İsrafla Cimrilik Arasında Ölçü

İslam dini, koymuş olduğu kurallar ve yaptığı tavsiyelerle insanların yeryüzünde mutlu, huzurlu, sağlıklı ve sükûnet içerisinde bir hayat yaşamasını temin etmektedir. Yani her şey insanın yararı ve faydası içindir. Bizi yaratan bizim için en hayırlı olan ne ise onu emretmekte ve kendisine itaat edenleri de koruması altına almaktadır. Her bir ilâhi emir, insanı dünya nimetlerinden mahrum etmek şöyle dursun, bilakis dünya ve ahiret saadetine ulaştırmak için vaaz olunmuş hayat kurallarıdır. İşte, aşırılıklardan kaçarak israftan uzak durmak da bu emir ve tavsiyelerdendir.

İsraftan uzak durmak, denge üzere hareket etmenin ifadesi olup, ekonomik boyutta da iktisat anlamına gelmektedir. Bu ölçü kaçırıldığında, kişinin, ailesinin ve genel manada toplumun dengesi bozulur.

urada ne var ki israflı olmak ile cimri olmak arasında ince bir çizgi vardır. Fazlası israf iken, azı da cimrilik sayılmaktadır. İktisada önem veren bir mümin olmak, aynı zamanda Allah'ın (Celle Celalühü) vermiş olduğu nimetlere karşı şükreden bir kul olmak anlamı da taşır. Nitekim Rabbimizin verdiği o güzelim nimetleri tasarruflu kullanan bir kul, O'nun nimetlerine değer vermekle, ölçüye uyduğunu, itaat ve şükür sahibi olduğunu da ispat etmiş olmaz mı? Üretmediğini tüketmeyen, hakkı olmayanı istemeyen ve ihtiyaçtan fazlasını almayan fertler, sünnetî ahlaktan beslenen ve güzel ahlak sahibi olma yolunda mücadele eden insanlardır. Zaten âdemoğluna yakışan ve insanı insan yapan da ölçüyü bilip, aşırılıklardan kaçınmak değil midir? Kuran-ı Kerimde Yüce Allah (Celle Celalühü) bu hususla ilgili; "İsraf etmeyin. Çünkü O israf edenleri sevmez." (1) buyurmuyor mu?

Mademki ölçülü olmak ve haddi aşmamak gerekiyor, öyleyse nedir israfın ölçüsü?

Allah'ın (Celle Celalühü) koymuş olduğu meşru ve mübah olan hududun içinde, makul bir seviyede kalarak kendi ihtiyaçlarını belirlemek, sınırlara riayettir. İktisatlı olmak, her şeyi ihtiyaç dâhilinde görmemek, maksadına uygun olarak tüketim yapmak ve öylece hareket etmek de sizi ölçülü "Denge Müslüman'ı" yapacaktır.

Ancak, günümüzde hal böyle mi? Görülen ve keşfedilen her yeni şey cezbedici bulunuyor ve ihtiyaç dâhiline konulabiliyor. "Eee! Almayalım mı yani? Bu da bir ihtiyaç, bu da, diğeri de…" derken bir de bakmışsınız her şey ihtiyaç olup çıkmış! Mesela telefon ihtiyaç. Ama telefonumuzu ne zamandan ne zamana değiştireceğiz? Çünkü yeni ekonomik düzen bizim cebimizdeki son kuruşa kadar almak hatta daha cebimizde olmayan paraları elimize bir kart vererek "Bak sayın müşterimiz bu kartla daha kazanmadığın gelecekte kazanacağın paraları da bana ver. Çünkü ben sana mükemmel bir cep telefonu vereyim" diyor sende onun bu büyülü sözlerine kapılarak var olan ve hatta yeni sayılabilecek telefonunu aldığın paranın yarısında bir fiyatına verip yenisini alıyorsun. Ne farkı var. Alo Alo…Sesim geliyor mu? Böyle yaparak sanki dünyada sonsuza kadar yaşayacakmışız gibi bir anlayışla hareket etmiyor muyuz? Bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak da; denge şaşmakta ve borç batağındaki insanlar arasına farkında olmadan karışıp gitmekteyiz. Borçların geri ödenmemesi, kredi kartı mağduriyetleri, faiz sisteminin bütçeleri batağa dönüştürmesi, ödenmeyen çek ve senetler, ayaklar altına düşen itibar kayıpları gibi yaşanan olumsuzlukların hepsi de; ailevi ve sosyal yaşantılardan etrafa yansıyan ve içimizi acıtan iktisadi ölçüsüzlük manzaraları değil midir? Hem de Allah (Celle Celalühü); "Elini boynuna bağlı tutma, cimrilik yapma. Onu, büsbütün de açıp-saçma, israf da yapma, sonra kınanır, kaybettiklerinin hasretini çeker durursun." (2) buyurmaktayken…

Yarış haline getirilen tüketim çılgınlığının bir sonucu olarak sultan saraylarına dönüşmüş evlerde; süslü eşyalar, renkli ışıklar, kuş tüyü yataklar ve kuş sütünü aratmayan sofraların ardına mı gizlenmiştir cennet? Yoksa daha dünyadayken bir cennet oluşturmayı mı arzulamakta insanlık? Dünyada böyle bir cennete ulaşmışlarsa şayet, ahiretteki gerçek cennet, kimler içindir? Yoksa dünyada kurmak istediğimiz cennet, ahiret cennetinin arasına konulmuş bir perde, bir mesafe değil midir? Her mümin, bu soruları kendisine sorup cevabını araması gerekmiyor mu?

Evet, ihtiyaçlarımızı karşılayan ve işimizi gören eşya, araç ve gereçlerimiz varken, hiç de ihtiyaç olmadığı halde sırf; "usandım artık aynı eşyaları kullanmaktan, arabamın modeli eskidi, komşumun var benim niye yok, onunki daha iyi benim ki de ondan aşağı kalmasın, dünyaya bir daha mı geleceğiz, bugün almayacaksam ya ne zaman alacağım, hevesim geçtikten sonra ya da yaşlandıktan sonra alsam da ne olacak ki" diyerek her şeyi yenilemeye gitmek, israf değilse ya nedir..?
Bu anlattıklarımız yanlış anlaşılmasın. Buradan dünya nimetlerine karşı olduğumuz sonucu da çıkarılmasın. Elbette biz demiyoruz ki, hiçbir şey alınmasın! Bilakis dünya nimetleri insan içindir. İnsan o nimetlerden yiyip, içip, giyinecek ve ihtiyaç düzeyinde yararlanarak Allah'ın rızasını kazanmanın yolunu bulacaktır. Hem Cenab-ı Hak; "Şüphesiz ki Allah, nimetinin eserini kulunun üzerinde görmekten hoşlanır." (3) buyurmaktadır. İnsanların Allah'ın kendisine bahşettiği her nimetten, gücü ve ihtiyacı oranında istifade etmesinde hiçbir sakınca bulunmamaktadır. Ancak, israf etmemek şartıyla! Ancak, helal çizginin dışına çıkmamak kaydıyla... Gerçi Allah dostu olan evliyaullahın büyükleri (ks); helal bile olsa, her lüksün bir vebal ve hesabı beraberinde getireceğinden hareketle; öyle nefislerinin her istediğine de geçit vermemişlerdir.

Sizinle şöyle bir düşünce gezintisine çıkalım. Bir düşün son model bir cep telefonu fiyatına kaç ızdıraplı yüreğin yarası sarılır diye. Haram mı son model cep telefonu diye sorabilirsiniz. Hayır televizyon seyrederken bir ıraklı çocuk gözümüzün içine bakıyor, yırtık pırtık ihtiyaç içinde bir de yetim…Üstü başı yırtık pırtık neyse de yetim olmak zor iş. Boğazımız düğümleniyor bu sahneleri seyredince. Şayet merhametiniz devreye girmezse, sadece boğazınızın düğümlenmesinde size bir menfaat yok, bir sevap yok…Evet bazı ihtiyaçlı olduğumuz ürünlerin son modellerini fahiş fiyatlarla almak haram değil ama hoş da değil. İşte burada ahlak girmesi gerekiyor devreye. İhtiyacın olan her şeyi al ve kullan. Bu kişiden kişiye ve yaptığı işe göre değişkenlik kazanabilir. Bir yazara göre bir masaüstü bilgisayarı bir de diz üstü bilgisayarı israf değildir. Ama normal bir ev kullanıcısı sadece kendisi için üç bilgisayar alması israftır.

Ayrıca her zaman ihtiyac fazlası insana her zaman yük olmuştur. Şöyle bir düşünelim; karnımız doyduğu halde daha fazlasını yemek, ihtiyaç olmadığı halde çok su harcamak, yine ihtiyaç olmadığı halde çok para ve mal biriktirmek, lüzum etmediği halde çok eşya almak, gerekmediği yerde ilgisiz konularda dahi bilgi sahibi olmaya meraklanmak, çok uyumak ve çok konuşmak gibi maddeleri sıralayabiliriz. Bu konuların hepsi de insanın fazladan yere omzunda taşıdığı yüklerden değil midir sizce de? Nitekim hadisi şerifte; su israfı ile ilgili"… Evet, akmakta olan bir nehir kenarında olsanız da."(4) buyrulmak suretiyle, değil musluktan akan suyu, deryadaki su da olsa; israf edilmemesi gerektiği emredilmektedir. Bu emir, aslında suyun ya da nimetin tükeneceği korkusundan değildir. Konu, tamamen ahlaki boyuttan ele alınmaktadır. Zira bu müslümanın duruşudur, yani Nebevi ölçüye ne kadar uyduğumuzun bir tezahürü... Sevgili Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) diğer bir mübarek sözlerinde ise; "Tasarruf, geçimin yarısıdır" (5) buyurmaktadır. Ayeti Kerime de ise; Yüce Rabbimiz (Celle Celalühü) ; "Onlar ki, (Rahman'ın has kulları) harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar."(6) buyurmak suretiyle nasıl tasarruf yapmamız gerektiğini bizlere bildirmektedir. İsraftan sakınmak ve tasarruflu olmak her şeyden evvel Allah (Celle Celalühü)'nun emridir. Bu emirlerle Yüce Yaratıcımız, tasarrufun şahsi ve toplumsal hikmetinin yanısıra diğer faydalarının da, dengeli olmakla elde edilebileceğine işaret etmektedir. Demek ki, tek faydası maddi olmayıp, tasarrufun kişiye; manevi, sosyal ve kültürel olarak da sayılamayacak kadar faydası bulunmaktadır.

Tasarruflu olmayı kendilerine ölçü edinmiş ekonomiler ise; gerek ferdi, gerekse dünya ölçeğinde olsun refah, huzur ve barışı yakalamış ekonomilerdir. Zira böyle bir yapıda; açlık olmaz, israf olmaz... Paylaşım olur, merhamet olur, kardeşlik olur, huzur olur. Kurum ve kuruluşlar görevini tam manasıyla yaptığından herkesin herkesten haberi olur. Bu sayede sorunlar, zaman geçmeden fark edilir ve yaralar tez elden sarılır. Nitekim dinimiz; "komşusu aç iken tok olanı kendinden saymayacağı"(7) uyarısında bulunuyor. İşte tasarrufun dengesinde paylaşımı derinlemesine sağlamış toplumsal yapının numune örneği..! İşte; tasarruf olmadan tasadduk edecek bir güce ulaşılamayacağının izah ve ispatı! İşte bu yüzden atalarımız; "ayağını yorganına göre uzat" diyerek bu vecizeyle tasarrufun önemini perçinlemekteler…

Öyleyse; tasarruf sahibi olacağız ve elimizdekileri de paylaşacağız ki, dünya ve ahiret saadetini elde edebilenlerden olabilelim.

KAYNAKLAR:
1.En'âm, 6/141.
2. El-İsrâ 17/29.
3.Tirmizi, Edeb, 54; Ebu Davud, Libas, 17;Ahmed, Halcim, Müstedrek, 4/135
4. Ahmed b Hanbel, Müsned, II
5.Hatib, Deylemi
6.Furkan 25/67
7.Râmûz, Gümüşhânevî, Shf. 362,