Bu lakırdılar didaktik bir değer taşır mı bilmiyorum. Hayatın benim damağımda bıraktığı tat ve lezzet, bu söyleyeceklerim işte. Siz hayatı nasıl anladınız, nasıl kavradınız onu bilemem... Nelere ihtiyaç duydunuz, nerenizi doyurdunuz, hangi tarafınızı beslediniz bana karanlık. Yüz yüze konuşma imkanı olsa, lezzet kültürünün kritiğini yapabilirdik. Akıl nasıl doyar, nefis ne ile beslenir, ruhun gıdası nedir? Yetersiz veya yanlış beslenme nedir, açlık ne demektir, birbirimize daha iyi aktarabilirdik...
Bugünün insanı yalnızca fizik bedeninin ihtiyaçlarını biliyor ve yalnızca onu doyuruyor. Bu durum yalnızca nefsin işine yarıyor. Peki ruh ve aklın beslenmesini kim gerçekleştirecek?
Cemaat adını verdiğimiz bir sosyal düzenin içindeyiz hepimiz. Bu nedenle birbirimizi daha kolay anlarız. Gelişmemiz ve ilerlememiz böylece mümkün olur. Hedefimiz ve niyetimiz belli; özel insan olmak. Genel insan olmaktan kurtulup özelleşmek!
Bizler özel insan olmayı arzu ediyoruz. Bir enkaz, bir harabe değil. Özel insan “akl-ı selim” sahibidir. Özel insan, aklını nefsin saldırılarından koruyabilir. Ruhunda derinleşme arzusu ve kabiliyeti olan bu şahsiyetler, yaratıldıkları gibi yaşamak isterler. Buna mecbur olduklarını da bilirler. Aşk ile hakikate kavuşma isteği, onların varlığını kuşatmıştır. Tasavvuf hayatına talip olmak özel kafaların ve özel kalplerin arzusudur, akl-ı selim sahiplerinin işidir. Ancak has insanlar ve ruhunda derinleşmek isteyenler bu yola girmelidir. Bu nedenle akıllı olmayanları “tarikatlı olsunlar”’ diye bu yola sokmak doğru değildir. Günümüzde iman kurtarmak amacıyla ve tarikat içinde İslam’ı öğretmek gayretiyle dervişlik kapısı herkese açık tutuluyor. “Bu yoldan bir şey anlamasa da, namazını kılsa yine yeter.” düşüncesiyle kimseyi reddetmiyorlar. Allah dostlarının bu ince politikasını göz önünde tutarak her ders alanın akl-ı selim olduğunu zannetmeyelim. Eskiden tarikat dersi almak hemen hemen mümkün değildi.
“Namazını kılsa yeter!”Ah! Ah! Kılabilse elbette yeter. Cüneydi Bağdâdî vefat ettiğinde, en yakın dostu keşif yoluyla O’nun cennette olduğunu görmüş ve sormuş:
-Cüneyd! nasıl kurtuldun?
Cevap vermiş:
-Sen benim yakın dostumsun. Oruç ve zekatımın, gece ibadetlerimin, virdlerimin ve zühd hayatımın nasıl olduğunu biliyorsun. Bunların hiçbirine değer vermediler. Bir gece yarısı kıldığım iki rekat namaz hürmetine Rabbim beni cennetine koydu!
İşte ruhunda derinleşmiş bir insan örneği. O iki rekat namazı ise en derinlerde yakalamış. Odaklanmak, yoğunlaşmak, derinleşmek, konsantrasyon. Evet konsantre ameller sonuç veriyor. Küçük veya az gibi görünebilir ama yoğunluğu ve aktivitesi çok fazla. Hani konsantre meyve suları vardır, konsantre deterjanlar. Bir damla deterjanla tüm bulaşıkları yıkarsın. Bir damla konsantre meyve özü, iki bardak şerbet olur. Maddenin yoğunluğu da böyledir. Bir gram uranyum bir mahalleyi yok edebilir. Uzayda cüce yıldızlar vardır ama çekimi (yoğunluğu) sonsuzdur. Bu yıldızlardan bir çay kaşığı madde alıp tartabilsek, dünyanın ağırlığına denk olduğunu görecektik.
İman kadar konsantre hiçbir şey yok! Kalpte bulunan atom (zerre) kadar imanın karşılığı cennettir. Bu kadar imana sahip olabilmek öylesine büyük bir nimettir ki anlatılamaz. Cehennemde ebedi kalmanın nedeni mutlak küfürdür. O nedir? Var’ı yok, yok’u var bilmektir.
Hz. Peygamber Tebük seferi için ashaptan yardım topluyordu. Yere serilen bir örtüye herkes değerli eşyalarını bırakıyordu. Kadınlar küpe ve bileziklerini, erkekler kılıç ve zırhlarını bir bir bıraktılar. Akşama doğru örtünün üzeri değerli şeylerle dolmuş, tepelenmişti. Ashap dedi ki:
- Ya Rasulallah! Ashabın tümü geldi. Artık yardım getirecek kimse kalmadı. Buyurdu ki:
- Hayır! Bir şey daha var, onu bekliyorum. Ashab şaşkınlıkla birbirine baktı. Derken biraz sonra çöl kumlarına bata çıka gelen zavallı bir köle göründü. Rasulullah tebessüm ederek buyurdular:
- İşte beklediğim şey geliyor. Zayıf köle yorgun ve bitkin bir haldeydi. Yaklaşarak elinde tuttuğu bir mendil çıkınını Efendimiz’e uzattı. Dedi ki:
- Ya Rasulallah! Yahudi olan sahibim izin vermediği için karanlığa kaldım. Bir günlük yevmiye olarak da bu bir avuç hurmayı verdi. Ben de Allah (cc) yoluna bunları bağışlıyorum! Efendimiz mendili açarak hurmaları ashabına gösterdi ve buyurdu:
- Beklediğim şey Allah’ın (cc) rahmetiydi. Şükürler olsun o da geldi. Hurmaları büyük bir özenle yerdeki örtünün tepesinden döktü... İşte bu hurmadaki yoğunluk ve derinlik, başka hurmalarda yoktu. Bir kölenin eliyle gönderildi.
Unutmayalım ki konsantre insanlar da vardır. Yoğun insan, ama ben derin kelimesini kullanacağım. Derin insan, derinliği olan, derinleşebilen ve derinlere inebilen insandır. Onun yapısı öylesine yoğundur ki bin insan onun yaptığını yapamaz, bin insan onun gibi olamaz. Derin insanın yaptığı nedir? Derinlere dalabilmek...
Derinlerde ne var? Öz var, hakikat var, güzelliğin ta kendisi var. Allah’ın (cc) bu kullarına ‘’Gavs’’ demişler, ‘’Gavvas’’ demişler. Dalgıç demek! Hâlâ derin denizlerden inci çıkaran dalgıçlara ‘’gavvas ‘’ deniyor.
Herşeyin mutlak hakikati özündedir. Yeşil kabuğunu soy, ağaç kısmını kır, cevizin özüne ulaşırsın. İşte ceviz o... Halbuki bunları yapmasan da kabuklu haliyle yine ona ceviz derler.
Ruzbehan Mısrî anlatıyor:
Semerkand çarşısında bir sokak vardı. Kur’an derslerini bu sokakta yani açık havada anlatıyordum. Şehrin valisi, bu sokakta yirmi metre uzunluğunda ve iki metre yüksekliğinde büyük bir duvar yaptırmıştı. Duvara düzgün bir sıva yapılmış ve üzeri siyaha boyanmıştı. Bu duvar büyük bir yazı tahtası olarak kullanılıyordu. Yüzlerce öğrenci bu duvarın karşısında yere oturup beni dinliyor ve duvara yazdığım yazıları defterlerine not ediyorlardı.
Yine bir gün çok sayıda öğrenciye ders anlatırken çöl taraflarından zayıf, düşkün, toza toprağa belenmiş, saçları rüzgardan savrulmuş, zavallı ve kılıksız bir delikanlı çıkageldi. Boynunu büküp öylece ayakta bekledi. Derse ara verdiğimde yanıma yaklaşıp ;
- Hocam! Çok istiyorum, bana da öğretir misin? Dedi.
- Olur tabi. Hemen başlayalım, dedim. Tebeşirle duvara büyük bir elif çizdim. Sonra dönerek;
- Bak bunun adı elif, dedim. Gözlerinin içi gülüyordu, heyecanlanmıştı.
- Hocam! Ben bunu öğrenip geleyim..! Dedi. Şaşırıp kalmıştım. Altıüstü bir elif. Bunun neyini öğrenip gelecekti ki? Yirmi dokuz harfi göstermiş olsam, defterine bunları yazıp çalışabilirdi. Sözün kısası, ahmak ve aklı geri birisi olduğunu düşünerek;
- Tamam. Sen bu elifi öğren gel, dedim. Sevinç içerisinde uzaklaştı yanımdan...
Aradan bir ay geçti. Ben derslerime devam ediyordum, ama bu delikanlı hâlâ ortalıkta yoktu. Yeteneksiz olduğunu veya ders almaktan vazgeçtiğini düşünerek onu unuttum. Kırkıncı gün aniden çıkıp geldi. Ben dersimi anlatırken o ayakta ve öğrencilerin arkasında öylece bekliyordu. Sevincinden yerinde duramıyor ve sessiz sedasız gözlerinden yaşlar döküyordu. Ürkek tavırlarla ve düşük bir ses tonuyla;
- Hocam! Ben elif’i öğrendim, diye seslendi. Oturan öğrenciler kendilerini tutamayıp gülmeye başladılar. Ben ciddi görünmeye çalışıyor ve bu işin sonunu merak ediyordum.
- Buraya gel de göster bakalım, dedim. Yaklaştı. Tebeşiri eline aldı ve elif’i aşağı doğru çekti. Harfin bitim noktasına gelmişti ki...... duvar temellerinden sallanmaya ve çatırdamaya başladı. Tebeşir tutan elini kaldırdığında, duvar korkunç bir gürültüyle boydan boya yıkıldı... Toz duman dağılıp insanların şaşkınlığı geçtiğinde gözlerim delikanlıyı arıyordu. O çoktan geçip gitmişti. Gitmeliydi, çünkü ikinci harfi öğreneceği bir duvar kalmamıştı!
Evet. Derinleşmenin önemini ortaya koyan güzel bir örnek bu. Çok şey öğrenmek değil, öğrenilen şeyler ne ise onlarda derinleşmek gerekiyor. Çok şey öğrenmek yüzeysel bir genişlik sağlar, alanınız artar. Eninize ve boyunuza genişlersiniz, derinleşemezsiniz. Ali Şeriati, İran’daki mollaları eleştirirken diyor ki: “Mollalar bir metre derinliğinde okyanuslardır!‘’ Derinliği olmayan adamdan hikmet fışkırır mı? Efendim, bu aşk ile olur. Sevgi ile duygu ile olur.
Dağa düşer kül eyler
Denizleri yol eyler
Sultanları kul eyler
Kudretli nesnedir aşk.
Yunus
Aşk derinlik kazandırır, konsantre eder. Aşk rabıtadır, bağlanmaktır, odaklanmaktır. Önem vermenin en yoğun halidir. Sevmek ve sevdiğine kilitlenmek. Namaza rabıta, zikre rabıta, üstada rabıta, dosta rabıta ve ötelere doğru gidiyor! İnançta ihlas, samimiyet, içtenlik.
Derinleşen insan kendisini görmüyor; yaptığı şeyi görüyor sadece, derinleştiği şeyi. Mutlak hakikate yaklaştığı, özü gördüğü için duygunun seller gibi aktığı bir coşku haline ulaşıyor. Herşeyin derinliği var. Mesela merhamette derinleşmek empatinin tepe noktasıdır.
‘’Ya Rabbi! Bedenimi öylesine büyüt ki cehennemi ben doldurayım. Oraya benden başkası girmesin.‘’
Hz. Ebubekir (ra)
‘’İslam âlemi’nin imanının kurtulduğunu görürsem, cehennemde yanmaya razıyım.‘’
Bediüzzaman (ks)
Derinleşmenin önündeki engeller vesvesedir, kırık kırpık başka sevgilerdir, dünya meşakkati ve işimiz gücümüzdür. Çünkü derinleşmekte kullanacağımız enerjimizi onların üzerinde yoğunlaştırmışız. Besbelli ki sevdiklerimiz ve önem verdiklerimiz bunlar!
İnsanları harekete geçiren kuvvet, duygudur. Bu nedenle duygu yönü zayıf olan insanların bu yönlerini geliştirmeleri gerekiyor. Bu çalışma akıl ve ilmin dışında gerçekleştirilmeli. Güzel sanatların, şiir ve edebiyatın, velhasıl estetik sanatların temelinde hep duygunun geliştirilmesi amaçlanır. Gözyaşını davet eden herşey duygu dünyasını geliştiriyor. Sevinç, korku ve kızgınlık değil, melankoli ağırlıklı bir duygu aşkı ayakta tutuyor. İnsan her gün biraz ağlamalı, ağlamanın bir yolunu bulmalı. En azından ağlıyormuş gibi yapmalıdır. Günahlarımızı düşünerek bu yolda iyi bir başlangıç yapabiliriz. Bilgi ve zeka insanı ağlatamaz. Öyle olsaydı bilgin, mucit ve mollaların göz pınarları kururdu.
‘’Akl-ı selim olanları derinleşmeye kanalize eden şey aşktır, duygudur.‘’
Akılsız insanlar duygulu olursa!
Burada söz konusu olan duygu, coşku ve kızgınlık üzerine kuruludur. Aklı olmayana duygu zarar verir. Duygusu onu lüzumsuz ve faydasız konularda aktifleştirir. Holiganlar ve şovenistler böyledir. Duyguları kötülükte tezahür eder. Hem mantıksız ve başarısız, hem huzur bozucu, hem de kendilerine zarar verici olurlar. Hitler’in Nasyonal Sosyalist Partisi işte böyleydi. Tarikat ehlinin cahil olanında da duygu kuvvetlidir. İlim ve akıl olmadığı için ortaya koydukları eylemler faydalı olmaktan ziyade zararlıdır! Büyükler, tasavvufçuluk oynayanların ekseriyetinin bu kategoriye girdiğini ve helak olacaklarını haber veriyor.
Sözün kısası İmam-ı Rabbani (ks)
‘’İhlas ile yapılan bir iş, senelerce yapılan ibadetler gibi sevap kazandırır.‘’
Akıllı ve duygulu olunacak ki güzelliğin ve hakikatin derinliklerine dalınabilsin!
Akl-ı selim sahibinin elde ettiği duygu, onu derinlere daldırır. Hakikate ulaşmak ihlas ile olur. Bu yazımızda, ihlas kavramını derinlik adı altında ele aldık. İhlas ile derinlere inilir. Her şeyin derinliği vardır ve her şeyin özü derinindedir. Derinlere dalmak akıllı insanların işidir. Aşk ve duygu, insanı derinlerde yaşatır.
Ölü balıklar suyun yüzündedir. Yaşayanlar derinlerde…