Musibetleri Nasıl Okumak Gerekir?

“Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez. Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya iletir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Teğâbün, 64/11)

“Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i  Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” (Hadid, 57/22) 

Musibet; “isabet eden şey” demektir. Dolayısıyla lehte veya aleyhte kişiye isabet eden her şeyi, musibet kapsamında değerlendirmek en doğru tanımlama olacaktır.  

Dünya hayatı için; dar-ı mihnet, dar-ı meşakkat ifadeleri kullanılmıştır. Sonsuzluk yolculuğunda dünya; geçici bir gölgelik, muvakkat bir konaklama menzilidir. Sonsuz ve sınırsız ukba, sonlu ve sınırlı dünya hayatında kazanılır ya da kaybedilir. Sınırlı ve sonlu ‘kuvve’ ve ‘fiil’lerimizi sınırsız ve sonsuz  ‘mükafat’ ya da ‘mücazat’lara dönüştüren bir “teksir makinesi” gibidir dünya. En küçük, en önemsiz gibi gözüken duygu, düşünce ve eylemler, niyetlerdeki “sonsuz çarpan” etkisiyle namütenahi karşılık bulur ötelerde. O nedenle dünya çok önemlidir.  Ahiretin tarlasıdır.  Nasıl ki uçsuz bucaksız kainat, “kozmik yumurta” olarak da adlandırılan bir çekirdeğin “Big Bang” denilen patlamasıyla oluşmuşsa, aynen onun gibi sonsuz ahiret de dünya tarlasına ekilen “ukba çekirdekleri” sayesinde teşekkül etmektedir. Kürreleri, zerrelerde kodlayan Yüce Yaratıcı Kudret, namütenahi maverayı da muvakkat dünya hayatında kodlamaktadır. 

Yukarıdaki ayetlerde de ifade edildiği üzere, başa gelen her şey Allah’ın izni ile vuku bulmaktadır. O nedenle her olayı bu zaviyeden değerlendirmek esas olmalıdır. Hiçbir şey  tesadüf değildir. Tezahür eden her ne olursa olsun, ya külli iradenin bir tecellisi ya da cüz’i iradenin yapıp-etmelerinin bir sonucudur. Ama neticede tamamı “kader” cümlesindendir. 

Bu bağlamda musibetlerin nasıl okunması gerektiği hususuyla karşılaşılacaktır. 

Musibetlerin hem negatif hem de pozitif yönleri söz konusudur. Negatif yada pozitifliği belirleyen; Hakk’ın muradı olabildiği gibi sizin olaya yaklaşımınız da olabilir. Bu yüzden olayları iyi analiz etmek gerekir. 

Musibet kavramı içerisine; dert, hastalık, üzüntü, mihnet, sıkıntı, günahlar, bela, mal-mülk, evlat, sağlık… kısaca her şey girebilir. Çünkü bunların her birisi dünya hayatında birer imtihan ve deneme vesilesidir.  “O ki, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk, 67/2)  Ayeti, hayatın ve ölümün bir ‘sınama’ dan ibaret olduğunu açıkça vurgulamaktadır. Zahirde olumlu olarak algılanan zenginlik, evlat, sağlık, mal-mülk, makam… gibi değerler, yaklaşım ve bakışlardaki sığlık ve şaşılık nedeniyle sonuçta bir belaya dönüşebilir; kibir ve gurur metaı halini alırlarsa, azgınlık ve şımarıklığı tetikleyici etkileriyle negatif musibete inkılap olabilirler.

Musibetler ne demektir? Kişilere, olaylara, zaman ve zemine göre farklılıklar taşıyabilen hikmetleri, neden ve sonuçları nelerdir? Bunlar şu şekilde sıralanabilir:                

-İşlenilen günahların tecziyesidir.

-İrtikab olunan günahlara kefarettir.

-Yüksek makam ve derecelere terfidir.

-Mü’min ve münafıkları birbirinden ayırt etmek içindir.

-Nefs tezkiyesidir. Yıkanmadır, arınmadır.

-İnsanlar arasındaki kabiliyet ve kalite farklarını ortaya çıkarmak içindir. -İmanda “yakîn” elde etmektir.

-Amelde “ihsan” sahibi kılmaktır.

 -“Hamdım, yandım, piştim” aşamalarını ihtiva eden bir ‘oluş’ ve ‘eriş’ serüvenidir. 

-Allah sevgisi tesis etmektir.

-Kendini bulmak ve kendinle tanışmaktır.

-Şahsiyet ve karakter terbiyesidir.

-Gaflete düşmekten korunmaktır.

-Takva sahibi kılmak içindir.

-Yalvarma, sığınma ve duaya yöneltmektir.

-Azgınlık ve şımarıklığı gidermektir.

-Hak’tan gayrısına yönelmeye engel olmaktır.

-İnsanı tevazu sahibi yapmaktır.

-Kişiye haddini bildirmektir.

-Masivadan korumadır. 

-Nimetlere kavuşmak içindir.

-Başlangıcı acı, fakat sonucu şifa olan bir ilaçtır.

-Kalpleri rakik, gözleri yaşlı kılmaktır.

-İlmi, marifete dönüştürmektir.

-Sadıklarla yalancıları tespit etmek ve ayırmak içindir.

-Hakk’ın kendisine çağrısıdır, davetidir.

-Sabır, tevekkül ve rıza eğitimidir…

En çetin imtihanlar; bela ve musibetlerle yapılanlardır. Çünkü bu denemeler, kişinin Hak karşısındaki duyuş ve duruş koordinatlarını ortaya çıkartan tecellilerdir. Böylelikle sabır katsayınızı ölçer, rıza durumunuzu test eder, tevekkül seviyenizi görmüş olursunuz.

Bela ve musibetler aynı zamanda hem bir ayna, hem bir röntgen, hem de bir tomografi gibidir. Bu sayede kulluk kalibresi belirlenmiş olur. Kişinin ubudiyet kapasitesi ve çapı, bela ve musibetler karşısında tebarüz eder. Allah ile arasında ne gibi bariyerler olduğu, hastalıkları, engelleri bu sayede teşhis edilir. Musibetler karşısında ne kadar sabrediyor, ne boyutta isyan ediyor, Allah’tan ne kadar razıdır, panikliyor mu yoksa tevekkül mü ediyor, istikamette dengeyi muhafaza edebiliyor mu, yoksa alabora mı oluyor? Kişi ancak  bu şekilde kendini çek etme imkanı yakalamış olur.

Nasıl ki okullarda bilgi ve seviye sınavlarla ölçülür, aynen onun gibi kulluk düzeyi de bela ve musibet denilen sınavlarla belirlenir. Musibetler karşısında ne kibir kalır ne de ucub; yelkenler iner, onların yerini tazarru ve niyaz, dua ve münacat alır.  Bu sayede bela ve musibetler Allah’a yakınlaşma vesilesi olur.              

Bela ve musibetlerin sebep, illet ve hikmetlerini şüphesiz en iyi, Allah ve Rasûlü (sav) bilmektedir. Biz kulların, söz konusu bela ve imtihanları nasıl okumamız istendiği, ayrıca nasıl bir duruş sergilememiz gerektiği… gibi hususları  anlayabilmek bakımından, konuyla ilgili ayet ve hadisleri topluca zikretmemiz, olaya bütün boyutlarıyla panoramik bir yaklaşım koyabilmek adına  çok isabetli ve yararlı olacaktır:  

KUR’AN-I KERİM’DE MUSİBET,  DENEME, SINAMA VE İMTİHAN

“Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir.” (Hac, 22/35)

“Başınıza her ne musibet gelirse kendi yaptıklarınız yüzündendir. O yine çoğunu affeder.” (Şûrâ, 42/30)

“Onlar, başlarına bir musibet gelince ‘Biz şüphesiz ( her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz’ derler.” (Bakara, 2/156)

“İki topluluğun karşılaştığı günde başınıza gelen musibet Allah’ın izniyledir. Bu da mü’minleri ortaya çıkarması ve münafıklık yapanları belli etmesi içindi. Onlara (münafıklara), ‘Gelin Allah yolunda savaşın veya savunmaya geçin’ denildi de onlar, ‘Eğer savaşmayı bilseydik, arkanızdan gelirdik’ dediler. Onlar o gün, imandan çok küfre yakın idiler. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Oysa Allah, içlerinde gizledikleri şeyi çok iyi bilmektedir.” (Âl-i İmrân, 3/166,167)

“Andolsun  mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendisine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan üzücü bir çok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar  (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir.” (Âl-i İmrân, 3/186)

“Görmüyorlar mı ki, onlar her yıl bir veya iki kere belaya çarptırılıp imtihan ediliyorlar. Sonra ne tövbe ederler, ne de ibret alırlar.” (Tevbe, 9/126)

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya, 21/35)

“Andolsun ki biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar, ürünlerden eksilterek deneriz, sabredenleri müjdele.” (Bakara, 2/155)

“Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer deneme aracıdır. Allah katında ise büyük bir mükafat vardır.” (Enfal, 8/28)

“Andolsun içinizden cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye ve durumlarınızı ortaya koyuncaya kadar sizi deneyeceğiz.” (Muhammed, 47/31)

“O, sizi yeryüzünde halifeler yapan, size verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (En’âm, 6/165)

“...Hoşlanmadığınız şey belki de sizin için hayırlıdır...” (Bakara, 2/216)

 

HADİS-İ ŞERİFLERDE BELA, MUSİBET VE İMTİHAN

“Mü’mine gelen bir sıkıntı günahlarına kefaret olur.” (Buhari)

“Nimete kavuşması için insana musibet gelir.” (Buhari)

“Allahu Teala’nın hayrını murad ettiği kul, belaya maruz kalır.” (Teberâni)

“Dünya mü’mine zindandır.” (Müslim)

“En şiddetli bela peygamberlere, velilere ve benzerlerine gelir.” (Tirmizi) 

“Herhangi bir kul musibete uğrar da ‘innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn’ (Biz, Allah’ın mülkündeyiz ve O’na döneceğiz) ‘Ey Allahım, uğradığım musibetin ecrini ver ve bunun üzerine daha hayırlısını ihsan buyur.’ derse muhakkak Allahu Teala onu musibetten dolayı sevaplandırır ve onun yerine daha hayırlısını verir.” (Müslim) 

“Hz. Muhammed (sav), kabrin başında ağlayan bir kadın gördü ve ona: ‘Allah’tan kork ve sabret.’ dedi. Kadın;  ‘Geç git, zira benim başıma gelen musibet senin başına gelmemiştir.’ dedi. Peygamberi tanımamıştı. O’nun peygamber olduğunu söylediklerinde hemen kapısına gitti ve ‘Ben seni tanıyamadım.’ diyerek af diledi. Peygamber (sav): Asıl sabır musibetin ilk anında olandır, buyurdu.” (Buhari) 

“Herhangi bir Müslüman’ın başına yorgunluk, hastalık, düşünce, keder, acı ve kaygıdan, diken batmasına kadar ne gelirse, Allah bunları o Müslüman’ın hatalarına kefaret kılar.” (Buhari) 

“Allahu Teala kuluna hayır murad ettiğinde onun günahının cezasını, acele ile dünyada kendisine çektirir.” (Ahmed b. Hanbel)           

“Mükafatın büyüklüğü, belanın büyüklüğü ile (orantılıdır). Allah bir cemaati sevdi mi, onları musibete müptela eder. Kim bundan razı olursa Allah da ondan razı olur, kim de razı olmazsa Allah da ondan razı olmaz.” (Tirmizi)

“Kul, Allah’ın kendisi için takdir ettiği dereceye ameli ile ulaşamazsa, Allah onun canına, malına veya çocuğuna bir musibet verir. O da bunlara sabrederse böylece Allah’ın kendisine takdir ettiği mertebeye ulaşır.” (Ahmed b. Hanbel) 

Bela ve musibetlerin çok esrarengiz, gizemli, dolayısıyla aldatıcı ve yanıltıcı hüviyetleri söz konusu olabilir. Görünüşüyle tatlı sonucuyla acı olabildikleri gibi, zahiren acı görünümlü fakat akıbeti  itibariyle tatlı olabilirler. Gazab-ı ilahi türünden musibetler maazallah yıkıcı etkilere sahiptir, cezalandırmadır. Ancak her musibet bu kapsamda değildir. Zahirde tüm musibetler birbirine benzemekle beraber gerçekte durum bambaşka olabilir. 

Mü’min ve hususen velilerin musibetleri, sanki gazap ve celal görünümlü gibi algılansalar da hakikatte rahmet ve cemal tecellileridir. İnsanlara verilen makam, para, evlat, zenginlik, sağlık… gibi pozitif görünümlü unsurlar Allah’ın mekri kapsamında aldatıcı birer tuzak olabilecekleri gibi, olumsuzluk olarak algılanan hastalık, fakirlik… vs faktörler de birer rahmet ve cemal yansıması olabilir. O nedenle musibetleri iyi okumak, aldanmamak icab eder. Bu konular bilhassa kullukta ayak kaymaması için çok önemli hususlardır. 

Pozitif görünümlü, iltifat gibi yansıyan tezahürler “gazab-ı ilahi” olabileceği gibi, negatif algıya yol açabilen muameleler de “celal” görünümlü ama aslında “cemal” tecellileri olabilir. Aslolan akıbettir. Olayın özü budur. Unutulmamalıdır ki şer bilinen şeylerde hayır, hayır bilinenlerde de şer söz konusu olabilir. 

Hz. Ali Efendimiz’in şöyle bir sözü vardır: “Bela, zalim için edep verme, mü’min için imtihan, peygamberler için derece ve veliler için de ikramdır.”  Ayet-i kerimede imtihanla ilgili olarak şöyle buyrulur: “O insanlar sandılar mı ki ‘iman ettik’ demeleriyle bırakılacaklar da imtihana çekilmeyecekler? Doğrusu biz onlardan evvelkileri de denedik. Allah sadık olanları da muhakkak bilecek, yalancıları da.” (Ankebût, 29/2,3) 

Ayetlerde de ifade edildiği gibi insanın, hayatın ve ölümün yaratılış nedeni imtihandır. Ancak bu imtihanlar herkes için aynı dozajda olmamaktadır. Herkesin kaldırma kapasitesi farklı farklıdır. İnsanların aklı, bilgisi, kabiliyeti, istidadı değişik olduğu için imtihanları da çeşit çeşittir. Herkes kendi çapında, sikletinde ya da kulvarında denenir. 

Vurgulanması gereken önemli bir başka husus da; imtihanlarda ilahi güvence ve sigortaların devrede olduğu gerçeğidir. Nitekim, Bakara sûresi 286 ve  Mü’minûn sûresi 62. ayetleri “hiç kimseye takatinin üstünde yük yüklenmeyeceği” müjdesini, ayrıca İnşirah sûresi de “her zorluktan sonra bir kolaylığın var olduğu” hakikatini haber vermektedir. 

Bazı manevi makamlarda, mukarreb denilen Allah dostlarının imtihanları ise bambaşka nitelik ve güzellikler taşır. Bu hususla ilgili olarak İmam-ı Rabbani Hazretleri şöyle buyurur: “Allah’ın sevdiklerine dünyada verdikleri sıkıntı ve üzüntüler, Cemal sıfatı ile terbiye etmektir. Celal olarak görünmektedir. Böyle yapması Allah’ın  mekridir. Bakara sûresi 27. ayette Allahu Teala; “...Onunla çoklarını doğru yoldan çıkarır ve onunla çoklarını doğru yola kavuşturur...” buyurmaktadır. Mukarrebler derecesine yükselmek için (fena) hasıl olması lazımdır ve Zat-ı İlahinin sevgisi insanı kaplamalıdır. Bu sevgiye kavuşan, elemlerden ve sıkıntılardan da lezzet alır. Nimetle musibet musavi (eşit) olur. Azablar da nimetler gibi tatlı olur. Cenneti istemeleri, nefislerine tatlı geldiği için değil, Allahu Teala’nın razı olduğu yer olması ve cenneti isteyenleri sevdiği içindir. Cehennemden kaçınmaları da orada azap ve sıkıntı olduğu için değil, Allahu Teala’nın gazap ettiği yer olduğu içindir. Çünkü bu büyükler, sevgilinin yaptığı her şeyi güzel görür. Bunları kendilerinin matlubu, maksudu bilirler. Sevgilinin her işi, sevgili olur. İşte tam ihlas budur. Kelime-i Tevhid’in manası, ancak burada hasıl olur. İsimler ve sıfatlar arada olmaksızın, yalnızca Zat-ı İlahiyi sevmedikçe bu nimetler hiç ele geçemez… Başa gelen belalar, sıkıntılar, her ne kadar acı ve üzücü görünür ise de bâtına yani kalbe ve ruha tatlı gelmektedir. Çünkü beden ile ruh birbirinin zıddı, tersi gibidir. Birine acı gelen ötekine tatlı olmaktadır.” (Mektubât)

Dert, bela ve musibetler insanın iç dünyasındaki dağınıklıkları derleyip topladığı gibi Allah’ın “merhamet sillesi” hüviyetiyle insanlar arasındaki tefrikaları da ortadan kaldırıcı bir nitelik taşırlar. Yüksek dereceli fırınlarda, dağınık hallerde bulunan demir parçaları ateş verilerek nasıl ki yekpare hâle getirilirse, aynen onun gibi musibetler de ayrılıkları eritici özellikleriyle ümmeti yekvücud hale getiren yüksek bir etkiye sahiptirler. Nitekim son yıllarda İslam dünyası üzerinde eksik olmayan bela ve musibetleri de ümmetin birliği noktasında Rabbimiz’in birer “rahmet tokadı” olarak algılamak yanlış bir değerlendirme olmasa gerektir.  

Bela, musibet ve imtihanlar netice itibarıyla gafletten uzaklaşıp Allah’a müteveccih olmayı tesis eden vasıta konumundadırlar. Mü’minler için nedenleri ve sonuçları bakımından her daim hayır vesilesidirler. Musibetlerin altında kalarak ezilmek değil, üzerlerine binilerek “Burak” misali Hakk’a yolculuk yapmak esas olmalıdır. Olaya bu zaviyeden bakıldığı takdirde hastalık ve belalar mü’minler için bir nevi miraç hüviyeti taşıyacak, bu yüzden musibetler, Allah’a  yakınlık nedeni oldukları için sevilecek, böylelikle âriflerin terennüm ettiği “derdim bana derman imiş” sırrına erilmiş olunacaktır.

Gelinen nokta itibarıyla anlıyoruz ki  musibetler, aslında sonsuzluk yolcusu için birer azık ve sermaye olmaktadır. Böyle bir durumda da Hak yolcusuna yaraşan hâl; sızlanmak, asi olmak değil, tam bir inkıyad hâlinde sabır, tevekkül ve rızadır.

Beşer iktizasıyla bela ve musibetleri hoş karşılayabilmek her zaman kolay olmayabilir. Çoğu kez bela ve musibetlere sabretmek demir leblebi çiğnemekten farksızdır. Bazen de insanların hâl ve musibetleri çok ağır ve özel olabilir. Kan kusup kızılcık şerbeti içerler, ama buna rağmen hiçbir şey yokmuş gibi davranabilirler.  Bu durumda olanların yardımcıları bizzat Hz. Allah’tır ve O’nun dostlarıdır. Bu hususta şu kelam-ı kibar ne güzel ve rahatlatıcıdır: “Çok büyük bir derdin var ise Rabbin’e dönüp: Benim ne büyük bir derdim var, deme!  Derdine dönüp: Benim çok büyük bir Rabbim var, de.”  Bela, musibet ve imtihan şiddetinin ağırlığını hafifleten, insanın iç dünyasında kopan fırtınaları dindirerek ruhunu teskin eden, Hak dostlarına ait şu muhteşem dizelerle sözlerimizi noktalayalım. 

 

 

Feryad-ü gam aşıka sermaye-i candır.

Aşk ehline bütün dünya feryad-ü figandır.

Dertsiz olanın bu alemde hâli yamandır.” 

Yine, Erzurumlu İbrahim Hakkı  Hazretleri’yle 

birlikte bizler de diyoruz ki: 

Hak şerleri hayr eyler

Zannetme ki gayreyler

Arif anı seyreyler

Mevla görelim neyler. Neylerse güzel eyler.

Deme şu niye şöyle ,

Yerincedir ol öyle

Bak sonunu seyr eyle

Mevla görelim neyler. Neylerse güzel eyler.

Vallahi güzel etmiş

Billahi güzel etmiş

Tallahi güzel etmiş

Allah görelim netmiş. Netmişse güzel etmiş.