki boks müsabakalarında, birbiri ile mücadele edecek rakip boksörlerin öncelikle denkliklerine dikkat edilir. Yani adalet gereği, ağır sıklet bir boksörü, hafif sıkletle dövüştürmezler. Benim buradan çıkardığım önemli ders, elbette kullarından daha adaletli olan Rabbimizin bizleri, nefsimizi yenecek aklî ve ruhî bir yetenek ve güçte yani denklikte yarattığı gerçeğidir; zira “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar...” (Bakara 2/286) ayeti de buna delildir. Bu konu çok önemlidir; zira şeytan, insanların birçoğunu nefsiyle mücadeleden bu tarz hilelerle vazgeçirmiş veya başına gelen imtihanların güçlükleri karşısında hep bu sinsi yöntemle ümitsizliğe düşürmüştür. Yani, “Sen bu dert ve sıkıntılarla veya nefsin bu kötülükleriyle baş edemezsin...” teraneleri ile insanları çok kandırmıştır. Demek ki bu imtihan dünyasında başımıza gelen her güçlükle biz Allah’ın da yardımı ile baş edebiliriz, yeter ki kendimizi iyi tanıyalım, bize verilen manevi güç ve yeteneklerin ise yeterince farkında olalım.

Yine boksör örneğinden hareketle konumuza devam edersek şu gerçeği de söylememiz gerekir. Kendi aralarında bir maça çıkacak olan iki boksörün ikisi de rakibini yenmek için önceden iyice hazırlanmış ve ringe öyle çıkmışlardır. Bu hazırlığın ise birçok ön ayağı vardır. Mesela bir ayağı, öncelikle rakibini araştırmak, onun önceki maçlarını inceleyip, güçlü ve zayıf yönlerini tespit edip onu çok iyi tanımaktır. O zaman bizim en büyük rakibimiz olan nefsimizi de iyice tanımamız, onun zayıf ve güçlü yönlerini araştırmamız, onunla mücadelede başarılı olmamız için çok önemlidir. Nitekim “Nefsini bilen Rabbini bilir.” gibi hadisler ve buna benzer ayetler açıkça bu konudaki araştırmanın önemini göstermektedir.

Boksta başarılı olmak için bu işin ikinci ayağı olarak diyebiliriz ki, maça çıkmadan önce teknik ve kondisyon olarak iyice hazırlanmak gerekir. Bir kişi boks sporunda yaratılıştan ne kadar yetenekli de olsa teknik ve kondisyon olarak maçın dışındaki zamanlarda yeterli şekilde çalışmaz ise, maç anında rakibi ondan güçsüz de olsa onu yenme şansı neredeyse yok denecek kadar azdır. Buradan çıkarılacak ders ise günahlarla yüzleşmeden önce, nefsimizin zayıf olduğu yerleri tespit ederek bu duruma önceden kendimizi hazırlamak, irademizi güçlendirmek, sabrımızı ve dayanma sınırımızı artırmaktır. Yani öfkeyle mücadeleyi öfkelenmeden önce, şehvetle mücadeleyi günaha düşmeden önce yapmak önemlidir. Zinaya yaklaşmayınız ayeti, bu tedbiri hatırlatır; zira o durumla baş başa kalan kimselerin nefislerine yenik düşme ihtimalleri neredeyse kaçınılmazdır.

Peki o zaman teknik ve kondisyon olarak yetişmek, bir müminin hayatında neleri ifade eder, şimdi buna bakalım. Bunun teknik yönden anlamı, ilk önce kulluğumuzu yapacak boyutlarda ilim sahibi olmak demektir. Sonra, bize fıtraten verilmiş ve mücadelemizde yardımcı olacak olan ruhî yetenek ve kabiliyetlerimizi, iyi huy ve güzel değerlerimizi bulmamız, bilmemiz, tespit etmemiz gerekir. Sonra da nefsimizdeki bize imtihan için verilmiş olan, değiştirmemiz veya en azından kötü arzularından sakınmamız, kaçınmamız istenen huylarımızı ve eksik yönlerimizi, bilmek, bulmak, tanımaktır. Bunların yanında çok önemli olan bir husus da, Kur’an ve hadis-i şeriflerde düşmanlığından ciddi şekilde sakınmamız gerektiği hatırlatılan şeytan ve taifesinin düşmanlığından haberdar olmak, onun sinsi tuzaklarına ve hilelerine karşı savunma ve mücadele yollarını bilmektir.

Mücadelemizde bize en çok lazım olacak olan ruhsal gücümüz, yani kondisyonumuz ise önce güçlü bir imanla başlar. Güçlü bir iman sahibi olmak ise dinde eşi bulunmaz bir fakih veya kelam ilminde zamanın bir tanesi olmanın ötesinde bir şeydir ki buna yakîn sahibi olmak denir. Yakîn sahibi olmak, bilginin ötesinde, manevi his ve hazların, sevgi, korku, vicdan gibi duyguların, tecrübi yaşanmışlıkların, keşif, feraset, keramet gibi manevi hallerin ve ruhî yeteneklerin insana kazandırdığı bir ulvî derecedir. Öyle ki bu kişi bu haliyle, normal müminlere göre çok ayrı bir boyuta sıçramıştır. Hazreti Mevlana’nın deyimiyle şeytanın insanı küfre ve günaha kışkırtıcı vesvese oklarından gayet uzaklara çıkmış, şek ve şüpheden arınmış ve âdeta görme derecesinde bir imana ulaşmıştır. İşte bir kul için, kendi boyutunda kâmil bir mümin olmayı ifade eden bu ulvî derece, bir müminin nefsini tezkiye etmesi, kalbini ise kötü duygu ve düşüncelerden tasfiye etmesi, arındırması ile gerçekleşir. Bu derecelere çıkmak için önce bildiklerimizle amel etmek, ihlas ile ibadet yapmak, salih amellere ağırlık vermek, günahlardan kaçınmak ve bunların haricinde çokça zikirle meşgul olmak gerekir... Zira nefsin terbiyesinde zikrin çok etkili bir ilaç olduğu bizzat yüce Kur’an’ın beyanıdır.

Ayrıca yine boksör örneğinden hareketle diyebiliriz ki, bir boksörün kendisi gibi boksörlerle, bir güreşçinin güreşçilerle, bir futbolcunun futbolcularla vs. daha çok zaman geçirdiği, onları sevip onlarla bir arada olmaktan mutlu olduğu gerçektir. Bizlerin de bu durumu göz önünde bulundurarak, her zaman birlikte olduğumuz kişileri, Allah yolunda bizlerle gönül birliği edecek, ihlaslı ve salih kişilerden seçmemiz gerekir. Nitekim hayatın gerçekleri gösteriyor ki seçtiğimiz dostlar, bizim kişilik ve karakterimizin ve aynı zamanda ruhî yeteneğimizin de önemli bir göstergesidir. Dolayısıyla birlikte ömür geçirdiğimiz dostlarımızı, ahbaplarımızı eğer güzel ahlaklı, salih kişilerden seçersek, bu seçimin sonuçları, hem sosyolojik hem psikolojik ve hem dinî açıdan bizleri müspet manada değişime ve hayra teşvikte son derece etkili olacaktır.

Ayrıca her boksörün, boks işini kendisinden daha iyi bilen, deneyimli, tecrübeli hocaları, antrenörleri vardır. Antrenör onu bilmediği konularda bilgilendirir, tecrübesinden faydalandırır, çalıştırır, yetiştirir ve maçlar sırasında duruma göre taktikler vererek rakibini yenmesini kolaylaştırır.

Rakibimiz olan nefsimizin antrenörü ise şüphesiz ki şeytandır. Hz. Âdem’den (a.s.)  beri yoldan çıkardığı insanların sayısı milyarları aşmıştır. Yani bu hususta çok tecrübelidir, akıl ve kurnazlıkta üstüne yoktur. Bizler bu mücadelede, Kur’an ve sünnet bize yeter, biz Allah ile aramıza kimseyi sokmayız diyerek zavallı ruhumuzu, şeytan ve nefse karşı hocasız, antrenörsüz bırakırsak bu düşünce şeytanı inanın ki son derece mutlu edecek ve sevindirecektir. Zira insanları Allah dostlarından kaçıran bu tür vesvese ve ilhamlar, şeytanın vesvese ve ilhamıdır ve onun insanları aldatmada kullandığı en önemli taktiklerindendir… O halde nefsini tezkiye etmiş, kalbini tasfiye etmiş, dolayısıyla nefsin oyunlarını bilen, şeytanın hile ve tuzaklarından haberdar olan bir Allah dostu âlimi murakıp seçmek, ondan akıl, ilim ve taktik almak, sohbetlerinde bulunmak, feyzlenmek, manevi değişim için kendimize yapabileceğimiz en önemli iyiliktir. Zira nasıl iyi bir boksör olmak yalnız kitabî bilgilerle olmaz ise iyi bir kul olmak da yalnız kitabî bilgilerle olmaz. Bakın, vefatları üzerinden yıllar geçse de isimleri unutulmamış, sanki hâlâ aramızda yaşayan, himmetleri devam eden ve kabirleri ziyaretçi akınına uğrayan Allah dostlarının hepsinin bir hocası, bir murakıbı, bir manevi rehberi mutlaka vardır.

Gelelim şimdi maç anına ki burası da çok önemli dersler içerir. Ringe çıkan iki boksörün on iki rauntluk bir kazanma veya kaybetme süresi vardır. Bu süre içerisinde iki boksör de birbirini yoklar ve birbirini düşürmek, nakavt etmek için elinden geleni yapar, çok şiddetli yumruklar savururlar. Bu yumrukların şiddetinden kaşlarında, gözlerinde açılmalar, yaralanmalar, kanamalar olur. Ama bunlar sonucu belirleyen şeyler değildir. Bu maçta kazanan kişi, maçın sonunda ayakta kalan ve yediği yumruklara rağmen düşmeyen ve rakibine göre daha iyi yumruklar atıp daha iyi puan alan kişidir. Yediği yumruklardan yüzü gözü kan revan içinde de olsa ve yine yorgunluktan bitap düşmüş de olsa, hakem sonuçta iyi puan alan kişinin elini havaya kaldırır ve kazananın o olduğunu ilan eder. Artık bu andan itibaren, yediği yumruklar ve yere düşmeler, hem kazanan kişi tarafından hem de maçı izleyenlerce unutulmuştur. Ayrıca işin bizlerce de en ders alınması gereken tarafı, maç boyunca bu tür yumruk yemeler ve düşmeler birer zayıflık ve acizlik göstergesi değildir. Çünkü azim başarıyı getirmiştir ve o kişi tüm zorlukları aşarak şampiyon olmuş, hem unvanı hem de ortaya konan ödülü kazanmıştır.

Bu durum gerçekten bizim nefsimizle mücadelemize çok benzemektedir. Zira nefsimizle olan mücadelemizde bir ömür içinde ondan çok dayak yeriz. Bu dayakların anlamı, düşülen günahlar ve bunun getirdiği moral motivasyon bozukluklarıdır. Ama yaşadığımız sürece, maç hala bitmedi diyerek ayağa kalkmak ve nefse saldırmak ise tevbedir, ibadetlerden ve zikirlerden güç alarak tekrar, tekrar savaşmaktır. Rabbimiz bizden işte bu azim ve inadı ve bu savaşı beklemektedir. Allah katında manevi bir madalya alınınca, düşülen günahlara rağmen nefsle yapılan savaşımız artık bir utanç vesilesi değil, aksine büyük bir kahramanlık hatırası olarak kalacak ve sonsuza kadar öyle anılacaktır.

Bu gerçeği iyi anlayıp unutmayalım, günahlarımızın bizi ümitsizliğe ve tembelliğe düşürmesine müsaade etmeyelim. Kazanana kadar mücadeleye devam edelim ki nefsimizi yenemesek bile bu savaşın Allah katında kıymeti çok büyüktür. Rabbimiz o kişilerin kıymetini ifade sadedinde, nefs-i levvame hali olarak da isimlendirilen bu mücadele için yüce kitabında “Öyle değil. Kendini kınayan (pişmanlık duyan) nefse yemin ederim!” (Kıyame 75/2) diyerek yemin etmektedir. Buradaki nefs-i levvame; bizim yukarıda örneğini verdiğimiz gibi, bayağı eğilim ve arzulara karşı mücadele eden, işlediği günahlardan dolayı üzülüp kendini kınayan, yargılayan ve düzeltmeye çalışan, bu mücadelesinden asla vazgeçmeyen nefistir. Büyük âlim ve mürşit İmam Gazzâlî de nefsle olan bu savaşın kıymetini şu güzel örnekle ifade etmiştir: “Aslanı yenemese de onunla savaşabilecek cesareti gösteren ve onunla savaşan bir insan, aslanı yenip de yanında oturan bir insandan daha az kahraman değildir.”

Allah’a (c.c.) emanet olun.