İnsanlığı Hayra Çağırmak

Belgeseller sayesinde hayvanlar âlemi hakkında ciddi anlamda bilgi sahibi oluyoruz. Görüyoruz ki hayvan dediğimiz mahlûkların bile kendi içlerinde kuralları, kanunları var. Bu kurallara her birey bir şekilde uyuyor, bozgunculuk yapanlar ise cezalandırılıyor. Şu bir gerçek ki toplu yaşam mutlaka kuralları, kanunları, uyulması gereken prensipleri mecburi kılmakta… İnsanoğlu ise sosyalitesi en yüksek olan, toplu yaşama en fazla ihtiyaç hisseden bir varlık. Toplu yaşam ise birbirimize karşı görevleri sorumlulukları beraberinde getiriyor. Bu sorumluluklar kimi zaman gelenek ve görenekler adı altında, kimi zaman ahlakî erdemler olarak toplum içinde yaşamını koruyup devam ettirirken, kimi zaman ise uyulması farz, vacip kurallar şeklinde yasalara anayasalara dönüşüyor. Uymayanlara şiddetli cezalar uygulanıyor ve hatta bu cezaların şiddeti müebbet hapis, idam gibi en ağır cezalara dönüşebiliyor. Ve akıl, mantık, toplumun vicdanı bu cezaları yadırgamıyor. Çünkü bu cezaların ve kuralların amacı toplum içinde yaşayan bireylerin birbirlerinin haklarına saygılı olarak, huzur ve barış içinde yaşamalarını sağlamak. Yani açıkçası birlikte yaşamın, farzları, sünnetleri, müstahapları, mubahları var ve olmak zorunda. Toplumun düzenini korumak için kuralların konması ve uymayanlara ceza uygulanması tarihin her döneminde olmuş ve olmaya devam ediyor. Bu anlamda ilahî yasalar olmasa da beşerî yasalardan kaçamıyoruz. Bazı sorumluluklar devlet güvencesi altında yasalarla, kanunlarla korunurken, bazı sorumlulukların korunması da cezası da vicdanlarda geçekleşmekte… İşte bu sorumluluklara sahip çıktığımız, onlardan vazgeçmediğimiz ve onlar için zaman ve emek harcadığımız müddetçe, insan ilişkileri ve dolayısıyla dünya hayatı güzelleşir ve yaşanır hale gelir. Anne baba haklarını, akraba, arkadaş, komşuluk ilişkilerini hep bu minvalde değerlendirebiliriz. İşte ne zaman ki bu sorumluluklarımızdan vazgeçer, ne zaman ki “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın.” demeye başlarsak günümüzde olduğu gibi o andan itibaren dünya hayatı da çekilmez olur. Mademki sosyal varlıklarız sosyal sorumluluklarımızdan vazgeçemeyiz. İslam dini bunu “emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i ani’l münker” adı altıda zorunlu görevler haline getirmiş. “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âl-i İmrân, 3/104) Evet, İnsanlar arasında iyiye çağırma, kötülüklerden sakındırma sorumluluğumuz var ve olmalıdır da... Bir apartmanın bir katında çıkan yangını benim dairem yanmıyor diye söndürmezsen merak etme yangın senin dairene de gelir. Komşu çocuğunu birileri madde bağımlısı yaparken görür de engel olmazsan yine merak etme senin çocuğunu da bağımlı yaparlar… Kız çocukları kötü yollara sürüklenirken ses çıkarmaz hatta sen de bu şeytanî planları uygulayanların aletlerinden olursan senin kızın, ailen ve yakınların da bir gün aynı oyunun kurbanlarından olur. Sosyal sorumluluklar böyledir; görmezden gelerek, ihmal ederek, tembellik ederek görevleri üzerinden atarsan, sokağa dökülen çöplerin kokusunun bir gün tüm mahalleyi sarması gibi çevreye yayılan kötülükler de bir gün gelip seni bulur, bundan şüphen olmasın. İşte bu nedenledir ki bizleri yaratan ve çok iyi tanıyan yüce Rabbimiz, Kur’ân’la ve elçisi olan Efendimiz’in (sav) lisanıyla iyiliği emretmeyi ve bu konuda nasihatlerde bulunmayı, kötülüğü de gücümüz yeterse elimizle, yoksa dilimizle düzeltmeyi bizlere birer insanlık ve kulluk ödevleri olarak vermiştir. Bu görevlerden kaçmak öncelikli olarak sonunda zararı gelip yine bizleri bulacak olan tehlikeli bir bumerangtır, unutmamak gerekir… Mesela, Kur’ân’da bu sorumluluklarımızı hatırlatan ayetlerden birkaç tanesini paylaşalım:

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir.” (Âl-i İmrân, 3/110)

“Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler. Kötülükten men ederler, hayır işlerinde birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar salihlerdendir.” (Âl-i İmrân, 3/114)

“İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları ne kötüydü!” (Mâide, 5/79)

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 9/71)

“Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.” (Tahrîm, 66/6)

“Andolsun zamana ki insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir). (Asr Suresi)

Bu ayetlerdeki müjde ve tehditlerden anlaşılıyor ki, her müminin büyük bir önemle gündeminde olması gereken bir konudur, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak. Bu vazife her dönem ve devirde önemliydi şüphesiz ama bugün buna daha fazla ihtiyacımız olduğu ortada. Çünkü ahir zamandayız. Ahir zaman demek kıyamete en yakın zaman, yani dünyanın son demleri demek. Hatta maneviyat büyüğü birçok kişinin haklı ifadesiyle sonun da sonundayız. Hadis-i şeriflerde yaşanacağı bildirilen ahir zaman fitnelerini bire bir yaşıyoruz ve bu fitnelerin tam da ortasındayız. Bu anlamda belki de Hz. Adem’den bu yana iyiliği emredip kötülükten sakındırmak bu kadar önemli olmamıştır. Küfrün, sapık inanış ve davranışların ve özellikle insan hayatına hayvanlara verilen değerin bile layık görülmediği ve en vahşice katliamların sıradanlaştığı, tam tabirle zulmün, adaletsizliğin, merhametsizliğin tavan yaptığı bir zamandayız. Tüm İslam coğrafyası böyle bir hercümerç içinde. Ve kurtuluş için gözler sanki gökleri gözetlemekte… Fitne kör düğüm olmuş, ne Irak’ta ne Suriye’de ne Mısır’da ne Filistin’de huzur kalmıştır. Özlenen barış ve huzur günlerinin geleceği ümidi var.

Camilerimizin içi insan dolu olsa bile insanlarımızın içi istenilen evsafta iman dolu, bilgi ve şuur dolu değil. Bu zamanın belki en acı tablolarından birisi de Müslümanım diyenin cihad adı altında yine Müslümanlara yaptığı intihar saldırıları ve çoluk çocuk demeden yapılan katliamlar. Böyle bir ortamda şeytan ve avanesinin keyfine diyecek yoktur herhalde…

Bir tarafta “Bir elime Güneş’i, diğer elime Ay’ı verseniz yine de davamdan vazgeçmem.” diyen bir Peygamber, diğer yanda dünya menfaati için kişiliğinden, kimliğinden, davasından vazgeçmiş, işi gücü dünyasını imar etmek olan bir ümmet; maalesef tablo hiç iç açıcı değil… Bu bozulmaların nedenini Efendimiz (sav) bir hadis-i şerifinde şöyle haber vermişlerdir:

“Sizde iki sarhoşluk ortaya çıkmadıkça Allah tarafından gelen hak din üzere devam edersiniz: cehalet sarhoşluğu ve dünyaya aşırı düşkünlük. Siz iyiliği emreder, kötülüğe engel olur ve Allah yolunda cihad ederken içinizde dünya sevgisi oluşuverince iyiliği emretmez, kötülüğe engel olmaz ve Allah yolunda cihadı bırakırsınız. O gün Kitap ve sünnetin emirlerini yaymaya çalışanlar, Ensâr ve Muhacirlerden İslâm’a ilk giren kimseler gibidirler.” (Bezzâr, Mecmau’z Zevâid, VII, 271)

Evet, bozulmaların nedeni cehaletin verdiği sarhoşluk ve dünyaya aşırı düşkünlük... Çare, Allah yolunda hizmeti terk etmeyip iyiliği emretmeye, kötülükten sakındırmaya her şartta devam etmek. Bu hadis-i şerifin müjdesindeki Ensar ve Muhacirlerden sayılmak, bu şerefe mazhar olmak için en azından elimizden geleni yapmak inşallah.

Evet, çok zor bir zamanda yaşıyoruz ve bu zamanda emr-i bi’l ma’rûf yapmak da gerçekten kolay değil. Fakat zorluk kadar bu amellerin mükâfatının büyük olacağı da ortada… Bu durumda bize düşen çalışmak, gayret etmek ve elimizden geleni yapmaktır. Hidayet ve muvaffakiyet ise Allah’tandır. Şöyle düşünelim: Diyelim ki öldük ve Allah’ın huzurundayız. “Ey kulum! Dünyada ne ile meşgul oldun, buraya hangi amelle geldin?” diye bir soru sorulduğunda “Ya Rabbi! Dünyada yedim içtim, mal biriktirdim.” demek yerine “Ya Rabbi! Rahatımı, malımı, mülkümü senin yolunda terk etim, hayatımı senin emirlerini anlatmakla, sana kul olmaya çalışmakla geçirdim.” şeklinde bir cevap verebilmek elbette ki güzel olur. Rabbim inşallah böyle diyebilmeyi cümlemize nasip etsin.

Emr-i bi’l ma’rûfu terk etmenin tehlikesi dünya ve ahiretimizi tehlikeye sokuyor bunun farkında olmak lazım. Nitekim Allah ve Resulü, emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i ani’l münker yapmayanları şu şekilde uyarmakta: “Nefsimi kudret elinde tutan Zât’a yemin olsun, ya iyiliği yayar ve kötülüğü önlemeye çalışırsınız veya Allah’ın katından umumî bir belâ göndermesi yakındır. O zaman yalvar yakar olursunuz da duanız kabul edilmez.” (Tirmizî)

“Ey iman edenler! Sizi elem dolu bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi size? Allah’a ve Peygamberi’ne inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır.” (Saff, 61/10-11) 

Bu ayette bizleri hem acı bir azaptan kurtaracak hem de kârlı bir ticaret yaptıracak amelin Allah yolunda mal ve canla mücadele olduğunu haber veriyor. Şu gerçeğin de farkında olmak lazım ki iyiliği yayma ve kötülüğü önleme, düşmanla cihattan daha kıymetli bir ameldir; zira bu gerçeği haber veren çok hadis var…

İşte, içerisinde yer aldığımız Feyz hizmetinin en önemli gayelerinden biri de emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i ani’l münker yapmaktır. Günümüze, doğru ölçü, güvenilir ilim açısından baktığımızda tabir yerinde ise müminler tam bir karmaşa içerisinde. Bizler bu konuda Ümmet-i Muhammed’e güvenilir bir liman olma çabası içinde ciddi gayret sarf ediyoruz. İslam’ı doğru öğrenmek ve düzgün yaşamak isteyenlere rehberlik yapmak ve doğru adreslere yönlendirmek istiyoruz. Çünkü doğru yolda doğru adrese giderken düşmeler kalkmalar olağan şeylerdir… İslam böyle bir dini tarif eder; düşülür, kalkılır, tevbe edip yola devam edilir. Ama yanlış yolda, yanlış adreste düşmenin de kalkmanın da bir anlamı ve faydası yoktur. Bu yüzden, önce itikadî anlamda İslam’ı doğru öğrenmeliyiz. Yani Ehl-i Sünnet inancı en önemli kıstaslarımızdan biri olmalı. Piyasa, İslam adına çıktığını söyleyen bir sürü ölçüsüz, liyakatsiz insanla dolu. Bu ortamda, İslamî temeli sağlam olmayan insanların kafalarının karışması çok kolay… Bu yüzden çok dikkatli olmak gerekir. Amacından, niyetinden, emin olmadığımız insanlara karşı dikkatli olmalıyız.

Allah’a (cc) emanet olun.