İslam'ı yumuşatma çabaları, kıyafetlerden ibadetlere, ibadetlerden ekonomiye kadar her cihete yayılmaya çalışılıyor. Mesela; başörtüsünü açmayı meşrulaştırma çabalarının yanı sıra, İslam'da faizi meşrulaştırmak için de çalışılmalar yapıldığını görüyoruz. Bu nedenle son günlerde Protestan İslam'ı diye ucube bir fikir ortaya atıldı. Fazla dikkate alınmadı gerçi.
Müslüman devletler iktisadi açıdan Batılı ülkelerin gerisinde kaldıkları günlerden beri bu gerilemeye bir suçlu aradılar. Kimse suçu kendinde aramaz misali, bizimkiler de aynen öyle bu suçu, gerek içimizden gerekse dışardan bir takım telkinlerle, kendi günahları yerine İslam'a yıktılar. Ruhları koyu karanlıklar içinde kaybolmuş içimizden bir takım sözde aydınlar gurubu da bu büyük iftiraya yıllarca nazireler dizdi ve bizi bu günlere getirdiler. Düne kadar tuvalet nedir bilmeyen Batı'ya bizim gözümüzde hâşâ hatalardan münezzeh bir tanrılık vasfı verdik. Öyle ki Batı'nın herşeyi tartışma götürmez bir şekilde kusursuz ve güzeldi. O sebepten, kendimizde olan bütün güzel değerlere tövbe ederek Batının bütün değerleriyle boyanmaya çalıştık. Neticede geldiğimiz noktada Batı'nın hiç de bizim sandığımız gibi saf ve temiz olmadığına ve insan haklarından bahsederken avuçlarının mazlum ülkelerin kanlarıyla dolu olduğuna ve her konuda sayısız çifte standartlarının bulunduğuna şahit olduk.
Batının yeşilliği, kökünden yeni kesilmiş bir ağacın bir süre yeşil kalmasına ve yapraklarının büyümesine benziyordu. Köksüz bir ağaçtılar, parlak dönemleri Osmanlı gibi yüzlerce sene sürmedi ve bir yüz senede kurumaya yüz tuttular. Pantolonları yırtıldı ayıp yerleri görünmeye başladı. Yırtık pantolonlarına yama arıyorlarken biz çıktık, size yama olalım diye. Biz Avrupa birliği idealimizden vazgeçsek onlar peşimize düşüp yalvaracaklar. Bunun alametlerini de görüyoruz. Ne zaman Başbakanımız Avrupa'ya sert çıksa, hemen onlardan ortamı yumuşatıcı mesajlar alıyoruz. Bu bizim kendi gözümüzdeki aşağılık kompleksimizin, bizi hangi noktalara getirdiği anlamında ibretlik bir hadisedir. Batılı bizim gücümüzün farkında ama bize kendi gücümüzü fark ettirmemek için çok usta bir siyaset uyguluyorlar.
Neyse son yüzyıl içinde birçok şey gün yüzüne çıktı. Bizi kökümüzden koparmak için tarihimizle nasıl oynandığını, nasıl düzmece tarih kitapları yazıldığını, birçok solcu da itiraf eder oldu artık.
İşte o karanlık günlerde, şeytanı icraatlarıyla komplekse düşüren bir güruhun tarihi değiştirmeden tutun da akla hayale gelmedik iftira ve karalama kampanyaları neticesi, hem tarihimize sonra da bu şanlı tarihin ruhu olan İslam'a düşmanlık kampanyaları başladı. Ve bu telkinler, birçok saf ve cahil Müslümanı etkisi altına aldı. Ve içimizden reformist Müslümanlar ve bunlara kapılan insanlar çıktı. Osmanlı'nın çöküşe geçtiği dönemlerden itibaren Dünya üzerinde İslam'ın güçlü bir temsilcisinin kalmayışı, sanki kamuoyundaki bu vesvese ve tezleri haklı çıkarır bir pozisyon yarattı ve bu halden etkilenen Müslümanlarda, her yönüyle bir batılılaşma hayranlığı başladı.
Ama şu konu iyice bilinmelidir ki, Osmanlı Devleti'ndeki gerileme İslam'dan değil, tam aksine, Fatih, Yavuz, Kanuni dönemlerinde olduğu gibi İslam'ın güzel bir şekilde yaşanamamasından, yani İslam'ı anlamak ve yaşamaktaki zafiyetten, kaynaklandı. Yoksa İslam, her zaman ve her devirde örnek alınması ve yaşanması gereken ve onda hata ihtimali dahi bulunmayan Allah'ın, yani Yüce Yaratıcı'nın nizamıdır. İslam'ın hiçbir yönünün değiştirilmeye, yenilenmeye veya bir takım beşeri ideolojilerle, felsefelerle yamanarak güzelleştirilmeye, yani estetiğe ihtiyacı yoktur. Ve Gerçek Müslümanların böyle bir kompleksi de yoktur. Bu fikirler dışarıdan ithal edilmiştir. Rahmetli Cemil Meriç'in çok güzel benzetmesiyle içimizdeki Avrupa'nın yeniçerileri tarafından benimsenmiş ve yayılmaya çalışılmış fikirlerdir.. Maalesef bizim birçok aydınımız, İslam'a karşı objektif olabilme dirayetini gösterememektedir. Bütün sorunlar buradan kaynaklanmaktadır.
Objektif olabilmeyi başaranlar göreceklerdir ki, İslam önce adalet, sonra bu adaletin gölgesinde barış, sevgi, saygı, huzur, güven gibi bütün güzellikleri insanlara sunan bir dindir. İslam, insanla yaratıcıyı, insanla insanı, insanla doğayı, insanla hayatı barıştıran ve bütün kin ve düşmanlık gibi duyguların hâkimiyetine son veren bir dindir. O'nun iktisadi sistemi de tıpkı ahlaki örgüsü gibi kusursuzdur..Eğer her hangi bir sistem örnek alınacak ise; o, İslam olmalıdır.Yani İslam'ın görüşleri sosyalizmle uyuşuyor ,demek ki İslam bu zamanda fena sayılmaz, biraz reform geçirililirse bir şeye benzer, yine İslam'da insan hakları da fena değil ama özgürlükler biraz daha geliştirilirse , mesela faize, içkiye,zinaya, eşcinselliğe de müsaade edilirse daha iyi olur gibi saçmalıklardan çıkmak gerekir.Başka fikir ve ideolojiler İslam'a benzeyen taraflarıyla övünsünler, bizim öyle bir övüncümüz olmamalı.
Zira İslam,Kur'an'la temellendirilen ve sahih hadislerle tefsiri yapılan Yüce Yaratıcı'mızın insan ve cin kullarını sorumlu kıldığı en son ve en mütekamil bir dini ifade eder.
İslam, ağırlıklı olarak önce bireysel ahlakı düzenler. Sonra o çerçeveden hareketle sosyal hayata da kurallar koyar ve insanı gerek kendi iç âlemiyle, sonra da çevresi ve hatta canlı cansız bütün mahlûkatla barışık hale getirir.Daha sonra bu değerleri referans almak suretiyle devlet yönetimi, ekonomi, hukuk v.s. gibi sosyal hayata da kurallar ve düzenlemeler getirir. Bu kurallara, helal, haram, mubah gibi adlar verir, yaptırımlar vaaz eder.
İslam'ın iktisadi modelinin uygulayıcısı, kanun ve kitaplardan ziyade Allah sevgisi veya korkusu gibi vicdani değerlerdir. İslam'ın ekonomik modelinin kapitalizm veya liberalizmle benzeşen tarafları vardır ama önemli birçok konuda anlaşmaları asla mümkün değildir. Mesela İslam, faizin şiddetle karşısındadır. Ve bu kuralın değiştirilme ve yumuşama ihtimali asla söz konusu değildir.Mesela şu ayetin tehdit ve şiddetine dikkat edelim: "Faiz yiyenler, kendilerini şeytan çarpmış (birer mecnun)dan başka bir halde (kabirlerinden) kalkamazlar. Böyle olması da onların: "Alışveriş de ancak faiz gibidir, aralarında fark yoktur" demelerindendir. Halbuki Allah, alışverişi "Helal", faizi de "Haram" kılmıştır. Kim Rabbinden bir öğüt gelip de (faizden) vazgeçerse, geçmişi ona ve işi (hakkındaki hüküm) de Allah'a aittir. Kim de tekrar faize dönerse; onlar, o ateşin yaranıdırlar ki, orada (bir daha çıkmamak üzere) ebedi kalıcıdırlar. Allah, faizin bereketini tamamen giderir. Zekâtı verilen malları ise artırır." (el-Bakara,275,279)
"Ey iman edenler, birbirinizin mallarını batıl yollarla (Haram'la) yemeyin. Meğer ki (o mallar), sizden karşılıklı bir rızadan (doğan) bir ticaret malı ola (o zaman yeyin). Kendi nefsinizi de öldürmeyin. Şüphe yok ki, Allah sizi çok esirgeyicidir. Kim (helal hududlarını) aşarak ve zulüm yaparak bu amelleri işlerse, biz onu ateşe sokacağız. Bu da Allahû Teâla (Celle Celalühü) için çok kolaydır." (En-Nisa;29,30) hükmü beyan buyurulmuştur. Müfessirler "Bir malın batıl yolla yenilmesinden murad; kumar, faiz, hırsızlık, gasb ve bunun gibi İslâm dininin kat'i olarak haram kıldığı yollarla yenilmesidir." (ibn-i Kesir Tefsiri ) hükmünde ittifak halindedirler.
Kapitalizmde ferdiyetçilik ön planda ve özel teşebbüs sistemin ruhu iken, İslam'da mümin kardeşliği ön plandadır. Kapitalizmde sadece çok kar etmek amaç iken, İslam'da kar etmekten, para kazanmaktan ziyade paranın nasıl kazanıldığı ve nerelere harcanacağı sorusu önemlidir. Paranın köleliği yoktur. Para, insanların huzur ve mutluluğu için bir araçtır. Hizmetkârdır.. Müslüman bir tüccar pazara giderken satacağı malın yanında, mümin kardeşine duyduğu sevgi, şefkat, merhamet, doğruluk aldatmama şeklindeki ahlaki hislerini de beraber götürür.Vicdan, doğruluk, sevgi, merhamet gibi duygularını evinde bırakmaz ticaret yapıyoruz diye.
Yani para insanı değil, insanlar parayı kontrol etmelidirler. Müslümanlar çok para kazanmaktan ziyade:
"Bizi aldatan bizden değildir."
"Mümin müminin kardeşidir."
"Müslümanlar bir bedenin uzuvları gibidirler. Hangisinde bir rahatsızlık olursa bütün vücut o rahatsızlığı hisseder." gibi sayısız hadisler ve ayetler doğrultusunda bir aile içi yardımlaşması çerçevesinde hareket etmelidirler. Kazanç hırsı bu insani duyguları asla öldürmemelidir.
Buradan çıkan netice şudur ki kapitalizmle İslam'ın ekonomik modelinin karşılaştırmasını yapmak İnsanla maymunun karşılaştırmasını yapmaya benzer. Mesela bu iki varlığın karşılaştırılması yapıldığında, fiziki anlamda bir birine benzeyen çok noktalar bulabilirsin. Ama maymun vahşi ve daha çok içgüdüleriyle hareket eden bir hayvandır. İnsan ise akıl , ruh ve estetik anlayış olarak asla maymunla aynı kabul edilemez. İşte kapitalist sistem bu maymun gibi vahşidir. Nefsanîdir. Ehlileştirmek için üzerinde çok uğraşılmıştır ve uğraşılmaktadır ama gayretler sonuçsuzdur. İnsanların ihtiraslarına gem vurulamadığı müddetçe kapitalizm vahşiliğini korumaya devam edecektir. Çünkü ahireti kabul etmeyen maddeci bir felsefenin çocuğudur.
Kapitalizmde paranın hâkimiyeti ve iktidarı söz konusudur. Kar her amacın önündedir. Ticaretten maksat; kar etmek, kazanmaktır.Merhamet, ticaretin mikrobudur, öldürülmelidir gibi anlayışla hareket eder. İslam'da para kazanmaktan daha önemli değerler vardır. Mesela gönül kazanmak, cömertlik, fedakârlık gibi..
İslam emeksiz kazancın karşısındadır. Helal kazanma en büyük ibadettir. Kazanırken terleme kazancın hakkını verme günahlara kefarettir. Bu düşünceler bütün meslek erbabı ve bütün esnaf için geçerlidir. İslam'ın ekonomik modelinde kaburga, ahlaki değerler üzerine oturmuştur. Haksız kazanç ,aşırı kar, kalitesiz ve çürük malla aldatma gibi ahlaki marazlar bu ticaret hayatına giremez.. Bu düşünceler tama ve hırsın eseridir. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in: "Rızkı tamamlanıncaya kadar, hiçbir kimsenin ölmeyeceği bana vahyedildi. O halde; Allahû Teâla (Celle Celalühü)'ya karşı gelmekten sakınınız. Rızkınızı araştırırken güzel bir yol tutunuz." Hadisini kendisine rehber yapan müslümanda hırs olmaz.
Bir Müslüman tüccar yalnız ben kazanmalıyım mantığında olamaz. Fatih Sultan Mehmet Han devrinde olduğu gibi, ben siftahımı yaptım, diğer malzemeyi de komşudan al deme erdemine sahip olmalıdır.
Maalesef ki kapitalist zihniyetle yetişen bu zamane tüccarları kazanmada hiçbir ahlaki sınır tanımıyor. Bir şehrin bütün alışveriş ihtiyacını o satsa, komşu şehirlere gözünü dikiyor. Kimse birşey satamasın diye düşünüyor. O sebeple marketler süpere, süper marketler hipere, hiperler gross marketlere dönüşerek gidiyor. Bakkallar öldü, manav öldü, küçük iş yerleri hepten marketlerin altında ezildi, işsizlik arttı. Bir memleketin bütün parası birkaç kişinin hesabında toplandı. Asrımızda kölelik her ne kadar çirkin görünen birşey olsa da aslında insanlar bal gibi köleler. Bir avuç iş adamının karın tokluğuna kölesi.
Allah'a emanet olun.