İslami ilimlerde niyet kavramına genel olarak nasıl bakılıyor?
Bilindiği gibi İslami ilimler genel olarak Kur’an ve Hadis etrafında teşekkül etmişlerdir. Diğer konularda olduğu gibi niyetin anlaşılması konusunda Kur’an ve hadis merkezi bir yer işgal etmektedir. Kur’an-ı Kerim’de her ne kadar niyet kelimesinin kendisi geçmese de niyet ile ilişkili olarak “şâkile” (İsrâ 17/84), “muhlisîne” (Beyyine 98/5; Zümer 39/2-3; Â’râf 7/29), “irade, İbadetleri sadece Allah rızası için yapmak” (Kehf 18/110) gibi kelimelerle niyete göndermede bulunmaktadır. Hadis külliyatına bakıldığında niyet kelimesinin anlaşılmasına zemin hazırlayan birçok hadis vardır. Özellikle ‘Niyet Hadisi’ olarak meşhur olan hadisi burada zikretmek gerekmektedir. İslam düşünürleri hem hadis şerh kitaplarında hem de niyet veya niyete ilişkin konularda sürekli olarak bu hadise göndermede bulunmuşlardır. Hadis her ne kadar Mekke’den Medine’ye kadın için hicret eden bir sahabe için söylenmişse de bütün bilinçli eylemlerle ilişkilendirilerek anlamlandırılmıştır.
İslami ilimler niyetin sahip olduğu anlam zenginliklerinden yola çıkarak kendi disiplinlerine uygun olan manalardan birini ön plana çıkarmıştır. Ancak bu diğer anlamların göz ardı edildiği anlamına gelmemektedir. Örneğin fıkıh niyetin temyiz yani ayırt edici anlamını ön plana çıkarırken, gaye anlamına da dikkat etmişlerdir. Mezkûr disipline göre niyet, ibadetleri günlük davranışlardan ayırt etmenin yanı sıra ibadetleri de kendi içerisinde yani farzı sünnetten, öğle namazını ikindiden ayırt etme işlevi görmektedir. Tasavvuf ehli ise niyetin gaye anlamını ön plana çıkartmışır. Onlara göre bizi eyleme sevk eden her ne ise o kişinin niyeti olmaktadır. Bununla ilişkili olarak tasavvuf ilminde eyleme sevk eden saiklerin tek olması anlamında ihlasa özel bir önem verilmektedir. Ancak şunu eklemek gerekir iki disipline göre de niyet bilinçli eyleme ilişkin olmakta ve günlük davranışları ibadetlere dönüştüren bir aralık olarak nitelendirilmiştir. Konuyla ilişkili olarak kelam alimleri ise bilindiği gibi her şeyin yaratıcısının Allah olduğunu ve adaleti gereği kimseye zulmetmeyeceğini ifade etmişlerdir. İnsanın eylemlerinden sorumlu olabilmesi için eylemde bir tasarrufunun olması gerektiğini vurgulamışlardır. İşte niyet, kişinin Allah tarafından yaratılan eylem sürecine aktif katılarak eylemlerin sorumluluğunu üstlenme işlevini görmektedir. Aslında burada Cebriyye ekolünü diğerlerinden ayırt etmek gerekir. Bilindiği gibi Cebriyye ekolüne göre insan iradesi söz konusu olmadığı için insanın eylemler üzerindeki tasarrufundan bahsedilemez. Dolayısıyla niyet de diğer eylemler gibi insana mecaz yoluyla isnat edilmektedir. Mu’tezile’ye göre niyet, eylem öncesi veya eylem sürecinde kişinin sahip olduğu çoklu imkânı teke indirme süreci olmaktadır. Eş’ariyye ve Maturudiyye ekollerinde niyet, geliştirdikleri kesb teorisinde anlam bulmaktadır. İlkine göre niyet, kişinin Allah tarafından yaratılmış olanı kendisine mal etme süreci olurken, diğerine göre ise niyet, kişinin bilinçli olarak var olan seçeneklerden birini tercih ederek kararlı bir şekilde eyleme yönelimini ifade etmektedir. İslam felsefesinde ise bir özne olarak kişinin neden ahlaki olarak eylemlerinden sorumlu olması gerektiği sorusunda anlam kazanmıştır. İslam felsefecilerine göre kişi tümel iradesini niyet ile tikel hale getirerek eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmiş olmaktadır.
Gazzâlî’nin İslam düşüncesinde önemli bir yeri olduğu bilinir. Gazzâlî’nin niyet kavramına bakışına dair neler söyleyebiliriz? Özellikle insanın irade-eylem ilişkisine Gazzâlî nasıl bakmaktadır?
Bilebildiğim kadar niyet konusunu müstakil bir risale olarak yazan ilk kişilerden biri Gazzâlî’dir. Gazzâlî her ne kadar niyet risalesine ayet ve hadislerle başlasa da konuya çok yönlü yaklaşarak konuyu işlemektedir. Bir yandan fıkhi anlamda niyet-eylem ilişkisini konu edinirken diğer yandan da tasavvufun ön plana çıkardığı gaye anlamı üzerinde durmaktadır. Bunların yanında niyet ve eylemin manevi gelişimi üzerinde tahlillerde bulunmaktadır. Ona göre bir istendik olması için sahih bir niyetin yanı sıra eylemin kendisinin de doğru olması gerekmektedir. Bunun için sadece sahih bir niyetin yanlış bir davranışı doğru yapamayacağını vurgulamaktadır. Nitekim bir ibadetin kabul olabilmesi için Allah rızasının yanı sıra ritüelin kendisinin de sünnete (Allah Resulü’nün bildirdiği şekline) uygun olması gerekir. Bunun için ibadetlerin sıhhati ve sevapların niyet ile değişebildiğini ancak masiyetlerin (günahların) durumunun yalnız niyet ile değişemeyeceğine dikkat çekmektedir. Ayrıca bilinçli bir eylemin bir veya birden fazla gaye ile yapılacağını belirtmektedir. Ona göre her ne kadar bütün eylemler sadece Allah rızası için (ihlâs) yapılması gerekirse de bunun yüzde yüz imkânsız olduğuna dikkat çekmektedir. Çünkü sadece ihlasla ibadet edebilmek için yüzde yüz temiz bir yaratılışa ve doğru eğitime gereksinim duyulmaktadır. Hâlbuki peygamberler ve veliler dışındakiler bu iki konudan birinde mutlaka bir eksikliğe sahiptir. O halde ibadetlerin yarısından çoğu ihlaslı olduğunda yeterli olabileceğini belirtmektedir. Ancak bu oran değiştikçe ibadetlerden alınan sevap da değişiklik göstermektedir. Nitekim niyete bağlı olarak aynı davranışları sergileyen bir peygamberin kazandığı sevap ile sıradan bir adamın mükâfatı farklı olacaktır. Son olarak ‘Müminin niyeti amelinden hayırlıdır’ hadisini tahlil ederken niyetin davranışlarla kıyaslandığında kişinin manevi gelişimi (kalp) üzerinde daha etkili olduğuna dikkat çekmektedir. Bu da kendisinin düşüncesinde niyetin önemine işaret etmektedir. Nihayetinden Gazzâlî’nin düşüncesinde niyet gaye ve eylemlere yönelmek anlamlarının belirginleştiği söylenebilir. Nitekim kendisi, kişinin eylemlere bir gaye ile yönelerek eylemlerin sorumluluğunu üstlendiğini vurgulamaktadır.
İrade eylem ilişkisine bakıldığında ise Gazzâlî orijinal ve çağdaş felsefî antropolojinin kabul ettiği şekilde insanın yaratılış itibari ile özgür irade sahibi olduğunu belirtmektedir. İnsanın özgür iradesi gaye tayin etme ve gayelerine ulaşmak için eylemlere yönelme olmak üzere iki yönlüdür. İnsanın bilinçli eylemlerinin en azından bir gayeye ulaşmak için yapıldığını vurgulamaktadır. Gayeleri de kendi içerisinde tek bir gaye ile yapılan ve birden fazla gaye ile yapılanlar olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Bunlardan ilkini ihlas olarak nitelendirirken diğerlerini ise mutabakat, müşareke ve muavenet olarak isimlendirmiştir. Mutabakat, her biri tek başına yeterli olan amaçların bir araya gelmesi sonucunda gerçekleşen eylemlerdir. Müşareke ise tek başına yeterli olmayan gayelerin bir araya gelmesi sonucu oluşan bilinçli eylemlerdir. Son olarak muavenet, tek bir amacın eylemin gerçekleşmesi için yeterli olmasına rağmen, diğer gaye/gayelerin de eylemin gerçekleşmesi için kolaylaştırıcı olarak katkıda bulunduğu eylemlerdir. Ona göre kişi amaçlarına ulaşmak için var olan seçenekler arasında bir eylemi tercih ederek, eylemin sorumluluğunu üstlenmektedir. Ancak tercihin kendisi bir anda olmamakta belirli bir zihinsel süreç takip edilmektedir. Bu süreç kalbe bir şeyin doğması anlamında havâtır, ikinci aşamada kalbe doğan şeye karşı bir eğilimin oluştuğu meyl-i tabiî aşamadır. Üçüncü aşama olan hüküm aşamasında ise kişi öncelikle zihinsel tasavvur ettiği sonrasında doğası gereği ona karşı ilgi ve arzularının sonucunda eylemin gerçekleşmesine karar vermektedir. Bu aşamada eyleme kesin karar verilmediğinden dolayı i’tikâd olarak isimlendirilmektedir. Eylemin gerçekleşmesi için kesin karara ihtiyaç duyulmaktadır. İşte niyet ile kişi kesin karar vererek eyleme yönelmektedir. İlk iki aşama ihtiyar dahilinde olmadığından dolayı insanlar sorumlu olmazlar. Üçüncü aşamada ise insan eylemi düşünme taşınma sonucunda verdiyse eyleminden sorumluyken, gelişi güzel verdiyse sorumlu değildir. Son aşamada ise niyet ile kararlı bir şekilde eylemlere yöneldiğinden dolayı eylemlerinden sorumlu olmaktadır.
Gazzâlî’nin niyet ile gaye, sorumluluk, ibadet ve ihlas ilişkisine dair düşüncelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gazzâlî, az önce ifade ettiğim gibi bilinçli eylemlerin en azından bir gayeye ulaşmak için yapıldığını ifade etmektedir. Burada gaye, eylemin değerini doğrudan tayin etmektedir. Allah rızası için yapılmayan eylemlerin Allah katında değeri olmadığını sürekli vurgulamaktadır. Bunun için kişinin gayesinin bu olduğunu söyler. Allah rızası esas olmakla beraber eylemlerini gerçekleştirirken kişi niyetini çeşitlendirerek bir eylemden birden çok sevap kazanabilir. Örneğin camiye; itikaf, kötülüklerden korunmak, namaz kılmak, Allah’ı zikretmek vb. niyetlerle gidilerek tek bir eylemden birden fazla eylemin sevabı kazanılabilir.
Gazzâlî’ye göre insan akıllı bir varlık olduğundan dolayı Allah tarafından ‘muhatap’ alınmış ve kendisine bahşedilen özgür iradeyle de ‘mükellef’ bir varlık haline gelmiştir. İnsanın başta yaratıcısı olmak üzere, kendisi ve çevresine karşı sorumlu bir varlıktır. Onun gerek yaratıcı karşısında gerekse yaşadığı topluma karşı sorumlu kılan eylem sürecinde aktif olarak rol oynamasına imkân sağlayan niyetidir. Az önce belirttiğimiz gibi insan kendisine amaç belirleme ve söz konusu amaçlarına ulaşmak için eylemlere yönelme imkânına sahip olduğundan dolayı eylemlerin sorumluluğunu üstlenmektedir. Bunun için Gazzâlî insanın niyetine göre ahirette ödüllendirileceği veya cezalandırılacağını vurgulamaktadır.
İbadetlerin kabul olması için sahih bir niyete ihtiyaç duyulduğunu belirten Gazzâlî, niyetin tek başına kötü eylemleri temize çıkaramayacağını vurgulamaktadır. Aslında insanı ruh ve bedenden müteşekkil bir varlık olarak telakki etmenin doğal sonucu olarak Gazzâlî, bilinçli bir eylemi zihinsel süreç ve eylemin açığa çıkması (davranışa dönüşmesi) olarak değerlendirmektedir. Allah katında bir ibadetin makbul olması için kendisine göre ikisinin de istendik/sahih olması gerekmektedir. Ayrıca sahih bir niyetle günlük adetlerin ibadete dönüştürülebileceğini de eklemektedir. Buna göre kişi niyetiyle bütün yaşantısını ibadete dönüştürme imkânına sahip olmaktadır. Bunun için bütün yaşantısını sürekli Allah rızasını gözeterek yapması gerekmektedir. Böylece insan, gayenin tek olması anlamında ihlasla bütün yaşantısını ibadete dönüştürme fırsatına sahip olmaktadır. Aslında insanın yaratılış gayesinin bu olduğunu, bunu gerçekleştirebilecek bir potansiyele sahip olduğunu da vurgulamaktadır. Ancak bunun öyle kolay bir şey olmadığını da eklemektedir.
Çalışmanızda, Gazzâlî’de niyetin eğitilebilirliği dikkat çekici… Gazzâlî’nin bu yaklaşımında niyetin eğitimine dair neler var?
Öncelikle düşünürümüz niyetin insan iradesinde olmadığını açıkça ifade etmektedir. Ancak burada niyetten neyi kastettiğinin iyi bir şekilde ortaya konulması gerekmektedir. Bilindiği gibi İslam düşüncesinde niyet sevk eden ve yönelmek anlamlarına gelmektedir. İnsanın iradesi dahilinde olup olmadığı tartışılan konu ise sevk eden anlamındaki niyete ilişkindir. Gazzâlî insanın bilinçli eylemlerinin en azından bir gaye ile gerçekleştiğini belirtmekle birlikte, mutlak ihlasın yani sadece Allah rızası için eylemde bulunmanın Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamber ve velilere has olduğunu vurgulamaktadır. Ona göre ihlas kişinin gönlünün sadece Allah rızası ile dolu olarak eyleme yönelmesi anlamına gelmektedir. Kendisinin ifadesi ile ihlasın anlaşılması çok zor, onunla ibadet edilmesi ise daha da zor. Nitekim kendilerine bu nimet lütfedilen ‘sıddıkîn’ olarak nitelendirilen kişilere has bir özelliktir. Bu insanların en önemli özellikleri de sürekli bu hal üzerine olmalarıdır. Bunlar dışındakiler kendi çabaları ve Allah’ın rızası ile bazen buna ulaşabilirken bazen de kendilerinde bulunan bir eksiklikten dolayı ulaşamamaktadırlar. Burada vurgulanan kişinin kendi çabasıyla ihlaslı eylemlere ulaşamayacağı böyle bir düşüncenin kendisinin de ihlasın kendisi ile çeliştiğini vurgulamaya yöneliktir. Ayrıca eylemlere kaynaklık eden eğilimler en azından başlangıcı itibariyle insanın kontrolünde değildir. Çünkü insan onları yoktan var etme kudretinden yoksundur. Ancak süreç içerisinde eğilimleri kuvvetlendirme, bastırma veya farklı yönlere kanalize etme gücüne sahiptir. Gazzâlî’nin örneği ile ifade edilirse, şehvet duygusu kişinin yaratılışında vardır, ancak kişi oruç gibi bir metotla bunu bastırabileceği gibi gayrı meşru bir yolda da kullanabilir. Bunların yanı sıra kişi bu eğilimini iki seçeneğin dışında evlilik gibi meşru bir yönde de kullanabilir. O halde düşünürümüz, ‘niyetler kişinin ihtiyarında değildir’ derken niyetin kendisi değil ona kaynaklık eden eğilimleri kastetmektedir. Özellikle kişinin ihtiyarında olmayan ihlas anlamındaki niyeti vurgulamaktadır. Az önce ifade ettiğimiz gibi Allah’ın vehbî bir bilgi olarak bahşettiği belirli kişilere has bir özelliktir. Nitekim verilen örneklere bakıldığında ihlasın bir anlık olduğu ve kişinin eylemin üzerinde düşünmediği, bunun için eylemi gerçekleştirmenin ihlaslı olup olmadığı konusunda karar verilemediği yani tereddüt halinde oldukları durumlar olduğu görülmektedir.
İnsanlar niyetlerinden sorumlu olduğuna göre eğitilmeye ihtiyaç duyulmaktadır. Nitekim tasavvuf ehlinin niyetin eğitimine özel önem verdiği bilinmektedir. Gazzâlî de genel olarak insanın, özel olarak da niyetin eğitilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bir adım daha ileri giderek niyetin özel bir hali olan ihlası herkesin öğrenmesi gereken farz-ı ayn ilimler arasında saymaktadır. Bu konuda, ‘niyetin hakikatini ve onun amelin ruhu olduğunu bilen kişi, ruhsuz amellerle kendisini zahmete sokmaz’ diyerek kişinin öncelikle bu konuda eğitilmesinin bir zorunluluk olduğunu ifade etmektedir.
İnsanı bir bütün olarak ele alan Gazzâlî, insanın eğitiminin, dolayısıyla niyet eğitiminin de bir bütün olarak ele alınması gerektiğini ifade etmektedir. Düşünürümüze göre niyet eğitiminde nihai amaç gayenin tek olması anlamında ihlastır. İhlasın gerçekleştiği yer kalp ve kalp de bir insanda anlam bulmaktadır. Buna göre niyet eğitiminin nihai hedefi olan ihlasa ulaşmak için genel olarak insanın, özel olarak kalbin eğitilmesi gerekmektedir. Son olarak niyet eğitimi ile kişinin ihlasla Allah’ın bildirdiği eyleme yönelmesi hedeflenmektedir.
Gazzâlî, eğitilebilmesi için öncelikle insanın tanınması gerektiğini ifade ederek, eğitimin kişisel özelliklerine bağlı olduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca buna her hadisenin kendine özgü oluşunu ekleyerek eğitimde değişik metotların izlenilmesi gerektiğini belirtmektedir. Öncelikle erken yaşlardan itibaren kendi çevresinden yapmacık hareketlerin etkisinde kalan insanın ihlasa engel olan riyadan kaçınamayacağını belirtmektedir. Buna göre niyet eğitimi onun düşüncesinde riyadan arınma süreci olmaktadır. Bu süreç kişilerin özelliklerine göre farklılık arz etmektedir. Çünkü insanların eğitilme istidatları kalıtım ve çevreye bağlı olarak farklılık göstermektedir. Bir kısmı herhangi bir dış etkiye ihtiyaç duymaksızın öğrenebilirken, ikinciler zorunlu olarak bir eğitimciye ve dolasıyla dış etkiye ihtiyaç duymaktadır. Son grupta olanlar ise her türlü etkiye kapalı olduklarını ve tamamen eğitimi reddettiklerini söylemektedir. Buna göre insanlar farklı yapıda olduklarından dolayı genel olarak eğitimde, özel olarak niyet eğitiminde farklı metotların izlenilmesi gerekmektedir.
Kalp Allah’a itaatin merkezi olduğu gibi, tam aksine şehvet ve isyanın da merkezi konumundadır. Ayrıca zahiri ibadetlerin kabul olması için temizlik bir şart olduğu gibi aynı şekilde batıni ibadetler için de kalbin kötü davranışlardan arındırılması bir zorunluluk olarak görülmektedir. Bunun için kalbin eğitilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Düşünürümüze göre kalbin eğitimi riyazet ve mücahede ile olmaktadır. Riyazet ile kalbin yeni kötü alışkanlıklar kazanmasına engel olunurken, mücahede ile var olan kötü alışkanlardan arındırılmış olmaktadır. Ayrıca Gazzâlî, tekellüfle yapılan eylemlerin zamanla adet haline gelerek kalbin halini etkilediğini vurgulamaktadır. Kalp kazandığı yeni haliyle eylemin daha istekli ve kolay bir şekilde yerine getirilmesini sağlar. Böylece kalp ve bedenin birbirini sürekli etkilediğini vurgulayarak bunun yaşam boyu sürdüğünü ifade ederek birlikte eğitilmesi gerektiğine işaret etmektedir.
Gazzâlî, nasıl ki ibadetin sıhhati için niyet bir şart ise sahih bir niyet için ihlasın şart olduğunu vurgulayarak niyet eğitiminde nihai amacın ihlas olduğunu belirtmektedir. Söz konusu gayeye ulaşmanın kolay olmadığına dikkat çeken düşünürümüz bunun için bilgi ve bilginin eyleme geçirilmesi anlamında olan amel aşamalarını önermektedir. Bunlardan ilki kişinin zihnen eğitimi iken diğeri de kalbin eğitimine ilişkin olmaktadır. Kişinin bilmediği bir şeyi uygulayamayacağından yola çıkarak öncelikle ihlasa ilişkin yeterli bir bilgiye ihtiyaç duyulduğunu söylemektedir. Gazzâlî, eyleme ilişkin şimdi veya gelecekte bir fayda veya bir zarardan kaçınma eyleme olan arzusunu oluşturduğundan yola çıkarak, ihlasın kişi için yararları veya olmadığı durumlarda da zararlarından bahsedilerek kişinin eğitilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Bunun için kişinin sürekli zikir ile kalbini temizleyerek ihlas için hazırlanması, ilim ile zihnini sahih ve doğru bilgi doldurarak söz konusu amelin gerçekleşebilmesi için gerekli şartları hazırlaması gerekmektedir. Kişi ihlasa ilişkin gerekli bilgileri öğrendikten sonra ihlaslı davranabilmek için sabırla ihlasın kendisinde bir meleke halini alana kadar sürekli bir çaba göstermesi beklenmektedir. Bunların yanı sıra kişinin ihlaslı davranmasına mâni olan riya gibi engellerden de kalbin temizlenmesi gerekmektedir. Gazzâlî riyanın marifet, kerahet ve sakınma ile önlenebileceğini belirtmektedir. Marifet, riyanın zararlarını bilmek, kerahet riyadan hoşlanmamak ve sakınma ise riyadan uzak durmak anlamına gelmektedir. Son olarak, bir eylemin sahih olması için ihlasın tek başına yeterli olmadığını, bunun için doğru davranışa ihtiyaç duyulduğunu vurgulamaktadır. Bu eylemler de Allah’ın bildirdiği ve Resulü’nün gösterdiği şekilde olmalıdır. O halde düşünürümüze göre niyet eğitiminin gayenin yanında doğru eylemde bulunmayı da kapsadığı söylenebilir.