İnsan, mahlûkâtın en değerli, en şerefli, en üstün[1] ve en mükemmel olanıdır[2]. Bu değer, şeref ve üstünlük onun; akıl[3], fikir[4] ve irade ile donatılması; okuma, yazma, öğrenme, konuşma, düşünme ve anlama; iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan, hayrı şerden ayırabilecek yeteneğe sahip olması,[5] ilâhi emaneti / sorumluluğu yüklenmesi,[6] yer yüzünde halife[7] yapılması, ve irade sahibi olması ve ilâhî tekliflere muhatap kılınması sebebiyledir.[8]
İnsanın bu üstünlüğü onun maddî ve fizîkî yapısı ile değil manevî ve rûhî yapısı ile ilgilidir. Bu konuda insanların bedensel ve zihinsel açıdan sağlıklı veya engelli oluşları hiç önemli değildir, her insan saygındır.
Yaratılış bağlamında: Kur'ân'da yaratılış safhaları en detaylı anlatılan yaratık insandır. Kur'ân'da hem ilk insanın yaratılış seyri, hem de diğer insanların nasıl yaratıldıkları konusunda detaylı bilgi verilmektedir. Bu, insana verilen değeri ifade eder. Her şeyi en güzel biçimde yaratan Allah[10], ilk insanı yaratıp ona en güzel biçimi verdiği gibi,[11] her insanı da en güzel ve en mükemmel şekilde yaratmıştır.[12] Gerçekten yaratılanların en güzeli insandır. Tîn suresinde geçen "ahsen-i takvîm" ifadesi, insanın maddî ve manevî her türlü güzelliğini ifade eder. Boyunun düzgünlüğünü, endamının eşsizliğini, sûretinin güzel, mîzacının mûtedil; akıl, irfan ve düşünce sahibi, konuşan, yazan ve sanat kabiliyeti olan bir varlık oluşunu ifade eder.
E r z u r u m l u İbrahim Hakkı, Marifetnâme adlı eserinde, "İnsan bedeni küçük âlem, ruhu ise büyük âlemdir. Âlemde yaratılan her şeyin benzeri insan vücudunda mevcuttur. İnsanın cismi ve canı bütün âlemin bir nüshasıdır" demiştir.
İnsanların muhâkeme, anlama, öğrenme, ezberleme, konuşma, dinleme ve görme yetileri de birer ilâhî nimettir. Bütün insanları yaratan ve onlara rızık veren Allah'tır. Bu açıdan îmânlı veya îmânsız, itâatkâr veya isyankâr, sağlıklı veya engelli herkes, insan olması hasebiyle Allah katında eşittir, değerlidir. İnsan inancı ve ameli ile ayrıca değer kazanır. Haklar bağlamında eşit olmasına rağmen îman ve amel yönünden insanlar farklı değerlere sahiptirler. İnsanlar, bu değerlerini îman ve itâatle devam ettirirler veya küfür, şirk (Allah'a ortak koşmak), nifâk (iki yüzlülük) ve isyân ile kaybederler: "Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik"(29), "Şüphesiz Allah katında yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü akıllarını kullanmayan (gerçeğe kulak vermeyen) sağırlar, (gerçeği konuşmayan) dilsizlerdir"[30] ve "Şüphesiz Allah katında yeryüzünde yürüyen canlıların en kötüsü, inkâr edenlerdir, artık onlar îmân etmezler" [31] anlamındaki âyetler bu gerçeğe işaret etmektedir. Dolayısıyla, Allah insanları îman, sâlih amel, güzel ahlâk, ibadet ve itâatleri veya inkâr, şirk, nifâk, isyan ve kötü davranışları, takva veya zulüm sahibi olup olmamaları açısından değerlendirir; onları ırkları, renkleri, cinsiyetleri, dilleri, nesepleri, fizyolojik yapıları, yaratılışları, engelli veya sağlıklı oluşları yahut servetleri açısından değerlendirmez. "Allah katında en üstün, olanınız en muttakî olanınızdır"[32] anlamındaki âyet ile "Allah sizin sûretlerinize ve servetlerinize bakmaz. Fakat kalplerinize (îman veya inkâr halinize) ve amellerinize bakar"[33] anlamındaki hadis, bu gerçeği ifade etmektedir.
İbn Abbas, "Sonra o gün mutlaka nimetlerden sorulacaksınız!"[6] ayetindeki nimetin, bedenlerin, kulakların ve gözlerin sıhhati anlamına geldiğini ve Yüce Allah'ın -çok iyi bildiği halde- kullarına bunları nerelerde kullandıklarını soracağını belirtir ve şu âyeti zikreder: "(Bilmediğin şeyin ardına düşme!) Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorulacaktır!"
Şüphesiz ilahî adalet gereği, herkes gücünün yettiğinden ve sadece kendisine verilenden sorulacaktır.[8] Yaratıcı, şükredenlerle sabredenleri ayırt etmek üzere gerek verdiği nimetlerle ve gerekse vermedikleriyle kullarını sınar. Bunun bir imtihan olduğuna inanan mü'min, verilene şükretmek, alınana ise sabretmek suretiyle iki durumda da sınavı kazanma imkanına sahiptir.[9] Allah'ın seçtiği peygamberlerden biri olan Eyyûb (a.s)'ın uzun süre yaşadığı, sabır ve dualar sonucunda ilâhî rahmetle giderilen dert, bunun tipik bir örneğini oluşturur.
"Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık",[34] "Allah size şekil verdi ve şeklinizi en güzel yaptı",[35] "O Allah yarattığı her şeyi güzel yapandır",[36] "Sonra insanı şekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme, görme ve idrâk organları yarattı"[37] ve "Biz insana iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi"[38] anlamındaki âyetler Allah'ın insanları en güzel ve en mükemmel biçimde yarattığını ifade etmektedir.
Kur'ân'da görme, işitme, konuşma, ortopedik ve zihinsel engelliler ile hastalıktan söz edilmektedir (a'mâ (çoğulu umy), ekmeh, esam (çoğulu sum), ebkem (çoğulu, bükm), a'rac, ebras, merîd, sefîh ve mecnun). Hastalık, işitme, görme, konuşma ve anlama engelliliği ile ilgili âyetlerin büyük çoğunluğu mecâzi anlamdadır. Fiziksel anlamda engellilik ve hastalık ile ilgili âyetlerin sayısı çok azdır.
Kaynak: Engelliler Sempozyumu'ndan…(İsmail Karagöz- Öğretim Görevlisi konuşma notlarından derlenmiştir)