Akıl hakikate ulaşmada asla tek başına yeterli değildir. Bu meyanda, Necip Fazıl, Pascal'ı örnek verir ve şöyle der: "Pascal, tasavvufun kafa buhranı üzerinde birçok kaidelerine yaklaşan bir insandır. Bir insan rehbersiz kalırsa, tamamıyla dayanaksız, mesnetsiz kalırsa, münhasır akılla nereye kadar gidebilir? Denilebilir ki, Pascal'ın gittiğe yere kadar gidebilir. Ve insan orada mahvolur. Pascal ondan sonra Port Ruayal isimli bir manastıra çekiliyor ve ömrü boyunca kendince ibadet ederek ve eser yazarak vaktini geçiriyor.
Pascal'ın mücerret akılla vardığı son nokta şudur: 'Bana Allah gerek; filozofların anladığı manada değil, haberini peygamberlerin getirdiği Allah..' Devamında Üstad; 'Pascal, ademin (yokluk) helak ettiği, tam varlığa geçmek üzereyken varlığın gerçek temsilcisini bulamamak yüzünden tekrar yuttuğu en büyük kafalardan bir tanesidir.' der. Demekki mesele, aklı ve gönlü aşk yolunda yoldaş kılmaktır. İmam-ı Gazali de peygambere olan ihtiyacı; "Yeryüzünde nübüvvet nurundan başka, kendisiyle aydınlanıp Hakk'a gidilecek bir ışık yoktur." sözüyle belirtir. Günümüzün konusu da konuların konusu enbiyanın serveri Hz.peygamberdir. Hz.Peygamber'i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) anlatanların kaçınılmaz bir şekilde mecbur olduğu güzellik ve iş; hiç şüphesiz hiç durmadan O'nu anlatmak, her zaman O'nu anlatmak, hep O'nu anlatmaktır. Çünkü O'nu anlayan aslında âşıktır.
Âşık ise, aşkından başka bir şeyi terennüm edemez. Nasıl âşık olunmasın ki; evliyaların hayatlarından başlayarak, yeryüzündeki her güzel şeyde O'nun izi vardır. Her güzelikte O'nun sesi, soluğu, derin izi vardır. Alemleri yaratan Allah (Celle Celalühü) O'na "habibim!" dedi. O nedenle O'nu sevmek Sünnetullah, O'nu sevmek adetullah, O'nu sevmek zikrullahtır. Nitekim Allah (Celle Celalühü) kelime-i tevhidi, Hz.Peygambere de izafe ederek, "Lailaheillallahmuhammedur resulullah" ile tamam buyurdu. Bir Siyer yazarının deyişiyle; "Her Müslüman bilir ki kelime-i tevhidin yarısını peygamberin durumu ve duruşunun açıklanması oluşturur. Çünkü iman gömleğinin ilk düğmesi peygamber tasavvuruyla ilgilidir. O bir kez yanlış anlaşıldı mı, yanlış bir konuma oturtuldu mu gerisi hep yanlış gelir. Bu nedenle de doğru peygamber tasavvuru imanın anahtarı olan kelime-i tevhitte Allah'ın ilah olarak bir olduğu gerçeğiyle birlikte ifade edilmiştir. Doğru peygamber tasavvurunun en kısa ifadesi ise, O'nun bir kul ve elçi olduğu gerçeğidir. Buna göre O bir kuldur ama herhangi bir kul değil, insanlar arasından seçilip ilahi bir görevle sorumlu kılınmış elçi olan bir kuldur; O bir elçidir ama ilahi bir varlık değil, kul olan bir elçidir. Yine her Müslüman bilir veya bilmek zorundadır ki, hiç kimse kelime-i tevhidin bu yarısına iman etmeden, bu kısa ifadede dile getirilen hakikati kuşkusuz bir şekilde aynıyla kabullenmeden ebedi esenliğe uzanan yolun yolcusu olamaz."
Hz Aişe annemizden nakledilen önemli bir rivayet var. Birkaç Müslüman bir gün Hz Aişe'nin yanına gelirler. Rivayetten anlaşıldığına göre bunlar Resulûllah'la karşılaşmamış, muhtemelen Resulûllah'ın vefatından sonra Müslüman olmuş kimselerdir. Bunlar görmedikleri veya gördülerse bile yakından tanıma fırsatı bulamadıkları Resulûllah'ın nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu, nasıl yaşadığını öğrenmek arzusundadırlar. Tüm bunları ifade edecek şekilde Hz Aişe'ye; 'Bize Resulûllah'tan bahset onun ahlâkı nasıldı?' diye sorarlar. Bu son derece kapsamlı ve dolayısıyla üzerinde çokça konuşmayı gerektiren soruya Hz Aişe oldukça kısa bir cevap verir. Der ki, 'Siz Kur'an okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur'an idi. Bu kısa cevap iki açıdan büyük öneme sahiptir. Birincisi, Kur'an'ı bilen Resulûllah'ı bilir. Çünkü O, Kur'an'ın belirlediğinin ve istediğinin dışında veya ötesinde bir kimse değildi. İkincisi, Resulûllah hayat tarzıyla, ahlâkıyla, tutum ve tavırlarıyla, kimlik ve kişiliğiyle Kur'an'ın tanımladığı mümin tipinin en mükemmel örneğidir; Kur'an'ın belirlediği dosdoğru hayatın dosdoğru ölçülerini kendi şahsında uygulamaya aktarmış bir şahsiyettir. Veya bir başka söyleyişle yaşamış Kur'an'dır. İşte bu Resulûllah'ın örnekliğinin kaynağını da, niteliğini de ortaya koyan bir bilgidir.
Dolayısıyla O, çoğu zaman açıkça dile getirilmemesine karşılık yaygın olarak düşünüldüğü üzere, ebedi hakikati insanlığa bilgi olarak sunan ama hayat tarzını, ahlâkını, kimlik ve kişiliğini kendince inşa eden nev-î şahsına münhasır bir kişi değildi. Bilmeli ve unutmamalıyız ki, Kur'an insanlara sadece kendileri için lâzım olan ve beşeri imkânlarla elde etmeleri mümkün olmayan hakikatleri sunan bir bilgi kaynağı değil, aynı zamanda hayata müdahale eden ve olması gereken hayat tarzını, ahlâkı, kimlik ve kişiliği öncelikle bizzat resulünü inşa ederek müşahhas bir şekilde ortaya koyan bir kitaptır. Kur'an aşama aşama, adım adım 23 yıl devam eden nüzul döneminde önce elçisini eğitmiş ve buna ilaveten de O'nun çevresindeki müminleri eğitmiştir. İşte bu açıdan O biz Müslümanların ebedi örneğidir. Her çağda ve toplumda, ahlâkının veya hayat tarzının bir yerlerinde bir şeyleri eksik veya yanlış bulan veya hissedenler bunu neyle değiştireceğinin veya neyle tamamlayacağının doğru bilgisini ve örnekliğini Resulûllah'tan öğrenebilir ve görebilir. Bu ise Resûlullahı konu edinen kitap veya makalelerin göz ardı edemeyecekleri önemli bir husustur.
O'nu sadece tarihin en önemli şahsiyetlerinden birincisi olarak anlayan ve anlatanların, O'nu insanlığın sadece zirve şahsiyeti olarak takdim edenlerin O'nu tam anladıklarını söylemek mümkün değildir. Önemli olan O'nu önemli ve zirve kılan referansı ve süreci doğru ve mümkün olduğunca tam anlayarak örnekliğini ön plana çıkarmaktır. İsmi anıldığında gözyaşlarının akıtılmasına neden olan, yaşadığı zorluk ve sıkıntılar hatırlandığında kalpleri hüzünlendiren ama muhatabının gidişatına herhangi bir katkıda bulunmayan; muhatabının gidişatındaki yanlışları ortaya koymayan veya onları doğrularla, güzel ahlâkla değiştirmeyen yaklaşımların kayda değer bir kıymetinden bahsetmek mümkün değildir. Veya söylem olarak "senin için ölürüzé yaklaşımının da salt bu biçimiyle bir kıymetinden bahsedilemez. Elbetteki O'nu sevmek, O'nun yaşadığı zorluk ve sıkıntılar nedeniyle hüzünlenmek, O'nun ismi işitildiğinde kalplerde bir şeyler hissetmek önemsiz şeyler değildir. Ama asıl önemli olan, O'nun elçiliğini yaptığı şeyden dünyayı ve ahireti esenlik yurdu kılacak bilgi ve ölçüleri bulup öğrenmek ve bunların doğru uygulamalarını ise bizzat ve sadece O'nun örnekliğinde gerçekleştirmektir. Zira O, Allah'ın insanlar için örnek olarak takdim ettiği, ahlâkının güzelliğine şahitlik yaptığı insanların sonuncusudur."
Tasavvuftaki ıstılahların en önemlisi olan "nur-i Muhammedî" veya "hakikat-i Muhammedî", Hz.Peygamber'in bütün iyi ve güzel vasıflara en üst seviyede sahip olmasıyla ilgilidir. Hz.Peygamberin nurunun yaratılışının Hz.Âdem'den de önce olduğu konusundan ilham alan sûfiler adeta Hz.Peygamber'in çevresinde bir "nur felsefesi" örmüşlerdir. Muhyiddin-i Arabî, Tirmizî, Abdurrahman-ı Cîlî, Şahabeddin-i Sühreverdî gibi hak âşıkları hadiseye hep bu açıdan bakmış ve bunu anlatmışlardır. Peygamber Efendimizi o erişilmez kemâli içinde anlatabilmek hiçbir fâniye nasip olmamıştır. Onu övmek isteyenler ise ancak onunla kendi sözlerini süslemişlerdir. Onun ahlakı çağlar boyu inananlara ışık tutmuş, inanmayanlar için ise en güçlü davet ve hüküm, hidayet çağrısı olagelmiştir. Onu tanımak ve ruhaniyetini hayatımıza hakim kılmanın yolu, Onu öz nefislerimizden daha çok sevmektir.
İnsanlık tarihine altın harflerle yazılması gereken Kitap'ta Hz.Peygamber'le (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilgili ilahî kelamda, Allah (Celle Celalühü) Hz.Peygamber'e (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle demektedir: "De ki, Ey İnsanlar! Ben sizin hepinize gönderilmiş bir peygamberim." (A'raf 7/158) "Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, peygamberini hidâyet ve hak din ile gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter." (Fetih/28) "Resulûm, biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiyâ/107)
Yine insanlara hitapla: "Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin" (Nûr 24/54) "Resûle itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur." (Nisâ 4/80) "Peygamber size neyi verirse alınız. O sizi ne'den men ederse ondan uzaklaşınız." (Haşr 59/7) "O'na tabi olun ki, hidayete erişirsiniz." (A'raf 7/158) "O (Peygamberin) emrine karşı çıkanlar, fitne ve acıklı bir azabın gelmesini beklesinler." Nûr 24/63)
"De ki; Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana tabi olun ki, Allah da sizi sevsin." (Al-i İmran 3/31) "Allah Resûlü'nde sizin için güzel bir örnek vardır." (Ahzâb 33/21) "Peygamber mü'minlere, kendi canlarından (nefislerinden) daha yakın, daha yeğdir." (Ahzâp, 6)
Ne zaman bu ayetleri mealen okusam içimde hep bir neş'e, muhabbet ve zevk halinin oluştuğunu, hasretimin kabardığını ve coştuğunu bilirim. Nitekim, Kur'an'ın çağlara hitabettiğinin en güzel delili, Hz.Peygamber'in şahsında, bu ayetlerdir. Çünkü Hz.Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Kur'an'ın çağlara hitabettiğinin en büyük delilidir. Hz.Aişe (r.a) validemizin "O'nun ahlakı Kur'an'dı." sözü de bu konuda tam bir müşahade, tam bir gözlem değil midir? Nitekim, O'nun sevgisi, O'na duyulan aşk, O'na duyulan hasret mü'minlerin gönlünde her geçen gün arttığı gibi, insanlık alemi de gün be gün O'na duyduğu ihtiyacı gerek lisan gerekse hâl olarak haykırmaktadır. Hz.Peygamber bizzat; "Kur'an benim en büyük mucizem." buyuruyor ve misyonunu şöyle haykırıyor; "Ben, mekarim-i ahlakı tamamlamak üzere gönderildim." B nedenle Hz.Peygamberi ve getirdiklerini en güncel kılacak ve asırlar boyu devam ettirecek en mühim şey, güzel ahlaktır diyebiliriz. Güzel ahlak, İslamın yaşanmasının en güzel göstergesidir. Nitekim o, "Beni Rabbim terbiye etti, ne güzel terbiye etti." buyurmuştur.
Günümüzde de Batı dünyası dahil tüm dünyada İslamı araştıran ve merak edenlerin görmek istediği ya da onlara gösterilmesi gereken şey, hiç şüphesiz, ahlak-ı hamide dediğimiz güzel ahlaktır. Zaman gösterecek ki, neyi niye yaptığımızı belirleyen en önemli ahlaklar; merhamet duygusu ve adalet duygusu olacak ve bu ahlaklar bizi başlı başına insan kılacak ya da insan kalmamızı sağlayacaktır. İnsanlık tarihinde bize bunu öğreten en mühim unsur ise, Hz.Peygamberin yeryüzünde yaşamış olması ve merhamet ve adalet bakımından her yönüyle insanlığa örnek olmuş olmasıdır. İnsanların densizliklerine karşı halkın en sabırlısı oluşu ve gördüğü tüm eziyetlere rağmen intikam peşinde olmayışıyla "Allahım! Milletimi doğru yola ilet, onlar bilmiyorlar" deyişiyle insanlığa duyduğu şefkat hususunda bayraklaşmıştı.
Çok cömertti. İbn-i Abbas Hz.'nin deyimiyle, hayır yapmakta, esmek için engel tanımayan bereketli rüzgârdan daha cömert davranırdı. Sözüne sâdık olmak O'nun hasletiydi. Sadece dosta değil, düşmana verilen söze bile sâdıktı. İyiliği sadece iyilere yapmaz, bir şey istendi mi "yok" demezdi. Varsa verir, yoksa sükût eder, "yok" demezdi. Hatta Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizzat kendisi muhtaç olsa bile, istenmesi halinde yine de verirdi.
Sade ve alçak gönüllüydü. Herkes Ona işini yaptırabilirdi. Kral Resul değil, kul Resul olmayı tercih etmişti. Çevresindekilerle çok yakından ve samimiyetle ilgilenirdi. Hastaları ziyarete gider, problemi olanların dertleriyle ilgilenir, borçluların borçlarının ödenmesini sağlar, vefat edenlerin cenazesiyle ilgilenir, yakınlarına taziyede bulunurdu. Bütün ömrü böyle geçmişti. Veda hutbesinde "Peygamberlik vazifemi ifa ettim mi?" diye sorduğunda, orada bulunan insanlığın en mümtaz simaları "Ettin Ya Resulallah!" diyerek ortalığı inletirken, onlar aynı zamanda insanlık ailesi adına, her şeyiyle Peygamber Efendimizi tasdik ediyor, O'na olan şükranlarını haykırıyordular. "Bilmem ki o teşekkür O'na yeter miydi?" diye sormaya gerek dahi yok. Çünkü o, sadece Rabbine karşı en büyük hasret, minnet ve şükran duyguları içinde olduğu için "Şahid ol Ya Rab, Şahid ol Ya Rab, Şahid ol Ya Rab!" diye haykırıyordu. Nitekim "meveddet ayetinde"; "Tebliğ vazifesi karşılığında bir ücret beklemediğini, "sadece o yüce ehl-i beytine karşı muhabbet içinde olunmasını" istediğini görüyoruz. Bilmem ki bizler bu emanet karşısında; "Şahid ol Ya Rab, Şahid ol Ya Rab!" diyecek durumda mıyız?..
Evet, salât O'na, selâm O'na. Çünkü sonsuz kudret sahibi Allah (Celle Celalühü) şöyle ferman buyurmuştur: "Şüphesiz ki Allah ve melekleri Peygambere çok salât (ve tekrîm) ederler. Ey îmân edenler, siz de ona salât edin, tam bir teslimiyetle de selâm verin" (Ahzap: 56)
Hadis-i şerifte Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz; "Çocuklarınızı üç haslet üzerine terbiye edin: Peygamberinizin sevgisi, Ehl-i beyt sevgisi ve Kur'an tilaveti" buyurmaktadır. Demekki bu üç haslet aynı zamanda bizlere Peygamber emanetidir ve insanlık bu eğitim ve duygu üzerinde giderse ancak sahil-i selamete ulaşacaktır.
Rabbim bizleri emaneti muhafaza edenlerden eylesin. (Amin)