İnsanoğlu İçin Tedricenlik Olmazsa Olmaz Bir Eğitim Şeklidir / Şenel İlhan Beyefendi’nin Sohbetinden

Dünya imtihan dünyası ve bizler dünyada hem imtihanda hem de eğitimdeyiz. Her çilenin, her acının, her musibetin hem imtihan hem eğitim boyutu vardır. Bir taraftan günahlara kefaret olur ama bir taraftan da eğitir, geliştirir, değiştirir bizi. Başımıza gelen her türlü olayla ömür süreci içinde durmadan eğitiliyoruz. Tecrübelerle bilgimizi, görgümüzü artırıyor; bazı güzel değerleri, kabiliyetlerimiz ve erdemlerimiz arasına katıyoruz.

Güzel ahlaklı olmak, güzel ahlakın inceliklerine vakıf olmak ve bu değerlerle değerlenmek tedricen olan bir eğitimi zorunlu kılıyor. Bizler bu dünya hayatında bize ayrılan bir ömürlük süreçte ne kadar eğitilebilirsek ne kadar gelişebilirsek, sonsuz yaşamımızda bu değerler bizim sonsuza kadar makam ve şerefimiz olacak.

Rabbimiz bu dünya hayatında, yaratılışımızdan bize verdiği kabiliyetlerimize göre bizi eğitecek. Her kul istidadına göre bir yerlere gelecek, bir makam sahibi olacak. Bu birden bire olmayacak; bunun için çeşitli evrelerden, duraklardan geçeceğiz. İnsan şerefli bir varlık. Onun eğitimi de gelişimi de yaşadığı süreç de bu şerefine uygun bir şekilde çok farklı…

Hayvan yavruları doğar doğmaz yürür ama insan yavrusu öyle değildir. Onun yürümesi bir yılı aşar; önce sürünür, sonra emekler, sonra ayağa kalkar, sonra yürür, sonra koşar, sonra hayvanları bile şaşkına çevirecek akrobasi hareketleri yapar… Hâlbuki hayvan yavruları doğar doğmaz yürür…Dolayısıyla insanın hayatının zorlu geçmesi ve tekâmülü için uzun süreçler gerektirmesi onun değeri ile alakalıdır.

Rabbimiz bu eğitilen kulların içinden bazılarını ayırıp kendine dostlar seçer. Onların eğitimi diğer kullardan daha zorlu ve daha çilelidir. Zira sonsuz büyüklükteki Rabbimiz, sonsuza kadar süren bir hayatta, en kaliteli varlıklar olan insanoğlundan dostlar seçecek. Bunları seçerken fakirlikle, zenginlikle, hastalıkla, bela ve musibetle sınayacak ve aynı zamanda eğitecek… Bunun başka yolu yok; çünkü bunlar tedricenlik gerektiren eğitimlerdir ve bu yüzden insanoğlu için tedricenlik olmazsa olmaz bir eğitim şeklidir.

Bu eğitim; zaman içinde sindirerek, sınıflardan geçerek, merdivenlerden basamak basamak çıkarak, acılarla yoğrularak, tüm tekâmül süreçlerini yaşayarak olan bir eğitim demektir.

Tedricen eğitim o kadar güzel ki ben haşâ Allah’ın (C.C.) baktığı yerden bakıyorum da bunun kıymetini anlıyorum. Allah’ın (C.C.) bile müdahale etmediği bir alan tedricenlik. Hâlbuki Allah “ol” dese olur ve bir kulu Allah istediği makama “ol” diyerek çıkarır. Ama tedricen gelinen makamla birden çıkılan makam bir olmaz; değer yönüyle, kıymet yönüyle ve insan ruhuna, nefsine katkıları cihetiyle bir olmaz…

Allah (C.C.) tohumu fide yapar, fideyi ağaç; tohumdan birdenbire bir ağaç çıkarmaz. Tedricenlikle olan kemâl, değişim, gelişim, birdenbire olmaz. Allah, kulların gelişmesini de tedricenlik mantığında veya formatında yapar. Tedricenlik mantığında gelişim ise çile çekmekle, köprülerden geçmekle mümkündür. 

Saidi Nursi bu konuda şöyle demiştir: Bir saatlik musibetle Allah (C.C.) bir kulunu bir aylık, belki bir yıllık terakki ettirir…

Bu nedenle çekilen çileler kıymetlidir ve Allah (C.C.) kulunun çektiği çilelere kıymet verir. Bütün peygamberler, hayatlarında çilenin en büyüğünü yaşamış, acının en büyüğünü tatmışlardır. Bunlar boşuna değildir, tesadüfen de değildir. Allah (C.C.) kıymet verdiği kulunu, kıymet verdiği bir yere bir makama getirirken hep bu usulle eğitir. O zaman demek ki bu usul insan eğitimi için en güzel olandır… Acıdır, zorludur, ama en güzel olandır.

Tekâmül için illaki uzun süreçlere ihtiyaç var. Bu eğitim şeklinin bir inceliği de şu ki: Allah (C.C.) kullarını kendi amelleri ile, onların emekleri ile mükâfatlandırır ve derecelendirir. Bir kulun Allah (C.C.) katından verilen bir dereceyi elde etmede “Benim de katkım oldu.” demesi veya “Ben yaptım.” demesi önemlidir. Allah’ın (C.C.) yardımı, ikramı, ihsanı, fazlı ve keremi çok olsa da küçük de olsa irade ve emeklerimizin gelişmemizdeki katkısı çok önemlidir. Hem Allah (C.C.) katında hem de kul boyutunda çok önemli…

Bunun için kullar tedricenlik mantığında musibetlerle, zikirle, ibadetlerle ilerliyor; bu ilerlemede aklında, ruhunda daha önce göremediği birçok keşifler, inkişaflar yaşıyor, algı dünyası ve duygu dünyası alabildiğine hassaslaşıyor, zenginleşiyor; feraseti, basireti, anlayışı artıyor, keskinleşiyor…

Okuyarak asla elde edemeyeceği ilim ve ahlak sahibi oluyor ki bir bakıma, “Bildikleriyle amel edene bilmedikleri öğretilir.” hadisinin manasını yaşıyor. Yani, azmine, sabır ve sadakatine karşılık bir ikram olarak, kesbî ilimden başka bir ilim olan vehbî ilim veriliyor ona açıkçası.

Bu nedenle Allah’ın (C.C.) bu tekâmül şekli çok hoşuna gidiyor. Zira burada kulun da emeği, gayreti, azmi, kararlılığı, sabrı, samimiyeti, sevgisi, teslimiyeti birçok şeyi testten geçiyor ve tabir caizse geldiği yeri kul boyutunda o kişi hak ediyor.

Bir kulun tekâmülünün asıl gayesi muhabbetullah ve marifetullahtır. Rabbimiz hakkında; sadece akıldan ve kuru bilgilerden ziyade, sıcak duygular, hisler ve tecrübeler yoluyla bilgi sahibi, yakîn sahibi olmaktır. Böyle bir amacımız yoksa biz ne işe yararız? Bu ne büyük bir utanç ne büyük bir bencilliktir! O halde bu ayıptan ve bencillikten kurtulmak için Allah (C.C.) ile olan ilişkilerimizi tekrar gözden geçirmeliyiz. Dünyada bize ait olan her şey ilgi alanımıza, duygu alanımıza giriyorken; Rabbimiz ne kadar ilgi alanımıza giriyor, bunun hesabını yapmalıyız. Mesela cep telefonumuzun özelliklerini merak ettiğimiz kadar Rabbimiz’i merak ediyor muyuz? Zatını düşünmek yanlış ama isimlerini, sıfatlarını, kullarına karşı olan sevgisini veya duygularını en azından kendi duygularımızdan empati yaparak düşünüyor muyuz?

İşte bu gibi sorularla kendimize gelmeli, bizleri anne ve babamızdan daha çok seven Rabbimiz’in hislerine karşılık vermeli, en azından bu uğurda çaba ve gayret içinde olmalı ve ikincisi olmayan bu ömür fırsatını, sadece boş ve değersiz dünya meşgaleleriyle israf etmemeliyiz…

İNSANOĞLU ALLAH (C.C.) KATINDA ÇOK KIYMETLİDİR

İnsanoğlunun Allah (C.C.) katında çok kıymetli bir yeri vardır. Maalesef o kendi kıymetini bilmese de bunu takdir edemese de böyledir. Zira insanoğlu şerefli bir varlıktır, öyle ki birçok yönüyle meleklerden bile üstündür… Bu nedenle benim yeryüzünde saygı duymayacağım tek bir insan bile yoktur.

Her insan; ırkı, kavmi, soyu, dini, mezhebi, meşrebi, günahı ne olursa olsun saygı ve sevgiyi hak eder… Zatı olarak, yaratılış olarak böyledir; bu gerçeği görmek, bilmek ve bununla şuurlanmak gerekir.

Ben bu anlamda bütün insanlara saygı ve sevgi duyuyorum. Tekrar ediyorum! Bu, sıradan bir sohbet değil; ciddiye alınması, anlaşılması ve içselleştirilmesi gereken çok önemli bir ölçüdür. Bu ölçüyü alan, bununla şuurlanan bir insan mutlu bir insan olur. Çünkü sevilecek yönlerini bilerek bir şekilde herkesi sever ve sayar, ona göre de ilişkilerini ayarlar. Bu nedenle de sevilen sayılan, sosyal ilişkilerinde problem yaşamayan, kendisiyle ve çevresiyle barışık biri olur. Bunu yaparken herkesi kendine dost etmesi, yakını etmesi gerekmez. Akıllı bir insan bu tür ilişkilerinde dostlarını, sevdiklerini güzelce kategorize eder, kimseye saygısızlık ve haksızlık etmeden bunu başarır.

Bizler bu ölçüyü alabilirsek insanları zatı itibariyle sever ve sayarız. Kişilerin günahlarını ayrı değerlendiririz. Yapılması doğru olan; kişilerin zatına karşı sevgi ve saygıda kusur etmemek ama kötü ahlaklarından kaynaklanan fiil ve davranışlarına buğz etmek, onları sevmemektir. Mesela sarımsağı sevip de kokusunu sevmemek gibi… Zira sarımsak yaratılış itibariyle çok şifalı bir besin kaynağıdır ama kokusu dayanılmaz şekilde rahatsız edicidir. Şimdi bir kişi ben kokusunu sevmediğim için sarımsağı sevmem, onun hiçbir şeyinden faydalanmam dese bu yaklaşımın mantıklı bir yanı olur mu?

O zaman herhangi bir kişi sırf insan olarak sevgi ve saygıyı hak eder. O kişi bir de mümin ise Müslüman ise daha ileri düzeyde bir sevgiyi hak eder. Zira iman edebilmek veya etmiş olmak çok önemli bir erdemdir. Öyle ki bütün günahlar bir tarafa iman bir tarafadır. Yani ikisi karşılıklı kefelere konsa iman tarafı ağır basar. Bu nedenle sonsuz olan bir âlemde iman, kişiyi, çok büyük günahkâr da olsa en netice azaptan kurtarır ve sonsuz bir cennet hayatına namzet yapar.

Bundan dolayı insanı severim ama imanlı insanı daha çok severim, hatta takva sahibi biri ise güzel ahlaklı biri ise gözümde çok daha fazla kıymetli olur…

Biz bu konuda çok hasta bir toplumuz. Birbirimizi yeterince sevmiyor, sevemiyoruz. Bize karşı işlenen suçlar, hatalar nedeniyle hemen kin, öfke, intikam moduna giriyoruz. Bu moda girince de bencilliğimiz, enaniyetimiz, bütün güzel duygularımızın hatta aklımızın dahi üstünü örtüyor ve biz bu şeytanî krizin içinde iken karşıdaki kişinin güzelliklerini görmüyor veya görmezden geliyoruz. Neticede dürüstlükten, adaletten de ayrılıyor, bir bakıma şeytanın düştüğü hataya düşüyoruz. Şeytan da Âdem’e karşı bu nöbet haline girdi ve Âdem’in güzelliklerini görmedi, ona saygı duymadı, bu nedenle isyankâr oldu… Rabbim bizi böyle kötü bir hale düşmekten korusun. Hâlbuki bu imtihan dünyasında bizlere en çok lazım olan erdemlerin başında ne olursa olsun her şartta hakperest olmak, dürüst olmak, adil olmak gelir ve dolayısıyla bu mesele dünyadaki imtihanımızın çok önemli bir alanıdır.

Bundan sonra aynı ölçüyle kendimizi de seveceğiz, aynı bakış tarzıyla kendimize de değer vereceğiz. Günahlarımızı, hatalarımızı ayrı değerlendirip zatımızdan veya güzel yönlerimizden ayırmayı öğreneceğiz…

Allah’a (C.C.) emanet olun.