Feyz: Efendim, kendi tahsil hayatınızdan biraz bahseder misiniz?
Ben 1934 doğumluyum. Kırşehir, Aşık Paşa Ahi Evran’da doğdum. Hafızlığımı orada bitirdim, Kur’an- Kerim talimimi, medrese Arapçasını orada okudum. İmam Hatip Lisesi’nin ilk mezunlarındanım. Ondan sonra İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nün ilk talebesi ve ilk mezunuyum (bugünkü İlahiyat Fakültesi). İmam hatip liselerinde Kur’an, tefsir, Arapça hocalığı yaptım. Senelerce idarecilik, müdürlük yaptım. İmam hatipten sonra sanat okulu elektrik bölümünü bitirdim, daha sonra mühendis oldum. Sonraları Avrupa’da yirmi küsur sene eğitim öğretim, tebliğ çalışmalarım oldu. Çeşitli eserlerde tercümelerim var. En son “Feyzü’l-Furkan Açıklamalı Kur’an-ı Kerim Meali” çalışmasını yaptım. Elhamdülillah basımı 500 bin oldu. Basımı, dağıtımı ve günceli içine alan yorumuyla Yüksek Din Kurulu’nun tek onayladığı mealdir. Uzun bir araştırmayla, kelimelerin yapısına göre, ayetlerin iniş gayesine göre, okuyanın Kur’an’la yeniden dirilmesini amaçlayarak bir çalışma yaptım. 12-13 sene süren bir çalışma oldu.
Mastırımı ve doktoramı Hollanda’da tamamladım. Elektrik motorlarının yanmasını önleyen bir pano yaptım. Türkiye’de örneği yokmuş diye Avrupa’ya gönderdik. İnternette altı ay yayınlandı emsali var mı diye, emsali yoktu. Bu çalışmam Avrupa’da birinci geldi ve uluslararası bir patent verdiler. İşte böyle ilmin talebesi olarak çalışıyorum. İnşallah hayırlı şeylere vesile olurum. Rabbimiz şükreden kullarından eylesin, her an şükre oldukça ihtiyacımız var.
Feyz: Efendim şükür demişken, Allahu zülcelalin verdiği nimetler sayılamayacak kadar çok… Allah kul ilişkisinde şükrün öneminden bahseder misiniz?
Tabi şükür, verdiği nimetlere ki nefesimizden tut, vücudumuzun her uzvuna kadar... Haberimiz yok; böbreğimiz nasıl çalışıyor, midemiz nasıl çalışıyor, safra nasıl çalışıyor, büyük bir makine insan… Öyle bir sistem ki bütün vitaminleri birbirinden ayırıyor. Yediğimizin hepsi topraktan; A vitamini topraktan çıkıyor, B vitamini topraktan çıkıyor, topraksız yaşayamıyoruz ve Allah bizim ayağımızı topraktan kesmiyor. Niye? Çünkü sen toprağın malısın; bak yer çekim kuvveti var, yukarıya da gidemiyorsun. Senin kaydın burada toprakta, havada değil. Onun için bütün yiyecekler topraktan. Topraktaki demir madeni, bakır madeni, fosfor vs. vücutta yok mu? Olmaz olur mu, var tabi. Allahu Teala’nın bahşetmiş olduğu bu makineyi iyi kullan. Sen, senin değilsin. Ben, benim değilim. Hani Yunus;
“Beni bende demen bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri.”
diyor ya, benden içeri bir ben daha var.
Araf sûresi 179. ayette; “Andolsun biz, cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.” buyruluyor. “Biz birçoklarını cehennem için var ettik.” diyor. “Biz çoğunu cehennemlik kıldık.” Niçin? Çünkü onların kulakları var, gözleri var, kalpleri var ama bunlarla hakikati görmezler. Görürler, her şeyi görürler de ama iş, hak ve hakikate gelince onu görmezler, duymazlar, gereğini yapmazlar. Ezanı duyarlar, gereğini yapmazlar. Gözü, menfaatine ait her şeyi görür amma hak ve hakikate, Kur’an’a gelince görmezler. Allahu Teala da Kur’an’da şöyle buyurmaktadır: “Her kim de benim zikrimden (Kur’an’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz. O da şöyle der: Rabbim! Dünyada gören bir kimse olduğum halde niçin beni kör olarak haşrettin? Allah buyurur ki: Evet, öyle. Ayetlerimiz sana geldi de sen onları umursamadın, unuttun. Aynı şekilde bugün de sen unutuluyorsun.” (Tâ Hâ, 20/124-125-126)
Demek ki şükürsüzlük neleri doğuruyor. Hakikati görmüyorsun, Kur’an’ı görmüyorsun, ömür boyu bu gözünü kullanıyorsun kullanıyorsun -yani insan gündüz gözüyle el lambasını yaka yaka giderse ne olur?- sonra gece karanlıkta kalıyorsun. Orada da, “Sen dünyada bu pili hara hura verdin, yaktın efendim; şimdi de pilin bitti.” diyorlar. Sen pilini bitirdin, dünyada bitti, yok. İşte bunlar kör olarak haşredilecek. Gözü görmüyor ki burada; bakar kör var ya, aynen onun gibi. “Ya Rabbi! Benim gözüm neden görmüyor?” diyorsun. Senin gözünün pili biti, pili...
Feyz: Malumunuz, Efendimiz (sav); “gözümün nuru namaz” buyuruyor. Kulluk şuuru ve namaz hususunda neler söylersiniz?
Namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmaz, derler. Hocaefendi bağırıyor, neden bağırıyor? İşi mi yok, başka derdi yok mu? Tabi ki seni beni çağırıyor. Dikkat et haa, ikindi vakti girdi. Ama işte “Görenedir görene, köre nedir köre ne?” derler ya, adam görmüyorsa nereden bilecek… Kalp var, o kalp hakikati duymaz. Anlamazsa kalpsiz diyoruz, adamın kalbi var ama neden kalpsiz diyoruz? Demek ki duygusuz, yani duyarlı değil. Neye karşı duyarlı değil? Allah’ın dinine karşı, Kur’an’a karşı duyarlı değil. O halde duyarlı olmayan nankör olur. Ancak duyarlılık şükürdür. Allah’ın dinine karşı duyarlılık şükürdür. Eğer bir adam Allah’ın dinine karşı duyarlı değilse şükrünü yerine getirmiyor demektir. Sevgi nedir? İçindeki görünmeyen duyguyu dışa vurmaktır. Nefret, içindeki kötü duyguları dışa vurmak; sevgi de içinde olan iyi duyguları dışa vurmaktır. Vurmazsan? Mesela, adam çay içti, kalktı gitti. Bu adam amma kaba dersin, adam bir teşekkür eder dersin. İçinden geçer, yüzüne demesen bile içinden geçer.
Örneğin, çalıştığın işe gelmedin diyelim. Bir gelmedin, iki gelmedin sonra ne yaparlar? “Ne yapıyorsun ya, sen neredesin? Bak bir daha yapma.” demezler mi? Baktılar ki sabah yine yoksun; yine çıktın öğlenleyin geldin. “Senin işin bitti.” derler mi demezler mi? Derler tabi ya. Cenabı Hakk’ın lütfuna bak ki bizi kovmuyor, ama bir şeylerden kısıyor.
Hiç kuluna zulmeder mi Hüdası
Kulun çektiği kendi cezası
Hakk sillesin yoktur sedası
Bir vurdu mu yoktur devası
Feyz: Başımıza gelen musibetlerin bir çok hikmeti var. En önemlisi günahların temizlenmesi. Bu konudan da bahseder misiniz?
Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Başınıza her ne musibet gelirse, kendi yaptıklarınız yüzündendir. O, yine de çoğunu affeder.” (Şûrâ, 42/30) Başımıza gelen belaların neden geldiğinin farkında olmuyoruz. Demek ki mikrop aldın sen, günah mikrobu aldın. Bir yerde şükrü kaybedince bu sefer günah başlar. Nereden başlar günah? Gözünden başlar, kulağından başlar, elinden başlar, ağzından başlar, ağzından midene gider, midenden kalbine gider; ondan sonra bütün vücudunu dolaşır. Vücuduna haram girer. İşte haram, şükürsüzlüğün karşıtıdır; şükür olmayınca nankörlük olur. Verilen nimetin kadrini bilmezsen nankör olursun. Verilen nimetin kadrini yerine getirmezsen de nankör olursun. Bu da tabi mühim bir şey. Rabbim inşallah bizi şükreden, şükrünün kıymetini bilen, nankörlükten koruyan, bütün azalarımızla şükre katılan kullarından eylesin. Uyuyan adam, gafil adam şükredemez. Eğer şükretmiyorsa uyuyor demektir. Ölü de şükredemez. Dolayısıyla ya uyuyordur ya da ölüdür. Uyanık insan, ruhen ölü olmayan insan yolda giderken “Elhamdülillah ya Rabbi, sana şükürler olsun.” der. “La ilahe illallah” der, salevât getirir. Uyur gezerler var ya… Birçoklarımız uyur gezer halde geziyor. Ruhu uyuyor ki ağzı açılmıyor. Ağzını bir açsa irtibat kuracak…
Feyz: Peki insanlar neden bu duruma düşmüşler ve nasıl kurtulabilirler?
İnsanlar kendilerini düşünmediklerinden, kendisiyle bir muhakemesi, muhasebesi olmadığı için şükür ve nankörlük arasında ve güncel bir fikir taşımıyorlar. Güncel bir fikir taşımadığı için yiyor, içiyor… Hani İbrahim Ethem Hazretleri sormuş: “Ey Basralılar! Siz bulunca ne yaparsınız, bulamayınca ne yaparsınız?” Demişler ki: “Biz bulunca yeriz, bulmayınca da sabrederiz.” İbrahim Ethem Hazretleri: “Horasan’ın köpekleri de böyle yaparlar; bulunca yerler, bulamayınca kenarda beklerler.” demiş. Basralılar sormuş: “Peki siz ne yaparsınız?” İbrahim Ethem Hazretleri: “Biz bulunca veririz ve elimizdekini dağıtırız, bulmayınca da şükrederiz.” der. Bugün herkes birbirine “Hiç iş yok, işler çok kötü.” diyor. Kime söylüyorsun, kim sana rızkını verebilir? “Ya Rabbi! Bugüne de şükürler olsun, verdiğine de şükür, vermediğine de şükür. Veren de sensin alan da sensin.” şeklinde düşünülmediğinden, bugün işler çok kesat diyorlar. Senin elinde ne var ki? İşlerin kesat gitmesini bana söylersen ben hiçbir şey yapamam. Ama sen sahibine söyle. “Ya Rabbi! Sen hayırlı işler nasip eyle.” diye söyle… Bunu düşünmediğinden karnı doyunca şükrediyor. Karnın doyunca zaten şükredeceksin. Karnın doymadan da Allah’a şükretmeli, “Ya Rabbi elhamdülillah.” demelidir… Şu verdiği nimetlere, maddi imkanlara değil, şu sağlık dahi her an şükrün gereğidir.
“Allah’ın nimetini saymaya kalksanız onu sayamazsınız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Nahl, 16/18)
Mesela Sadi Şirazî Hazretleri, “Yek nefes dü şükres.” diyor. “Ben, her nefes için iki defa şükrederim. Bir şey buldum bulmadım onların meselesi değil.” diyor. Şimdi, her nefes aldığımızda nefesi kim aldıracak, vermesen kim verdirecek? O bakımdan bugünkü insanlar şükrü neden bilmiyorlar? Çünkü düşünmüyor, düşüncesi bu yönde değil. “Düşünüyorum ki varım.” demek “Düşünmüyorsam yokum.” demektir. İnsanlar varlığını maddeye bağlamış. Madde varsa bir şey var diyor; madde yoksa bir şey yok diyor. Halbuki madde olmadan da gözünün görmediği şeyler var. O bakımdan insanların şimdi en büyük eksikliğinden biri de ne zaman şükredilecek, ne kadar şükrediyoruz konusudur.
Allah Kur’an’da şöyle buyuruyor: “Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir, diye bildirmişti.” (İbrahim 14/7) Demek ki Allah, formülü de söylüyor; yani her şey var, formül de var. Şükrederseniz mutlaka ama mutlaka artırırım buyuruyor. Bütün problem kendimize göre yaşamakta… Kendimize göre yaşamak ne demek: Allah var mı? Var. Zaten desen de var demesen de var; ama hayatınızda var mı Allah? İşte problem burada başlıyor. Hayatınızda Allah olmayınca O’na karşı şükür de yok, hastalık burada. Hayatınızda Allah olacak ki adımınızı atarken, yolda giderken, bir iş yaparken, bulduğumuz zaman, bulmadığımız zaman, hasta olduğumuz zaman “Ya Rabbi, buna da şükür!” diyeceğiz.
Eyyüb aleyhisselam şükretmeseydi yeniden taptaze dirilmezdi. Çünkü insan, hayatın madde tarafını görüp mana tarafını görmeyince “İnsanı hep madde doyuracak” zannediyor. İnsanlar maddeye endekslenince işte o zaman madde, insanın “ilahı” yerine geçiyor. İnsan ona bağlanıyor, maddeyi istiyor. Allahu Teala kendisi var, fakat hayatımızda var gibi yaşamıyoruz. Allah var diyoruz ama yok gibi yaşıyoruz. Problem de burada. Topluma sor, sor herkese “Allah var mı?” diye. Herkes var diyor. Ama yaşantımıza girmiş mi? Yaşantımıza girince durum değişir, değişmesi lazım. Değişmiyorsa demek ki biz O’nunla yaşamıyoruz, nefsimizle yaşıyoruz. Nefsimizle yaşayınca o zaman şükür unutuluyor, günah unutuluyor, muhakeme unutuluyor. Allah’ın rızası bunda yok.
Feyz: Sadece sözlü olarak şükür olmaması lazım, fiili olarak da şükür olması lazım öyle değil mi?
Tabi, Allah’a teşekkür kısmı ancak namazdır, ibadettir. Yaradana teşekkür mü etmek istiyorsun; bu ancak ibadettir, taattır. Herkes çocuğunu sever. Bir insan çocuğunu kucağına hiç almamışsa onu hiç sevmemiş demektir, yani ona sarılması gerekir. Bir anne ki çocuğuna hiç sarılmıyor, o nasıl annedir sormak lazım. Bir Müslüman ki dinine hiç sarılmıyor, nasıl sevgi bu sormak lazım. Onun için en azından çocuğuna sarıldığı kadar dinine sarılırsa o zaman dinini seviyor demektir. Yoksa “Oğlum hadi sen büyü. Ekmeğin şurada, yemeğin de burada; ye iç orada büyü…” hiçbir anne baba demez bunu. Aman yedin mi yemedin mi peşinde koşar... İşte aynen bunun gibi “Aman dinim oldu mu olmadı mı, namazı kıldım mı kılmadım mı, şunu yaptım mı yapmadım mı, yani bundan Allah razı oldu mu olmadı mı?” diye düşünüp hareket etmek şükrün ispatıdır, şükrün yerine getirilmesidir. Bu bakımdan şükür, dilden kalbe, kalpten vücuda geçecek ve kan basıncıyla vücuda yayılacak. Bir tarafta kolun tutmuyorsa buraya kan gitmiyor demektir. Neden felç, orası çalışmıyor? Çünkü beyin oraya hareket vermiyor da ondan. Demek ki kolumuz çalışmıyorsa, ayağımız çalışmıyorsa orası beslenmiyor da ondan. Demek ki şükür dilden kalbe, kalpten vücuda yayılacak. Yayılınca elin şükrün karşılığını yapar, gözün şükrün karşılığını yapar. Yoksa gözün şükürsüz olur, gözün şükürsüz olursa harama bakarsın. Dilin şükürsüz olursa yalan söylersin. Elin şükürsüz olursa, ayağın şükürsüz olursa harama gidersin. Haramdan kaçıyorsan, helale gidiyorsan, o da Allah’ın razı olduğu şeydir. O zaman dilin şükrü, hem yalan söylemeyeceksin hem de dilin Kur’an’la olacak, Kur’an sana şifa verecek. En büyük zikir Kur’an’dır. Kur’an’ın faydası O’nu hayata geçirmekle elde edilir. Şükür, Allah’a şükretmek ki önce, “Ya Rabbi! Sen beni Müslüman yarattın.” diyebilmektir; bu ne kadar müthiş bir şey. Bunu insanlar buluncaya kadar yani bu olmadığı zaman ne olacak? Mesela şimdi ağacı, çiçeği koy betona. Kaç gün durur, kaç gün canlı kalır? Allah bizi İslam toprağından bitirmiş. Kökümüz İslam’dan hayat bulmuş. Durmadan bunu kurutmaya hakkımız var mı? Hem o güzelim topraktayız hem de kökünü kesiyoruz veya bakımsız bırakıyoruz, kurumasına vesile oluyoruz. Bu haksızlık, yani bu nankörlüktür. İbadetsizlik şükürsüzlüktür. Şükürsüzlük veya ibadetsizlik nankörlüktür. Allah, helal yemeyi buyuruyor. Sen haram yer içersen, Allah’ın helal nimetine karşı nankörlük yapmış olursun.
Cenabı Hakk İnsan sûresi 3. ayette şöyle buyuruyor: “Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.” Yani isteyen şükür yolunu seçer. Eliyle, diliyle, ayağıyla, gözüyle bunların hepsi birden koordine halinde şükür haline dönüşür. Bir şeyin hakkını verdiğin zaman o şükür haline dönüşür. Yok, hakkını vermez hakkının dışında kullanırsan, gayesinin dışında kullanırsan, o zaman da şükrü yerine getirmemiş olursun. Bu bakımdan isteyen nankör olur, isteyen şükreden olur. Neye şükreder? Her şeye şükreder. Her anına, her nefesine… O nedenle, Allah’a ne kadar ihtiyacımız varsa o kadar ibadet edelim. Bayrama olan ihtiyacın senede iki defa ise onu bayramda hatırlarsın. Eğer haftada bir bayrama ihtiyacım olur dersen cumalara gidersin. Şayet, benim her gün ihtiyacım var dersen beş vakit namazını kılarsın. Sadi Şirazî (ks) “Yek nefes dü şükres.” Her nefeste benim iki şükür ihtiyacım var, diyor. Ben nasıl yılda bir, haftada bir diyebilirim, diyor. Her an her nefeste iki defa, bir defa bile değil. Bunu iyi değerlendirmek lazım. Bunun için de insanın aklının mideden yukarıya çıkması lazım. Akıl, kalpten aşağıyı idare ediyorsa bunları düşünemez. Niye? Kuşlar gibi yiyecek, yuva kuracak, çiftleşecek, büyüyecek, dışkılayacak, uçacak… Bu, kalpten aşağı akıllardadır. Aklı, kalpten aşağısı idare ediyor. İnsanın aklı ne zaman, kaç yaşında başına gelir? Buluğa erdiği zaman aklı ayaklarındadır. 13-14-15-16-17 yaşlarında bacak arasındadır. 18 yaşında mideye çıkar, bütün aklı orayı geçindirmekle meşgul… Ne zaman aklı başına çıkar? İslamlaşınca aklı başına çıkar. Yani Allah ile irtibat kurunca aklı başına çıkar. Aklı kalpten aşağısı da tabii, fıtri bir şey. Fakat Allah ile irtibat kurduğun zaman, kuleyle irtibat kurmaya başladığın zaman insanlaşır; yoksa diğer canlılar gibi kalbinden aşağısını idare eder. Elli yaşına gelmiştir hâlâ aklı kalbinden aşağısı için çalışıyor, midesi ve aşağısı için çalışıyor. Yiyecek, içecek, evlenecek, gezecek, tozacak ondan sonra falan falan… Uyuyup kalkacak, bir daha gelecek, bir daha koşacak, bir daha çalışacak, bir daha arabaya binecek, bir daha eğlenceye gidecek falan filan… Aklı, kalpten aşağıyla meşgul. Orası halloldu mu işi bitiyor. Bu, bütün hayvanlarda, bütün canlılarda olan müşterek akıldır. Ne zaman insan insanlaşır? İnsan olmak başka bir şeydir, insanlaşmak başka bir şeydir. Yani kuleyle irtibat kurmak gibi… Uçak kiminle irtibat kuruyor, ona göre inip kalkıyor. İnsan da Allah ile irtibat kurduğu zaman hayatı düzgünleşir. Şükrünü bilir, zikrini bilir. Aman, Allah’a karşı nankör olmayayım, der. Zaten şükrün altında, temelinde bunlar var. Şükür bir yerde suyun üstündeki gemi gibidir. Suyun üzerinde yüzer, yoksa dibine batar. Gemi suyun üzerinde olursa başka, su geminin içinde olursa başkadır.