Fadıl Geylani Efendi ile Mülakat; Ehl-i Beyt Gerçeğine Nasıl Bakmalıyız?

 

Feyz: Bugün Seyyidlerden beklentiler nedir ve onların nasıl olması gerekir? Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Seyyid Fadıl Geylanî: Size yaşadığım bir hadiseyi anlatayım. Mısır ziyaretimde Kahire'de Diyanet İşleri Başkanlığı'na gittim. Müftünün bizzat kendisi orada bizi karşıladı. Sohbet esnasında seyyidlerden, Ehl-i Beyt'ten konu açıldı. Ehl-i Beyt'in Kur'ân-ı Kerim'de ve Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hadislerinde övüldüğü, büyük ulemaların saygı ve sevgide kusur etmediklerini ve bu konudaki görüşlerini hatırlattı.

Hatta kendisi şöyle buyurdu:" İmam-ı Şafi Hazretlerinin bu konuda Mısırda söylediği çok kıymetli sözleri vardır: "Ey Ehli Beyt, sizin sevginiz bizim üzerimize farzdır. Çünkü Allah (Celle Celalühü) Kur'an'ı Kerim'de onu emretmiş ve emrettiği gibi o emri yerine getirmek mecburiyetindeyiz."

Başka bir sözünde ise "Sizin için en büyük şerefi Allah vermiş ki; namazda da size salavat vermeyenin namazı makbul değildir." demiştir. Bu nedenle namazda tahiyatta da ‘salli ve barikte' ‘ala seyidine Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed' den Ehl-i Beyt kastedilmektedir. Ayrıca dünya malıyla fazla uğraşmayın, zaten ceddiniz Hazreti Ali dünya malıyla uğraşmadı, hep ilimle uğraştı, Sahabe-i kiram'ım en âlimiydi ve en büyüklerinden idi ve en fakiriydi. Siz bu dünyanın ekonomik seline kapılarak para kazanacağım diye dünyaya dalmayın, size ihtiyacımız çok var." dedi.

Sohbetimizin ardından yayına hazırladığımız kitapları kendisine verdim. Bu hediyem karşısında duygulandı; baktım, sevinçten hafif hafif yaş aktı gözlerinden… Bir müddet yanında oturduktan sonra ayağa kalktık. Tefsire baktı ve şöyle dedi: "İşte Seyyidlerden istediğimiz budur, İlimdir irfandır ve bu ümmete yol göstermesidir. Aslında Seyyidlerden yani Ehl-i Beyt'ten istediğimiz kendi cedlerinin, ecdadlarının turâsını mirasını yeniden ihya etmektir. İşte Seyyidlerden bunu bekliyoruz. Sen şu anda bu çalışmalarla bunu gösterdin. Müslümanlar bu ilimlerden de istifade edecek" diye çok sevindi. Bu benim yaşadığım ve beni duygulandıran bir hadisedir.

Buradan da anlaşılacağı üzere ilim erbabı, seyyidlerden istifade etmek istiyor. Müslümanlar onların çalışmalarını görünce duygulanıyor. Bu konuda seyyidlere de büyük işler düşüyor. Onlar da bunun farkına varmalılar ve ilimle uğraşmayı sürdürmeliler. Çünkü ilim olmazsa olmaz, ahlak olmazsa olmaz. Evet, bir seyyid cahil de olsa yine Ehl-i Beyttendir, sevilmesi gerekir. Yalnız ümmete faydalı olmak için çalışmak gerekir. Her seyyid alim olsun demiyorum, bu mümkün de değil. Müslümanların da her seyyidden böyle beklentiler içine girmesi çok yanlıştır. Ama bu konuda kabiliyetli seyyidlerin, ceddi gibi takvada önde, ilimde önde olması gerekir. Başka türlü olmaz.

Feyz: Türkiye'de Ehl-i Beyt'i bilen cemaatler var, fakat onlarda da tam manasıyla bu konuda bir ölçü göremediğimizi söylemek lazım. Bu bir zaaf mı, kalbi bir maraz mı sizce? Arap âleminde de Seyyidlik kavramı ve Ehl-i Beyt nasıl telakki ediliyor? Yani Seyyidlik unutulmuş mu? Müslümanlar Ehl'i Beyt'e saygı, sevgi, hürmet etmeleri konusunda hangi durumdalar, ne düşünüyorlar? 

Seyyid Fadıl Geylanî: Şimdi Araplardaki durumu ikiye ayırabiliriz. Belirli bir kısmı hakikaten çok seviyorlar. Özellikle Mısır gibi bir ülkede ezelden beri Ehl-i Beyt'e karşı büyük bir saygı ve hürmetleri var. Bu oran Mısır'da çok yüksek. Bu konuda Mısır'da bir ayrıcalık var. Son zamanlarda bazı akımlarla anılsalar da Ehl-i Beyt'e karşı hala onların hürmetleri, saygıları var. Mısır'da hala büyük ulemalar Ehli- Beyt'tendir. Sohbetlerde önce onlara söz verirler. Mısır'da tekke zaviye serbesttir, orada resmi kuruluşlardır bu müesseseler. Yasalara uygunluk çerçevesinde faaliyetlerine devam etmektedirler. Müracaat ediyorsun oranın bakanlığına, bakanlık senin yerini kontrol ediyor ve şartları haiz ise oraya ruhsat veriyor. Orada zikrini de yapıyorsun, dersini de yapıyorsun, eğitimine devam edebiliyorsun. Yetkili kişiler seni kontrol ediyor, hem yasal açıdan hem de İslam'a uygun olmayan bir uygulama var mı diye? Bu mekanizmalar kurulunca hiçbir sorun da yaşanmıyor. Mısır'da da bu konuda faaliyet gösteren kurumlar var. İşte orada bütün tekke ve zaviyelerin başında, gördüğüm kadarıyla istisnasız, mutlaka bir Ehl-i Beyt, bir seyyid var. Bütün bu kurumların başındakiler de seyyidlerden…

Hazreti Hüseyin (r.a)'nın şahadetinden sonra, Mısırlılar onun sevgisinden dolayı bir cami yaptırdılar ve makamını yaptılar. "Hz. Hüseyin'in Şam'dan mübarek başı alındı ve Mısır'a götürüldü" gibi rivayetler olsa da, tarihçilerin söylediği kaynaklara baktığımızda da Şam'da olduğudur. Ama bununla beraber Mısır'da bir bölgenin ismi "El –Hüseyin" diye geçiyor. Hazreti Hüseyin adına da büyük bir cami, caminin içerisinde de kendisinin makamını yapmışlar. Gece gündüz, açık olduğu müddetçe ziyaretçilerle dolup taşıyor. Ve orası sabahleyin sabah namazından önce açılır, millet orada oturur. Öyle ki yatsı namazına kadar onun müdavimleri eksik olmaz. Oradan sadece ihtiyaç için çıkarlar, gelirler. O müdavimler orada sürekli duruyorlar. Orada zikrediyorlar, Kur'ân okuyorlar, sohbet ediyorlar. Ben o manzarayı gördüğümde duygulandım hakikaten dayanamadım Hz. Hüseyin'in kabrini görünce. Yanımdaki beraber gittiğimiz kişi Seyyidim hem burada makamı var diyorsunuz hemde hemde çok etkilendin dedi bana. Bende O Efendimiz'in torununa yapılanlar revamıydı aklıma geldi, nasıl ağlamayayım" dedim. Ve Hazreti Zeynep (r.a.) validemizin, malum Şam'da da yeri var. Fakat tarihçilerin çoğu Medine'de olduğuna ittifak etmişlerdir. Ve bununla beraber Mısırlılar gene de muhabbetlerinden semte "Seyyide Zeynep" ismini vermişler. Büyük bir semt… Seyyide't Nefise Annemiz orada. Seyyide't Nefise annemiz de büyük bir insan. Seyyidler anısına birer cami yapmışlar, birer de dergâh yapmışlar, birer ziyaretgâh yapmışlar. Haftada mutlaka iki defa zikir ve sohbet yapılıyor, ben oraları gezdim, millet oraları geziyor. İmam Zeynel Abidin Hazretleri'nin torunlarından, yine ismini Zeynel Abidin koymuşlar ona da ihtişamlı bir yer yapmışlar. Ben Hz. Hüseyin camisini sabah namazından sonra ziyarete gittim. Hz. Hüseyin'in makamını ziyaret ettim, orada olmadığını bildiğim halde insan duygulanıyor, nasıl şehit ettiler O büyük insanı diye…

Feyz: Sizin söylediklerinizden anladığım kadarıyla kültürel olarak hayatın içine Ehl-i Beyt'i koymuşlar. Camileriyle, medrseleriyle, türbeleriyle ve tekkeleriyle yaşatıyorlar o kültürü…

Seyyid Fadıl Geylanî: Evet o kültürü gayet güzel yaşatıyorlar ve hala da devam ediyor. Ben Mısır'da Arap Dili ve Edebiyatı bölümü mezunuyum. Okul nedeniyle birkaç ramazan geçirdim. Ramazan'da adet edinmişler neseben soyu Peygamber Efendimiz'e ulaşan büyük zatları ziyaret etmeyi. Ramazan'ın ortasında Tanta'ya giderler, Seyyid Ahmed-i Bedevi Hazretleri'nin ziyaretine. Seyyid Ahmet-i Bedevi Hz.'nin ziyaretinden dönüşte Seyyid İbrahim Dusukî'ye uğrarlar. Dusuk bölgesi Kahire'ye yakın bir yer. Onun ziyaretine gidiyorlar. Ramazan'ın yirmisinden sonra da Ebu Hasan Şazeli Hazretlerinin kabrine gidiyorlar. Kendisi Şazeli Tarikatı'nın kurucusudur. Bu mübarek zatlar hepsi orda, Mısırlılar imkânlar çerçevesinde evde kaç kişi varsa arabaya binip gidiyor. Komşularını alıp gidiyorlar. Çoluk çocuk hepsi gidiyorlar istisnasız. Tabi burada zikrettiğimiz isimlerin hepsi de tarikat pirleri, onların büyük tesiri var üzerlerinde… Bu büyük zatların yolunu devam ettiren sevenleri var. Sevgi ve muhabbet için de ayrı bir tahsil gerekiyor. İşte bu tasavvuf ocaklarında sevgi işleniyor kalplere…

Feyz: Genellikle günümüzde insanlar vefat etmiş seyyid ve velilere hürmet ediyor. Esasında hayatta olanlara da hürmet etmek, bizim için daha önemli değil mi istifade açısından?

Seyyid Fadıl Geylanî: Evet, kesinlikle doğru. Ehl-i Beyt'ten benim tanıdığım bir çok önemli kişiler var. Mesela Seyyid Mesut Geylanî var. Geylani ailesinden, onun ziyaretine de bir çok millet gidiyor. Mısır Müftüsü Seyyid değil ama annesi Seyyide. Kendisi Mısır diyanet işleri başkanı profesör bir alim zat olan Ali Cuma Bey, ben kendisinin Seyyid Abdulkadir Geylanî Hazretleri hakkında ne kadar saygılı olduğunu gördüm.

Hatta hatta bana bir hatırasını anlattı Ali Cuma Bey; "Ben kaç sene önce Brunei'ya gittim. Davet edildim Brunei Sultanı tarafından. Brunei sultanı çıkardı bana yüzlük bir tesbih gösterdi. Bu tesbih Seyyid Abdulkadir Geylani Hazretleri'nin tespihidir. Ben tesbihi saydım 100, demek ki 33 defa subhanallah, 33 defa elhamdülillah, 34 defa Allahü ekber" bunu diyen rivayetler var. Demek ki Gavs hazretleri, 34 defa Allahüekber diyordu. Onun için 100 lük, 99 değil. Ben bu tesbihi görünce Mısır'a döndükten sonra burada tesbih ustalarına gittim, dedim ki: "Bana bu madeni bulabilir misiniz?" "Evet, buluruz" dediler. Dedim; "Bu madenden bana da 100'lük bir tesbih yapın ve şu anda o tesbihim evde duruyor, Seyyid Abdulkadir Geylanî benim şeyhim mürşidim" dedi. Onun hatırası olarak tespihi aldım; şu anda evde, eve gidince de bakıyorum tesbihe, bakıyorum, öpüyorum. Benim şeyhimin tespihidir. O şekilde teberrüken, teselli oluyorum." dedi. Bu muhabbet ehlinin, Ehl-i Beyt'in sevenin halidir.

Böyle güzel insanların yanında Ehl-i Beyt'e gerekli özeni göstermeyenler de var. Burada şunu söylemek isterim, bu davranışların birçoğu Ehl-i Beyt'in özelliklerini bilmediklerinden kaynaklanıyor diye düşünmek istiyorum. Yoksa bir mümin nasıl olur da Efendimiz'in soyundan geldiğini bildiği halde düşmanlık eder, karşı durur, menfilik yapar, soğuk durur!.. Bu, -hadislerle de sabittir ki- büyük bir yanlışlığa işaret ediyor. Buralar müminlerin duracağı bir yer değildir. Bize burada çok iş düşüyor. Efendimiz'in soyundan gelenleri doğru anlatmalı, ölçümüzü doğru koymalıyız. İfrat ve tefritten uzak durmalıyız. Ama şu anda binlerce insan günümüzde Efendimiz'in soyunun devam ettiğinin farkında değil, her namazda onlara selam gönderdiği halde… Burada "ölçülü olacağım" derken soğuk durmak, hiç ama hiç hoş değil. 

Feyz: Peki Afrika da nasıl. Seyyidler var mı? Geylanî hazretlerine müntesip olanlar, onun yolunu devam ettirenler var mı? 

Seyyid Fadıl Geylanî: Ben bazı Afrika ülkelerini biliyorum. Mesela Mısır, Sudan, Somali… Tunus, Cezayir ve Libya'da Senusi Ailesi var, bu aile seyyiddir. Afrika'da doğup gelişen ve büyük hizmetler ifa eden Senûsi Ailesi, Trablusgarp'ın işgali sırasında İtalyanlara karşı verdiği büyük mücadele ve kahramanlığı ile tarihe geçmiş; din alimi ve büyük liderler yetiştirmiştir. Osmanlı Devletine samîmî bir şekilde bağlı bulunan Senusiler, işgal girişimlerine karşı silâhlandırılmaya başlandılar. Devlet, herhangi bir saldırı durumunda buraya zamanında askerî yardımı ulaştıramayacağını hesap ettiğinden, özellikle devlete son derece bağlı bulunan ve bu bağlılıkları Şeyh Ahmed zamanında adeta zirveye çıkan yerli halkı, işgaller karşısında harekete geçirdi. Senusiler, önce Orta Afrika'yı işgal eden Fransızlarla büyük bir mücadeleye giriştiler. Büyük kahramanlıklar gösterdiler. Kurtuluş savaşında da Şeyh Ahmed Senusi Anadolu'yu dolaşarak Müslümanları savaşa teşvik etmiştir.

Senusilik; Seyyid Muhammed bin Ali es-Senusi'nin 1837'de Afrika'da kurduğu büyük İslam tarikatı... Seyyid Muhammed, 1787 yılında Cezayir'de çevrenin en asil ailesinin çocuğu olarak doğdu. Tahsilini Fas Üniversitesi'nde yaptı. Daha sonra genç yaşta Mekke'ye gitti. Hac dolayısıyla İslam dünyasının her tarafından gelmiş olan müslümanlarla görüştü. Kendisi Afrika'da büyük hizmetler etmiş. Çöllerde ziraat alanları açmış, Avrupa'dan kümes hayvanları getirterek hayvancılığı teşvik etmiştir. Ticaret kervanlarının güvenli gitmesi için silahlı adamlarla özel koruma görevi üslenmiş… Bu sayede Afrika'da beş milyon kişinin müslüman olmasına vesile olmuştur. Bu hizmetleri kimse göz ardı edemez, daha üzerinden yüz yıl geçmedi bu olayların... 

Son Londra seyahatimde Afrika ülkeleri hakkında edindiğim bazı bilgiler var... Tarikatlar serbesttir, müracaat ediyorsun. Orada Kadiri, Rufai veyahut da Şazelî, işte neyse, o müessesenin başındaki kişiye devlet belge veriyor. Orada sohbetini yapıyorsun, zikrini yapıyorsun. Hem eğitim, hem de ibadet. Nijerya'da bir alimin tam 17 milyon kayıtlı talebesi olduğunu söylediler. Ve hatta Seyyid Abdulkadir Geylanî hazretlerinin tefsirinin çıktığını kendisine haber vermişler. Kendisi de gıyaben beni davet etmiş. "Ne olur onu bana mutlaka getirin, ben yaşlıyım ben onu davet ediyorum onunla beraber sizi de davet ediyorum." diye Nijerya'dan bir davet aldım. Fas'takilerden davetiye aldık. Onlar da Ehl-i Beyt, Seyyid… Zaten Fas'ın durumu da çok güzeldir. Hala da Ehl-i Beyt'e karşı büyük saygıları hürmetleri var. 

Feyz: Peki efendim her zaman güzel örnekler yok seyyidlere karşı davranışlarda... Hama'da yaşanmış acı bir olay var. Şimdi Hama seyyidlerinden bahseder misiniz? 

Seyyid Fadıl Geylanî: Evet, çok üzücü bir olay. İnşallah bir daha yaşanmaz. Ben oraya gittim. Hama'da akrabalarıma misafir oldum. Onlarla Seyyid Abdulkadir Geylanî hazretlerinin torunlarından Seyyid Ahmet'te birleşiyoruz. Şecerelerimizi karşılaştırdık, aynı, dolayısıyla akrabayız. Hatta Seyyid Ahmet hazretlerinin Osmanlılardan önce Selçuklular döneminde, şu andaki Türkiye topraklarına getirildiklerinde Erzen şehrine yerleştiler. Şu anda Erzen kalıntıları var, Beşiri ile Kurtalan arasında... Seyyid Ahmet Hazretlerini orada Ermenilerin şehit ettiğini söyledim. Çünkü Seyyid Ahmet Hazretleri o şehre gelince, o şehirdeki insanların çoğu İslamiyet'e döndüler. İslamiyet'in detaylarını öğreneceğiz dediler. Özellikle gençler İslamiyet'e yöneldiler… Baktılar ki çaresi yok, bunu ortadan kaldıralım, rahat edelim dediler ve şehit ettiler. Şehit edildikten bir süre sonra Timur o bölgeye geliyor. Diyorlar ki işte, Seyyid Abdulkadir Geylani hazretlerinin torunu burada şehit edildi… O da şehrin o günkü valisine haber gönderiyor, diyor ki "bizim Ehl-i Beyt'e karşı sonsuz saygımız var… Onun diyetini vereceksiniz." Onlar kabul etmeyince de tabi bu şehri yıkıyor... Seyyid Ahmet Kuyusu adında bir yer hala mevcuttur. Kuyusunun yeri de bellidir. Medfun olduğu yer için tarihçiler diyor ki; "şehit edildi, kuyuya atıldı." Ama kuyunun yerini kimse söylemiyor. 

Hama'daki Ehl-i Beyt'in çoğu yüksek tahsilli devlet memurlarından oluşuyor. Şu anda gördüğüm kadarıyla çoğu avukat, mühendis ve doktor. Fakat hepsi de İslam'ı biliyor. Okumasını seven ve kendilerini yetiştirmiş insanlar. Aynı zamanda müspet ilimlerde epey ileridirler. 

Ama aynı soydan onların mesafesinde bize yakın olan Şam Bağdat yolu üzerinde Hasanî Seyyidler var. Hama katliamında şehit olanlar içinde Hasanî seyyidleri ağırlıklı olmak üzere Hüseynîler de vardı. Oradaki İlvanîler Hüseynîdir. Onlarda çok şehit vermiş o dönemde. Onlarla da tanıştım, güzel simaları var. Şam Bağdat yolu üzerinde 40 km. ilerde Dumeyr diye bir şehir var. Oranın müftüsü Seyyid Yusuf da Ehl-i Beyt'tendir. Hatta bundan bir kaç gün önce, -Tedmur diye tarihi bir şehir var Suriye'de, Şam ile arası 200 km.- Tedmur'a seyahate gitmiştik. Tedmur'dan Şam'a gelince benzinimiz bitti. Baktık bir benzinliğin üzerinde "Geylanî Benzinliği" yazıyor. Girdik, onlarla tanıştık. Dediler ki; "Biz Hama'dakilerle amca çocuklarıyız." Bizim biraderle beraber oraya gittik, onların yanında kaldık ve onlara misafir olduk… Dumeyr müftüsü olan zatla, o Seyyidle beraber oturduk. Kendisi 94 yaşında ama maşallah nur yüzlü böyle.. Seyyid Abdulkadir Geylanî Hazretleri'nin tefsirinden bahsettik. Bir gün ben evde oturuyordum, Şam'da baktım ki telefon etti, "biz yanınıza geliyoruz." Dedim ki; "kim var yanınızda?" "Seyyid Yusuf var, en yaşlısı Seyyid Abdusselam'dır…" dediler. Dumeyr ve etrafındaki şehirlerin genel müftüsü odur. O yaşlılığa rağmen Cuma günleri hutbe okuyor. Namazlarını kıldırıyor. 94 yaşında, o yaşına rağmen "Seyyid Abdulkadir Geylanî hazretlerinin tefsiri çıktı" diye Şam'a geldi. Mübarek amca dedim, sen niye zahmet etmişsin, sen gelmeseydin biz gelirdik. Yani Seyyidler her milletin manevi harcı olmuş, birleştirmiş kaynaştırmış. Ayrıcalığa ve dinin bozulmasına fırsat vermemiş. Ben her yerde söylüyorum "Ben Türk seyyidiyim" diye… 

Feyz: Seyyidlere baktığımızda öyle güzel fıtri ahlakları var ki, merhamet, şefkat ve tevazu gibi. Zeki insanlar ve kahraman insanlar. Mesela, Seyyid Battal Gazi gibi nice destanlaşan kahramanlar var içlerinde… 

Seyyid Fadıl Geylanî: Elhamdülillah o ahlak mevcuttur şükürler olsun. Her seyyidde güzel hasletler görebilirsiniz. Ama geçen yüzyılda her alanda olduğu gibi kültürel yozlaşmadan seyyidler de payını aldı. Ne olur "seyyidler de şöyle böyle" demeyin. İnsanda fıtri güzellikler bulunsa da, Peygamberimiz'in güzel ahlakının yansımaları ile gelişmesi gerekiyor. İşte burada seyyidler de bu yozlaşmanın etkisinde kaldılar ama hakikatle karşılaşınca fıtri olarak İslam'a meyilli oldukları, ilme meyilli oldukları, sair insanlardan daha önde oldukları her devirde müşahede edilmiştir.

Zaten Peygamber Efendimiz beyan etmiştir. Yani furkul Muhammediye, Peygamber Efendimiz'in güzel ahlakını kamil seyyidlerde görürsünüz. Onlar kimseye kin gütmezler ve kimseye karşı da gaddar olmazlar, çabuk affederler, hataları örterler, büyüklük taslamazlar. Bu meziyetler başkalarında da olabilir fakat seyyidlerde hem çok güçlüdür hem de daha kolay elde ederler. Kabiliyetli insanlar… 

Bir de seyyidler ilmi çok severler. Yani imkânlar çerçevesinde eğer dini ilimlerle onlara yol gösterilirse, o dini ilimlerden başka ilimlere kolay kolay meyletmezler. Çünkü onların içinde bu var. Ve dini ilimlerde başarılı olduğu kadar diğer ilimlerde de başarılıdırlar, ama dini ilimler kadar değil. Dini ilimlerde daha fazla başarılı olurlar. Burada çok zeki olmalarının da payı vardır. Onların hilmi her zaman öndedir… 

Feyz: Efendim seyyidlerden Hz. Hamza gibi celalli olanları da var… 

Seyyid Fadıl Geylanî: Biraz da olsun tabi... Celalli olabilirler ama haksızlık yapmazlar. Seyyidlerde yiğitlik var, Seyyidlerde kahramanlık var, hilm sahibi diye kimse onları istismar edemez. Bir de şöyle bir şey söylemek istiyorum. Bu zamanda şartlar normal değil, her şey dengesini kaybetmiş, rayından çıkmış. Seyyidlerin fıtri özelliklerinden ve kabiliyetlerinden bahsediyoruz. Bu toplumun içersinde geçim derdine düşmüş ve kendini yetiştirme imkânı bulamamış kişiler olabilir. Onlara bile bakıldığında bu güzel değerlerinden bazılarını görebilirsiniz, mesela inanılmaz fedakârdırlar. İşte bundan dolayı da bir seyyid görünce hemen incelemeye alıp hüküm vermeyin. İnsafı ve izanı elden bırakmayın. Efendimiz'in bu konuda ikazları vardır. Seyyidleri sevmek hepimizin boynunun bir borcudur. Efendimiz buyuruyor ki: "Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i Ehl-i Beyt'inde gözetin." (Buhari) Bu konuda da bir çok hadis-i şerifler vardır. 

Feyz: Peki bir kişi seyyidlerle karşılaştığı zaman ona nasıl davranmalı? Bu konuda neler söylersiniz? 

Seyyid Fadıl Geylanî: Günümüzde değil de evvelden beri böyle konular gündeme geldi ve bu konuda yazılmış eserler var. İnşallah bunun en güzel cevabı hazırladığımız "Ara hakk-ı Ehl-i Beyt" , Ehli- Beyt hakkındaki görüşler diye bi kitabımız da göreceksiniz. Baskıya hazır, inşallah onu baskıya vereceğiz yakında. Kitabımızın başlığındaki; "ara" görüş demektir. Ehl-i Beyt hakkındaki görüşleri içerir… Ehl-i Beyt hakkında nazil olup, işaret edilen ayetler, direk Ehl-i Beyt kelimesi geçen ayetler, yine Ehl-i Beyt'i işaret eden, mesela Kevser Suresindeki gibi ayetler var. Bunların hepsini bir araya topladık. Önce "Ehl-i Beyt nasıl olmalı?" sorusunun cevabını aradık hadisler ışığında. Kur'an-ı Kerim'den sonraki delilimiz hadisler. Hadislerden sonra da dört büyük halifelerin görüşleri, uygulamaları…

Ashab-ı kiram'ın büyükleri, onlar hakkında Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin çocuklarıyla görüştüklerinde onlara nasıl hürmet ediyorlardı gibi konular... Hazreti Ebu Bekir bir gün yoldan geçerken, oyun oynayan Hz. Hasan'ı görüyor, ona bakıyor ve muhabbetle hürmet ediyor. Hz. Ali de o esnada Hz. Ebu Bekir'e bakıyor. Hz. Ebu Bekir Hz. Hasan'a dönerek: "Anam babam sana feda olsun. Allah'a kasem ederim ki, sen Peygambere benziyorsun, Ali'ye fazla benzemiyorsun" diyor ve bu iltifatı yapan Hz. Ebu Bekir gibi büyük bir insan… İşte bu insanların Ehl-i Beyt'e karşı olan sevgileri… Sonra dört büyük imamın, İmam-ı Azam Hazretleri, İmam-ı Malik, İmam-ı Şafi, Hanbelî; bu dört büyük imamın Ehl-i beyt hakkındaki hüsn-i niyetleri, adapları, terbiyeleri, makaleleri onları dile getirdik eserimizde… Sonra tabii onlardan ta günümüze kadar evliyaların, kutupların görüşleri… Abdulkadir Geylanî zaten kendisi Ehl-i Beyt'tir, Dusukî Ehl-i Beyt'tir, Şazelî Ehl-i Beyt'tir, Bedevi'de Ehl-i Beyt'tir, Şah-ı Nakşıbend Hazretleri, benim görüşüme göre yine Ehl-i Beyt'tir, tarihçiler söylemedilerse de biz büyüklerden duyduk, o da Ehl-i Beyt'tir. Yani bu mübareklerin hal ve hareketlerini o kitapta anlattım ve günümüze kadar âlimlerin ve günümüzde yaşayan âlimlerin de görüşlerini o kitaba aldım. Her konuda ittifak var Ehl-i Beyt hakkında. Onlara karşı saygı, sevgi ve hürmetlerini göstermişler Peygamber Efendimiz'in bir parçası olmalarından dolayı…

Fakat kısaca şöyle söyleyebiliriz. Bir seyyidle karşılaştıkları zaman ona karşı kalbi bir sevgi beslesinler, Efendimiz'in soyundan olduğu için. O seyyid'e karşı mukabelede bulunsun, bu sevgi Efendimize karşı yapılıyor diye tevazu sahibi olsun. Şunu unutmayın; takva sahibi seyyidleri zaten herkes sever, sevmemek elde değil. Onlar davranışları, ahlakları ile ön plandadırlar. Ama sair seyyidler de nefs mücadelesi yapıyorlar. Seyyidler masum değildir bizim inancımıza göre. Kuran ve Sünnet hüccetimizdir. Hiç kimse onun dışında hüküm veremez seyyid olsa bile. Dolayısı ile her seyyidi günahsız görmemek ve onların da bazı kusur ve yanlışları olabileceğini göz önünde bulundurmak gerekiyor. 

Feyz: Seyyidler de imtihan için gelmiştir ve nefis sahibidirler. Bu durum, bizim onlara karşı bir saygısızlık yapmamızı gerektiren bir sebep değildir. Bilakis onlara bu konuda yumuşak bir şekilde, uygun ortam ve zeminlerde tebliğ edebilmeyiz değilmi ? 

Seyyid Fadıl Geylanî: Buyurduğunuz gibi Ehl-i Beyt'ten birisi yanlış yaptığı zaman onu yanlışıyla değerlendirmemek lazım, onu yanlıştan çekip doğruya sevk etmemiz lazım. Neticede Ehl-i Beyt'in hepsi ölmeden önce tövbe ederler. Allah'ın huzuruna öyle çıkarlar. Bu, Ayet-i Kerimeyle sabittir. 

Feyz: Peygamber Efendimizin soyu silsile ile Hz. Adem'den Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadar "Peygamberler nesli" esasında. Dolayısıyla Ehl-i Beyt de Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) soyundan geldiği için peygamberler soyu diyebilir miyiz Ehli Beyt'e? 

Seyyid Fadıl Geylanî: Güzel söylediniz. Pekâlâ, "Peygamberler soyu" diyebiliriz. Çünkü Peygamber Efendimiz İsmail Aleyhisselam'ın soyundan geliyor. Bakın ne kadar güzel söylediniz. Bilinen bir şey ama, hikmetli bir yaklaşım oldu söylediğiniz.

Benim özellikle üzerinde durmak istediğim birkaç husus var. Bu vesile ile de seyyidlere seslenmek istiyorum. Ehl-i Beyt'in ilimle uğraşmaları lazım. Hizmetle uğraşması lazım. Olmuyor bu, biz seyyidlere karşı nasıl davranılmasını söylerken, seyyidlerden de ilimle uğraşmalarını istiyoruz. Kalkıp da Abdulkadir Geylani olun demiyoruz. Kim olacak onun gibi… Ama en azından şuur sahibi olun ve ilme yönelin diyoruz... 

Burada da Mısır Diyanet İşleri Başkanı Sayın Doktor Ali Cuma Bey ile röportajda Ehl-i Beytten açıldı konu… Bu arada onun da Ehl-i Beyt hakkındaki sözünü aktaralım; "Saygıları bizim üzerimize farzdır. Onlara hürmet etmek mecburiyetindeyiz, onları kendi şahıslarından ibaret değil, Peygamber Efendimizin bir parçası olarak görüp o şekilde onlara saygı göstereceğiz. Bir yanlışları varsa yanlışlarını örtüp, ona söylememiz lazım. ‘Seyyidim böyle bir şey yaptın ama yanlıştır. Bunu düzeltsek çok güzel olur.' Böyle kibar bir ifadeyle edebi kemalle onlara yaklaşmamız lazım. Ki onlar da bu yaklaşımı gördükleri zaman kendilerini ilme daha fazla mecbur hissederler. Cedlerinin yoluna teşvik gibi olur." 

Feyz: Bazıları Ehl-i Beyt ile ilgili ayeti niçin farklı manada yorumluyorlar. Ehl-i Beyt'e hassasiyet neden göstermiyorlar, Ehl-i Beyt'i daha geniş manada kullanıyorlar… Bu konudaki düşünceniz nedir? 

Seyyid Fadıl Geylanî: Malum Kur'ân-ı Kerim de bazı ayetler işaretle belli olur, bazı ayetler de nastır. Şimdi Ehl-i Beyt hakkındaki olan ayetler nastır. Bu yorumları nasıl yapıyorlar şaşmak lazım. Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ayet-i kerime nazil olunca "Ehl-i Beyt kimdir?" sorusu üzerine; " Benim bir parçamdır" demiş. "Benim Ehl-i Beytim Hz Hasan, Hz Hüseyin ve Hz Fatma'dir, Hz. Ali'dir." demiştir. 

Feyz: Yani "Ehl-i aba" hadis-i şerifi… 

Seyyid Fadıl Geylanî: Evet Ehl-i aba, onlar ayrıdır. Gerçi Hz. Abbas ve onun soyundan gelenler de Ehl-i Beyt'en sayılırlar. Ama Neseben seyyid değillerdir, ehlinden yani akrabadırlar. 

Onlar hakkındaki varid olan ayet nastır yani işarî değil. "Ya Ehl-i beyt-i resul" mesela, aşikâr olarak geçiyor. Ehl-i Beyt'i Peygamber Efendimiz tarif etmiş, kimdir bunlar? 

Ama bazıları tabi tarihi akışıyla beraber Ehl-i Beyt'ten siyasi geleceklerinin endişesiyle korktular. Emeviler, Ehl-i Beyt'ten olanları şehit ettiler. Saltanat elden gider diye. Burada her Emevi değil, tabi istisnalar da var. Mesela Ömer Bin Abdulaziz gibi. O seyyidlere karşı çok saygı ve sevgisi olan bir kişiydi. 

Abbasilerin bir kısmı da öyle, hepsi değil de bir kısmı, amcalarının çocukları olmasına rağmen onlara türlü türlü işkenceler yaptılar. Yine saltanat korkusundan. Siyasi iktidarların etkileri hep…

Bir de kitaplarda, matbaa çıktıktan sonra çoğu kitapta tahrifat yapılmış. Hatta daha da önceleri sorular çıkmış. Mesela İmam-ı Şaranî'nin kendisi, annesi Seyyiddir mübarek zatın… Diyor ki "Ben yazdım kitabı, Mekke'de verdim bir yazıcıya, baktım ki aynı nüshayı ben dönünceye kadar tahrif etmiş. Kendim yazdım, telif ettim kitabımı, değiştirmişler" diyor. 

Feyz: Abdulkadir Geylani hazretlerinin de bazı eserlerinde israliyattan eklemeler olduğu söyleniyor, o konuda bir çalışmanız var mı? 

Seyyid Fadıl Geylanî: Heyetimiz bu konuda çalışıyor. Ehl-i Beyt'ten, bizim aileden, Geylanilerden, amcam Seyyid Vasıf Geylani Efendi başımızda, bir çok konuları kendisi ile toplantılarımızda gündeme getiriyoruz. Orijinal asıllarına göre eklemeleri temizleyeceğiz. Bu aynı zamanda Geylani Hz.'ne bir iftiradır. Bu eksikliği inşallah gidereceğiz. 

Feyz: Emevi-Yezid zihniyeti hala devam ediyor mu? Soy olarak devam etmese de zihniyet olarak günümüzde bu zihniyette insanlar da var mı? 

Seyyid Fadıl Geylanî: Var… Güzel bir soru, evet maalesef var. Ekserisi de Arap aleminde maalesef. Fakat Allah (Celle Celalühu) bu ümmetin imamlarını, önderlerini Ehl-i Beyt'ten kılmıştır ve hala bu devam etmektedir. 

Feyz: Aslında Ehl-i Beyt çok geniş bir aile esasında, yani tek bir milletten değil, Türk kültürü içerisinde de seyyidler var. Arap kültürü içinde yaşayan seyyidler olduğu gibi, başka milletler içinde ve o kültürde yaşayan seyyidler de var. Bu aslında mükemmel, birleştirici bir unsur olarak çıkıyor karşımıza, öyle değil mi? 

Seyyid Fadıl Geylanî: Tabi bu konuda Ehl-i Beyt, ümmetin içine dağılmış zaman içinde. Sahabe-i kiramdan Hz. Ali çok yerlere gitti. Hz. Hasan, Hz. Hüseyin de hizmet ettiler. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'den sonra özellikle Kerbela'dan bir müddet sonra seyyidler dünyanın her yerine dağılmışlardır. Bu da delalettir ki, Allah emirlerini, kendi cedlerinin emirlerini en güzel şekilde, en sahih şekilde cedlerinden aktarmaları için Allah onları bu ümmetin içine dağıtmıştır. 

Ben dünyayı gezerken, araştırma yaparken, bana soruyorlar "Ben Türk Seyyidiyim" diyorum. Bağdat'tan İstanbul'a geldim; "Ben Türk Seyyidiyim" ve bir Afrikalı seyyide sorsalar der "Ben Afrika Seyidiyim" diyecek. Mesela Özbekistan'daki bir Seyyid; "Ben Özbekistan Seyidiyim." diyor. Bu şekilde dağılmışlar… Ama Allah'a çok şükür yine şu anda İslam Alemi Türkiye'den bir şeyler bekliyor, ve bir intizardadır, beklemededir. Bu da Türkiye için de güzel bir şey… 

Feyz: Osmanlı'da Nakib'ul Eşraf vardı. Seyyidlere karşı uygulaması nasıldı Osmanlı'nın?.. 

Seyyid Fadıl Geylanî: Nakib'ul Eşraf Asr-i Saadetten başlayıp, Osmanlılara kadar devam eden bir müessesedir. Seyyidlerin önemi Kuran-ı Kerim'de, Şura Suresi'nin 23. ayetinde, seyyidlere teveccüh, tazim, sevgi, saygı gösterilmesi şeklinde bildirilmiş ve silinmez izler bırakmıştır.

Sahabelerin, daha Peygamberimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken Ehl-i Beyt'e karşı tutum ve davranışlarının sevgi ve saygı cihetinde olduğunu görüyoruz. Seyyidlerin evliliklerinden yaptığı işlere kadar her şeyi kontrol ederdi Nakibul Eşraflar. Seyyidlerin kayıtlarını tutar, onaylardı. Seyyidlere "siyadet hücceti" dağıtırdılar, elinde hücceti olmayan konuşamazdı. Beratlar verilirdi. Nişanlar verilirdi. Yani böyle bir koruma vardı. Bu konuda sevginin gelişmesinde, söylediğimiz gibi Osmanlının tasavvuf anlayışının da büyük etkisi olmuştur. Osmanlı'da seyyidler askerlik yapmazlar, vergiden muaf tutulurlardı. Maaş bağlanırdı Beyt-ül Maldan... Seyyidler de ilimle uğraşırlardı. Seyyidler güvenilir insanlar, dürüst insanlar olduğundan Osmanlı en kritik görevlere seyyidleri yerleştirmiştir. Doğrusu Osmanlı onlara karşı çok saygılı davranmıştır.

Size buradan teşekkür ederim. Böyle önemli bir konuyu gündeme taşıdığınız için… Feyz Dergisi'ne teşekkür ederim. Allah idamesini nasip etsin inşallah… Rabbim inşallah dinimize en güzel şekilde hizmet etmeyi nasip eylesin.

"Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekatü"