Huccetu'l İslam İmam-ı Gazali ve Fikir Çilesi

Ümmet-i Muhammed’in her türlü sorunlarına kibrit-i ahmer gibi deva olabilen büyük âlimlerin, beden çilelerinin yanında, “Fikir Çileleri” de çektikleri bilinen bir vakıadır. 11. yüzyılın son yarısı ile 12. yüzyılın başlarında yaşayan ve devrinin müceddidi kabul edilen, Ebu Hamid el-Gazali (1058 – 1111) bu âlimlerimize önemli bir örnektir.


Gazali, yalnız döneminin değil, bütün İslam düşünce tarihinin en önde gelen düşünürlerindendir. Ehl-i Sünnet inancına yaptığı hizmet, kendisine Huccetü’l-İslam lakabının verilmesine sebep olur. Gazali; kelâmcılar, sûfiyye, bâtinîler ve özellikle yunan kaynaklı felsefe dâhil, devrinin bütün düşünce şekillerini olabildiğince tahlil ve tenkitten geçirmiştir. Hayatının sonlarında yazdığı, bir otobiyografi olan “el-Munkızu mine’d Dalâl” adlı eserinde ise kendi düşünce hayatını, geçirdiği zihni ve ruhi merhaleleri anlatır. Bu eser değeri bakımından Augustin’in “Les Confessions” (itiraflar)ına; Descartes’in “Metod Üzerine Konuşma”sına ve Rousseau’nun “itiraflar”ına benzetilir. (Hilmi Ziya Ülken, İslam Felsefesi-Kaynakları ve Tesiri, İstanbul, 1967, s. 120) Bu eserde bir dönem hakikati arayan bir çaba sergilediğinden bahseder. Bu çaba dışardan şüpheye benzerse de aslında şüphe ve vesveseden çok farklı bir “fikir savaşı”dır. Zira Gazali’nin iman problemi olmamıştır ki şüpheyle savaşı olsun. Onun bu çabası, aklı putlaştırarak etraflarına şüphe ve küfür tohumları saçan felsefecilere, onların anladığı dilden cevap verme gayreti ile girdiği bir “fikir savaşı”dır. Veya felsefecileri bir şey sanarak onların tuzağına düşme ve bu nedenle vesvese ve şüpheye kapılma ihtimali olan insanlara şefkat ve acıma neticesi, onların yapamayacağı bir fikir savaşına fedakârca kendini atmasıdır. Nitekim İmam Gazali bu hâle iradesiyle giriş sebebini şöyle anlatır:
“Halktaki gevşekliğin ve iman zayıflığının nedenlerini araştırdığımda şu dört esasa dayandığını gördüm;
1- Felsefe ilimleri ile meşgul olanlara dayanan sebep
2- Tasavvuf yoluna girenlere dayanan sebep
3- Tâlim (herşeyin manası, hak ile kaim olan masum imamdan öğrenilir) iddiasına mensup olanlara dayanan sebep
4- Halk arasında ‘ulema’ diye tanınmış kimselere dayanan sebep.
Saydığımız sebeplerden dolayı halkın imanının bu derece zayıfladığını tespit edip bu şüpheleri gidermeye kendimi yeterli gördüm. Bu vazifeyi yerine getirmek farz oldu dedim.”


İşte bir taraftan İslam akidesini ve Ehl-i Sünnet inancını savunma gayreti, bir taraftan zayıf fikirli ve zayıf akıllı insanlara acıma ve yardım etme duygusu gibi değişik saiklerle girdiği fikir savaşı daha sonra çok yıpratıcı bir fikir çilesine dönüşür. O, bu yıpratıcı çileden Allah’ın yardımı ve kalbine attığı bir nur ile kurtulur. Böylece, apaçık hakikatleri aklın, akıl yürütmenin ve mantığın yardımı olmaksızın yani delilsiz ve ispatsız bir şekilde birdenbire kavraması mümkün olur. Bu fikir çilesinin ardından şu önemli tespiti yapar:
“Hakikatlere ermek daima delil ile olur zannedenler, Allah’ın geniş ve sonsuz rahmetini daraltmış olurlar.” Bu konuda da şu ayeti zikreder: “Allah kime hidayet etmek dilerse, onun göğsünü İslam’a açar...” (En’am, 6/125)
Bu çile dönemi bereketli sonuçlar doğurur. Bütün endişesi İslam inancını ve Ehl-i Sünnet akidesini savunup yaymak olan Gazali, bu zorlu dönemde İslam inancına ve Ehl-i Sünnet akidesine alternatif gibi duran kendi dönemindeki bütün görüş ve düşünceleri öğrenme ve onların zayıf ve hatalı taraflarını görme imkânı bulur.

İmam Gazali, bu zorlu yılların ardından günümüz Müslümanlarına da ışık tutacak birçok temel ilkeler tespit eder. Mesela; Felsefecilerin düştüğü yanılgıyı dile getirerek “Aklın, bütün meseleleri kavramada müstakil ve bütün müşkillleri halledecek durumda olmadığını anladım” der. Felsefe ilmini tamamen inkâr etmek yerine yanlışını tenkit eder. “Kimi cahil Müslümanlar, felsefecilerden ne gelirse inkâr ederler. Felsefeye dair sözler, haddi zatında makûl ve bürhan ile sabit ise Kur’an’a ve Hadis’e muhalif değilse niçin terk ve inkâr edilmek icap etsin ki? Böyle kimseler İslam dinini cahil gösterirler.” der.
Gazali’nin bir felsefe tenkitçisi olarak “Şüphe, hakkı götürür.” prensibiyle Fransız düşünürü Descartes’e; “Sebep ile sonuç arasında zorunlu bir bağlılık yoktur.” düsturu ile David Hume’ye; “Aklın bütün meseleleri kavrayamadığını” ileri süren ilkesiyle de Alman düşünür Kant’a öncülük ettiği söylenir. (Cavid Sunar, İslam Felsefesi Dersleri, Ankara, 1967, s. 115)

Gazali’nin felsefe’den amacı, dinin felsefeden üstün olduğunu göstermektir. Ulaşmak istediği şey de her türlü şüpheden uzak kesin (yakînî) bilgidir. O, aradığı kesin bilgiyi delillerde ve aklî ilimlerde değil, dünya ile ilgilerini kesmiş olan kalbin safiyetinde bulur. Bu tavrıyla da genelde tasavvufa meyleder. Allah hakkında bir bilgiye sahip olmanın şartı; mal, evlat, makam, mevki vb. dünya ile ilgili bağlardan kurtulma, dilin daima Allah’ı zikretmesi ve nihayet dildeki zikrin kalbe intikâl edip, hatta kişinin kalbinden de lâfız ve kelimelerin silinip sadece onların manasının kalmasıdır. Kişi, ruhu temizleme yoluna girip bu yolun gerektirdiği şeyleri uygulamaya başlayınca, kendisinde Allah’ı tanıyıp bilmeye yarayan keşifler ve müşâhadeler zuhûr etmeye başlar. (Gazali, ihya, III, s. 19)
Gazali bu fikirleriyle, soyut düşünce ve mantığa karşı, yaşanmış tecrübeyi ve zevki koyarak, bunu hakikate ulaştıran bir yol olarak görür. Ona göre tasavvufun asıl değeri de akıl üstü (irrasyonel) âleme açılmış bir kalp gözü olmasından, nazarî olan ile amelî olanı birleştirmesinden, hakikatı bizzat yaşanan tecrübeden çıkarmasından ve ahlâkî hayat için bir örnek olmasından gelir.

Kelâmcılara bazı eleştiriler getirir; “Bu ilmin amacı dışına çıkmışlar, herkes için yararlı olmayacak olan bu ilmi çok yaygınlaştırmışlardır.” der. İslam inanç esaslarını bir savunma aracı olan kelâm için, “Şüpheye düşmüş zeki kimselerin, şüpheden kurtulmak gayesiyle İslam inancını savunan bilginlerin dini savunmak için öğrenmesi uygundur. Bu fikirlerin yayılması ve meşhur edilmesi uygun değildir.” der.

Gazali, sûfîlerin zevk ve dînî tecrübe metotlarını benimser, fakat burada yanlış bir hükme varanları da tenkit eder. Mesela; Allah ile birleştiğini, ona hulûl ettiğini, dînî cezbe ve istiğrak (ekstaz) halinde kendilerini her türlü dînî emrin üstüne çıkmış diye kabul eden bazı sûfilerin bulunduğunu, oysa bu gibi durumların dine tamamen aykırı şeyler olduğunu söyler. (Gazali el-Munkız, s. 44, vd.; Necip Taylan, a.g.e. s. 108. vd.)
Gazali’nin üzerinde durduğu çok önemli kavramlardan biri de ‘akıl’ kavramı ve aklın din ile olan ilişkisidir. O, aklı çeşitli anlamlarda kullanmıştır. Mesela; nazarî bilgileri kavramak için insanın yaratılıştan sahip olduğu kabiliyettir. İnsan, hayvandan bu hususiyeti ile ayrılır. Bazen, tecrübeden elde edilen bilgilere de ‘akıl’ denir. Nitekim tecrübeli kimseye akıllı kişi denilmektedir. Aynı şekilde devamlı olan mutluluğu kazanma kabiliyetine de ‘akıl’ denir. Bundan hareketle Gazali’ye göre aklî ilimleri şer’î (dinî) ilimlere aykırı diye görenler câhillerdir. Akıl, doğru yolu şerîatsız bulamadığı gibi, şerîat (din) da ancak akıl ile anlaşılıp açıklığa kavuşabilir. Bu anlamda akıl göze, şerîat da ışığa benzer. Başka bir ifadeyle; din binadır, akıl ise onun temelidir. Binasız temel anlamsızdır, temelsiz bina ayakta duramaz.

Akıl ile Nakil (nass) ilişkisinde yorum (te’vil) yapanın durumunu da Gazali şöyle tespit eder:
Te’vil yapanlar şöyle gruplandırılabilir:
1- Yalnız nakle değer verenler
2- Sadece akla değer verenler
3- Aklı esas tutup, nakli akla tabi kılanlar
4- Nakli esas alıp, aklı nakle tabi kılanlar
5- Hem nakli hem aklı esas alıp ikisine birden değer verenler.
Gazali’ye göre en doğru yolu bu beşincisi bulmuştur. Kısaca Gazali’ye göre akıl ve din birbirini tamamlar. Aslında bu iki taraf birbirine aykırı da değildir. Aklın değerini inkâr etmediği gibi, onun önemini vurgulayan ve insanı düşünmeye yönlendiren birçok ayet-i kerime ve hadisler vardır. Böylece Gazali akıl-din ilişkisini karşılıklı bir ihtiyaç ve uzlaşma tarzında yorumlayarak, aklî ilimler ile dinî ilimleri, din ile dine aykırı düşmeyen düşünceyi uzlaştıran bir yol olarak tespit eder.


Sonuç olarak Gazali: “Yakînen anladım ki bir bilimde, o sahadaki en âlim kimsenin seviyesine gelip de onu aşacak derecede o ilme vakıf olmayan kimse, herhangi bir bozukluğa muttalî olamaz. İnsan ancak bu şartlar altında iddia ettiği eksikliklerde haklı olabilir. Ben İslam âlimleri içinde inayet ve himmetini buna teksif etmiş olan birini görmedim.” der. İşte bu tespit ettiği nedenle, kendisi, İslam inancına ve Ehl-i Sünnet akidesine alternatif gibi duran tüm görüş ve fikirleri, o sahalardaki en âlim kimselerin seviyesine gelecek hatta onları aşacak şekilde öğrenir. İmam Gazali’den bu derece bahsetmeme sebep, Şenel İlhan Beyefendi’yle İmam Gazali’nin pek çok yönlerden önemli benzerlikleridir.
İmam Gazali’nin zihin ve ruh dünyası, dini ilimlerle direkt veya endirekt ilgisi olan ilimlere alaka duyması, İslam akidesini savunmak için girdiği fikir savaşı, İslam ahlakını öne çıkaran eserler vermesi gibi. Bu nedenledir ki Şenel İlhan Beyefendi'nin sevdiği ve takdir ettiği İslam âlimlerinin içinde İmam Gazali’nin müstesna bir yeri vardır. Şenel İlhan Beyefendi'nin zihin ve ruh dünyasını tanımaya başlayınca bu benzerlikler okuyucularımız tarafından da açıkça görülecektir. Allah’a emanet olun.