İYİLİĞİ EMRETMEK KÖTÜLÜKTEN MENETMEK FARZ-I KİFÂYEDİR
Allah hepimizi, doğruluğu yerine getiren ve onunla emredenlerden yapsın. Gerçekten iyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak en büyük din alametlerindendir. Müminler için de en mühim olaylardandır. Çünkü Allah kitabında bunları emretmiştir. Bunların yerine getirilmesini teşvik etmiş ve terk edenlere de şiddet koymuştur. Allah kitabında şöyle buyuruyor:
“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Âl-i İmrân, 3/104)
Müfessirler bu ayetin emri uyarınca Müslümanların içinde, iyiliği emreden kötülükten alıkoyan bir içtimai kontrol müessesesinin bulunmasının farz-ı kifaye olduğunu belirtmişler. Ancak bu görevi üstlenen kişilerde görevin iyi ve hakkaniyete uygun olarak yerine getirilmesini mümkün kılacak bazı şartların bulunması gerektiğine de işaret etmişlerdir.
Başka ayette: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir.” (Âl-i İmrân, 3/110)
Bu ayetin Müslümanlarla ilgili ilk kısmı bazı âlimlerce icma-i ümmetin İslam dininin hüküm kaynaklarından birisi olduğunu gösteren delilleri arasında zikredilmiştir. Yine bir ayette: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 9/71)
İçtima-i şuur: Fertlerin dinî ve ahlakî kusurları ve kötülükleri karşısında da duyarlı olmak zorundadır. Nitekim yukarıdaki ayette kadın olsun erkek olsun müminlerin birbirlerine iyiliği emredip kötülükten alıkoymalarının aralarındaki velayet bağı ve kardeşliğin zaruri bir sonucu olduğuna işaret edilmiştir. Bu görev ve yetki cinsiyet farkı gözetmeden İslam toplumunun bütün fertlerine verilmiştir.
Başka bir ayette: “İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü. İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları ne kötüydü!” (Maide, 5/78-79)
Rasulullah (sav) buyurdu ki: “Biriniz bir kötülük görünce onu eliyle kaldırsın, eğer gücü yetmiyorsa diliyle, buna da gücü yoksa kalbinde buğz etsin. İmanın en etkisiz hali de budur.” Başka bir hadiste “Dua edip kabul olunmuyorsa mağfiret dileyin. Mağfiret olmuyorsanız önce iyilik emredip kötülükleri menedin. Çünkü iyilikle emir kötülükten alıkoyma rızkı ortadan kaldırmaz ve eceli de yaklaştırmaz. Muhakkak ki Yahudilerin ahbarları (din reisleri) ve Hıristiyanların ruhbanları (rahip ve papazları) ne zaman iyilikle emretmeyi kötülükten alıkoymayı terk ettiler, Allah enbiyalarının diliyle onlara lânet etti. Sonra onları umumî belalarla belalandırdı.” Başka bir hadiste şöyle buyrulur: “Cihadın en efdali zâlim bir sultanın yanında hakkı söylemektir.”
Rasulullah (sav)’den insanların en hayırlısı soruldu, buyurdu ki: “Allah’a en takvalı, akrabalarına en merhametli, onlara iyilik emreden ve onları kötülüklerden alıkoyanınızdır.”
Bize ulaşan bir rivayete göre Allah, 18 bin nüfuslu bir yere azap etti. Burada yaşayanların amelleri nebilerin amelleri gibiydi. Ama bunlar emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i ani’l münker yapmıyorlardı. Bu rivayetten anlaşılan şudur ki, iyiliği emir ve kötülükten alıkoymaya gücü yeten kimsenin bunu terk etmesinde hiçbir kimseye ruhsat yoktur. Bu fırsatı yitirmek ve onda gevşeklik göstermek, Allah’ın hakkını önemsememek ve onun yasalarını büyük görmeyerek küçümsemek demektir.
ALLAH SEVGİSİNİ ÜSTÜN TUTMANIN GÖSTERGESİ
Böyle kişilerin imanı zayıf, Allah’tan korku ve hayâları azdır. Şayet sükûtu, dünya rağbeti olarak mal veya bir mevkiye ulaşmak içinse ve hakkı söylediğinde bu ameline ulaşamayacağından sükût ediyorsa büyük bir günah işlemiş olur. Eğer iyiliği emredip ve kötülüğü de men ettiğinde kendisine ve malına zarar gelecekse o zaman sükûtu caiz ise de yine sükût etmemekle büyük mükâfat kazanır. Bu hareketi Allah’ın sevgisini kendi nefsinden daha üstün tuttuğunun göstergesidir. Allah şöyle buyurur: “Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.” (Lokman, 31/17)
Bir kul, iyiliği emretmek ve kötülükten vazgeçirmek suretiyle Allah’ın hukukunu yerine getirmekten dolayı dövülse, hapsedilse ve sövülse bu hali ne kadar güzeldir. Çünkü emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i ani’l münker; enbiya, mürselîn, salih evliyaların ve ilmiyle amel eden âlimlerin gayret ve âdetleridir. Bu halleri, ihbarlarından nakil olunmuş eser ve gidişatlarından bilinmektedir. Zâlim ve fasıkları Allah’a itaat ettirmek için cihat ederken zaafiyet ve korkaklıkta hiçbir hayır yoktur. Çünkü Allah’ın emirleri terk edildiğinde ve yasakları çiğnendiğinde Allah için kızmak, nebilerin ve sıddıkların halidir.
ONLAR MÜMİNLERE KARŞI ALÇAK GÖNÜLLÜ, KÂFİRLERE KARŞI ZORLUDURLAR
Ve onlar böyle vasıflanmışlardır, böyle tanınmışlardır. Hadis-i şerifte ifade edildiği gibi Rasulullah (sav)’in kendi nefsi için dargınlığı olmazdı. Ama Allah’ın bir yasağı bozulduğu zaman hiçbir şey O’nun hiddetini ve kızgınlığını durduramazdı. Cenab-ı Allah müminlerden sevdiklerini vasıflandırıyor: “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı zorlu ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Maide, 5/54)
İslam’a hiç girmemiş kâfirler ile Müslümanların içinde bulunan münafıklardan başka bir de mürtedler vardır. Bunlar evvelce Müslüman oldukları halde sonradan dinden dönen, İslam’ı terk eden bedbaht kişilerdir.
Hz. Peygamber (sav) zamanından beri İslam dünyasında az da olsa dinden dönenler olmuştur. Ancak bunların İslam’ın yayılmasına ve yaşamasına hiçbir zararı olmamış, Allah’ın cihanı aydınlatmak için yaktığı meşale her geçen gün biraz daha kuvvetlenerek yanmış ve ışıkları beş kıtaya ulaştırılmıştır.
Tarih boyunca birçok toplum İslam’ın bayraktarlığını yapmış, onun bayrağını yere düşürmemiştir. İnsanlar yeryüzünde yaşadığı müddetçe de İslam ümmetinden bir topluluk daima hakkı ayakta tutacak bayrağı taşıyacaktır.
Bu ayetle mümin ve münafık arasındaki fark beyan olmuştur. Kâmil bir mümin bir kötülük görünce ya onu değiştirecek ya da gücü yetmeyinceye kadar çaba sarf edecektir. Münafık, imanı zayıf olduğundan bir kötülük gördüğü zaman, Allah ve Rasulü’nün yanında delil kabul olunmayacak, zayıf, gevşek ve geçersiz delil ve özürler bulmaya çalışır. Ama kendisine sövüldüğünde ve malına bir zarar gelince kızar ve elinden geldiği kadar güçlü bir müdafaa yapar. Bunu yapanlarla uzun zaman zarfında kesin bir mücadele eder. Fakat Allah’ın hukuku olunca çok gevşek davranırlar. Lâkin doğru mümin, münafıkların tam tersidir. Allah için kızar, kendisi için kızmaz. Allah’ın emirlerini inkâr edenle kesin mücadele eder. İşte bu iki kısmın aralarındaki farkı görmeli, güzellikte ve doğrulukta en güçlü tarafta olmalıyız.
“Musa kavmine, ‘Allah’tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü Allah’ındır. Ona, kullarından dilediğini mirasçı kılar. Sonuç Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır.’ dedi.” (Araf, 7/128)
İyiliği emretme, kötülükten alıkoyma farz-ı kifâyedir. Eğer Müslüman bir topluluk bunları yerine getiriyorsa bu farziyet ve günah diğerlerinin üzerinden kalkmış olur. Ama sevabı bu farzı yerine getirenlere aittir. Eğer topluluğun bütün fertleri birlikte bu farzı yerine getirmezse üzerlerinde bu farz kaldığı gibi hep birlikte günah işlenmiş olur. Bir kötülük işlendiği zaman ilk etapta kötülüğü yapana lütuf, yumuşak ve şefkatle bu kötülüğün zararları anlatılmalıdır. Eğer bu şekil bir yarar sağlandı ise ne âlâ. Ancak netice alınamadıysa vaaz etmeye, korkutmaya, kınamaya geçilir. Bundan da bir sonuç çıkmazsa ve eğer güç yetiyorsa bu elle önlenir. Önceki söylenen o iki safha umumidir. Ama üçüncü safha, yani elle önleme genel değildir, sınırlıdır. Herkesin yapması mümkün değildir.
MÜSLÜMAN’A TEMBELLİK VE İHMALKÂRLIK YAKIŞMAZ
Velhasıl; kötülükten men etmede herkes kendi gücüne göre sorumludur. Çünkü Müslüman’a tembellik ve ihmalkârlık yakışmaz. Müslümanların üzerine farz olan emirler, sahih olmayan özürlerle üzerlerinden sakıt olmaz.
Lütuf, yumuşaklık, şefkat ve merhamet, iyiliği emretmeyi ve kötülükten men etmeyi kolaylaştıran ahlaklardır. Eğer bu ahlakların yararı olacağı kanaatindeysen bu ahlaklarla tebliğ edilir. Nitekim bir hadiste buyruluyor ki: “Yumuşaklık hangi şeyde ise o şeyi süsler, herhangi bir şeyde yoksa çirkinleştirir.” Başka bir hadiste “İyiliği emreden, kötülüğü meneden ancak yumuşak huyludur. Yumuşaklıkla emreder, kötülüğü de yumuşaklıkla önler.” İnsanın emrettiği şey kendisinde olması ve menettiği şeyden de korunması lazımdır ki onun kelamı etkili olsun.
Rasulullah (sav) buyurdu ki: “Kim bir Müslüman’ın kusurunu örterse Allah da onun dünya ve ahiretteki kusurlarını örter.” Mümin, insanların ayıplarına çok dalmaz, kusurlarını çıkarmaz. Ancak münafık Allah katından nefret olunandır. Müslüman üzerindeki en vacip olanı, Müslüman bir kardeşinin kusurunu gördüğü zaman onu örtmelidir ve gizlice lütuf ve şefkatle nasihat etmelidir. Zira hadiste varittir ki “Kul, kardeşinin yardımında olduğu müddetçe Allah da onun yardımındadır.” Bir kimse bir kötülük gördüğü zaman, ne eliyle ne de diliyle değiştirme gücüne sahip değilse kalbinde onun failine buğz etsin. Rasulullah (sav)’in buyurduğu gibi: “Kötülüğün değiştirilmesine gücün yoksa kalbinle o işlenen kötülüğe buğz et.”
GÜNAHA BUĞZ ALLAH’A YAKINLAŞTIRIR
Günahlar üzerinde ısrar edene buğz etmek, Allah’a yaklaşmanın bir vesilesidir. O yerin de terk edilmesi vaciptir. Çünkü günahları müşahede etmek ve orada hazır bulunmak bile ihtiyaren caiz değildir. Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah için sevmek, Allah için buğz etmek en sağlam halis imandandır.” Bir kimse iyilikle emrolunduğu, kötülükten sakındırıldığı zaman; kibirlenmekten, gururlanmaktan, hakkı reddetmekten ve onu kötülükten sakındırana “Sen kendine bak, seni ilgilendirmez...” sözünden veya bu manayı taşıyan başka sözlerden sakınsın. Çünkü bu gibi davranış ve sözler Allah’ın kızgınlığına ve azabına sebebiyet verir.
“Ona ‘Allah’tan kork.’ denildiği zaman gururu onu daha da günaha sürükler. Artık böylesinin hakkından cehennem gelir. O ne kötü yataktır!” (Bakara, 2/206)
İyiliği emreden ve kötülüğü de men eden kişinin sözleri diğerleri tarafından dinlenmeyip reddediliyorsa da yapmış olduğu tebliğden dolayı sevabı çok büyüktür. Bu nedenle sabretsin sevabını Allah’tan beklesin.
Tebliğden maksat kendisini ve mümin kardeşini günahtan kurtarmak olmalıdır. Tebliğ yapan kişinin hali; helake, bir bataklığa, ateşe veya suya düşmüş kişiyi kurtaranın hali gibidir, belki de daha evlâdır. Çünkü dinin helakı ve Allah’ın gazabına düşmek dünya helakından daha büyüktür. Dinini mamur edememekle dünyayı mamur edememek arasında misli olmayan fark vardır.
Hadiste şöyle zikredilmektedir: “Allah’ın menettiği hududu koruyan ile korumayan kimsenin misali, bir gemide kura ile yerlerini belirleyen kimselerin misali gibidir. Buna göre bazıları geminin üst katına, bazıları ise geminin alt katına yerleşirler. Geminin alt katında olanlar susadıkları zaman üst kattakilere uğrayarak, “Kendi bulunduğumuz kattan bir delik açsak ve sizlere zarar vermesek.” derler. Bu durumda eğer üst kattakiler, onları bu istekleriyle baş başa bırakırlarsa hepsi birlikte batmaya mahkûmdur. Eğer onlara engel olurlarsa hem onlar hem de kendileri kurtulur.” (Buharî)
İyiliği emreden kötülükten alıkoyan, çalışarak kendi nefsini selamete ulaştıracaktır. Üzerine gelecek günahlardan kaçıp Allah’ın dinine yardım eden, Allah’ın vadettiği sevaplara nail olur.
ALLAH KENDİ DİNİNE YARDIM EDENE MUTLAKA YARDIM EDER
Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: “Onlar haksız yere, sırf ‘Rabbimiz Allah’tır.’ demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz ki Allah kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (Hac, 22/40)
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız) O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.” (Muhammed, 47/7)
İyiliği emreden, kötülüğü de meneden kimse Allah’ın emir ve yasaklarını çiğneyip, muhatabına karşı kibirlenip, inadına onu kötülemek veya kötü lâflar kullanmak için yapıyorsa, yaptığı emir ve sakındırmaktan dolayı gelecek bütün sevapları iptal olur ve Allah’ın azabına mahkûm olur. Bu şekilde emir ve sakındırma yapmak çok kere insanların hakkı reddetmesine ve ondan yüz çevirmek suretiyle eski halleri üzere kalmalarına sebep olur. İyiliği emreden, kötülüğü meneden kimse bu tür menfur hallerden sakınması lazımdır. Yumuşak, şefkatli, esirgeyici, mütevazı olmalıdır. Başarıyı ve yardımı veren, takdir eden ancak Allah’tır; ancak Allah’a güvenilir.