İnsanın fıtratında aç gözlülük ve nankörlük özelliği bulunmaktadır. Bu ise Allah ile kul arasındaki ilişki ve iletişimde sınav konularından birini oluşturmaktadır. İşte tam bu noktada insanlar yaptıklarını ve yapacaklarını gözden geçirme imkan ve fırsatına sahiptirler.İnsan Allah'tan her şeyi istesin, aklına gelen her şeyi. Ama istemek için biraz dilenci olmak lazım. Onun Allah senin ise kul olduğunun farkında olarak istemek lazım. Rabbim ne zaman isterse neyi dilerse onu yapar ve verir.
Kul olmak, insanın acizliğinin farkında olmasını gerektirir. Farkında olunca acizliğinin ve çaresizliğinin, hatta fakirliğinin o zaman istemek kolaylaşır. İnsan kendinin duygu fakiri, akıl fakiri, ahlak fakiri, amel fakiri, hizmet fakiri, dünyalık fakiri, vs olduğunu önce kendine ikrar etmesi lazım.
Yaşam şartları bize sürekli mükemmelliği öğütlemektedir. Bu nasıl bir mükemmellikki kendimizi unutuyoruz. Kapasitemizi bilmiyoruz. Her an başka bir maske ile ortaya çıkıyoruz. Bu maskeleri daha sonra bizim kendi öz duygu ve düşüncelerimizmiş gibi görüp ona uygun davranışlar sergiliyoruz. Çünkü kendimiz değiliz.
"Ben kimim ve bu davrnışlar ve istekler bana mı ait?" diye sorgulamaktan uzağız. Bir günümüzü ele alalım: yaklaşık altı saat (bazıları daha fazla olsa da) uyuyoruz, ortalama sekiz saatimizi işe (çalışmaya) ayırıyoruz, yaklaşık iki saat yemek yemeğe ayırırken onun boşaltımına da bir saat civarında vakit bırakmaktayız. İşe gidip gelmek için zorunlu olarak ayrılan zaman dilimi ise en az bir saat (büyük şehirlerde dört-beş saati bile bulur) iken akşama kadar kafa şiştiği için çocuklara en fazla 15 dakika (o da hesap sormak şeklinde geçer) ayrılır. Geri kalan kısım ise TV seyretmeye ayrılır. Eşine ise özel bir zaman ayırmaya gerek yoktur. Çünkü onunla yemek arasında ve yatmağa giderken bir çift kelam yeterli görülmektedir. Neticede kişinin kendine ayırdığı bir zaman bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca, sürekli seyredilen TV programları insandaki düşünme yeteneğini sekteye uğratırken, sessiz sedasız bir şekilde yeni ihtiyaçlar adıyla bir şeyler sunmaktadır. Görsel ve yazılı basın sürekli paparazi türü programlar ve hatta haberlerde bile bu anlayışla hareketle "gözde ve olması gereken" diye belirttikleri bir yaşam tarzı sunuyor. Bu yaşam tarzı ise tüketim ve harcama kültüründen başka bir şey değildir. Her yeni çıkan bir ürün kesin bir ihtiyaçmış gibi hissettirilerek aç gözlülük körüklenmektedir. Bu durumda eldeki gelir bu yeni icat ihtiyaçları karşılamaktan uzak olduğu için nankörlük başlayacaktır. Sürekli kendini onları kıyaslayacak ve kendisini aşağı ve eksik görecektir. Elbette bu durumda nankörlüğün oluşmaması anormal olacaktır.
İnsanlar yukarıda belirtilen etkilerle şükür duygusundan uzaklaşmaktadır. Kanaat özelliğinden mahrum kalan insanlar şükür etmeyi de beceremeyeceklerdir. Elindekinin kıymetini bilmeyen insanın sürekli yeni şeyler istemesi, bunun için Allah'a yalvarması bana garip gelmektedir. Önce elindekinin kıymetini bilmek, onun için yaratıcıya minnet duygusu içerisinde "teşekkür" sunabilmek gerekir. Elindekinin kıymetini bilen insanın düşünsel ve duygusal ufukları açılır. İşte o zaman ihtiyaçlarının değilse de isteklerinin sonsuz olduğu belki de bu istekleri karşılamaya ömrünün yetemeyeceğini görmek ve idrak etmek gerekir. Bakınız hem kendinize hem çevrenize, karşıladığınız bir ihtiyaç ya da istek yenilerini doğurmuyor mu? Her karşılanan isteğinin karşısında nefis adı verilen yanımız azgınlaşıp kendini mükemmel görmeye başlıyor. Kendini mükemmel görme ise acziyeti ortadan kaldırmakta, kul olma muhtaç olma özelliğini gizlemekte hatta yok saymaktadır. İşte o zaman insan, insani diyebileceğimiz özelliklerden uzaklaşmaktadır. Bu durumda bulunan hangi insan Yaratıcısnın farkına varır da şükür ederki?
O zaman yapılması gereken ilk iş, insanın kendisine sürekli aciz bir varlık olduğunu, muhtaç bir varlık olduğunu, aslında hiç bir şeye kendiliğinden gücünün yetmediğini zikir gibi kendisine telkin etmelidir. Allah'ı Allah olarak kendini ise "kul" olarak görmelidir. Bunu yapmayı başardığı zaman yani bu anlayışı kendisine şiar edenebildiği zaman verilen nimetlerin farkına varma, elinde olmayanlara karşı nankörlük etmeme başlayacak ve her halükarda "şükür" duygusu oluşacaktır. Bu şükür duygusu insanlar arasındaki yardımlaşma ve fedakarlığı körükleyebilecektir. Merhamet duygularının yeşermesine nasıl katkı sağlacağını o zaman bir görün.
Aç gözlülük ve nankörlük insanın iç dinamizmini ve biyokimyasını bozarken düşünsel ve duygusal yapısını sekteye uğratacaktır. Öbür yanda şükür ve kanaat ahlakı ise insanın içine ferahlık ve genişlik duygusunu yükleyecektir. Yaşamın getirdiği ve oluşturduğu bir çok stresli durumun kolayca atlatılmasına yardımcı olacaktır. Psikoterapilerin yardım anlayışının kökeninde de bu var aslında. Vicdan ve objektif akıl sahibi herkes bu anlayışın insanların hayattan zevk almasına ve mutlu olmasına katkı sağladığı ve hatta geliştirdiğini kabul etmektedir.
Kendini düşünen insan, açgözlü ve nankör olacağına kanaat ve şükür sahibi olursa neler olur bir düşünün. Günümüzün popüler deyimiyle olumlu düşünmek olumlu yaşamayı gerektirir. İşte kanaat ve şükür bunu sağlar. Bu kavramlara psikoloji terimleri katmaya bile gerek yok. Fıtrat gereği buna uygundur insanoğlu. Biraz fıtratına uygun hareket etme gayreti olsun yeter. İşte fıtrata uygun hareket etmek, insan olmanın, insani değerleri ortaya koymanın en kolay yoludur.
Fıtrata uygun hareket etme temennisiyle...