Henüz hümanizm kandırmacalarının fikirsel izleri silinemeden transhümanizm düşüncesiyle yüzleşmek durumunda kaldık. Sizin de “Transhümanizm: İnsanın ve Dünyanın Dönüşümü” ve “İnsansız Dünya: Transhümanizm” adlı eserleriniz mevcut. Transhümanizm nedir? “Yüksek teknolojinin geldiği son nokta diyebileceğimiz transhümanizmin, dünyanın en tehlikeli fikri olduğu” tespitiniz üzerine değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?
Rasyonel özneyi merkez alan, Tanrı ve doğayı kendinden uzaklaştıran hümanizmin daha eşitlikçi, müreffeh, özgür dünya ve insanlık vaadi vardı. Rasyonel özne merkezli kültürel hareket olan hümanizm, sanayileşme ve teknolojikleşme ile buluştu. Bu buluşmanın neticesinde hiç de denildiği gibi olmadı. Bilakis hususiyetle sanayileşme neticesinde insan emeğinin sömürüsü tecrübesi yaşandı, insan özgürlüğü kısıtlandı, sınıflar arası eşitsizlik arttı, küçük bir azınlık müreffeh bir hayat yaşarken Afrika başta olmak üzere Latin Amerika ve Asya’nın bazı ülkeleri ciddi yoklukla ve yoksunlukla karşılaştı. Hümanizmin yoğunlaştırılması olarak görülen transhümanizm, insan hayatını kolaylaştırma amacındadır. Bir akım olmaktan daha çok araç ve yöntemleri olan bir dönüştürücü bir bilimsel, teknolojik, sosyal ve kültürel boyutları olan ideolojidir. Transhümanizm; insan varlığını toplumsal ve bedensel olarak kökten dönüştüren antik ve transkültürel ilhamların modern açıklamasıdır. İlk olarak 1957 J. Huxley tarafından eserinde kullanılan transhümanizm; özellikle insan zekâsını, fiziksel ve psikolojik yeteneklerini artırma ve yaşlılığı yok eden teknolojinin kullanılmasıyla insanın durumunu geliştirmeyi amaçlayan, bu imkân ve arzuyu olumlu bulan entelektüel bilimsel ve kültürel hareket olarak tanımlanmıştır. Transhümanistler, “demokrat hümanist ataları” gibi herkesin eşit, özgür ve müreffeh olacağını söyledikleri küresel bir toplum oluşturmak istiyorlar. Bilimin imkânlarının bunu sunacağını iddia ediyorlar. Oysa biyo-nano-siber- teknoloji, tekillik, yapay zekâ vb. çalışmalar insanlar arasında zaten var olan özgürlük ve eşitlik farklılıklarını daha da derinleştirecektir. Bu ideolojinin mümessilleri; nanobilim, nörobiyoloji, genetik mühendisliği, modern tıp, enformasyon teknolojisi, bilgisayar ve yapay zeka (YZ) üzerine çalışan bilim adamlarıdır.
“Dünyanın en tehlikeli fikri” olduğu görüşü benim fikrim olmaktan daha çok F. Fukuyama’nın fikridir. Transhümanizm kendisini, NBIC teknoloji (nano, biyo, enformasyon ve bilişsel bilim teknolojileri) tabanına dayandırdığı için tehlikeler barındıran bir harekettir. Genetiği değiştirilmiş ve güçlendirilmiş, zekâsı artırılmış ve biyonik unsurlar eklenmiş insan yetmediği gibi silikona düşünme yeteneği verilerek YZ’li uygulamaların var olduğu bir dünyanın imkânları olduğu kadar zaafları da olacaktır. Günümüzde ise en az nükleer silah teknolojileri kadar tehlikeli başka bir boyut ise YZ teknolojileridir. Devletler, nükleer füze fırlatma kodlarını YZ teknolojilerinin eline teslim edebilir. Transhümanizmin askerîleşmesi savaşın tehlikesini artıracağı gibi yıkım gücünü de artıracaktır. Devletlerin elinde daha da güç artıracak olan transhümanist savaş teknolojisi daha da yıkıcı sonuçları doğurabilir.
Transhümanizmin ideal insan tasarımı neleri ön görüyor? Transhümanizmin tetikleyici unsurlarında neler var? Teknolojik bir kurgu mu bu? Felsefî ve teknolojik arka planında neler var? Bu konuda sizi üzen gerçek teknolojik çalışmalar var mı? Nasıl bir süreci yaşıyoruz?
Daha zeki, sağlıklı ve uzun ömürlü insan öngörüsü olan transhümanizm; ömrü uzatma, zihin yükleme, beden dondurma, insanın entelektüel, fiziksel ve psikolojik kabiliyetlerini artırma amacındadır. Mutlu kılmak istediği kendi nesli için yalıtılmış ve acısız bir dünyada yaşamak isteyen bir insan türünü yani transhuman’ı inşa etme amacı içindedir. Teknolojiyle insan, kendine ait biyolojik ve fiziksel sınırları aşmaya çalışarak kendini hem cyborg hem tanrılaştırma sürecine sokma gayreti içindedir. İkinci bir aydınlanma türü olarak kabul edilen transhümanizm, insanı yalnızca nöro-biyo/fizyolojik ve genomik çalışmalarla biyolojik’ten biyonik’liğe evriltmekle kalmayan, insanın içinde yaşadığı çevreyi dönüştüren bir harekettir. Transhümanizmle akıllı şehirlerin, sürücüsüz arabaların ve robotik aletlerin var olduğu hatta egemen olduğu bir dünya inşa edilme amacındadır. Yalnızca bununla yetinilmeyen bu süreç, uzaya yolculuk ve uzayda koloni oluşturma gibi amaçlar da barındırmaktadır.
Transhümanizm, teknolojik bir kurgu olmaktan da daha çok bilimsel ve teknolojik ufku daha da öteye taşımak isteyen, teknolojinin hayal gücünü daha da ileri taşıyan, kurgulayan fakat bu kurguyu gerçekleştirebilecek olan teknolojileri de göz ardı etmeyen bir plan ve projenin adıdır. Bu kadar yüksek teknolojikleşme kendine felsefî bir perspektif arıyordu. Bu perspektifin adı transhümanizm oldu. Dinî ve gnostik kültürlerdeki yeni insan ve yeni düzenin var olacağına dair inanışlardan etkilenmiştir. Nitekim Bostrom’a göre insanın nitelik ve yeteneklerini artırma arzusu, günümüzün fikri olmayıp kökleri; Gılgamış Destanı, antik cenaze törenleri, Gençlik Çeşmesi ve Felsefe Taşı arayışlarında bulunur. H.Y. Kim de transhümanizmin Judeo-Hıristiyan ve aydınlanma geleneklerinden doğan saf ve ultra-hakikî bir ideoloji olduğunu iddia eder.
Uzun bir insanlık hikâyesinin neticesi olan transhümanizm, insanın durduramadığı merakı, arayışı ve fantezisinin bir neticesidir. Patristik felsefe ve sonrasında olan döneminde Tanrı’nın/İsa-Mesih cisimleşmesiyle itikadî bir sürece girmiş olan transhümanizm, Hıristiyan hümanizmiyle ilişkilendirilebilir. Teolog-düşünürler Erasmus ve Luther’in Tanrı ekseninden insana dönüştürdüğü hümanizm algısı, transhümanizmden kopuk düşünülemez. Bacon’ın kusur ve yanılgıların suçunu idollere yüklemesiyle, Süleyman’ın Evi’ni ve bu evin toplumunu inşa etmesiyle hem metodolojik hem ütopik bir hal almıştır. Descartes’in düşünen varlık (res cogitans) ve yer kaplayan (res extensa) ayrımıyla mekanik bir dünya tercihine dayanan felsefesiyle, tanrısallık ve uzay arasında doğrudan ilişki kuran Newton fiziğiyle de bağlantılı olan transhümanizmi, dinî veya gnostik bir menşeiye dayandıran yaklaşımların yanında Nietzsche’nin ubermensch/üstinsan anlayışına dayandıran yaklaşımlar da mevcuttur.
Beni üzen değil de daha çok kaygılandıran çalışmalar var. Yapay zekâ çalışmalarının ölçüsüz ve hesapsız bir biçimde yapılması ciddi sorunlar doğuracak diye düşünüyorum. Ayrıca tekillik/singularty çalışması yani insanı makineye bağlamak isteği, hem tuhaf hem de kaygı verici. İnsan, kendini neden makineye bağlamak ister? Zihninde olanları bir makineye aktararak neden mahremiyetini sonlandırmak veya binlerce Gigabayt bilgiyi/malumatı neden zihnine almak ister? Tekillik çalışmalarını destekleyen ve yapan R. Kurzweil, E. Musk ve N. Bostrom gibi kişilerin kendilerince nedeni, insanın yapay zekâ çalışmalarında geri kalma durumunun yaşanmasıdır. Bir kaygı verici durum ise transhümanizmin askerîleşmesi ki YZ’li uygulamaların ve siber-teknolojinin etkisiyle transhümanizmin askerîleşmesi, eşitsizliklerin yanında insanlık için büyük yıkımları da meydana getirebilir. Teknoloji ve savaşı birleştirme amacını taşıyan transhümanizm, askerî alanda kilit bir konumda bulunursa transhümanizmle ilişkili teknolojiler savaşlarda daha fazla zalimliği doğurabilir.
Batı uygarlığı düzleminde insanlık olarak Goethe’nin bir metaforu olan “büyücü çırağı” durumunu yaşamaktayız gibi. Büyücü çırağı, büyüye hareketi vermiştir fakat büyüyü nasıl durduracağını bilemez. “İlerleme”ye bağlı hareketlerin daha nereye gideceğini ve neleri amaçladığını bilemiyoruz, kendilerinin de bildiklerini zannetmiyorum.
Peki, olacağı iddia edilen “post-hümanist” söylem ya da kurguda neler var? Sonuç itibarıyla insan tekilinde organik süreçten mekanik sürece geçişe dair bir zorlamadan bahsediyorsunuz. “Yaradılışa müdahale ve evrimci Neo Darwinist bir yaklaşım” olarak da değerlendirdiğiniz bu konuda, “Human 1.0” ve “Human 2.0” kavramlarının birbirini takip eden süreçleri üzerinden değerlendirmelerinizi alabilir miyiz? Kuşkuyla karşılanan beklentileri ve en büyük çelişkileri nedir? Transhümanistleri can evinden vuracak şey sizce nedir?
Transhümanistlerin nihai aşama olarak gördükleri posthümanist süreçte, insanın hem doğanın hem Tanrı’nın belirlenimlerinden hem de insanın kendi doğasından kurtulacağını düşünmekteler. Ölümsüzlüğe erişmek, nihai hedefleri... Nitekim etkin bir transhümanist olan David Pearce bir mülakatta insan doğasına en büyük tehdidin yine insanın kendi doğası olduğunu söylüyor. D. Pearce gibi olan neredeyse tüm transhümanistler insanın biyo-teknoloji üzerinden desteklenmesini lüzum görüyorlar. Human 1.0 yetersiz bir varlık türü. Çünkü -Harari’nin ifadesiyle- 150.000 yıldır kendisini yenilememiş bir varlık türü. Teknolojinin gerisinde kalmış olan bu varlık türünün kendisini yenileyerek Kurzweil’in ifade ettiği Human 2.0 sürecine geçmesi gerekir. İnsan 1.0’ın, teknolojinin yani hususiyetle düşünen makinelerin (YZ) karşısında geri kalacağı için ilkel kalacağını düşünüyorlar. Arkaik olduğu düşünülen İnsan 1.0-homo-sapiens’in aşılması gerektiğini düşünenler bu eşiğin aşılması gerektiğini iddia ediyorlar. Beklentileri, insanların bu teknolojik yeniliklerin gerisinde kalmamaları, hususiyetle yapay zekâya yenik düşmemeleri... Ölümü yenebilecek, biyolojik, zihinsel ve fiziksel sınırları aşmış insanın/post-humanın ideal insan olduğunu düşünüyorlar. Genetiği güçlendirilmiş, makineye eklemlenmiş zihni, biyolojisi güçlendirilmiş insanın nasıl bir varlık olacağını henüz tecrübe etmiş değiliz. Böylesi bir insanın nelere yol açabileceğini kestirmek mümkün değil. İnsan hakkında yapmak istedikleri tasarrufun ahlâkî zemini yok, en zayıf kaldıkları nokta burası. Böylesi önemli bir hakikati yani ahlâkı görmezden gelmeleri ciddi anlamda en büyük zaafları diye düşünüyorum.
Bir söyleşinizde “Makine-zihin arasında ara-yüz geliştirme çabası, insana adeta bilgiyi daha doğrusu malumatı enjekte etme durumundan başka bir şey değil. Oysa insanlık, insanın kendisini daha insan kılacak olan irfanın kaygısı içinde olmalıdır.” diyorsunuz. İnsanı değiştirme dönüştürme iddiasındaki soytarılıklar, aynı zamanda insanı varlık ve hikmet mecrasından uzaklaştırıyor. “Canı sıkılanın” insan üzerine felsefe yaptığı bir dünyada insana dair neler söylemek istersiniz? “Bizim Dünyamız”ın güncel ve sahih kodları hayata nasıl taşınabilir?
Modern Batılı insan bir türlü halinden memnun olmayan bir “rahatsız insan” tipi… Kendi zekâsından bile umudunu kesmesi, başka zekâlara üstelik hakiki olmayan yapay zekâlara umut bağlaması bunun en büyük göstergesi. Böyle bir umudu ne adına gerçekleştirmektedir? Üretim, hesaplanabilirlik ve hız adına. Aslında kendi ben’lerinden ve zekâlarından feragat etmelerine neden olan bu gerekçelerin 3-4 asırdır insanlığı iyi bir noktaya sevk etmediğini göremeyecek kadar körleşmişler. Üretim, insanın emeğinin sömürülmesine, onun metalaşmasına ve yabancılaşmasına, “kâr” eksenli düşünmesine, hesaplanabilirlik denilen şey keyfiyetin yani mananın buharlaşmasına, hız ise insanın kendisinden ruhundan uzaklaşmasına yol açmış olan unsurlardır. Ben teknolojikleşmenin karşısında değilim. Makinenin insanın yerini almasından rahatsızım. İnsanın metafizik, ahlâk ve hakikat düzlemini yeniden inşa etmesi gerekir. Bu düzlemde yapmış olduğu yıkım, Tanrı-Doğa-İnsan düzleminin de yıkılmasına yol açtı. İnsan üzerinde felsefe-düşünüm gerçekleştirmek sorun değil; asıl sorun insan üzerinde hesaplar ve tasarımlar yapmaktır. Kanaatimce insan rahat bırakılması gerekilen bir varlıktır. Eğer insan manipüle ve modifiye edilirse tehlikeli bir hale gelir. Nitekim tarihte bu amaca konu olmuş insanların devletler indinde ne kadar tehlikeli olduğuna insanlık bizatihi şahit olmuştur. 19. ve 20. yüzyılda insanın iç dünyasına müdahale neticesinde demokratik rejimler ve devletler tarafından milyonlarca insanın öldürülmesine yol açtı.
İnsanlığın en çok ihmal ettiği ahlâk, hakikat, merhamet, mahremiyet, adalet, dayanışma gibi kavramlar insanlığın asli kodlarıdır. Teknoloji, bu kavramlar ekseninde inşa edilebilir. Çünkü teknoloji evrilebilir ve yönlendirilebilir olan bir unsurdur. Teknolojinin insanlığa sorunlar yaşatmasının en büyük nedeni, kazanç ve verim eksenli hayat tasavvuru ortaya koyan Batılı düşüncenin elinde evrilmesidir. Yalnızca bir Müslüman olarak değil aynı zamanda bir akademisyen-düşünür olarak, dinamiklerini muhafaza edebilen İslam ahlâk ve metafiziğinin, insan-teknoloji dengesini koruyabilecek bir kuvveye sahip olduğunu düşünüyorum. Buna karşın İslam ülkelerinin içinde bulunduğu içtimaî ve siyasî parçalanmışlığın, bu kuvveyi fiile getirecek durumda olmadığı da aşikâr. Türkiye özelinde tüm Müslümanların bilgi ve düşünce ile yeniden sağlam bir ilişki kurmaları gerektiğini düşünüyorum. Tümbilimdisiplinlerikapsayıcıbiröğrenmeçabasıiçindeolmalarıgerektiğigibi, kendikökmedeniyetlerinianlamaçabasını da sürdürmelidirler.