Hem dünya hayatı için hem ahiret hayatı için çok çalışmak gerekir. Çalışmak, sünnetullaha uygun hareket etmek ve sebep sonuç ilişkilerine sıkı sıkı sarılmak demektir. “İnsan için yalnız kendi çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm, 53/39) ayetinde de açıkça ifade edildiği gibi Kur’ân’a ve sünnete göre yaşantısına çeki düzen vermeyen, bu konuda gayret etmeyen bir kimse emeksiz maneviyat sahibi olamaz. Zira emeksiz zengin olunamadığı, konforlu bir hayat yaşanamadığı gibi… Allah dostları bu konuda çok duyarlıdırlar, o sebeple çok çalışırlar ve sebep sonuç ilişkilerine çok önem verirler. Hem de bunu Allah’ın hakkı olarak değerlendirirler. Her şeyde bir kolaylık ve keramet aramaz sebep sonuç ilişkilerine sarılırlar. Tayy-i mekân olabilecek bir imkânı Allah onlara bahşetmiş olsa bile bu imkânlarını çok daralmadan, sıkışmadan veya çok gerekli görmeden kullanmazlar. Bunun yerine bir otobüste belki çok sıkıcı bir kişiyle birlikte zorlu bir yolculuk yapmayı tercih ederler. O kişiler: “Allah bu kişiyi bana niye gösterdi, niye tanıştırdı veya musallat etti?” diye bunun da hesabını yaparlar. Yani keramet sahibiyim diye paraşütsüz uçaktan atlamazlar, bu durumda Allah beni kurtarır diye beklemenin caiz olmadığını bilirler. Hatta böyle yaparlarsa Allah’ın bu hareketlerinden memnun olmayacağını da bilirler, zira bu tutum bir nevi şımarıklıktır.
Sebep sonuç ilişkileri geleceğimizi etkiler. Sebep sonuç ilişkilerinde aksaklıklar olabilir. Yani sebeplere sarılmak sana her zaman istediğin sonucu vermeyebilir. Bir hikmeti vardır ki onu Allah bilir. Ama bizler cüzi iradelerimizin hakkını vermekle imtihandayız. Mesela topal bir köpeği ele alalım. Bu köpek niye topallıyor? Sebepler dairesinde olaya bakınca değişik hikmetler ortaya çıkabilir. Önce şöyle düşünelim: “Topal bir köpeğin fiillerini de sağlam köpeğin fiillerini de Allah yaratır. Peki, Allah niye bu köpeğin topal olmasını murat ediyor, onda bu kusuru niye yaratıyor?” Belki sebep sonuçlar dairesinde olayın şöyle bir hikmeti vardır: Her varlığın iradesi vardır, köpeğin de kendi çapında bir iradesi vardır. Bu köpek yapması gerekeni yapmamıştır; dolaşmaması gereken yerlerde dolaşmış, biri de o dolaştığı yerde taş atıp topal bırakmıştır. Bu işlerin böyle bizim akıl erdiremeyeceğimiz hikmetleri olabilir. Çünkü bütün canlıların iradesi vardır, küçücük mikropların bile. Peki, o zaman: “Onlar yaptıklarına göre niye cennet veya cehennemi hak etmiyorlar?” denebilir. Cevabı, iradeleri imtihan olacak kadar büyük değildir de ondandır.
Allah evrende her sebebe bir sonuç yaratmıştır, bir köpeğin ağzına elini sokarsan elini ısırır. İstediğin kadar tespih çek, dua et olmaz. Giyotinin altında boynunu uzatırsan keser, evliya da olsan böyle. Hayatın akışını Allah böyle dizayn etmiştir, o yüzden sebep sonuç ilişkileri bu derecede doğaldır.
Evren Varlığını “Bir Var Bir Yok” Şeklinde Sürdürür
Evren bir floresan lamba gibidir. Floresan lambanın ışığı bir var bir yok şeklinde yanar; ama bu var yok süreçleri arasındaki zaman o kadar kısadır ki gözler bunu algılayamaz ve lambanın sürekli yandığını zanneder. Allah’tan başka yaratılmış her varlık, böyle lambanın ışığı gibi bir var, bir yok şeklinde varlıklarını devam ettirirler. Yani her şey hem vardır hem yoktur. Bu durum bize acziyetimizi hatırlatmalı, kibirden gururdan uzaklaştırmalıdır. Bizler her an yok olup var olarak hayatını sürdüren, dolayısıyla her an Allah’a muhtaç yaşayan varlıklarız, haşâ tanrı gibi dolaşmamız, böyle bir tavır içinde olmamız akıl işi değildir.
Bilimsel bir gerçekliktir ki insan atomlardan, elektronlardan oluşur. Bedenimize elektron mikroskobu ile baksak atom ve elektronları göreceğiz. Daha da büyütsek boşluktan başka bir şey görmeyeceğiz. Sadece sesimizi duyacak ama kendimizi göremeyeceğiz. Yani yok gibi bir sonuçla karşılaşacağız. İşte bunların arkasında ruhumuz var, o olmazsa biz yokuz.
“Sonra onu şekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme, görme ve idrak duygularını yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Secde, 32/9)
Bu ayette Allah, insana kendi ruhumdan üfledim, diyor ve bizi yoktan var ediyor. Ruhumdan üfledim demek aynı zamanda bana benzer anlamını da ifade ediyor. Nitekim insanoğlu Allah’ın isim ve sıfatlarından kendince en fazla nasiplenen ve özellikleri itibariyle Rabbine en çok benzeyen canlıdır. Başka bir ayet: Allah, “Ey İblis! Ellerimle yarattığıma secde etmekten seni ne alıkoydu? Büyüklük mü tasladın, yoksa üstünlerden mi oldun?” dedi. (Sad, 38/75)
Bu ayetten de Allah’ın elleri olduğu anlamını çıkarmak gerekmiyor. Bundan insanoğlunu özel olarak, kabiliyetli, yetenekli, üstün bir şekilde yarattığını anlamak gerekiyor.
O zaman bizler Rabbimizi her zaman hatırlamalı ve ondan gafil olmamalıyız. Nitekim Rabbimiz bize onu unutmayalım, her zaman hatırlayalım diye çok imkânlar vermiştir. Beş vakit namaz böyledir. Hastalanmamız, şifası yok denecek dertlere düşmemiz ve O’na yönelmek zorunda kalmamız böyledir. Hatta taharetlenmemiz, yani affedersiniz kendi pisliğimiz kendi elimizle yıkamak zorunda kalmamız bize haddimizi, aczimizi hatırlatmak içindir.
Hem kullarla hem de Allah ile olan ilişkiler çıkar odaklı olmamalıdır. Vefa, sevgi, muhabbet duyguları bu ilişkileri belirlemeli. Sen böyle bir niyetle kulluk yaparsan elbette bunun yan getirileri olacaktır. Ama bir kişinin babasını nasıl sadece banknot olarak görmesi doğru değilse Allah’ı da cennet nimetleri olarak görmesi uygun değildir. Kamil insan cennet nimetlerini değil, Allah’ın cemalini görmeyi, Allah’la beraber olmayı, peygamberlerle beraber olmayı arzu eder. Huri, gılman gibi nimetleri talep edeni Allah kendinden uzak tutuyor. Tabiri caizse, git cennet nimetleri ile meşgul ol, benden uzak ol, diyor. Cennet kötü değil ama Allah onu daha büyük bir nimet olan kendi ile dostluktan ve cemalinden uzaklaştırıyor.
“Nerelisin?” dedikleri zaman “cennetliyiz” dememiz lazım. Tokatlıyız demek gibi bir şey. Çünkü cennetten dünyaya imtihan için geldik. Bir müddet gurbette çalışıp memleketine gidecek kişi gibiyiz. Memleketimizi, annemizi, babamızı, oraya ait her şeyi özleriz. Cennetten geldik, o zaman Allah’ı da özlememiz, geri dönmeyi de özlememiz lazımdır. O halde zikirle, ibadetle ve özellikle namazla Allah’ı sık sık hatırlayacağız. Zira huşû ile namaz kılmak, Allah’a muhabbetimizi izhar için bir nevi çiçek sunmak gibidir.
Rabbimize çiçek gibi sunabilecek namazlarınız olması duasıyla, Allah’a emanet olunuz.