İslamî Birlik İçin Önce Birbirimizi Sevmemiz Lazım / Şenel İlhan Beyefendi’nin Sohbetinden

Andolsun, senden önce birtakım ümmetlere de peygamberler gönderdik. (Peygamberlerini dinlemediler.) Sonunda, yalvarsınlar da tövbe etsinler diye onları şiddetli yoksulluk ve darlıklarla yakaladık. Hiç olmazsa onlara azabımız geldiği zaman yakarıp tövbe etselerdi ya. Fakat (onu yapmadılar) kalpleri katılaştı. Şeytan da yapmakta olduklarını zaten onlara süslü göstermişti. Derken onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada, onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar.” (En‘âm 6/42-44)

Yukarıda zikrettiğimiz ayet-i kerimeler, aklı olup anlamak isteyenlere eminim ki özellikle tüm insanlık olarak covid-19 sebebiyle yaşadığımız büyük darlık ve hastalıkların sebebine işaret eden ve bu sıkıntılar için çözüm gösteren çok önemli ayetlerdir. Rabbimizin nezdinde görülüyor ki bu küresel sıkıntıların ve hastalıkların metafiziksel sebebi, “yarattığım ve kendilerine her türlü nimeti bahşettiğim kullarım, bana boyun eğsinler” anlamını ifade ediyor. Yani başa gelen gerek ferdî gerekse toplumsal bela, musibet ve felaketlerden, en azından Allah’a ve O’nun kader ve kazasına inananların, böyle de bir ders çıkarması gerekiyor... Zira her şeyi kısır anlayışlarıyla sadece fizikî âlemin içinde arayan ve dolayısıyla yaşadığımız şu fizikî âlemi çepeçevre kuşatmış sonsuz bir metafizik âlemi inkâr eden, basireti kapalı görme engellilere diyecek bir şeyimiz kalmıyor. Peki, Rabbimize boyun eğersek ne olacak derseniz o zaman anlayanlara bu ayet-i kerimelerle Rabbimiz; “Bana boyun eğerseniz, dünyayı kan gölüne çeviren Siyonist ve emperyalistlere, şeytansı varlıklar olan küreselcilere, her türlü gücü eline geçirmiş, sevgiden, merhametten, vicdandan yoksun bencil, kibirli, şımarık, azgın kişilere boyun eğmek zorunda kalmazsınız.” diyor. Nitekim Firavun da bir zaman İsrailoğullarına aynı zulmü yapıyordu ki Allahu Teâlâ, Hz. Musa (a.s.) ile onları bu zulümden kurtardı. Eğer ki bizler Allah’a boyun eğenlerden olur, yani işlediğimiz her türlü çirkinlikleri ve zulümleri bırakır tövbeye yönelirsek, o zaman bizleri kurtaracak sebepleri de Rabbimiz elbette yaratmaktan ve göndermekten aciz değildir. Ve bunun başka da yolu görünmüyor. Zira aşağıdaki çok bilindik şu ayet-i kerime diyor ki: “...Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.” (Ra‘d 13/11)

Evet, yaşadığımız şu zaman dilimi hakkında geçmişe bakarak iyi şeyler söylemeyi çok isterdim, ama sizler de biliyorsunuz ki bu mümkün değil. Çünkü şu kocamış dünya, zorba, bencil, zalim, mütekebbir insanların elleriyle eskisinden çok daha fazla zulüm ile doldu, çok daha karanlık bir hale getirildi. Öyle ki, insanlığın biricik imtihan yurdu olan şu geçici dünya, her türlü şeytan ve şeytansıların en sevimli yurdu ve en korunaklı yuvası haline geldi... Küfür, günah, nifak, isyan, sapıklık ve her konuda aşırılık iyice yayıldı... Ataların özdeyişi ile ipe sapa gelmez, uydurma felsefî ekollerin, ezoterik örgütlerin (masonluk, illuminati, tapınakçılar…) ve modern putperestlerin envaiçeşit tezahürleri aldı başını gitti. Küreselcilerin ve bu düzenden nemalanan her türlü çetelerin ürettiği, özellikle İslam’a, hatta bütün semavi dinlere alternatif “new age” (yeniçağ) dinleri insanlığı dibi görünmeyen uçurumların kenarlarına getirdi... Öyle ki özellikle sosyal medya, bunu kullanmayı becerebilen herkese kendi düşünce, inanış ve ideolojilerini dünyaya açma imkânı verince, bu fitne fücurun önü artık alınmaz oldu. Rabbim gerçekten bu ümmete acısın, merhamet etsin ve yardım etsin, zira bu zamanın mü’minlerinin işleri gerçekten çok zor…

Ahir zamanın da sonuna tekabül eden içinde yaşadığımız bu zorlu şartlar, belli ki iblisin kıyamet öncesi uygulamaya soktuğu en büyük kozlarını ve en güçlü planlarını gösteriyor... Hani onun Yüce Rabbimizle Kur’an’da bahsi geçen şöyle bir konuşması vardır:

“Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, ‘Âdem için saygı ile eğilin’ dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.

Allah, ‘Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?’ dedi. (O da) ‘Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın’ dedi.

Allah, ‘Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın’ dedi.

Şeytan dedi ki: ‘(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.’

Allah da ‘Sen süre verilenlerdensin’ dedi.

Şeytan dedi ki: ‘(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.

Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.’

Allah, ‘Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Andolsun, onlardan sana kim uyarsa sizin hepinizi cehenneme doldururum.’ dedi.” (A‘râf 7/11-18)

Evet, işte ayetlerde belirtildiği gibi şeytanların ve onun yardımcısı insansıların birlikte oluşturduğu bu bilgi kirliliği ve dezenformasyonla, akla kara, hakla batıl iyice birbirine karıştı… Peki, ümitsiz ve çaresiz miyiz? Hayır, işimiz zor olsa da elbette çaresiz değiliz… Elhamdülillah, İslam’ın; bütün bu uyduruk dinler, akımlar, ideolojiler ve fikirlerle baş edecek ilmî, irfanî, ahlâkî ve aklî vs. her anlamda gücü ve yeterliliği var. Yalnız aklını ve ruhunu şeytana teslim etmiş, ahlâkî hiçbir kural tanımayan, küresel çetelerle baş etmek için, bilgi ve ahlâkça doğru yerde olmak bir şey ifade etmiyor, etmez de... Onların güçlerini sıfırlayıcı ve baskılayıcı şekilde her türlü gücü de elde etmek gerekiyor. Onun için de önce bu ümmetin kendi içindeki sorunlarını çözerek acilen birleşmesi lazım… İşte ancak bu birliği sağlayabilirsek bu birlik bize güç verecek, düşmanlarımızın planlarını boşa çıkaracak, dümen ve düzenlerini bozacak, kalplerine de korku salacaktır... Dolayısıyla öncelikli olarak, birbirimizle didişmeyi bırakarak küfür ehlinin gücümüzü zayıflatmak için bizi bölme ve birbirimize kırdırma planlarını boşa çıkarmamız gerekir.  Maalesef dış kaynaklı binlerce derdimizin yanında, iç kaynaklı çok daha büyük dertlerimiz var. Yani bilerek veya bilmeyerek İslam’a düşmanlık eden, “İslam’a düşman Müslümanlar” bizim daha büyük derdimiz. Dolayısıyla İslam ülkelerinin birleşmesinden önce ülkemizdeki Müslümanların birbirlerini sevmesine, saymasına, birleşmesine her şeyden çok ihtiyacımız var; ama bunu nasıl başaracağız, gerçekten işimiz çok zor... Zira artık gündemi belirleyen sosyal medya da maalesef ki her biri farklı telden çalan şovmen hocalarla dolu. Akla, bilime, İslam’a ters envai türden saçmalıklar ve zehirli fikir atıkları bu ağlardan ve kanallardan ümmetin saf ve temiz gençlerinin beynine durmadan akıyor. Ne yazık ki sözde İslam âlimi geçinen dünyaperest birçok ahmak ve ne kadar okursa okusun yobazlıktan ve cahillikten kurtulamamış birçok ilahiyatçı da ahlâktan, akıldan ve yaşadığı çağdan habersiz, ortalıklarda cirit atıyor… Bir kere aklı başında olan bir Müslüman, ister âlim olsun ister avam fark etmez kendine şunu sormalı değil mi? Bu din, benden, her şeyden önce ne istiyor? Bilgi mi, ibadet mi yoksa sevgi, şefkat, merhamet, adâlet, dürüstlük gibi erdemleri barındıran güzel ahlâkı mı? Biliyoruz ki ilim, ibadet şeytanda da vardı ve onda olmayanlar sadece adaletti, sevgiydi, yani kısaca güzel ahlâktı. O zaman bizi birleştirecek olan, birbirimize sevdirecek olan güzel ahlâktan başka ne olabilir ki?

Bir Müslüman düşünün; sevgisiz, merhametsiz, bencil, alabildiğine cimri ve korkak, riyakârlığı ise utanç verecek şekilde. Şimdi o kişi âlim olsa ne olacak, avam olsa ne olacak! Biraz vicdanı varsa vicdanına sorsun ki kibirli kibirli söz söylemeye, hatta güzel ahlâk numunesi evliyaları, Allah dostlarını diline dolayarak, küçük görerek, ekran ekran gezmeye ve böylece İslam’ı temsil ettiğini söylemeye yüzü var mı? Yine yalan söz ve fiilleriyle acınacak durumda iken, manevi bedeninin pis kokularından yanında melekler bile barınamıyorken bir de kendini en iyi Müslüman olarak lanse etmeye hakkı var mı? Bu delilik... Vallahi bu gidiş doğru cehenneme... İşte bu handikapların hepsi, Müslümanların İslam’ın önceliklerini iyice kavrayamamalarından ileri geliyor. Yani dışını güzel kokularla süslüyor ama vücudu, doğduğunda ebenin yıkadığı ile duruyor. Dışarıdan âlim ve âbid ama içinde en vahşi canavarlar yaşıyor. Peygamberimiz (s.a.v.); “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” diyor, ama onun sünneti diye bildikleri misvak, sarık, cübbeden veya gece namazlarından öteye gidemiyor.

Böyle Müslümanlık olur mu? Adam kendini tanımıyor veya kendini tanımaktan kaçıyor. Aslında biraz gayret etse kendinden kaçamayacak ve az bir otokritik ve nefs muhasebesi ile kendini tanıyıp, hastalıklarını görüp, tövbe edip düzelme ve değişme yoluna girecek... Sonra da gerçek bir Müslüman gibi yaşayarak belki de kâmil bir mü’min olacak...

Aslında dürüst ve vicdan sahibi bir insanın kendini görmesi öyle zor değildir... Şöyle ki, Hızır kapıya gelse, Allah versin diyecek kadar açık olan cimriliğine baksın... Her gün defalarca şahit olduğu sevgisizliğine, bencilliğine, merhametsizliğine, riyakârlığına, korkaklığına baksın. Veya ibadet cihetiyle günde beş defa kıldığı namazına baksın, eminim ki ne seviyede Müslüman olduğunu görmeye bu bakışları ona ibretlik nasihatler verecektir... Namazlarının huşû ve hudûsu içine siniyor mu? Hele bir de namaz bile kılmıyorsa önce ona baksın... İşte maalesef, hayatı böyle geçen ve kişiliği tam da böyle şekillenmiş insanların, ezici çoğunlukta olduğu bir zamanda yaşıyoruz... Yani ahir zamanda… O halde hiç vakit geçirmeden, güzel bir nefs muhasebesi, adil bir otokritik ve geri dönüşsüz bir tövbe ile hak yoluna girmek gerekiyor. Aksi halde namaz kılan, oruç tutan, cihat eden; ama ahlâktan, ihlâstan yoksun cehennemliklerden olmak, ilahî adâlet gereği kaçınılmaz bir son olabilir...

Allah’a (c.c.) emanet olunuz.