Öz Disiplin Şuuru / Doç. Dr. Adem Ergül

İnsan sadece dışarıdan yönetilen bir varlık değildir. Diğer bir ifadeyle, kurulmuş bir robot değildir. O, iradesi olan bir varlıktır. Hatta iradesi, Yüce Yaratıcısı tarafından ciddiye alınan ve kendisine çoğu zaman ona göre yol ve yön çizilen, imkân tanınan, güç ve kudret verilen çok özel bir varlıktır. Kur’ân-ı Kerim’de bu hususa şöyle işaret edilir:

“Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükâfatını isterse, ona da ondan veririz.” (Âl-i İmrân, 3/145)

Bu yönüyle irade, yeni yeni var oluşların ve imkânların anahtarı gibidir. Gelecek inşasının en etkili adımıdır. Bu itibarla da insan için çok büyük bir hazinedir. Bu büyük sermayenin rastgele kullanılmaması, doğru yönlendirilmesi gerekmektedir. Bunun için de ciddi bir “öz disiplin”e ihtiyaç vardır.

İnsan, unutkan bir varlıktır. Hedeflerini, önceliklerini, uzun vadede kendisi için nelerin daha önemli olduğunu, ebedî istikbâlini ve hatta kendisini yoktan var eden Rabbi’ni bile unutuverir. Ahiretini dünyaya satar. Bâki olanı fânî olanla değişir. Yine o kendi hâline bırakılacak olsa, içinde/nefsinde cereyan eden kötülük fısıltılarının kurbanı olur. Oyun, eğlence ve vurdumduymazlık içinde gayesiz bir varlık hâline dönüşür. Ulvî değerlerin peşinde koşmak yerine, hazlarının tutsağı hâline gelir. Bu hâle düşmemek için, kendi iç disiplinini oluşturmaktan başka çaresi de yoktur. Zira dış kontrol ve disiplin her zaman için mümkün olmayabilir. Hem dış disiplin, çoğu zaman insan onurunu zedeleyen bir husustur. Öyleyse kişiliğimize bir “öz disiplin şuuru” zaruridir. İşte Yüce Rabbimiz’in eğitim müfredatında, insanın bu yönünü terbiye adına “çok yönlü murâkebe sistemi” tesis edilmiştir.

Bu sistem, insanı çok yönlü olarak kendi kendine disipline eden özel bir sistemdir. Onun iradesini, düşüncesini, duygu ve davranışlarını kontrol altına alır. Hem iç dünyasını hem de dış dünyasını organize eder.

“Çok yönlü murakabe sistemi” ancak Allah’a ve ahirete tam bir imanla devreye girer. Allah’a karşı hayatının hesabını verme bilinci üzerine inşa edilir. Bu sistemin sıhhatli çalışması ve sonuç vermesi için belli başlı murakabe daireleri oluşturulmuştur:

Birinci daire: Allah’ın gizli ve açık her şeyi bildiğinin farkında olmaktır. Kur’an baştan sona bu şuuru inşa etme adına çok sayıda ayete yer verir. İlgili ayetlerden birkaçı şöyledir:

“Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişi gizlice konuşmaz ki, dördüncüleri O olmasın. Beş kişi gizlice konuşmaz ki altıncıları O olmasın. Bundan daha az, yahut daha çok da olsalar, nerede olurlarsa olsunlar, O mutlaka onlarla beraberdir. Sonra onlara yaptıklarını Kıyamet günü haber verecektir. Allah, her şeyi hakkıyla bilir.’’ (Mücâdele, 58/7)

“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız.”  (Kaf, 50/16)

Allah’ın her şeyi görüp bildiği şuuru, öz disiplin adına son derece etkili bir bilinç hâlidir. İnsanı uyanık tutan ve onu rastgele bir hayat sürmekten alıkoyan bir tesire sahiptir. Bu sebepledir ki, insan terbiyesinde başarıları tescil edilmiş âriflerin ve mürşidlerin özel terbiye metotları arasında hususi bir vird olarak uygulanagelmiştir. Esasen bu bilinç hâli bile tek başına öz disiplini sağlamaya yeterlidir. Ancak bu hâli yakalamak her zaman kolay değildir. Bu itibarla daha başka murakabe daireleri de devreye sokulmuştur.

İkinci daire: Yapıp ettiğimiz her davranışın ve söylediğimiz her bir sözün görevli melekler tarafından kayda alındığının şuurunda olmaktır. Bu şuuru oluşturan ayetlerden birkaçı şöyledir:

“Ve şüphe yok ki, sizin üzerinizde bekçiler vardır. Çok mükerrem yazıcılar (kirâmen kâtibîn) vardır. Ne yapıp ettiklerinizi bilirler.’’ (İnfitar, 82/10-12)

“Biri insanın sağ tarafında, diğer biri de sol tarafında oturmuş iki alıcı melek (onun yaptıklarını) alıp kaydetmektedirler. İnsan ne zaman bir söz söyleyecek olsa, hemen onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek mutlaka vardır.’’  (Kaf, 50/17-18)

Bu kayıtlar hemen her şeyi zaptetmektedir. Nitekim bir başka ayette kıyamet günü bu kayıtlara muttali olan insanın hayreti şöyle bildirilir:

“Amel defteri ortaya konulmuştur. Suçlu günahkârların onda yazılı bulunanlardan titreyerek korktuklarını görürsün. «Eyvah bize, bu nasıl bir defterdir ki, küçük büyük bir şey bırakmayıp hepsini sayıp dökmüştür!» derler. (Dünyada) işlediklerini (önlerinde) hazır bulurlar. Rabbin hiçbir kimseye haksızlık etmez.” (Kehf, 18/49)

Rabbimiz’in kullarını terbiye için gönderdiği Yüce Kitabı’nda ortaya koyduğu bu “çok yönlü murakabe sistemi”, insanın yüreğine öyle bir “öz disiplin şuuru” yerleştirir ki, bu şuur sayesinde ciddi bir irade terbiyesi gerçekleşmiş olur. Bu terbiye sayesinde de insan, hayatını rastgele kullanarak israf edemez.

Üçüncü daire: Kendi uzuvlarımızın şahitlik edeceği gerçeğinden haberdar olmaktır. Artık kişinin yalanlayamayacağı ve asla inkâr edemeyeceği sadık şâhitlerdir bunlar. Kur’ân bu şâhitlikten de şöyle haber verir:

“İşlemiş oldukları günahtan dolayı dillerinin, ellerinin ve ayaklarının kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır.”(Nur, 24/24)

“O gün ağızlarının üstüne mühür basarız. Ne yapıp etmişler ise bize elleri söyler, ayakları (ve diğer uzuvları) da şahitlik eder.” (Yasin, 36/65)

“Nihâyet oraya geldikleri vakit, onların aleyhine, ne işlemiş olduklarına dair kulakları ve gözleri ve derileri şahadette bulunmuş olur. Onlar derilerine, «Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?» derler. Derileri de: «Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine yalnızca O’na döndürülüyorsunuz.» diye cevap verirler.” (Fussilet, 41/20-21)

Dördüncü daire: Üzerinde yaşanılan mekânın şahitlik edeceği bilincine ermektir. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Yeryüzü kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı, içindekileri dışarıya çıkarıp attığı ve insan, “Ona ne oluyor?” dediği zaman, O gün (yeryüzü) bütün haberlerini anlatacaktır.” (Zilzâl, 99/1-4)

Beşinci daire: Ölüm gerçeğinden kaçmanın imkânsız olduğu ve Rabbin huzuruna bir gün mutlaka çıkarılacağının kesin bir inanç olarak yüreklere yerleşmesi gerçeğidir. Kur’ân-ı Kerim’de en çok üzerinde durulan murakabe esaslarından biri de budur. Zira ölüm tefekkürü, gel-geç sevdaların gözde ve gönülde değer yitirmesine vesile olan ve insanı Allah’a ve ahirete yönlendiren en etkili vasıtalardan biridir. Meselâ şu ayetleri okuyan ya da dinleyen bir kimsenin yüreği nasıl titremez?

“Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır.” (Nisâ, 4/78)

“De ki: Sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, o mutlaka size ulaşacaktır. Sonra gaybı da görünen âlemi de bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.” (Cuma, 62/8)

İşte Rabbimiz’in kullarını terbiye için gönderdiği Yüce Kitabı’nda ortaya koyduğu bu “çok yönlü murakabe sistemi”, insanın yüreğine öyle bir “öz disiplin şuuru” yerleştirir ki, bu şuur sayesinde ciddi bir irade terbiyesi gerçekleşmiş olur. Bu terbiye sayesinde de insan, hayatını rastgele kullanarak israf edemez. Kendisini ve imkânlarını en güzel bir şekilde organize etme becerisi kazanır. Başkalarının güdümünde oyuncak haline dönüşmez.