Bilginin, ilmin şerefi hakkında Allah Teâlâ'nın ilmi kendi zatına nispet etmesi, bunu peygamberlerine ve velilerine ihsan etmesi, bunu Kendi zatını bilmeye (marifet) bir vesile kılması, ebedî saadete ulaşmak için ilmi sebep yapması, Kendi Rubûbiyetini ikrar etme konusunda âlimleri meleklerle beraber zikretmesi ve onları peygamberlerin vârisi kılması yeter. Yüce Allah buyuruyor ki: "Allah'tan tam mânâsıyla ancak âlimler korkar."; "Bunu ancak ilim sahipleri akledebilir."; "Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" İnsanların en üstünü de şöyle buyuruyor: "İlim öğrenmen her müslümana farzdır."
Hz. Ali diyor ki: "İlim servetten hayırlıdır. Çünkü ilim seni korurken sen serveti korursun. Serveti harcadıkça tükenir, ilmi harcadıkça çoğalır." İnsanî faziletler esas olarak dörttür: İlim, cesaret, İffet , adalet. Diğer bütün faziletler buna bağlıdır. Bunlardan ilim nefs-i natıkaya, cesaret nefs-i gazabiyeye, iffet şehevânî nefse ait faziletler olup adalet de hepsinde geçerli olan fazilettir. Nefs-i natıka ise hepsinden üstündür. Çünkü ilim yalnız insana mahsus bir özelliktir. İlmin, bilgi çeşitlerinin hepsi genel mânâda şerefli ve üstün olmakla birlikte bazısı bazısından daha üstündür. Bunlardan bazısı konusu bakımından (mesela konusu insan bedeni olan tıb gibi), bazısı gayesi bakımından (mesela gayezi insanî faziletlerin bilinmesi olan ahlak ilmi gibi), bazısı kendisine duyulan ihtiyaç bakımından (mesela fıkıh ilmi gibi), bazısı da delillerinin kuvveti ve güvenilirliği bakımından (matematik gibi) üstün ve şereflidir. Bazı ilimler de bu özelliklerin tamamını veya büyük bölümünü kendisinde topladığı için daha üstündür; mesela konusu Cenab-ı Hak olan ilim gibi.
İlimlerden hiçbiri, sırf ilim olması bakımından zararlı değil, bilakis yararlıdır. Bilgisizlik, ilimleri öğrenmemiş olmak da sırf cehalet olması bakımından yararlı değil, zararlıdır. Her bir bilgi türünde öyle veya böyle bir fayda vardır. Her ilmin aşılmaması gereken bir sınırı vardır. Kimileri bazı ilimleri gayesi vela konusu bakımından onda olmayan üstünlüğü yükler, o ilmin yapamayacağı şeyi beklerler ki bu yanlıştır. Mesela tıb ilminin her türlü hastalığı tedavi edebileceğini sanmak böyledir. Bir meslek edinmek için ilim öğrenen kişi âlim olamaz.
İlim öğrenmenin bazı şartları vardır:
1. Eğer sözkonusu ilmin elde edilmesi bizzat kendi mahiyeti bakımından arzu ediliyorsa, bu ilmi öğrenmekten maksat bunu kendi nefsinde gerçekleştirmek olmalıdır. Şayet bu ilim başka bir şey için bir araç ise o zaman da o şeye bununla ulaşmak hedeflenmelidir. Servet, mevki, eldeki imkanları çoğaltmakta ilmi bir araç olarak kullanmamalı, ilim o söylediğimiz maksadı ve Allah'ın (Celle Celalühu) sevabını elde etmek için öğrenilmelidir. Niceleri vardır ki ilmi bir amaç için öğrenirler de sonunda ne o ilmi, ne de o amaçladıkları şeyi elde ederler. İmam Gazâlî, "Kırk sabahını sırf Allah'a ayıran kişinin kalbinden diline hikmet pınarları çağlar." hadisini duyunca, kalbine hikmet pınarlarının gelmesini ümit ederek kırk gün halvete çekilmiş, böyle bir şey görmeyince durumuna şaşırmış; rüyasında kendisine denilmiş ki: "Sen niyetini sırf Allah'a yöneltmedin, amacın sadece hikmet idi."
2. Nefsinin kabul edeceği, tabiatının meylettiği ilmi öğrenmek için çalışmalı, başkasının zorladığı bir alana yönelmemelidir. Her insan ilim öğrenmeye elverişli olmadığı gibi ilim öğrenmeye uygun herkesin her ilmi elde etmeye kabiliyeti yoktur. Her kişi, ne için yaratılmışsa ona muvaffak olur.
3. Öğrenmeye başlayan kişi öncelikle üzerinde çalıştığı ilmin mertebesini, amacını, ondan elde edilecek şeyin ne olduğunu bilmelidir ki yaptığı işi delille, bilinçle gerçekleştirsin.
4. Konusu üzerinde çalışırken o ilmin başlangıcından sonuna kadar meselelerini, en uygun bir yolla, anlayarak, delillerle sağlamlaştırarak kuşatıcı bir tarzda öğrenmelidir.
5. Çalıştığı konu hakkındaki seçilmiş ve özlü kitaplara yönelip bunlar üzerinde çalışmalıdır.
Telif edilmiş olan kitaplar iki türlüdür: ilmî kitaplar ve bu özellikte olmayan kitaplar. İkinci türe giren kitaplar ya güzel özelliklerden, mesellerden bahseden ve bunları vezinli ve kafiyeli bir şekilde anlatan eserlerdir ki bunlar şiir kitapları, şairlerin divanlarıdır. Yahut da vezin ve kaifyeli olmaz, bu takdirde de geçmişlerin hikayelerini ve haberlerini nakleden tarih kitaplarıdır. Tarih kitapları; hükümdarlara, alimlere, önemli kişilere dair bilgiler verir, geçmiş olayları öğrenmemizi sağlar. Basiret sahipleri için ibret vesilesidir.
İlmî kitaplar ise sayılamayacak kadar çoktur, çünkü ilimler ve dalları çok sayıdadır. Bu kitapları yazan alimlerin yazmaktaki amaçları da farklı farklıdır; fakat hacim bakımından bunlar üçe ayrılabilir:
Kısa (muhtasar), lafzı mânâsından daha az olan kitaplar. Böyle kitaplar ana meseleleri hatırlatmak için kaleme alınır ve tahsilini tamamlamış ileri derecedeki ilim sahipleri bilgisini hatırlayıp zihnen hazırlanmak için böyle kitaplardan yararlanırlar. Kimi zaman o ilme yeni başlamış olmakla birlikte çok zeki ve kavrayışlı talebeler de, ince ifadelerden mânâlâra intikal etmedeki hızlarından ötürü bu kitaplardan istifade edebilir. İkinci çeşit ilim kitapları geniş (mebsût) hacimlilerdir. Geniş ve uzun araştırmalar yapmak için bunlardan yararlanılır.
Üçüncü çeşit kitaplar da orta (mutavassıt) hacimli kitaplar olup bunların lafzıyla mânâsı atbaşı gider, faydası da geneldir. Kitap yazanlar da, yazdıkları kitaplara nazaran iki gruptur:
Birinci gruptakilerin ilimde tam bir melekesi, yeterli bir dirayeti, güvenilir tecrübesi, derin bir sezgisi, kuvvetli bir kavrayışı vardır. Bunların eserleri güçlü bir basiret, yetkin bir fikir, dosdoğru bir görüşün meyvesi olup kuvvetli mânâlarla zarif lafızları birleştirmiştir. Böylesi eserlerden hiçbir âlim müstağni kalamaz. Fikirlerin neticeleri herhangi bir sınırda durmaz, her âlimin ve öğrencinin bir nasibi vardır. Böyle alimler ilimlerinin zekatı olarak, dünyada bir yâd-ı cemil bırakmak, ahirette de büyük bir ecir kazanmak üzere bu yazdıklarıyla insanlara ihsan eder, aynen Allah'ın kendilerine ihsanda bulunduğu gibi.
İkinci grupta bulunan âlimlerin keskin zihinleri, tatlı ibareleri vardır; çeşitli faydalar içeren güzel kitaplar da yazmışlardır. Ancak böyle alimler, yazdıklarını inşa edip bir bütün oluşturmada, yani telif ve nazmda çok üstün değildirler. Bu eserlerden yolun başında ve ortasında bulunanlar istifade eder ve bu âlimler de hizmetlerinden dolayı övülür ve takdir edilir.
6. Okuduğu ilmi doğru yolu gösterici, güvenilir ve olgun bir hocayla beraber okumalı, öğrenci kendine güvenerek tek başına okumamalıdır. Nitekim ilim satırlarda (kitaplarda) değil, sadırlarda (insanların kalplerinde)dir. Mesela İbn Sina, o delici zihnine, ifrat derecedeki büyük zekâsına rağmen kendine dayanıp zihnine güvendi de birçok yanlışlıklar yapmaktan kurtulamadı.
Olgun ve kemâl sahibi üstad öğrenciyi o ilim için en uygun bir biçimde hazırlamalı, ilme yeni başlayanın meseleleri ve hükümleri kavramasını amaçlamalıdır. Eğer ilim deliller getirilen cinsten ise konuları delillerle ispatlamalıdır. Şayet varsa şüpheleri zikredip bunları cevaplamak ise orta seviyede olup o ilmi kendinde tahakkuk etirmiş olanlar için gereklidir.
7. Öğrenci konusunu akranıyla ve bilgili arkadaşlarıyla müzakere etmelidir; böylece o konunun iyice yerleşmesi ve gerektiğinde onların yardımcı olmaları mümkün olur. Bunu yaparken amaç bilgisini gösterip büyüklük taslamak değil, gerçekten yararlanmak ve başkasını yararlandırmak olmalıdır.
8. Herhangi bir ilmi öğrenen kişi o ilmi boynuna bir emanet olarak almış olur. Bunu ihmal ederek ve saklayarak zâyi etmemelidir. Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Kim faydalı bir ilim öğrenir de onu saklarsa, kıyamet günü Allah (c.c) ona ateşten bir gem takar." Ayrıca o ilme ehil olmayanlara sunarak değerini de düşürmemelidir. İlk peygamberlik dönemine ait sözlerden biri de şudur: "İncileri domuzların boyunlarına takmayınız!" Yani ilmi ehil olmayanlara saçmayınız demektir. İlim sahibi, çalışıp düşünerek kendisinden öncekilerin değinmediği yeni bilgilere ulaşmışsa, aynen önceki nesillerin yaptığı gibi bunları, daha sonra gelecek nesillerin istifadesi için kitaplara kaydetmelidir. Allah'ın ihsanı sınırsızdır, bir noktada durmaz.
İlim talebesi, ilim sahiplerine sui zan etmemeli, âlimlere karşı yakışıksız davranışlarda bulunmamalıdır.
9. Herhangi bir ilimde, artık daha fazlasını öğrenmenin mümkün olmadığı bir dereceye ulaşıldığı düşünülmemelidir. Bu, mahrumiyeti gerektiren bir cehaletten ibarettir -ki bundan Allah'a sığınırız.- Âlimlerin Efendisi ve Nebilerin sonuncusu şöyle buyurdu: "İlmimi artırmadığım bir sabahta benim için bereket yoktur." Allah Teâlâ şöyle buyurarak O'na yol göstermiştir: "De ki: Rabbim ilmimi artır!" Ayrıca Cenab-ı Hak: "Her ilim sahibinin üstünde bir alim vardır."
10. Bilinmelidir ki her ilmin, aşılmaması gereken bir sınırı vardır. Mesela nahiv ilminde burhanî deliller getirmek, heyet (astronomi) ilminde de cedelle yetinmek yanlıştır.
11. Bir ilmi başka bir ilimle karıştırarak öğrenmek yanlıştır; böyle yapmak karıştırmaya sebep olur. Büyük hekim Galenos bu sebeple birçok hataya düşmüştür.
12. Üstadın, hocanın kad ü kıymeti bilinmelidir. O bir babadır. Büyük İskender'e, hocasına niçin babasından daha çok hürmet ettiği sorulduğunda şöyle cevap verdi: "Babam benim fenâ âlemine gelmeme sebep oldu, hocam ise bekâ âlemine giden yolu bana gösterdi." İlim yolunda beraber ders görülen ders arkadaşı kardeş, öğrenci de oğuldur. Herbirinin gözetilmesi gereken bir hakkı vardır.
Bilmiş ol ki her bir güzel şeyin bir engeli, ilmin ise birçok engelleri bulunmaktadır. Bunlardan birisi gelecek zamana güvenmek, ileride yapacağı çalışmalara bel bağlamaktır. Halbuki insan bilmez ki elindeki fırsatı ya kullanır, ya da kaçırır. Kaçırdığı takdirde de bunun bir telafisi yoktur. Çünkü dünyevî meşgaleler gün geçtikçe daha da artar.
İlim elde etmenin engellerinden birisi de zekâsına güvenmek, nasıl olsa istediği vakit kısa sürede çok ilim elde edebileceğini düşünmektir. Halbuki meşgaleler ve engeller bu vaktin gelmesini daima geciktirir. Nice zeki insanlar bu sebeple ilim sahibi olamamıştır.
Bir başka engel de bir ilmi yeterince öğrenmeden diğerine geçmek, bir kitabı bitirmeden başkasına başlamaktır. Böyle yapmak yaptığını yıkmaya benzer. Bir diğer engel servet, dünyalık ve makam arzusu, dünyevî zevklere düşkünlüktür. İlim başka bir şeyle bir arada talep edilmeyi veya başka bir şeye bağımlı olmayı kabul etmeyecek derecede üstün ve şereflidir. Kişi kendini tamamen ilme vermedikçe ilim bir kısmını bile ona vermez.
Başka bir engel ilimle meşgul olamayacak kadar maddî bakımdan sıkıntılı olmaktır.
Bilinmelidir ki ilmin etrafa saçılan güzel bir kokusu, doğru yola sevkeden bir nuru, sahibinin üzerinde parlayan bir aydınlığı vardır. Misk taşıyan kişinin üzerindeki güzel koku nasıl gizli kalmazsa ilim ehli de seçkin kişiler nazarında yüksek mevki sahibi, akıl sahipleri yanında sevilen, kalpler tarafından sözleri ve işleri kabul edilen insandır.