Mekânı Cennet

Prof. Dr. Necmettin Erbakan… Vefatı, sadece derin bir teessür nedeni olmanın ötesinde, bizleri yani bu topraklarda yaşayan insanları çok boyutlu bir şekilde düşündürmesi gereken bir olay. Hiç şüphesiz hepimiz bir gün öleceğiz, İlahi takdir böyle. Var oluşla birlikte insanoğlunu kuşatan en büyük gerçek… Var oluşa vurulan İlahi bir mühür ölüm. Bizlere hayatın düz bir çizgiden ibaret olmadığını, vazgeçilmez olmadığımızı, fani olduğumuzu, ebedi ve ezeli olanın sadece ve sadece Allah (cc) olduğunu anlatıyor.   

Bir insanı yüzyüze tanımadan yazı yazmak aslında hiç kolay değil. Gıyaben tanımalar ise asıl tanımaların yerini asla tutmaz. Yine de son 50 yılımızda etkisi tartışılmaz bir şahsiyeti görmeseniz de tanımamak mümkün değil. Milletin gönlündeki yerini, cenazesine olan çok büyük katılımdan da herkesin gözlemlediği “Erbakan Hoca” Hakk’ın rahmetine kavuştu. Bazı şahitlikler vardır ki çok önemsenir. Çünkü onlar asla boş sözler değildir. Aksine bir gerçeği perçinlemek için ifade edilmişlerdir. Feyz camiası olarak biz bunu çok ama çok önemli buluruz. Çünkü onlar gönül ehlidir. Şenel İlhan Beyefendi’nin Prof. Dr. Necmettin Erbakan hakkında “Mekânı Cennet” ifadesi de, ehlullah’ın gözünde Erbakan Hoca’nın mümtaz yerini ortaya koyuyor. Önemli bir şahitlik bu. Bizim anladığımız anlamdaki temenninin çok ötesinde… Herkese nasip olmuyor… 

Her şeyden önce gözünüzün önünde sergilenen mücadele dolu yıllar… Şahitliğiniz var, tanıksınız… Türkiye’nin siyasi tarihini bilenler bilir ki, daha yakın yıllara kadar bu ülke, düzenli olarak seçim sandıkları seçmenin önüne gelen, ama düzenli olarak da sandığın hiç yokmuş sayıldığı ortamları teneffüs etti. Ardı ardına, parlementer rejimin inkıtaya uğradığı fetret yılları yaşandı. O nedenle normal zamanların vasatını, verimli zamanların hasatını pek alamadık. Ne medeni gelişme bakımından, ne siyasi olgunluk ve ekonomik doygunluk açısından bu böyleydi. Sonuçta siyasiler, millet karşısında bir türlü gerçek rüşdünü, yetkinliğini, kısacası verimliliğini ortaya koyamadı. Bu zor zamanlar aslında siyasi arenadaki siyasileri, kısa zamanda çok iş yapmak ya da her seferinde yeniden başlayarak hedefe koşmak zorunda ve azminde olan insanlar için “siyasetin kahramanlığına soyunmayı” kaçınılmaz kılmıştı. Zor olan hizmet etmek değil, özellikle bu şartlarda hizmet edebilmekti. “Ateşten gömlek” Türk siyasetçisinin günlük kıyafeti idi, seyr-i sülûk yapar gibi… “Gık” demeden hizmet etmek… Ne pahasına olursa olsun hizmet etmek. Üstelik kalp kırmadan, gönül yıkmadan, millet adına fincancı katırlarını ürkütmeden… “Fincancı katırları” deyince, yanlış anlaşılmasın… Bu bazen dünya çapında hegemonik güçler, bazen bunların vatan topraklarındaki uzantıları ya da işbirlikçileri, bazen de -zülfiyare dokunmasın ama- dost görünenler olabiliyordu. İşte tüm bunları aşmak ancak geriden gelen ve ikmal olmuş bir olgunluk ve tahammülü gerektiriyordu. İdealleri uğruna feda olmayı göze almış, “Kol kesilir yen içinde kalır.” demiş, incitmeyi değil anlatmayı dert edinmiş bir ruh hâli. Yakın zamanda kaybettiğimiz Necmettin Erbakan da hasbel kader böyle bir ateş çemberi içinde “Hamdım, piştim, yandım.” vetiresini millet adına siyasi arenada yaşayanlardandı. Şartlar gereği, yağlı ilmiği boynunda hissederek yaşayanlardan, her an siyasi bir infaza kurban gitmeyi göze alanlardan… Dışarıya hiçbir çileyi sızdırmadan, herşeye rağmen ‘içine atarak’ devam edenlerden…   

Ehlince bilinir ki “Ârifin cinsiyeti olmaz.” Aslında erkeklikten kasıt da “er” olmaktır. İşte dava adamları, “er” doğup “er” ölenlerdir. Bir siyasetçi açısından millet adına düşünmek bir “duruş” gerektirir. Vazgeçmemeyi, külfet ve fedâkarlık varsa öne geçmeyi, nimet varsa geride durmayı, mükafatı yalnız ve yalnız Allah’tan ummayı… İşte bunlar, her biri tek başına “büyük” olmayı gerektiren erdemlerdir. İnsan ya öyledir ya da o yolda pişen bir yolcu olur ki bunun ortası yok… Yeter ki Erbakan Hoca gibi bir “duruş” sahibi olsun. Erbakan Hoca gibi “duruşunu” korusun… 

O nedenle aklını, ilmini, irfanını davası uğruna harcamak, sadece dava adamlarının harcıdır. Bu anlamda, aslında liderlerin kabul görmesiyle lider olması aynı şeye işaret eder: Halka, millete, ümmete tercüman olmak. Tercüman olmak yani dillendirmek… Liderliğin en büyük ortak paydası ya da olmazsa olmazı budur. Yani millet adına bir “yürek” taşımak… Devletini önce yüreğinde kurmak, milletini önce yüreğinde var etmek… İşte Erbakan Hoca’da da; elinden geleni yapmak, sonuna kadar direnmek ve asla yılmamak, millet için sonuna kadar gitmek ve istemek, tavizsiz ve esaslı bir duruş olmuştur. İnsan bazen kendi taleplerinden feragat edebilir. Ama millet adına olan talepler, lider şahsiyetlerin “kırmızı çizgilerini” oluşturur. Sonuçta böyle insanların şahsında, davayı, millet adına bir kutlu yürüyüşe çevirmek misyon adamı olmanın kaçınılmaz sonucudur. Hoca’nın kendi şahsında gerçekleştirdiği de tam tamına budur. 

Erbakan Hoca, kendi şahsında milletin milli hafızasına ayna olmayı başarmış nadir şahsiyetlerdendir. O ayna, medeniyet aynasıdır. O ayna inanç, itikad ve akide aynasıdır. O ayna, kader ekranında mücadeleyi göze almış olanların yaşadığı çilekeşliktir. Bizlerin gözünde O, milli hafızanın asla unutulmayacağını ve zaman içinde yok edilemeyeceğini, yok sayılamayacağını, kan kaybetmeyeceğini, üstü örtülse bile tekrar canlanacağını kendi şahsında en güzel şekilde göstererek haykıran; dünya imtihanını vermiş, dünya çilehanesinde Allah için dolu dolu yaşamayı başarmış bir fikir adamı, çile adamı, mücadele insanı ve ilim adamıdır. 

Evet, Erbakan Hoca’yı böyle anlatıyoruz ki emsallerine örnek olsun. Görev peşinde koşanlara ayna olsun. Batıyı taklit etmek isteyenlere, İslam medeniyetine mensup, parlak çizgileri ve nüansları olan bir örnek olsun. 

İnsanların bulundukları yerlerde hangi saiklerin etkisiyle nasıl davrandıkları, ne tür bir iletişim dili kullandığı, hangi mesajı vermek istediği hususu, kişiliğin direkt yansımasıdır. 

Bir yürek; “Bismillahirrahmanirrahim” diyen, “Esselamü aleyküm” diyen bir yürek… Milletin her bir ferdine “Aziz milletim!” diye hitap eden bir yürek…  İnsanı Allah’ın emaneti olarak kabul eden bir yürek… Gizli hesapları olmayan, içten pazarlıklı olmayan, siz beğenseniz de beğenmeseniz de her nasılsa öyle görünmeyi tercih eden, farklı etiket ve makamların arkasına saklanmayan, milletten saklısı gizlisi olmayan, temsil ettiği fikrin büyüklüğünün farkında ve komplekssiz, Batı’ya, Doğu’ya, Kuzey’e ve Güney’e aynı mesajı veren,  davasına vefalı ve uygulamalarında titiz, kâmil bir zaviyeden olaylara bakabilen ve soğukkanlı, başında neyi söylüyorsa sonunda da aynı şeyi söyleyen cesur bir siyasetçi olan, değerler bakımından içi boşalmış günümüz dünyasında dünya toplumlarına söyleyecek bir sözü, iletecek bir mesajı olan “net” bir insandı Erbakan Hoca… O nedenledir ki “Savunan Adam” olmayı fazlasıyla hak ediyordu. Prensipli, azimli ve çalışkan, ilmi disiplinleri çok önemseyen, mevcutla yetinmeyip daha ileriyi gösteren, üretken ve bu anlamda ilminin zekatını veren dopdolu bir akademisyendi aynı zamanda… Tashihe muhtaç bir düzen ve sistem karşısında verdiği mücadelesiyle her şeye rağmen yalnız kalmış, bu yalnızlığı âdeta içine atarak devam etmiş, Türkiye’nin en zor zamanlarında yönetici dehasını konuşturmuş bir insandı. Geçen zaman içinde ne tür antidemokratik tutumlara maruz kaldığı anlaşılan bir mücadele adamıydı… 

Topluma örnek bir baba, emsallerine örnek bir siyasetçi ve bir lider olarak kendi değerini her zaman hissettirdi. Ardından sürüklediği kitlenin hassasiyetlerinin korunması için her zaman bir uyarıcı, bir yönlendirici, ağırlığını koyan bir nasihatçi oldu. Kendi değerlerinin takipçisi bir önder oluşunu hiç ama hiç tavizsiz bir biçimde sürdürdü. Hayatının herhangi bir döneminde bir başka söylediğini tekzip edecek bir tavır geliştirmedi. Herkesin anlayabileceği bir siyasi dille nüktedanlık yapmaktan geri kalmadı. Halkla iç içe samimi siyasetçi tipinin en bariz örneklerindendi. Siyasi üslup olarak “halka rağmen” bir duruş tercih etmediği gibi, yaşadığı zaman diliminde halkın siyasi beklenti ve umutlarının hem tercümanı hem gerçekleştiricisi oldu. Bu idealinden hiç vazgeçmedi. Kısacası yapıp ettikleriyle halkın önünde, benimsenmesiyle de halkın içinde olmayı başardı. Gayri milli unsurların, Türk milleti ve İslam ümmeti içinde yuvalanmaması için sürülerini koruyan bir çoban hassasiyetiyle elinden geleni yaptı. Siyaset tarzıyla sadece Türkiye sınırları içinde değil, İslam dünyasında da benimsenmiş bir insan olmayı başardı. Yetiştirdiği öğrencileri bugün dahi Türkiye’nin geleceğinde etkili ve gittikçe de yayılan bir siyasi halka hareketinin yetiştirici ilk ve sağlam bir halkası olmayı başardı. Tüm bu yaptıklarıyla siyasi ve toplumsal bir idrakin yeşerip gelişmesini sağladı. Bu hâliyle gerçekten de kendi değerleri yüzünden arsızca sorgulanan bu necip milletin vicdanı olmayı başardı.        

Gayri milli unsurların değil, bizzat milletin verdiği rütbe, insan denen canlının kendi milletinin gözünde ve gönlündeki değerini ortaya koyuyor. Kaç kişi helalleşmek istedi, kaç kişi bir hukuk gözeterek imkanları dahilinde cenazesinde yer aldı, kaç kişi ardından “dua” ediyor ve etmekte. İşte asıl bunlar bir siyasetçinin, siyasetçi olmasının ötesinde bir insanın, bir büyüğün değerini ortaya koyuyor. İşte bunlar hadiseye “er” gibi bakabilmeyi zaruri kılıyor. İşte Erbakan da “er” gibi bakılmayı fazlasıyla hak ediyor, yani “Erbakan” olmayı… 

Bazı nadir insanlar var ki cedlerinin üç kıtada at sürmesini, adaleti yaymasını, hakkı haykırmasını, hüküm icra etmesini temsilen aynı neşeyi taşıyan bir ses, bir soluk, bir nefes olmayı başarır ve insanların gönlünde, milletin gönlünde, ümmetin gönlünde Allah için haklı bir yer edinirler. İşte Erbakan Hoca da yaşadığı hayat, yaptığı hizmet ve İslam dünyası adına olan öngörüleriyle, bir müjdenin kapısını aralayan bahtiyarlardandır. Hakkı sahibine teslim etmek isteyenler, öncelikle kendi vicdanlarında Erbakan’ın hakkını teslim etmelidirler… 

Ruhu şad, mekânı cennet, makamı âli olsun… Oldu da…